Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Görülmeyen Osmanlı: Geç Ortaçağ Ve Modern Dönemlerde Akdeniz Tarihinin Kayıp Devleti

0 15.256

Prof. Dr. Kate FLEET

Kuzeydoğu Türkiye’nin siyasi coğrafyası uygarlıkların arkeolojik bir zaman çizgisi gibi okunur: Hititler, Frigyalılar, Asurlular, Farslar, Yunanlılar, Romalılar, BizanslIlar, Selçuklu Türkleri, Moğollar ve diğerleri.[1] Bu “diğerleri”, Osmanlı dünyasını kendileri için çok az öneme sahip gören veya böyle bir önemin mevzu bahis dahi olmadığı birçok İngiliz ve Amerikalı Avrupa veya Akdeniz tarihçisi, arasında yaygın olan genel tutumu nazikçe simgeler. O öyle bir dünyadır ki inkar edilir veya eğer gönderme yapılır ise göndermeye yanlışlar eşlik edebilir, çünkü Osmanlı dünyası hakkında bir yanlış, Avrupa veya Klasik dünya hakkındaki bir yanlışın kabul edilemeyeceği şekilde dahi kabul edilebilir. En son ve hacimli çalışmalarında, Peregrine Horden ve Nicholas Purcell haccın sadece dini sebeplerden dolayı yerine getirilmediğini açıklarken, “bir deyim” alıntılarlar: “hem ziyaret hem ticaret”.[2] Bunlar gibi akademisyenler arasında acaba Antik Yunan’dan bir deyimi yanlış olarak alıntılanıp sonra da buna Latince demek kabul edilebilir miydi?

Penguin Classic History serisinden 2000 yılında tekrar yayınlanan bir Akdeniz tarihinde Osmanlı İmparatorluğu okuyucuya açıklanır. Buna göre Osmanlı Türkleri Araplardan farklılık göstermiştir. Öyle ki Araplar uygarlıklarının çoğunu Farslardan alıp ve sonra da kendi katkılarını yapmışken “Türk sadece kendine yarayacak kadarını özümsemiş ve çok az katkıda bulunmuştur”. Onun imparatorluğu “anlayış olarak ilkel”di ve “en büyük sultanlar ve onların en seçkin nazırları bile hiçbir gerçek hükümet şekli fikrine sahip olmamış görünür”. Türkler mizah duygusu ve cesurca dövüşme yeteneği gibi bazı pozitif özelliklere sahip olmalarına rağmen “Kalben, emperyal bir güç olarak günlerinin sonuna kadar, Asyalı göçebe bir ırk olarak kaldılar”. “Kalben göçebe” Türk “Avrupa’ya tamamen yabancı” idi.[3]

Basit bir sağduyu bile, kişiyi, 600 yıl yaşamış ve en parlak döneminde ana bir askeri ve ekonomik güç olarak merkezi Avrupa’dan Orta Doğu’ya ve Kuzey Afrika içlerine kadar uzanmış bir imparatorluk hakkında “hiçbir hükümet şekli fikri”ne sahip olmamıştır gibi bir yargının geçerliliğini sorgulamaya yöneltebilir. Aynı şekilde, Horden ve Purcell tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrol veya etki alanı bazı Akdeniz kıyılarına kadar uzanan, fakat çekim merkezi Akdeniz bölgesi içinde olmayan imparatorluklar veya devletlerden biri olarak betimlenmesi şaşırtıcı görünür.[4] Öyle ise Osmanlı Devleti bir Akdeniz gücü değil miydi?

Coğrafi açıdan, Osmanlı Devleti, fiziksel olarak bir Akdeniz devletiydi. 1300 civarında ortaya çıkan Osmanlılar 14. yüzyıl ortasında hızlı bir şekilde Avrupa’ya geçerek ve I. Murad zamanında süratle Balkanlar’a ilerleyerek genişlediler. I. Beyazıd zamanında Balkanlar’a olan ilerleme güneyde Arnavutluk, Epirus ve Güney Yunanistan’a doğru hareket eden Osmanlı güçleriyle devam etti.15. yüzyılda Akdeniz bölgesindeki Osmanlı fetihleri 1430’da Selanik, 1453’te İstanbul, 1459’da Mora ve 1462’de İnebahtı’yı kapsadı.

Takip eden yüzyılda Suriye ve Mısır, sırasıyla 1516 ve 1517’de, Rodos 1522’de, Trablusgarb 1551’de, Kıbrıs 1571 ve Tunus 1574’te düştü. Malta 1565’te muhasara edildi. Sultan Süleyman zamanında Osmanlı donanması Batı Akdeniz’de başarılı bir şekilde savaştı. 1571’de İnebahtı’da Osmanlılara karşı kazanılan ünlü zafer ezici bir zafer değildi; Osmanlı filosu takip eden yıl içinde tekrar inşa edildi.

Akdeniz’deki bu Osmanlı varlığının açıkça bir donanma gerektirmesine rağmen, Osmanlı Devleti genellikle bir deniz gücü olarak sayılmaz. Bir deniz gücü olmasına karşılık, Osmanlı İmparatorluğu görünüşte denize ilgi duymamıştır. Osmanlıların bu imajı, Palmira Brummett’in yakın bir zamanda yayınlanan makalesinde tartışılmıştır.[5] Araştırmacı bu makalede, Osmanlıların sadece denize ilgisi olmayan karasal bir askeri güç olarak tanımlandığı, onların deniz gücünün kısa ömürlü bir tesadüf sayıldığı, Osmanlı deniz seferlerinin sadece bir çeşit cihat olarak düşünüldüğü ve Osmanlıların bir deniz gücü olmak için gerekli teknolojiyi asla uyarlayamamış ya da geliştirememiş olarak algılandığı paradigmaya karşı gelir. Brummett, sonuç olarak, akademisyenlerin Osmanlı devletini -ki bu devlet için deniz seferleri hiçbir şekilde sadece cihat düşüncesiyle motive edilmemiş ve deniz gücü Osmanlı kara gücünün evriminde önemli olmuştur- bir deniz gücü olarak düşünmeleri gerektiğini savunur. Kısaca Osmanlı Devleti “deniz kültürü”ne doğrudan katılımcıydı.[6]

Başlangıcından beri yaşamı, devletin iki yasasını ayıran denizi geçmek üzerine kurulan bir devlet olan Osmanlıların donanmaya sahip olması şaşırtıcı olamaz. Gerçekte Osmanlıların erken dönemden itibaren deniz gücüne sahip oldukları tartışılamaz.[7] I. Murad[8] ve halefi I. Beyazıd donanmaya sahiptiler. I. Beyazıd, Bizanslı tarihçi Dukas’a göre, Eğriboz, Sakız ve Siklat adalarına bir filo göndermişti.[9] Beyazıd’ın 1392’de Venedik senatosunu endişelendirecek bir donanma hazırladığı bilinmektedir.[10] 1400’de Venedik bir kere daha Beyazıd’ın deniz savaşı hazırlıklarına endişeli bir ilgi duymuştur.[11] Timur’a elçi olan Aragon Ruy Gonzalez de Clavijo 1402 yılında İstanbul yolunda gördüğü Osmanlı donanmasına gönderme yapar.[12] Beyazıd bir deniz istasyonu, istihkam ve kule inşa ederek Gelibolu Limanı’nı güçlendirmiş ve bu yolla kendi donanmasını korumak istemiştir.[13] Beyazıd’in oğlu Süleyman 40 gemi ve kalyondan oluşan donanmasını, büyük bir garnizona sahip, iyi korunan bir kalesi bulunan Gelibolu’da muhafaza etmiştir.[14]

Gelibolu’nun Osmanlı donanması için bir üs olarak büyük stratejik önemi vardır. Eğer Osmanlılar Gelibolu’yu kaybetselerdi, Avrupa’daki bütün fetihlerini de kaybedeceklerdi. Bu önem Osmanlılar Gelibolu’da, Anadolu topraklarından Avrupa topraklarına kısa sürede güç sevk edebiliyorlardı, yorumunu yapan Ruy Gonzales de Clavijo tarafından da vurgulanmıştır.[15] Dukas’ın, Mustafa ve II. Murad arasındaki sivil savaş sırasında Osmanlı kumandanı olan Beyazıd’dan aktardığına göre, Osmanlılar için Gelibolu “hem Doğu ile Batı ve hem de Ege ile Karadeniz için anahtar”dı.[16]

I. Mehmed, Amiral Çalı Bey kumandası altında Nakşa Düküne karşı bir filo hazırladı. Filo Gelibolu yakınlarında “bir zincirin halkaları gibi dizilmiş olarak hareket eden gemileri” görerek hızla saldırıya geçen Venedikliler tarafından ciddi bir şekilde yenilgiye uğratıldı. Yirmi yedi tane Osmanlı gemisi ele geçirildi ve mürettabat arasındaki Türklerin asıldığı Bozcaada’ya götürüldü. Dukas “Bütün adanın üzerinde, üstünde üzüm salkımlarının asılı durduğu asmalar gibi darağaçları doğrusu görülecek bir manzaraydı der”.[17]

Osmanlı deniz güçleri, hem Dukas[18] hem de muhasarada hazır bulunan Nicolo Barbaro’nun[19] bildirdiğine göre, İstanbul’un en son muhasarasında yer aldılar. Nicola Sagundino’nun, İstanbul’un düşüşünden sonra hazırladığı raporda ifade ettiği gibi Osmanlılar açıkça deniz deneyimine sahiptiler.[20]

Akdeniz’deki düzenli deniz gücünden başlıca Türkler korsan olarak da etkindiler. Türklerin Batı Anadolu kıyılarında yağmaları, hem adalarda hem de denizde Latinler için sürekli bir korku kaynağıydı. Enveri’nin Düsturname’sinde betimlediği Aydınoğlu Umur Bey’in istismarları, Ege çevresinde birçok deniz saldırısı ve John Kantakuzenos’un Bizans İmparatoru V. John Palaeologos’a karşı deniz desteğini içerir.[21] Girit ile Aydın ve Menteşe Beylikleri arasında yapılan antlaşmalarda Türk gemilerini ilgilendiren hükümlerin sıklığı da Türklerin denizle ilgili faaliyetlerinin derecesini gösterir.[22] Hem Cenova hem de Venedik, Türk korsanlarıyla yakından ilgiliydi ve Doğu Akdeniz’deki Türk gemilerinin hareketlerini iyi takip ediyorlardı.[23] Tehlikeli olsa da, korsanlığın çok kârlı bir faaliyet olduğu açıktır. Bir Yunan tüccarı olan Manuel Calogeniti’ye göre birçok Türk için denizde çapulculuk etmek, yükselen Timur tehlikesine karşı gelmekten çok daha cazipti.[24]

Erken dönem Osmanlı tarihini bulandırmaya hizmet eden diğer bir peşin hüküm ise birçok akademisyen arasında yaygın olan Osmanlıların ekonomik bir bilince sahip olmadıkları görüşüdür. Osmanlı tarihine sıkça uyarlanan Avrupa merkezli bu yaklaşım, Palmira Brummett’in deyimini kullanırsak, Osmanlıları “zihnen kapasitesizleştirmekte”, onların ekonomik oyuncu olarak araştırılmasını yararsız görmektedir.[25]

Palmira Brummet, 16. yüzyıl Osmanlı tarihini yeniden değerlendirir; ikna edici bir şekilde Osmanlı Devleti’nin bu dönemde sadece tepkisel bir varlık olduğu fikrine karşı gelir ve Osmanlının ticaret politikasını “bilmez ve ilgilenmezlerdi” (did not know and did not care) modeli olarak gören anlayışa karşı çıkar ve Osmanlılara Akdeniz sahnesinde merkezi bir rol vererek Osmanlı Devleti’nin 16. yüzyıldaki dünya düzeninin bir parçası olduğunu savunur.[26]

Bu şekil bir değerlendirme erken dönem Osmanlı tarihi için ne derece uygulanabilir ve Türkler, özellikle de Osmanlılar Akdeniz sahnesinde nasıl bir ekonomik önemi olan oyunculardı? Açıkça anlaşılabileceği gibi Türkler kendi kontrolleri altındaki topraklarda Latin tüccarlar için çok çekici ve kazançlı ticari bir fırsat oluşturdu. Türk toprakları, Batı’ya Avrupa kumaş endüstrisi için gerekli olan şap, 14 ve 15. yüzyıllarda Akdeniz üzerinden geçerek Doğu ve Batı arasında ticareti yapılan bir diğer ana mal olan hububat ve Akdeniz dünyasındaki ekonomik faaliyet için yaşamsal bir mal olan köle gibi çok ihtiyaç duyulan malları sağladı.[27]

Türk toprağı sadece bir ihraç pazarı değildi, aynı zamanda bir ithal pazarı olarak hayli fırsatlar sundu: Avrupa’nın en önemli ihraç mallarından olan işlenmiş kumaş; camlet, tela, Lombardy, Narbonne, Perpignon ve Toulous bezleri, Floransa’nın boyanmış yünleri Challons bezleri, fıstık yeşili, zümrüt yeşili, al, gök mavisi, türkuaz ve sarı kumaşlar, panni gentili, tafta ve beyaz damasko, bunların hepsi Theologos, Antalya, Edirne, Samsun, Sinop ve kumaş ticaretinin ana merkezlerinden biri olan Bursa gibi Türk pazarlarında görülmüştür.[28]

Latin tüccarlar sadece Türk pazarlarına gelip gitmediler, 14. yüzyılın başından itibaren bu topraklarda yaşadılar. Söylendiğine göre 1311 yılı civarında Menteşe’de etkin olan 250 Rodoslu tüccar vardı[29] ve Venedikli tüccarlara bahşedilen evlerin, bir kilisenin ve ticari faaliyetlerini devam ettirmeleri için bir arazinin bulunduğu Menteşe ve Aydın’da, 14. yüzyılın ilk yarısından itibaren Venedik konsoloslukları kuruldu.[30] II. Murad ve II. Mehmed maiyetinde yaşayan Cenovalı Jacopo di Promontorio ile Edirne ve Bursa gibi ana ticaret merkezlerinde oturan tüccarlar gibi Latinler Osmanlı maiyetinde ikamet ettiler.[31]

Osmanlılar sadece Latin tacirlerini topraklarına kabul eden pasif ekonomik oyuncular değillerdi; tam tersine ekonomik manada etkin oyunculardı. Osmanlılar kendi ekonomik potansiyellerinin kesin olarak farkındaydılar ve bir ölçüde de ticaret yolları onların ticari ilerlemelerine sebep oldu. Gerçekte bu yolları kontrol etme arzusu, Huri İslamoğlu-İnan ve Çağlar Keyder’e göre “büyük ölçüde Osmanlı’nın karasal genişleme modelini belirledi”.[32] I. Murad açıkca 1381’de Kütahya’nın ilhakından sonra şap ihracatına sınırlamalar uygulayarak şap piyasasını kontrol etme yolunu aramış görünür. Venedikliler birkaç yıl sonra Osmanlı ülkesinden kaya şapını yükleme ve ihraç etme hürriyetini sağlamak ve I. Murad tarafından belirlenen şap fiyatında indirim elde etmek için uğraştılar.[33] Murad’ın oğlu ve halefi olan Beyazıd hububat ihracatına sınırlamalar getirdi[34] ve 1390 yılında hububat ihracatını durdurdu.[35] Aydın emiri ve Venedikliler arasındaki müzakerelerden anlaşılacağı gibi 1400 yılında at ve kereste ticaretinde olduğu gibi hububat ihracatında da bir sınırlama yürürlükteydi.[36]

Osmanlıların kendi toprakları dahilinde piyasaları yönlendirmeye teşebbüs etmek ve sahip oldukları böyle büyük bir pazarın onlara verdiği ekonomik kudreti kullanmak yoluyla 14 ve 15. yüzyılın başlarında ekonomik olarak etkin oldukları iddia edilebilecekken aynı zamanda kendi toprakları dışında Osmanlının ekonomik etkinliği hakkında bir delil bulunabilir mi? Bu sorunun cevabının “evet” olduğu görünür, fakat bu evet, kaynak eksikliği dolayısıyla, zorunlu olarak biraz zayıftır. Buna rağmen şimdiye kadar sahip olduğumuz veriler Türk ülkesi dışındaki Türklerin ekonomik olarak etkin olduklarını işaret eder.

Menteşe, Venedik ve Aydın ile Venedik arasında imzalanan bazı antlaşmaların içerdiği hükümlere göre herhangi bir tarafın antlaşmayı bozmaya karar vermesi halinde tüccarların, şimdi düşman toprağı haline gelen ülkeyi mallarıyla birlikte terk etmelerini sağlamak için bir veya iki aylık bir mühlet tanınır.[37] Bu hükümlerin sadece usulen konduğu ve bunların Latin topraklarında Türk tüccarlarının olduğunu işaret etmesini gerektirmediği iddia edilebilir. Ancak Ceneviz hükümeti, 1356 yılında, Orhan’ın Pera’daki temsilcilerine vergi muafiyeti tanımıştır.[38] Ayrıca I. Murad ve Cenevizler arasındaki 1387 antlaşması “I. Murad’ın Türk tebaası”na İstanbul’daki Ceneviz bölgesi olan Pera’ya getirilen ya da oradan götürülen ya da Pera’da satılan mallar için sağlanan vergi imtiyazlarına ve Pera’da ticaret yaparken fazla vergilendirilen Murad’ın temsilcilerine bu fazlalıkların geri verilmesine dair hükümler içerir.[39] Pera’daki Türk varlığını gösteren diğer bir kanıt ise sabık Ceneviz memurları, Ettore di Flisco ve Ottobono Giustiniano’ya açılan davada Pera’daki sabık yönetime karşı herhangi bir şikayeti olan Türklerin bu şikayetlerini bildirmeleri için yapılan çağrıda görülmektedir.[40]

Beyazıd, 1393’te Ospitalye ile yaptığı müzakereler sırasında Rodos’da hiç bir şekilde engellenmeden köleleri satabilmek için ısrar etmiştir;[41] Beyazıd’in bu ısrarı, Osmanlı tüccarların bu pazarda etkin tacirler olduklarını ima etmektedir. Müslüman tüccarlar Gelibolu ve Edirne’den Mısır Memlük Sultanlığına köle ticareti yaptılar. Bu pazarlar Osmanlı kontrolünde olduğu için en azından bu Müslüman tacirlerin bir kısmı belki de Osmanlı olmalıydı.[42] “Körfez Kaptanı”, Venedikli Pietro Civrano ve Menteşe Emiri İlyas arasında 1414’deki antlaşma Türklerin ve emirin tebaasının Venedik topraklarında hiçbir engelle karşılaşmadan mallarını yükleyebilecekleri, boşaltabilecekleri, satabilecekleri ve buradan mallar satın alabilecekleri bir ticaret serbestisini garantiye alan hükümler içerir.[43]

Sakız Adası’ndaki Türkler Cenevizlilerle, hububat içeren malların ticaretinde kesinlikle etkindiler. Örneğin Sipahi Beyazıd 1414 tarihli bir belgede Domenico Giustiniano’ya sattığı mallar için ödemenin tamamını aldığını tasdik eder ve bu belgenin şahitleri arasında iki Türk, Bayrambey Turko de Smirris (İzmir) quondam Ezedim (İzeddin), Elies (İlyas) Turcho de Smirris (İzmir) quondam Tagdira (?) ve Sipahi Beyazıd’in isteğiyle Türkçeden Latinceye çeviri yapan tercüman Cristoforo Picenini vardır.[44] Aynı dönemde Sakız adasındaki pamuk satışıyla ilgili bir davada Bergamalı Katip Paşa’nın temsilcisi de taraflardan biridir.[45] 1413 yılındaki diğer bir davada Hacı Satıoğlu diye bilinen ve o tarihte Aydın emiri Cüneyt’in elçisi olan kişi, Ceneviz tebaasından birine karşı davası olan Cüneyt’in tebaasından Hacı Sartıyı temsil etmek için Sakız’daki Ceneviz toplumunun başı olan Podestâ’ya başvurur.[46] Öyle ise görüldüğü gibi Türkler, 14. yüzyıl ile 15. yüzyılın ilk yarısında kendi toprakları dışında etkin olarak ticaret yapmaktaydılar.

Beyliklerin yükselişi ve 1453’te İstanbul’un II. Mehmed tarafından alınması arasındaki dönemde, Akdeniz ekonomik havzasının bir unsuru olan ve bu ticari ağla sıkı bir şekilde bütünleşen Latin kaynaklarınca Turchia diye gönderme yapılan Türk topraklarıdır. Her ne kadar bu toprakların pazar olarak yaratılıştan gelen önemi Osmanlıların Akdeniz ekonomik sistemine otomatik olarak girişini sağlamış olsa da, Osmanlılar sadece pasif ekonomik aktörler olarak görünmez. Görüldüğü gibi, I. Murad ve Beyazıd’ın piyasaları kontrol altına almaya çalışmalarından ve Türk tacirlerin kendi toprakları dışında ticaret yapmalarından da anlaşılabileceği gibi Türklerin rolü ekonomik olarak etkin bir roldü.

Böylece Osmanlı Devleti’nin erken gelişme döneminde dahi bir Akdeniz gücü olduğunu iddia etmek için yeterli neden vardır. Osmanlı Devleti, Akdeniz dünyası ve Avrupa’nın yekpare bir parçasını oluşturmuştur. Öyle ise bu bölgelerin İngiliz ve Amerikalı tarihçiler tarafından yapılan yayınlarda Osmanlılar niçin sıkça göz ardı edilirler ve Osmanlılar bu tarihlerde ortaya çıktıklarında onlara neden genellikle yanlışlar eşlik eder? Jardin’in Rönesans üzerine kitabında Osmanlı varlığı kesinlikle görülmektedir.

Araştırmacı, “Osmanlıların politik olduğu kadar kültürel güçleri”nin, Avrupa kültürü üzerinde artan etkiler arasında “yaşamsal rol” oynamış olduğunu belirtir. Bu rolün gücü,[47] Jardin’in iddia ettiğine göre, Hans Holbein’ın, The Ambassadors (Elçiler) adlı tablosunda yer alan Osmanlı halısında vurgulanır. Bu resim, bize hem Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi gücünü hem de Osmanlı mallarının böyle bir toplumda nasıl değerli bulunduğunu hatırlatır.[48] Ancak Lisa Jardin bile Osmanlıların Mısır’ı fethini gözden kaçırır. Çünkü ona göre 1526’da Osmanlı İmparatorluğu Suriye’den Bosna’ya kadar uzanıyordu.[49]

Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki cehalet; “insanoğlunca bilinen en kısır yapılardan biri”[50] olan [sic], Anglo-Sakson dünya ile sınırlı değildir. Bu cehalet, Predrag Matvejevie’i, Akdeniz ve Avrupa üzerine kitabında, Osmanlıların ortaya çıktığı nerdeyse tek bir yerde “Seyahatname” [sic] yazarı “Türk Evli Çelebi’ye (Bosnalıların adlandırdığına göre Evlija lelebija)” gönderme yapmaya sevk eder.[51]

Bu cehalet eğiliminin sebeplerinden biri -hem inkar etmek ve hem de cahil olmak anlamında- birçok Anglo-Sakson akademisyenin içinde yetiştiği klasik zihin yapısıdır.[52] Horden ve Purcell’in yazdığı Akdeniz üzerine olan kitap, örneğin, büyük bir klasik bilgi eseridir, fakat bu Akdeniz dünyası birçok ölçüde Yunanistan ve Roma’nın klasik figürleriyle nüfuslandırılmıştır. Bu yaklaşım 19. yüzyıldaki İngilizlerin ileride modern Yunanistan olacak olan toprakların yeni Homer ve Sofokleslerle dolu olduğunu düşünmelerine benzemektedir. Bu dünya Osmanlıların içerisinde rahatça oturduğu bir dünya değildir; Osmanlıların kontrolü altına giren bu topraklar, Osmanlılar tarafından alındığında büyük ölçüde gözden uzaklaşır ve ancak 19. yüzyılda İmparatorluğ’un gerilemesi ve Osmanlının bu topraklardan geri çekilmesiyle yeniden ortaya çıkarlar.

Anglo-Sakson entelektüel çevrenin hapsolduğu klasik kapsül anlayışı günümüz İngiliz ve Amerikalı gezginlerin Türk dünyasını nasıl gördüğüne etki etmektedir. Bu gezginlerin bugünün Türkiyesi’nde gördükleri geçmiş, çoğunlukla Osmanlı değildir; bu geçmiş klasik dünya üzerinde yükselir. Örneğin, Ascheson’ın Giresun üzerine yaptığı tek yorum şudur: “Yunanlılar tarafından Kerasos diye adlandırılan ve ismini Romalılar tarafından orada bulunan ve Roma dünyasının her tarafına dikilen bir meyvaya; kiraza veren kasaba”.[53] Benzer şekilde Acherson’ın bindiği otobüsün Ankara’dan Trabzon’a -“Trebizond olagelmiştir”[54]. aldığı yol, Xenophon ve on bin askerinin M.Ö. 400’de İran’dan başladıkları güzergahı takip eder; her nasılsa bu askerlerin “thalassa” (deniz) diye bağırdıkları kesin konum, Ascheson’un bize anlattığına göre, belirlenememektedir.

Trabzon “şimdi cami olan Bizans kiliseleriyle doludur: St. Eugenius, St. Anne, St. Andrew, St. Michael, St. Philip, St. Sava mağara kilisesi, Panaghia Chrysocephalos kilisesi. Şimdi müze olan ve Bizans freskleri David Talbot-Rice ve Edinburgh Üniversitesi tarafından restore edilen Aya Sofya Katedrali, şehrin batısında yer alan, denizden gelen rüzgarla serinleyen bir burun üzerindedir”.[55] Camiler, böylece, cami olarak ortaya çıkmazlar ve Trabzon hakkındaki bu bölümde, Osmanlı Devleti tartışılmamıştır.

Bu eğilim, 1990’ların başında yayınlanan ve okuyuculara Balkanlar’ı açıklayan Balkan Ghosts (Balkan Hayaletleri) adlı kitabın da yazarı olan Thomas Kaplan’ın kitabında da ortaya çıkmaktadır. Kaplan için de Osmanlı tarihi, Türkiye’deki gezilerinin tarihsel arka planını verirken referans noktası olmaz. “1922’ye kadar üç bin yıl boyunca Batı Anadolu kıyıları ve arka bölgesi Yunan dünyası olmuştur”[56] gibi bir değerlendirme kişiyi Osmanlı geçmişinin eksikliğini açıklarken, bunun bir parça yazarın bu dönem hakkındaki cehaletinden kaynaklandığı kararına yöneltebilir.

Gezisi sırasında Kaplan, Amasya’nın yakınından geçmiştir; Amasya “Yunan coğrafyacı Strabo’nun M.Ö. 64 veya 63 yılında doğduğu yer”, ama Osmanlı şehzadelerinin yönetme sanatını öğrenmeleri için gönderildiği yer veya içinde imaret, kütüphane ve muhteşem bir cami olan II. Beyazıd Külliyesi’nin bulunduğu yer değildir. Bunun yerine, pasaj şöyle devam eder: “Strabo doğuda Ermenistan’dan batıda Tuscany’e ve Karadeniz’den Etyopya’ya kadar seyahat etmiştir. Onun Coğrafya adlı eseri Augustus Caesar’ın hükümdarlığı (M.Ö. 27-M.S. 14) sırasında Yunanlılar ve Romalılarca bilinen halk ve memleket silsilesini belgeleyen bugüne kadar ulaşmış tek eserdir. Strabo jeo-politik değişim konusunda uyanıktır, çünkü burada gençliği kendi Pontus-Yunan uygarlığının düşüşü ve Romalı lejyonerlerin buraya gelişine rastlar.”[57] Strabo, görüleceği gibi Amasya düşünüldüğünde, gözünün önündekileri bildirmekte Kaplan’dan daha bilinçliydi.

Kaplan aynı şeyi Trabzon’u betimlerken de yapar; onun Trabzon’a olan ilgisi Trabzon’un 1461’de Osmanlılar tarafından alınmasından İmparatorluğ’un sonuna kadarki 450 yıllık şehir tarihindeki olası herhangi bir olaydan çok Alexios ve David Comenos’un 1204’teki faaliyetlerinin üzerinde yoğunlaşmaktadır.[58] “Mükemmel Bizans bazalikası” Fatih Cami’inde otururken bile Kaplan Osmanlı geçmişini değil, “(beyaz badanalı duvarlar) altında tesviye edilmiş freskler, bu binanın hem Bakire Meryem ve hem de ‘Altın Başlı’ kubbeye gönderme yapan Panagia Khrisokefalos diye adlandırıldığı dönemi hatıra getirerek buranın bir zamanlar Trabzon-Yunan Krallığı’nın ana katedrali olduğunu”[59] hayal eder.

Kaplan aynı zamanda “Türkler tarafından Antakya diye adlandırılan” Antioch’un tarihi özetini verir (is. 122): “Antioch antik dünyanın büyük şehirlerinden biriydi. Şehir M.Ö. 300 yılında İskender’in Makedonyalı generali, Seleucus tarafından kurulmuş ve babasının Antoichus adını almıştır. M.Ö. 64’te, Pompey Antioch’u Roma’ya ilhak etti. Stratejik olarak hem Anadolu’dan Arabistan’a uzanan ana ticaret yolu üzerinde hem de Çin’e giden İpek Yolu’nun bir kolu üzerinde yerleşen şehir, Yunan felsefesinin ünlenmiş bir okuluyla gelişip askeri ve ticari bir merkez haline geldi. İmparatorlar, Julius Caesar ve Diocletian, Antioch’u ziyaret ettiler, Peter ve Paul orada vaaz verdiler. Antioch’da, İsa’nın takipçileri ilk defa Hıristiyanlar olarak adlandırıldılar. Roma ve İskenderiye ile beraber Antioch, Kilisenin üç orijinal Patrikhanesinden biriydi. 14 ve 15. yüzyıllarda, Bizans yönetimi altında Antioch’un seçkinleri paralarını mozaiklere harcadılar ve buradaki arkeoloji müzesi dünyadaki en iyi koleksiyonlardan birine sahiptir. Roma-Bizans çağında, parlaklığının en yüksek döneminde, şehir bir amfi tiyatro, hamamlar, su kanalları, kanalizasyon borularına sahip olduğunda Antioch’da yarım milyon insan yaşıyordu”. Kasaba için bir geçmiş kurduktan sonra Kaplan günümüze döner. Ortada kalan Osmanlı bölümü atlanır ve 600 yıllık İmparatorluğ’u klasik geçmiş karşısında gözden kaybolan Osmanlıların varlığı, günümüz modern Türkiyesi’nin geçmişi olarak bile inkar edilir ve görünmez olarak kalır.[60]

Prof. Dr. Kate FLEET

Cambridge Üniversitesi Newham College (SCOS) / İngiltere

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 8 Sayfa: 657-661


Dipnotlar:

[1] Kaplan, Robert D., Eastward to Tartary. Travels in the Balkans, the Middle East, and the Caucasus (New York: Vintage Books, 2001), s. 215: “The Political Geography of northeastern Turkey reads like an archaeological time line of civilizations: Hittites, Phrygians, Assyrians, Persians, Greeks, Romans, Byzantines, Seljuk Turks, Mongols, and so on”.
[2] Horden, Peregrine and Nicholas Purcell, The Corrupting Sea. A Study of Mediterranean History (Oxford: Blackwell Publishers, 2000), s. 445.
[3] Bradford, Ernle, Mediterranean. Portrait of a Sea (ilk baskı 1971), (London: Penguin Books, 2000), s. 395-6.
[4] Horden and Purcell, The Corrupting Sea, s. 23.
[5] Brummett, Palmira, ‘The Ottomans as a world power: what we don’t know about Ottoman sea-power’ Kate Fleet (der.), The Ottomans and the Sea (Oriente Moderno xx (lxxxi), n. s. 1-2001), s. 1-21.
[6] Ibid, s. 9.
[7] Fleet, Kate, ‘Early Turkish naval activities’ Kate Fleet (der.), The Ottomans and the Sea (Oriente Moderno xx (lxxxi), n. s. 1-2001), s. 129-38.
[8] 1374. vii. 14: Thiriet, F., Régestes des Délibérations du Sénat de Venise concernant la Romanie, cilt I-III (Paris, 1958-1961), cilt I, nu. 541, s. 135.
[9] Dukas, Historia Byzantina, Bekker, Cilt I. (der.) (Bonn, 1843), s. 47; Dukas, Ducae Historia Turcobyzantina (1341-1462), Grecu, B. (der.) (Bucharest, 1958), s. 75; Dukas, Decline and Fall of Byzantium to the Ottoman Turks, H. J. Magoulias (der. ve çev.) (Detroit, 1975), s. 81.
[10] 1392. iv. 26 = Loenertz, Raymond-J O. P. Démetrius Cydonès correspondance, Cilt II (Studi e Testi 206) (Vatican, 1960), Ek D, nu. 18, s. 446-8.
[11] 1400. v. 18 = Chrysostomides, J., Monumenta Peloponnesiaca. Documents for the History of the Peloponnese in the 14th and 15th Centuries (Camberely, 1995), nu., 215, s. 419.
[12] Ruy Gonzalez de Clavijo, Narrative of the Embassy of Ruy Gonzalez de Clavijo to the Court of Timour at Samarcand A. D. 1403-6, Clements R. Markham (der. ve çev.) (The Hakluyt Society, 1859), s. 47.
[13] Dukas, Historia Byzantina, s. 19; Dukas, Historia Turcobyzantina, s. 41; Dukas, Decline and Fall, s. 63.
[14] Gonzalez de Clavijo, Narrative, s. 27-28.
[15] Gonzalez de Clavijo, Narr. ative, s. 28.
[16] Dukas, Historia Byzantina, s. 146; Dukas, Historia Turcobyzantina, s. 189; Dukas, Decline and Fall, s. 139.
[17] Dukas, Historia Byzantina, s. 109-111; Dukas, Historia Turcobyzantina, s. 147-149; Dukas, Decline and Fall, s. 118-119.
[18] Dukas, Historia Byzantina, s. 268; Dukas, Historia Turcobyzantina, s. 333; Dukas, Decline and Fall, s. 213.
[19] Nicolo Barbaro, Diary of the Seige of Constantinople 1453, J. R. Jones (çev.) (New York: Exposition     Press, 1969), s 31; Nicolo Barbaro, Giornale dell’assedio di Costantinopoli Agostino Pertusi (der.), La Caduta di Costantinopoli. Le Testimonianze dei Contemporanei (Milan: Fondazione Lorenzo Valla, 1999), s. 18-19.
[20] Ad serenissimum principem et invictissimum regem Alfonsum Nicolai Sagundini oratio=Pertusi, Agostino (ed.), La caduta di Costantinopoli cilt II, L’eco nel mondo (Milan, 1976), s. 129-135.
[21] Dukas, Historia Byzantina, s. 27; Dukas, Historia Turcobyzantina, s. 51-3; Dukas, Decline and Fall, s. 68-9; Melikoff-Sayar, I., Le Destan d’Umur Pacha (Dusturname-i Enveri) Text, translation et notes (Paris, 1954), s. 52-3, 56-8, 60-1, 64, 74, 78, 85, 95.
[22] 1337. iii. 9 = Zachariadou, Elizabeth A., Trade and Crusade, Venetian Crete and the Emirates of Menteshe and Aydın (Library of the Hellenic Institute of Byzantine and Post-Byzantine Studies, No. 11) (Venice, 1983), belge 1337A, madde 9, s. 192, madde 14, s. 193; 1337. pre iv = ibid, belge 1337M, maddeler 3, 5, 7, 10, 11, s. 195-7; 1348. viii. 18 = ibid, belge 1348A, madde 10, s. 208, madde 11, s. 208; 1353. iv. 7 = ibid, belge 1353A, madde 4, s. 212, madde 6, s. 212, madde 8, s. 212-13, madde 10, s. 213; 1375. iv. 22 = ibid, belge 1375M, madde 3, s. 219, madde 5, s. 220, madde 7, s. 220, madde 10, s. 220, madde 11, s. 220-1; 1403. vii. 24 = ibid, madde 2, s. 225, madde 4, s. 226, madde 5, s. 226-7, madde 6, s. 227, madde 11, s. 228; 1407. vi. 2 = ibid, madde 2, s. 234,madde 3, s. 234, madde 4, s. 234, madde 5, s. 235, madde 7, s. 235, madde 11, s. 235.
[23] Chrysostomides, Monumenta Peloponnesiaca no. 36, s. 85; 1392. vi. 16 = Archivio di Stato di Genova, Antico Comune 22, f. 40; 1401. viii. 10: Thiriet, F., Régestes des Délibérations du Sénat de Venise concernant la Romanie, Cilt 1-3 (Paris, 1958-1961), Cilt. II, no. 1023, s. 19-20, no. 1573; 1415. iii. 26: ibid, s. 134; 1423. vi. 4: ibid, no. 1423, s. 100; 1414. viii. 23 = Sathas, C. N., Documents Inédits relatifs à l’Histoire de la Grèce au Moyen Âge (Paris, 1881), cilt III, s. 72-3; 1416. i. 4 = Iorga, N., Notes et extraits pour servir a l’historie de croisades au XVe siecle, cilt I-III (Paris, 1899¬1902), Cilt 1, s. 241.
[24] 1402. iii. 3 = Dennis, G. T., ‘Three Reports from Crete on the Situation in Romania’, Studi Veneziani 12 (1970) 243-65, no. 2, s. 247.
[25] Brummett, Palmira, Ottoman Seapower and Levantine Diplomacy in the Age of Discovery (SUNY Series in the Social and Economic History of the Middle East) (State University of New York Press, Albany, New York, 1993), s. 16.
[26] Brummett, Ottoman Seapower, s. 2-4, 177.
[27] Fleet, Kate, European and Islamic Trade in the Early Ottoman State (Cambridge: Cambridge University Press, 1999), bölümler 7, s. 80-94, 5, s. 59-73 ve 4, s. 37-58.
[28] Bakınız Fleet, European and Islamic Trade, bölüm 8, s. 80-94.
[29] Luttrell, Anthony, ‘The Hospitallers of Rhodes confront the Turks: 1306-1421’ Philip F. Gallagher (der.), Christians, Jews and Other Worlds. Patterns of Conflict and Accommodation (Lanham, New York, London, 1988), s. 84-5.
[30] 1331. iv. 13 = Zachariadou, Trade and Crusade, madde 8, s. 188; 1337. iii. 9 = ibid, madde 8, s. 191-2; 1337. pre iv. = ibid, madde 17, s. 197; 1348. viii. 18 (Sancta Unio ile) = ibid, maddeler 14, 18, s. 209; 1353. iv. 17 = ibid, maddeler 16, 17, s. 214; 1375. iv. 22 = ibid, maddeler 16, 17, s. 221; 1403. vii. 24 = ibid, madde 16, 17, s. 229-30; 1407. vi. 2 = ibid, maddeler 16, 17, s. 236.
[31] Örneğin Bursa’daki Piero Palavexin, 1439. vii. 8 = Badoer, Giacomo, Il Libro dei Conti di Giacomo Badoer (Costantinopoli 1436-1440), Umberto Dorini & Tommaso Bertelè (der.) (Il Nuovo Ramusio, volume terzo) (Istituto Poligrafico dello Stato, Libreria dello Stato, 1956) C. 325, s. 652.
[32] Huri İslamoğlu-İnan ve Çağlar Keyder, ‘Agenda for Ottoman history’in Huri İslamoğlu-İnan (ed.), The Ottoman Empire and the World-Economy (Cambridge, 1987), s. 50-1.
[33] 1384. vii. 22 = Thomas, G. (der.) Diplomatarium Veneto-Levantinum, (Venice, 1890-9) cilt II, no. 116, s. 194.
[34] Fleet, Kate, “Turkish-Latin relations at the end of the fourteenth century” Acta Orientalia Academiae Scientarum Hungaricae 49/1 (1996), s. 131-7.
[35] Dukas, Historia Byzantina, s. 47; Historia Turcobyzantina s. 75; Decline and Fall s. 81; Chrysostomides, Monumenta Peloponnesiaca, belge 68, s. 138, not 2.
[36] 1400. iii. 19: Thiriet, Régestes, cilt II, belge 988, s. 12-13; Noiret, Documents inédits pour servir à l’histoire de la domination vénetienne en Crète de 1380 à 1485, (Paris, 1892), s. 110-11; Iorga, Notices et Extraits, cilt I, s. 102.
[37] 1337. iii. 9 = Zachariadou, Trade and Crusade, madde 2, s. 190; 1337. pre iv = ibid, madde 1, s. 195; 1353. iv. 7 = ibid, madde 2, s. 211.
[38] 1356. iii. 21 = ASG San Giorgio Manoscritti Membranacei IV, f. 304v; 1356. 111. 22 = ibid, ff. 304v-305r. Bu imtiyaz 1361’de geri alınmıştır, ibid, ff. 303r-308r.
[39] 1387. vi. 8 = ASG, Archivio Segretto, Materie Politiche 2729, no. 26; Fleet, Kate, ‘The treaty of 1387 between Murad I and the Genoese’ The Bulletin of the School of Oriental and African Studies 56 (1993), maddeler 2, 3, 4, s. 14-15.
[40] 1402×30 = ASG, San Giorgio 34 590/1306, ff. 16r-17r.
[41] Anthony Luttrell, ‘The Hospitallers of Rhodes confront the Turks: 1306-1421’ Christians, Jews and Other Worlds. Patterns of Conflict and Accommodation, Philip F Gallagher (der.) (Lanham, New York, London, 1988), s. 96-7.
[42] Piloti, L’Égypte au Commencement du Quinzième Siècle d’après le Traité d’Emmanuel Piloti de Crète (Incipit 1420) avec une introduction et des notes par P-H Dopp (Cairo, 1950), s. 15.
[43] 1414. x. 17 = Zachariadou, Trade and Crusade, madde 5, s. 239.
[44] 1414. vii. 16 = ASG, Notaio Giovanni Balbi, Sc. 46, filze 1, belge 311. Bakınız Fleet, European and Islamic Trade Ek 5, belge 12, s. 173-4.
[45] 1414. iv. 2 = ASG, Giovanni Balbi, Sc. 46 filze 1, belge 286. Bakınız ibid, Ek 5, belge 11, s. 172-3.
[46] 1413. viii. 28 = ASG, Giovanni Balbi, Sc. 46, filze 1. Belge 255. Bakınız ibid, Ek 5, belge 9, s. 170.
[47] Jardine, Lisa, Wordly Goods. A New History of the Renaissance (London & Basingstoke: Papermac, 1997), s. 74.
[48] Jardine, Wordly Goods, s. 429.
[49] Jardine, Wordly Goods, s. 283.
[50] Bradford, Mediterranean, s. 409.
[51] Matvejevic, Predrag, Il Mediterraneo e l’Europa. Lezioni al Collège de France (Garzanti Libri, 1998), s. 70.
[52] Boyar, Ebru, British archaeological travellers in 19th-century Anatolia: Anatolia ‘without’ Turks, yayınlanacak Eurasian Studies, 19. yüzyıl Anadolusu’ndaki İngiliz arkeoloji gezginlerinin zamanın Osmanlı dünyasını değil, sadece bölgenin klasik geçmişini gördüklerini savunur. Bu noktanın tartışılmasında Ebru Boyar’a teşekkür etmek istiyorum.
[53] Ascherson, Neal, Black Sea. The Birthplace of Civilisation and Barbarism (London: Vintage, 1996), s. 177.
[54] Ascherson, Black Sea. s. 176.
[55] Ascherson, Black Sea, s. 179.
[56] Kaplan, Eastward to Tartary, s. 215-16.
[57] Kaplan, Eastward to Tartary, s. 215.
[58] Kaplan, Eastward to Tartary, s. 216 -17.
[59] Kaplan, Eastward to Tartary, s. 216.
[60] Bu makalenin Türkçeye çevirisindeki yardımları için Ebru Boyar’a teşekkür etmek istiyorum.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.