Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Görevimiz Türk Bağımsızlığını Korumaktır

0 14.560

Atatürkçülüğün on ilkesi Bilimcilik, Sosyal Ahlâk, Millî Egemenlik, Tam Bağımsızlık, Cumhuriyetçilik, Laiklik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik ve Devrimcilik’tir. Bir Atatürkçü bu ilkelerin her birini, aralarındaki ilişkileri, işlevlerini ve hedeflerini en iyi şekilde bilmelidir. Bu da ilkelerin analizini gerektirir. Örneğin Tam Bağımsızlık ilkesi ve onun çözümlenmesi deyince karşımıza bazı kavramlar çıkar, bazı sorular akla gelir. Yazımda işte bu kavramlar ve sorulardan bazıları üzerinde duracağım.

***

Kavramlar şunlardır: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel taşları, Millî Hedef, tam bağımsızlık, tam bağımsızlık andı.

Bence bir Atatürkçü bu tür kavramları iyi öğrenmeli, anlamlarını iyice sindirmeli, birine açıklaması gerektiğinde, duraksamadan bir çırpıda söyleyebilmelidir. Bunu başarmadıkça, Atatürkçülüğü eksik kalır, “Ben bir Atatürkçüyüm” derken doğruyu ifade etmemiş olur.

a) İlk kavram “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Temel Taşları”dır.

Bunlar ikidir: –Millî Egemenlik, -Tam Bağımsızlık. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bu iki temel taşı üzerine yerleştirmiştir. Acıdır ki birçok “Atatürkçü” bu temellerden habersizdir. Birçoğu da onları açıklayıp tanıtmaktan âcizdir.

b) Kavramlardan ikincisi Millî Hedef’tir.

Bir Atatürkçünün ilk görevi ya da Millî Hedef: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yaşatmak, Tam Bağımsızlığını korumaktır. Yani bir Atatürkçü her şeyden önce Devletini yaşatmak onun bağımsızlığını koruma kaygısını duyacaktır, hayattaki ilk hedefi bu olacak, kendini buna göre yetiştirecek, buna göre hazırlayacak, bir yandan kişisel varlığı ve başarıları için çalışırken, bir yandan da Millî Hedef için çalışacak, mücadele edecektir. Çocuklarını bu ahlakla yetiştirecek, onlara bırakacağı temel miras ancak bu hedef ve onun uğrunda yapılacak mücadele olacaktır.

c) Üçüncü kavram Tam Bağımsızlık’tır.

Tam bağımsızlık Türk milletinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür alanlarında, bunlara benzer diğer bütün alanlarda tam serbest olmasıdır. Devletimizin başka bir devletin veya herhangi bir uluslararası kuruluşun kesin etkisi ya da vesayeti altında olmamasıdır. Saydığım alanlarda Meclis, cumhurbaşkanı ve hükümetin bütün karar ve tercihlerinin, Millî İrade’ye, Milletimizin arzu, eğilim ve ihtiyaçlarına uygun olarak gerçekleştirilmesidir.

Tam Bağımsızlığın özellikleri vardır:

  • Tam Bağımsızlık Türk ulusunun varlığını sürdürmesinin temel koşuludur. O yoksa ulusun ve devletin varlığı tehlikeye girmiş demektir.
  • Tam Bağımsızlık istisna tanımaz. Maliyeden kültüre, bütün diğer alanlara kadar, bu alanların tek birinde bile yabancı müdahalesi varsa, tam bağımsızlık zedelenmiş demektir.
  • Tam Bağımsızlık ülkemizin kendi içine kapanması anlamına gelmez. Türkiye dünyanın diğer bütün ülkeleri ile dostluk, ekonomi, siyaset,… ilişkileri kurabilir. Bunun tek kısıtlaması kurulan ilişkilerin ülkemize faydalı olması ve Tam Bağımsızlığa zarar vermemesidir. Bu ilişkilere saygı duymalı, katkıda bulunmalıdır.

d) Son kavram “Tam Bağımsızlık Andı”dır.

“Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı olarak kalmalıyım” diyen Atatürk’ün bu arzusunu bizim hedefimiz yapan, her gün hatırlayıp her gün kafamız ve yüreğimizle içmemiz gereken bir ant şeklinde genişletebiliriz.

Bu ant şöyle olabilir: Yaşamak için, haysiyet, şerefim ve namusumla yaşamak için, görevim Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini korumaktır. Durum ve koşullar ne olursa olsun, daima milletimin tam bağımsızlığı için çalışmaya, kafa yormaya, iş yapmaya, mücadele etmeye, bu yolda gerekirse canımı vermeye ant içerim.

Sıra geldi sorulara:

1. Tam Bağımsızlıkla Ulusal Egemenlik hangi sebeplerden dolayı Devletimizin temel taşlarıdır?

Temel taşlarıdır, çünkü Millî Egemenlik giderse Tam Bağımsızlık da gider. Tam Bağımsızlık olmazsa Milli Egemenlik de olmaz. Tam bağımsız bir ülkede egemen olan Millî İrade’dir, Millettir. Bu iki olgu birbirini bütünler, “yapışık kardeşler” gibidir. Millî egemenliğe dayanmayan, tam bağımsız olmayan bir devlet, devlet olmaktan çıkar, yaşamaz, yıkılır, yok olur.

2. Karakteri “özgür ve bağımsız” olan bir insanın, ayırt edici özellikleri nelerdir?

Temel özelliği, toplum içinde yaşamanın getirdiği kısıtlamalar dışında, o insanın başkalarına ihtiyaç duymadan hayatını sürdürmesi ve yaşam kalitesini yükseltebilmesidir. Buna göre böyle bir insan fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarını yalnızca kendi çalışması ve alın teri ile karşılar. Bir başkasına veya bir kuruluşa onuruyla, serbest iradesi ile bağlanır. Bağımsız insan kendine güvenir, öz saygısı vardır, kendi kendine yeterlidir. Yaratıcı gücünü kullanabilir; o gücü eyleme, işe dönüştürebilir.

3. Bir insan, üyesi bulunduğu millet özgür ve bağımsız olmadıkça kendisi de “özgür ve bağımsız olamaz”. Neden?

Tam Bağımsızlığın tanımını hatırlayalım: Tam Bağımsızlık “devletin; siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür alanlarında, bunlara benzer diğer bütün alanlarda tam serbest olmasıdır. Devletin başka bir devletin veya herhangi bir uluslararası kuruluşun kesin etkisi ya da vesayeti altında olmamasıdır.

Eğer bir devlet, dolayısıyla millet tam bağımsız değilse bütün bu saydığım alanlarda yabancı bir devletin veya kuruluşun yönlendirici etkisi var demektir. Yabancı güç ise alınan kararların kendi çıkarları yönünde alınmasını sağlayacaktır. Meclisin, cumhurbaşkanı ve hükümetin hemen bütün karar ve tercihleri, Millî İrade’ye değil, yabancı güçlerin ve onların işbirlikçilerinin çıkarlarına uygun olarak gerçekleşecektir. Dolayısıyla hedef ülkede siyaset, maliye, ekonomi,… yabancı ülkenin etkisi altında şekillenecek, nihai sonuç olarak o ülke pazarları ile, doğal kaynakları ile dış güçlerce sömürülecektir. Bir sömürge ise zamanla yoksullaşır, ülkede tarım, sanayi ve diğer ekonomik sektörler milletin menfaatlerine uygun olarak yapılanmaz ve gelişmez.

Netice olarak halk, bireyler yoksul kalır. Halkın çoğunluğu yoksuldur. Zenginler ise yabancılarla işbirliği halindedir. Yoksul olan birey en zorunlu ihtiyaçları için bile başkalarına muhtaçtır. Bu zorunluluk onların serbest iradesini yok eder, başkalarına veya yabancı kuruluşlara bir köle gibi bağlanırlar, itilip kakılırlar. Kendilerine olan güvenleri, öz saygıları tükenir. Demek ki bir milletin “bağımsız” olmaması, o ülkedeki insanların da çoğunluğuyla bağımsız, özgür olmaması sonucunu doğurmaktadır. Halkın zengin kesimleri de siyaset, kültür gibi alanlarda yabancılara tabi olduklarından, onlar da özgür ve bağımsız değildir.

4. Bir milletin şerefli, haysiyetli, namuslu olması ve insanca yaşaması, neden onun mutlaka “özgür ve bağımsız” olmasına bağlıdır?

Özgür ve bağımsız olmayan bir toplumun başına gelenleri yukarda belirttim. Ekonomisi, maliyesi, siyaseti, ordusu, kültürü,… yabancıların eline geçer. Milletin bu güçlerini yabancı devlet kendi çıkarları yönünde kullanır. Bunu sağlamak için model dayatır, politika dayatır, karar dayatır. Ülkenin ekonomik kaynaklarını, pazarlarını ele geçirir. Şirketlerine, topraklarına el koyar. Borca batırır. Ülkenin, halkın zenginleşmesini önler. Halkı bireysel ihtiyaçlar düzeyinde tutar. Bireylerin sosyal ihtiyaçlar düzeyine çıkmasını engeller. Eğer halkın büyük bir kısmı bu tür koşullara mahkûm edilmişse, o halkta yüksek duygular gelişmez, eğer varsa zamanla körelir. Şeref, haysiyet, namus değerleri yoksul ve aç bir toplum için fazla bir şey ifade etmez. Demek ki bu tür değerlerin yaşaması ve gelişmesi, o milletin “bağımsız” olmasını gerektirir.

5. Diğer ülkelerle ilişkiler kurulurken, tam bağımsızlığa zarar verilmemesi koşulunu nasıl sağlayacağız? Bunun ölçütleri, sizce ne olabilir?

Bence temel koşul ulusal egemenliktir, egemenliğin halkın elinde olması, bu gücün tam olarak gerçekleşmesidir. Meclis yalnızca halkın iradesine dayanmalı, onu yansıtmalı, yasama ve yürütme erkini yalnızca milletin arzu ve emellerini gerçekleştirme yönünde kullanmalıdır. Aksi halde egemenlik tek bir şahsın, bir grubun veya sınıfın hizmetine girmiştir. Böyle bir durum yabancı ülkelerle ilişkiler sürecinde egemenliğin dış güçler lehinde kullanılmasını son derece kolaylaştıracaktır. Bu da tam bağımsızlığa zarar verilmesi anlamına gelir.

6. Bugüne kadar tam bağımsızlık üzerinde gerekli titizliği gösterdik mi? Bu titizliği en başta gelen bir görev olarak bildik mi? Yanıt “hayır” ise, sebebi ne olabilir?

Benim yanıtım “hayır”dır. Çünkü Türkiye’de Atatürkçülük eğitimi son derecede yetersiz kalmıştır. En koyu görünen Atatürkçüler dahi, bu düşünce sisteminin en temel noktalarını bile bilmiyorlar veya bildiklerini sanıyorlar. Bu sebeple “yaratıcı” olamıyorlar; bir araya gelemiyor, birlik olamıyorlar. Öyle ki aralarında tartışamıyorlar bile. Uzun uzun, bir sohbet havası içinde, inandıkları görüşü geliştiremiyorlar. Birbirlerine soru bile yöneltemiyorlar, yöneltseler yanıtlayamıyorlar.

Oysa Atatürk’ün muhalifleri öyle mi? Kesinlikle değil… Türlü şekillerde örgütlenmiştir onlar, hem de yıllardan beri… Öğretilerini yayabiliyor, en küçük yaşlardan başlayarak, gençliğe aşılayabiliyorlar. Belirli yer ve zamanlarda bir araya gelerek, konuşarak, fikir alışverişi yaparak aralarındaki bağı güçlü ve dayanıklı tutabiliyorlar, her bakımdan dayanışma içindeler. Halkımızı yanlarına çekmede çok başarılılar.

Öyleyse Atatürkçülük alanındaki geniş ve derin bilgisizliğimizi kabul edip, sabırla ve bütün gücümüzle kendimizi bu öğretiyi tespit etmeye, sistemleştirmeye, öğütlerini öğrenip adeta ezberlemeye adamalıyız. Bir araya geldiğimiz zaman birbirimizi bu öğütler bakımından bilgilendirmeli, aramızda sık sık bu öğütleri konuşmalı, tartışmalı ve işlemeliyiz. Tam Bağımsızlık ilkesi de, bütün diğer ilkeler de gece gündüz ilgilendiğimiz, sindirmeye çalıştığımız bir konu haline gelmelidir.

Kaynak: http://www.cihandura.com

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.