Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Halka Doğru Dergisi ve “Ocak” Fikri

0 13.016

Prof. Dr. Mustafa SEVER

II. Meşrutiyet’in ilânından (23 Temmuz 1908) sonra özellikle devrin edebiyat ve fikir adamları tarafından öne sürülen, sonra ise siyasî bir nitelik kazanan “Türkçülük fikri”, daha sonra dernekler kurularak, dergiler çıkarılarak güçlendirilmeye, siyasî teşkilat haline getirilmeye başlanmıştır.

25 Mart 1912’de Türk Ocağı kurulur. Bir yıl önce kurulan Türk Yurdu Cemiyeti (Kur. 31 Ağustos 1911) ile Türk Yurdu dergisi de Türk Ocağı’na katılır. Türk Yurdu dergisi çevresinde toplanan dönemin Türkçü münevverleri[1], ülkenin içinde bulunduğu siyasî, ekonomik, toplumsal durumlar karşısında duydukları kaygı ve sorumlulukla hareket ederek halka yönelirler. Temel hedefleri halka doğru gitmek, İstanbul’un dikkatini Anadolu üzerine çekmek olan münevverler, Ziya Gökalp’ın belirttiği gibi (1976: 42) milli kültürün kaynağı olarak halkı gördüklerinden, halktan milli kültür terbiyesi almak ve halka da medeniyet götürmek gibi iki amaçla halka doğru gitmeyi amaçlarlar; dolayısıyla halka doğru gitmeyi, milli kültüre doğru gitmek olarak değerlendirirler.

Bu düşüncelerle Halka Doğru Dergisi, Türk Yurdu tarafından 11 Nisan 1329/1913 Perşembe günü İstanbul’da Celal Sahir yönetiminde haftalık olarak yayınlanmaya başlar ve bir yıl yayın hayatını sürdürür. 3 Nisan 1330/1914 tarihinde son sayısını yayınlayarak yayın hayatından çekilir.

48 sayısı 1913 yılında, 4 sayısı 1914 yılında, 52 sayı, toplam 416 sayfa olarak Türk Yurdu tarafından yayımlanan Halka Doğru’nun ilk sayısında kendilerinin tabiriyle, “sekiz-on yazıcı” birlikte bir rüya görürler. Rüyayı gören bu sekiz-on kişi, devrin Türkçü münevverleridir. Rüyada, yeşil bir ova içinde kendilerini bulan sekiz-on münevver, burada yamalar giyinmiş, zayıf bir ihtiyar kadına rastlarlar; kadın, irili ufaklı yavrularıyla bir tarlada başak toplamaktadır. Münevverleri gören kadın onların yanına gelir ve kendisini tanıyıp tanımadıklarını sorar. Münevverler, tanımadıkları için kadından utanırlar. Kadın; halktır, millettir, ahalidir. Yaşlı kadın, yüzlerce seneden beri kendisini aramamış, hatırını sormamış oldukları için münevverlerin kendisini tanımamalarına şaşırmaz ve kendisini “Ben, sırası geldikçe bütün suçları üzerine attığınız halkım. Kendi namına hüküm sürdüğünüz, hâkimiyetinin vekilleri olarak meydana çıktığınız ahaliyim, milletim.”[2] şeklinde tanıtır. Söylediği sözler, münevver ile millet arasındaki kopukluğu tasvir edici niteliktedir. Kadın, yani Türk milleti, kendisine karşı olan ilgisizlikten dolayı münevverlerden ümidini kesmiş ve kendince kararını vermiştir: “Ben kendi kendimi okutacağım, kendi kendimi ıslah edeceğim, terakkiye kendi adımlarımla gideceğim. İbtida bana bir dil, bir edebiyat lazım. Dinî, ahlâkî, iktisadî, içtimaî malumat lazım. Bunları kendi kendime edineceğim. Eski yıpranmış âletlerimi atarak yeni makineler kullanacağım. Toprak sürmeği, hayvan beslemeği, köy idare etmeği, yol yapmağı, mektep açmağı öğreneceğim”.[3]

Bu rüya ile ilgili, Halka Doğru Dergisi’ne, daha doğrusu rüyayı görenlere, Bekçi Mustafa Baba imzalı bir mektup gelir. Mektupta Bekçi Mustafa Baba, “Rüyayı zamanında görmüş, pek de yolunda doğru yormuşsunuz. (…) Bilinmelidir ki, milletin kökü, anası, temeli halktır. Halkı, halkın duygularını düzeltmezseniz, halka doğru duygular vermezseniz bu yurt, şu harap memleket şenlenmez[4] demektedir.

Halka Doğru dergisini çıkarma amaçlarını, rüya şeklinde bir manifesto ile açıklayan Türkçü münevverler, başta münevver zümre ile millet arasında uzun bir süreçte oluşmuş mesafenin kapatılması, kopukluğun giderilmesi, dilde kültürde birlikteliğin sağlanması, Anadolu’nun imar edilmesi gibi amaçlarla harekete geçerler; ki Anadolu’nun imar edilmesi onların nezdinde cihattır. Halka Doğru’nun yazıcılarından Ali Suad, görevlerinin ne olduğunu “amelî ve hakikî sûrette idare ile hükûmete karşı, ahalinin samimiyetini vücûda getirecek unsur ancak memleketin mütenevvir (nurlanmış) kısmıdır.”[5] sözleriyle belirtir. Münevverlerin memleketlerine nasıl hizmet edeceklerine ise, “Elverir ki bizde ‘seciye’ye müstenit(dayanan) sağlam bir mebde (ilke) mevcût bulunsun…[6] karşılığını verir.

Yönetenlerle yönetilenler arasında sorumluluk ve yükümlülük açısından uyumu sağlamak görevi, Halka Doğru mensuplarına göre münevverlerindir. Bu görevi üstlenen münevverlerin vakit geçirmeden millete milliyetçi bir şuur vermeleri gerekmektedir. Milletin, kendisini ilgilendiren meselelere ilgisiz kalmaması, ödevlerine karşı miskinlik etmemesi için uyarılması gerekmektedir; ki bu da yine münevverlerin görevidir. Halka Doğru mensupları teslimiyetçiliğin, bana neciliğin toplumsal hayatta büyük bir hastalık olduğunu, bunlardan kurtulunması gerektiğini, bu konuda dinin yanlış anlaşıldığını, tevekkülün bu olmadığını savunurlar. Onlara göre Müslüman olarak “çoluğuna çocuğuna iyi bakmak, onları okutmak, konu komşuya elden geldiğince muavenet etmek; donanmaya, orduya, mekteplere daima iane vermek, vb. asıl tevekküldür.”[7]

Halka Doğru dergisini yayınlayanlar bu duygularla halka yönelirler, dergide yayınladıkları haber, hikaye, tarih, anı, siyasî, vb. yazılarda devrine göre sade bir dil kullanarak halka sahip olduğu hasletlerini hatırlatıcı, şevk verici hizmette bulunurlar. Bu yönüyle Halka Doğru, Türk milliyetçiliği hareketinde örnek ve kılavuzluk edici bir işlev görür.

İlk sayıda bir hikaye[8] aracılığı ile geleneğe, ortak hafızaya vurgu yapılarak millet olarak yaşamanın düzenli, huzurlu olabilmesi için Türk yaşayışının, kültürünün bir özelliği olan teşkilatlanmanın gerekliliği, bunun sayesinde de toplumda birlikteliğin, dayanışmanın mümkün olacağı fikri işlenir. Bunun için de, “ocak”lar kurulmalıdır. Çünkü, “ocak” halinde teşkilatlanmada, ocak mensupları ortak bir düşünce ve amaçta birleşmiş olacakları ve teşkilatın niteliklerine göre bir terbiye ve eğitim alacakları için, aynı yönde hareket de sağlanacak, ortak değerler çevresinde toplanılacaktır.

Türk kültüründe her halk teşkilatı ocak olarak adlandırılmıştır. Türkün hayatının her safhasında ocak fikri canlılığını korumuş ve günümüzde de korumaktadır. Çünkü inanç ve gelenekler; birlik, huzur ve sağlık, ebedîliğin kaynağı, Türk düşüncesine göre Tanrı’nın insana bir bağışı olan kut sayesindedir. Bu kutun devam etmesi için ocağın canlılığını koruması gerekir. Bu ocak, başta “aile ocağı” olmak üzere tarihî süreçte geçmişten bugüne Ahi ocağı, Yeniçeri Ocağı, Sipahi Ocağı, asker ocağı, sağlık ocağı, vb örnekleri görülen teşkilatlanmalar şeklindeki birliklerdir; yani günümüzdeki sivil toplum kuruluşları gibi belli bir amaç ve işlevi olan derneklerdir.

Eski Türklerde ocak, hem çadırın merkezinde yer alan ve içinde yakılan ateşte yemek pişirilen, çevresinde oturulan, ısınılan yer hem de aile, soy anlamına gelir. Ocağın yerinden oynamamasına, sönmemesine dikkat edilir; çünkü ateş Yaratıcı tarafından göğün yerden ayrıldığı zamanda insanlara verilmiştir. Ateşin yanıyor olması, ocağın/evin sağlığına, neslin devamına işarettir. Türklerde ateş ve ocak kutsaldır (İnan 2006: 66-71). Aile ocağı, neslin devamını sağlayıcı kurum olduğu gibi, neslin ruhen ve bedenen terbiyesinin yapıldığı yer olması sebebiyle de toplumsallaşmanın ilk merkezidir. Ahi ocağı, asker ocağı, sipahi ocağı da bir topluluğu, dolayısıyla birliği, bütünlüğü ihtiva eden kurumlar olarak aile ocağı gibi, sıcaklığın, samimiyetin, aynı amaçta birleşmenin olduğu, belli bir terbiye ve eğitimin yapıldığı yerlerdir. Yine meslekî olarak belli iş kolları mensuplarının belli bir düzen ve sorumluluk içinde mesleklerini icrâ etmelerini, aralarında yardımlaşmayı, dayanışmayı tesis etme gibi amaçlarla kurdukları ve ocak olarak adlandırdıkları birlikler de gerek iktisadî gerekse sosyal hayatta önemli işlevler görmüşlerdir.

Ocağın, dolayısıyla ocakların toplumsal hayattaki işlevi ve önemi geçmişte de günümüzde de tartışılmaz bir gerçektir. Bu gerçek çerçevesinde, Halka Doğru mensuplarına göre, gelenekteki teşkilatlanmayla, yani ocaklar/dernekler oluşturmayla halk arasında dayanışma ruhu canlandırılabilir; devletin müdahalesi olmaksızın pek çok konuda pek çok işler başarılabilir. Halkın iktisadî yönden gelişmesi, güçlenmesi yanında toplumsal dayanışma, yardımlaşma ve birlik ruhu da canlandırılabilir. Bu düşünceleri aşağıda verdiğimiz şiirde[9] veciz şekilde buluruz:


Yoldaşlık esnafın tatlı zinciri
Birleşmiş, bir ocak yapmış her biri
Her eski ocağın vardır bir pîri
Her pîre bir türlü şükrânımız var

Usulümüz: Gedik, mecî’ ve nöbet
Ocağın içinde yoktur rekâbet
Nizâma uydurduk, yaptık cemiyet
Şirketler yapmağa gümânımız var
Hasta yahut kötürüm olan bir yoldaş
Bulur ocağından ilaç, hekim, aş
Öksüz ve dullara verilir maaş
Aça aş, dertliye dermanımız var

“Yardımlaşın” diyor bize dinimiz
Yoksula yardımdır baş ayinemiz
Zenginlere karşı yoktur kinimiz
“Herkesi sev” diyen Kur’an’ımız var

Halka Doğru’da ticaretin yabancılar elinde olmasından, milli bir esnaf, sanatkâr sınıfının olmamasından, var olan esnaf ve sanatkâr topluluğunun birlikten, merkezî bir teşkilatlanmadan uzak olması sebebiyle zayıflığından derin üzüntü duyulur. Ziya Gökalp, teşkilatlanmanın gerekliliği üzerinde Halka Doğru’nun 19. sayısında “Resmî Teşkilât, Halk Teşkilâtı” başlıklı yazısında durur. Gökalp, yazısında milletin ruhunu halk, bedenini hükümetin teşkil ettiğini, hükümetin kabine, millet meclisi, ordu, vilayet meclisleri, resmî mektepler, resmî müesseseler gibi divânlardan oluştuğunu, bu divânların lâyetagayyer (değişmez) kaidelere bağlı olduklarını, toplumsal ve siyasî hayatın değişen ihtiyaçlarına hiçbir zaman tam anlamıyla uyum sağlayamayacaklarını belirtir. Ona göre halk; aile, köy, aşiret, cemiyetler, fırkalar, cemaatler gibi ocaklardan meydana gelir ve hiçbir kanunla, hiçbir değişmez kural ile bağlı değildir. Ocaklar, kökleri mâzide ve dalları istikbâlde olan canlı ve tekâmülî an’anelere sahiptir. Gökalp bu canlılığı ve tekâmülî an’aneye sahip oluşu şöyle açıklar: “Hükûmet makinesinde en mühim çarhlar Millet Meclisi ile kabinedir. Bu çarhları tahrik eden kuvvetlerin siyâsî fırkalar olduğunu bilmeyen yoktur. Siyâsî fırkalar ise birer ocaktan, yani halk müessesesinden başka bir şey değildir.”[10] Osmanlı Devleti’nin de teşekkül ederken bütün birimlerinin ocak halinde olduğunu, ancak ocakların divân haline geçmesiyle devletin ihtiyarladığını, buna karşılık gayr-ı Müslim unsurların halk teşkilatına önem vererek gençleştiklerini belirten Ziya Gökalp, Türk milletinin de halk teşkilatını yeniden diriltebildiği takdirde gençleşeceğini, yani yeniden güçleneceğini ileri sürer Halkın meydana getirdiği teşkilatların resmî kurumların destekçisi, bütünleyicisi olduğunu da yaşanmış gerçek olay ve durumlardan örnekler vererek dile getirirken sanki günümüz sivil toplum kuruluşlarını işaret etmektedir: “Donanma Cemiyeti’nin Bahriye’ye, Müdafaa-yı Milliye teşkilatının orduya ne kadar kuvvetli müzahirler (arka çıkan, yardım eden) olduğunu tecrübe ile anladık. (Türk gücü) kabilinden (boy squad=Gençlik teşkilatı) müesseselerinin milli satvetimize (güçlülük) ifâ edeceği hizmetleri başka milletlerdeki misallerden istidlal (netice çıkarma) ediyoruz[11] Özellikle İngiltere’de ortak düşünce ve amaçlarla bir araya gelip teşkilatlanan ve “boy squad” olarak adlandırılan gençlik teşkilatlarına benzer şekilde Türk gençlerinin kuracağı ocaklar, gençlerin belli bir düşünce ve amaç çevresinde terbiye ve eğitiminin sağlanacağı, geleceğin kadrolarının yetiştirileceği işlevsel kurumlar olacaktır.

Halka Doğru çevresinde toplanan münevverler, yaşanılmakta olan süreçte gayr-ı Müslimlerin çağın gereklerine uygun teşkilatlanmalarla gerek iktisadî gerekse sosyal bakımdan canlı ve güçlü kaldıkları, buna karşılık Türklerin geleneklerinde var olan teşkilatlanma tecrübesinden faydalanmadıkları, yaşanan olay ve durumlar karşısında edilgen, tembel tavırlarla hareket ettikleri gerçeğini tespitle, dergide bir yandan okuyucularının dil ve edebî zevklerine hitap eden hikayeler, şiirler, diğer yanda tarihî bilgiler, ilmî gelişmelerden haberler, iktisadî ve sosyal teşkilatlanma, kooperatifleşme, vd. konularında örnekli, mukayeseli yazılar yayınlarlar. Amaçları, Türk milletinin organize olmasını, kaybettiği değerleri yeniden kazanmasını, sahip olunan hasletlerin canlandırılmasını sağlamaktır.

Derginin hedef kitlesi özellikle köylüler, esnaflar ve işçilerdir. Çalışan, üreten kesimlerin başlıca problemleri, teknolojiyi tanımamaları, dolayısıyla ondan faydalanamamaları ve teşkilatsız olmalarıdır. Oysa tarımda üretim kooperatifleri, şehirlerde mesleklere göre ocaklar meydana getirilse, köylü ürettiği ürünleri değerinde satacak, ihtiyacı olan tarım aletini, hayvanı, tohumu, gübreyi, vs. bağlı olduğu kooperatifin yardımıyla sıkıntısız alacaktır. Keza esnaf da meslekî ocağın gücüyle makinesini, aletini, malzemesini almada; ürününü, hizmetini sunmada zorluk çekmeyecektir. Bu düşüncelerle Halka Doğru’da “ocak” şeklinde teşkilatlanma, köylü ve esnafla ilişkilerin geliştirilmesi, kooperatiflerin kurulması yönünde özel bir gayret görülür. Yayınlanan her yazıda, şiirde, hikayede, haberde bu düşüncelerle birliğin, teşkilatlanmanın faydaları ve gerekliliği üzerinde durulur. Bu düşüncelerle yazılan bir yazıda ocağın, ocakçılığın özellikleri anlatılırken geleneğe, geleneksel değerlere, birliğe, yardımlaşmaya işaret edildiği görülür:

“…

Ocakçılara göre ise bir hırfetle (sanat, meslek) meşgul olan esnafın aralarına rekabet sokmaları ve bunu gittikçe alevlendirmeleri, yahut bazı arkadaşlarının, yoldaşlarının düçar (uğramış) oldukları haksızlıklara göz yummaları zararlıdır. Bu rekabet ve bu birbirinin hakkını korumayış, onların bu gün bir kısmını, yarın diğer kısmını, nihayet sıra ile hepsini zararlandırır. Meşhur meseldir. Bu gün bana ise yarın sanadır, derler. Bu gün genç ve dinç olan ve bu sayede arkadaşlarından daha çok para kazanan esnaf yarın o halde kalmayacaktır. O zaman kendisine de dün başkalarına yaptığı muamele yapılacaktır. İnsanlar tek başına daima zayıfdırlar, birleşip kuvvetlerini ekledikçe iktidarları çoğalır. Bâ-husûs (özellikle) bizim gibi her işte kendimizden daha ileride olanların güç başa çıkılır rekabeti karşısında bulunanlar ocakçılar gibi düşünmekten başka yolda hayır aramamalıyız.” [12]

Türk milleti, her bunalımlı, sıkıntılı döneminde fark etmiştir; ki bunalımının, sıkıntılarının sebebi, tarihî geçmişine, geleneksel değerlerine ilgisiz kalmasıdır. Bu ilgisizliği, değerlerine karşı kayıtsızlığı sonucunda oluşan sıkıntılarına çözümü başka milletlerin uygulamalarında aramış; bu milletlere imrenerek onları taklit yoluna gitmiştir. Oysa Türk insanı, karşılaştığı her sorunun çözümü hususunda her ne ararsa bulabileceği zengin bir geçmişe, tarihe, kültür ve medeniyete sahip bir millettir. Akçuraoğlu Yusuf’un belirttiği gibi Türklük, Türk Tanrısı gibi mengülükdür: Ebedîdir, ezelîdir. Bu mengülük Türklüğe çalışanlar için ümitsizlik, imânsızlık yoktur.”[13] Çünkü, nasıl bir zorluk, sıkıntı olursa olsun töreli bir millet olan Türkler, tarihî geçmişlerini, tecrübelerini göz önüne aldığında zorluk ve sıkıntılardan çıkış yolunu bulacaktır.

Prof. Dr. Mustafa SEVER

Gümüş Kalem, sayı 11, 2011, s. 18-24.


Kaynaklar ve Notlar
♦  İNAN, Abdulkadir 2006, Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Yay., Ank.
♦  GÖKALP, Ziya 1976, Türkçülüğün Esasları (Haz. Mehmet Kaplan), Kültür Bak. Yay., İst.
Dipnotlar:
[1] Halide Edip, Akçuraoğlu Yusuf, Ahmed Agayef, Tevfik Nurettin, Celâl Sahir, Hüseyinzâde Ali, Hamdullah Suphi, Akil Muhtar, Abdülfeyyaz Tevfik, Ali Cânip, Ali Ulvî, Galip Bahtiyar, Kâzım Nami, Köprülüzâde Mehmed Fuad, Gök Alp, Mehmed Emin, Mehmed Ali Tevfik, Memduh Şevket; 2. sayıda bunlara Aka Gündüz de katılır; ki bunlar Halka Doğru’nun daimi yazıcıları olarak belirtilmiştir.
[2] HD, 1913, sayı:1, s.1.
[3] Agy.
[4] HD, 1913, sayı 2, s.11-13)
[5] Ali Suad, HD, 1913, sayı 41, s. 325.
[6] Agy.
[7] HD, 1913, sayı 2, s. 10.
[8] Kâzım Nâmi, “Nöbet”, HD,1913, sayı:1, s. 5).
[9] “Esnaf Destanı”, HD, sayı 4, s.31.
[10] Gökalp, Ziya “HD, “Resmî Teşkilât, Halk Teşkilâtı” sayı 19, s.149.
[11] Agy.
[12] “Düşünce Yarışı”, HD, sayı 33, s.260.
[13] Akçuraoğlu, Yusuf “Türk Ocağı’nda”, HD, sayı 37, s.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.