Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Geleneksel Türk Takıları

0 24.696

Prof. Tevhide ÖZBAĞI

Geçmişi günümüze taşıyan el sanatlarımız; sosyal, kültürel ve ekonomik yaşam biçimimizi yansıtan en kalıcı ve anlamlı belgeler arasında yer alır.

Çeşitli uygarlık ve kültürlerin merkezi ve geçit yolu olan Anadolu’da el sanatlarının çok eski geçmişi vardır. Yüzyıllar boyu süregelen geleneksel zevk, biçim ve renk anlayışının bütün etkinliği sanat eserlerinde görülmektedir. Bu geleneksel zevkin özünde, Eski Çağ Anadolu sanat eserlerinin günümüze kadar gelmiş izleri yatmaktadır.[1]

Süslemecilik, insanlık tarihi ile birlikte başlamış ve insanların en doğal tutkusu olarak ortaya çıkmıştır. Süsleme, insanların kendilerini, yaşadıklarını ortamı ve kullandıkları eşyaları göze en hoş görünecek biçimde güzelleştirmesi için üsluplaşmış şekil, resim ve motiflerle değerlendirilmesidir.[2]

İnsanların süslenme gereksinmelerinden birisini de en ilkel şeklinden gelişmişine kadar takı oluşturmaktadır.

Takı, takmak kelimesinden gelmektedir. Mücevher veya ziynet eşyası diye de adlandırdığımız takı, insanların süslenmek amacıyla taktıkları çeşitli taş, maden, doğa ürünleri ve buna benzer malzemelerden yapılmış kullanım eşyalarıdır.[3]

Ayrıca süsleme-form ve malzeme üçgeninin oluşturduğu düzenin yanı sıra gerekli teknik imkanları ve ustalığı kullanarak ortaya konulan fonksiyonel kullanım eşyasıdır.

Takılar süslemenin dışında, inançlara ve geleneklere bağlı kalarak da hazırlanmakta, bu amaçla hazırlanan takılar, toplumun inançlarını yansıtması bakımından kutsal sayılmaktadır.

Takılarda Tarihi Gelişim

Yazılı kaynaklarda takıların, ilk kez ne zaman kullanıldığı konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte,[4] çok eski çağlardan beri kullanıldığı çeşitli buluntulardan anlaşılmaktadır. İ.Ö. 7. bin-6. binin ilk yarısına tarihlenen “Çayönü ve Çatalhöyük” buluntuları arasında çeşitli taşlardan kemik ve hayvan dişleri ile, deniz ve yumuşakçaların kabuklarından yapılmış gerdanlıklar ile hayvan, kuş, çiçek gibi çeşitli biçimler verilmiş takılar oldukça kalabalık bir grup oluşturmaktadır.[5]

İ. Ö. üçüncü binin yarısı ve ilk Tunç Çağı’nda Anadolu’da çok zengin takıların varlığı Troya ile Alaca mezarlarında bulunmuş örneklerle kanıtlanmaktadır. Altın ve gümüş küpeler, saç süsleri, gerdanlıklar, bilezikler, başları süslü iğneler, levha üzerine kabartma, oyma, kesme, telden örgü ve burma som döküm tekniği ile değerli madenleri işlemesi takı yapımının yüksek bir düzeye erişildiğini göstermektedir.[6]

Hitit krallık ve İmparatorluk dönemlerinden günümüze kadar kalabilmiş takı sayısı azdır. Taşsız altın yüzükler aynı zamanda mühür olarak da kullanılmaktadır.

Bunların üzerinde bazı örneklerde kazıma tekniği ile işlenmiş figürler, bazılarında ise sarmal motiflerle çerçevelenmiş çivi ve hiyoroglif yazılar yer alırlar.[7]

Afyon Yanarlar da (Emre. 1978) yapılmış olan arkeolojik kazılar iki Hitit mezarlığından elde edilen malzemeler, saray sanatının yanı sıra bir Hitit halk takı sanatının da varlığını belirlemektedir. Bu buluntular arasında yer alan, deniz kabuklarından yapılmış kolyeler, Neolitik dönemden bu yana süregelen bir geleneğin örnekleridirler.[8]

Van gölü çevresinde M.Ö. 900-600 yılları arasında gelişen Urartu devleti teokratik bir saray sanatı yaratırken, geniş ölçüde Asur sanatı etkisi altında kalmıştır. Urartu kuyumculuk sanatının en eski örnekleri Altıntepe’deki kral mezarlarından çıkartılmışlardır. Döküm, granüle ve repause tekniklerinin çok iyi kullanıldığı Urartu takı sanatında, yatay ve dikeyde simetrik bir geometri egemendir. Bu takılardaki figürler, büyük plastik eserlerdeki üslup özelliklerini gösterirler.[9]

Frig takıları M.Ö. 1. binin ilk yarısında Anadolu’da görülen takılar arasında kullanılan tunç fibulalar döneme damgasını vuran adeta bir moda yaratarak ihraç ettiği tek takı türüdür. Bunlardan başka altın tanelerden oluşan gerdanlıklar, yarım ay biçiminde küpe Frig kuyumculuğunun başarılı örnekleridir.[10]

M.Ö. 6 yüzyıldan başlayarak, özellikle Greko-Pers döneminde Lidya takılarında süs taşlarının kullanımı giderek artar. Mısır sanatı, etkisiyle ortaya çıkan, kutsal böcek skrabe şeklinde yüzük taşları, taşları üzerine figürler kazınmış mühür amaçlı yüzükler, altın gümüş ve bronz montürlü sarkaç şeklinde mühürler, bu dönemin eserleridirler.[11]

Asur, Geç Hitit gibi eski Ortadoğu kültürlerinde çok sevilen, uçları hayvan başları biçiminde biten bileziklerin Klasik Çağ’da da benimsenmiş olması sözü edilen etkilenmeye bir örnektir. Kolye tasarımlarında granüle bezemeli kozalar ve filigre süslemeli küre boncuklar da Klasik Çağ’da çok yaygındır.[12]

Hellenistik Çağ’da takı biçimlerinde çeşitlilik artar. Takılar çoğunlukla aşırıya kaçan kompleks bir düzenlemededir. Heykel ve diğer plastik sanatlarda olduğu gibi takılarda da çarpıcı, etkileyici nitelikler gözlenir.

Bu dönemin önemli bir yeniliği altın kuyumculuğuna rengin girmesidir. Klasik Grek takılarında süs taşlarının az kullanılmasına karşın Hellenistik Çağ takılarında renkli taş, cam ve mine kullanılması ile ışıl ışıl bir görünüm kazanılmıştır.[13]

M.S. 2. yy.’dan itibaren Roma kuyumcuları, Hellenistik takıların aşırı karmaşık düzenlemelerinden,[14] kibarlık ve inceliğinden kurtulup güzel ve sade takılar ürettiler. Ayrıca altının yanı sıra geniş ölçüde süs taşı kullanıp renkli dekoratif etkiler elde ettiler. Bu takılar günümüzde fazla ilgi toplamamış hatta bazı araştırmacılar bu sadeliği haksız olarak teknik bilgi ve fantezi eksikliğine bağlamışlardır.[15]

Roma kuyumculuğunun sade ve dekoratif formları Erken Bizans takılarında da sürdürülmüştür. Roma’dan kaynaklanan Savat (Niello) tekniği, altın ve gümüş eserlerin süslenmesinde üstsanatsal bir düzeyde uygulanmıştır. Bir Roma geleneği olan nişan yüzükleri ile paraların yüzük kolye gibi takı kompozisyonlarında kullanımı Bizans’ta da devam etmiş ve günümüze ulaşmıştır.[16]

Roma döneminde sadeleşerek yalın bir etkileme kazanan askı küpeler, Orta Bizans döneminde aşırı karmaşık dekoreli işçilikleri ile Helenistik Çağ’ın parlak dönemlerini anımsatırlar. Hatta bu küpelere daha çok dekoratif etkileme kazandırmak için omuza kadar sarkan iri örnekler yapılmış ve bunlar çok değişik süstaşları, barok inciler, filigre ve granüle altın teknikleri ile işlenmiş, ardalanmalı bezemelerle donatılmıştır.[17]

Ekonomik çöküşün sanata yansıması olan estetik gerileme ve İslam dininin etkisi ile Ortodoks kilisesinde başlayan ikonolastik akımın baskısı kuyumculuğu da etkiler. Artık basit ve sade takılar sözkonusudur. Ucuz halk takısı olan cam bilezikler yaygınlaşır. Camlar genellikle kobalt mavisi düz renk olup zaman zaman değişik renkte dekore edilmiş örnekler de gözlenir. Bin yıllık bir geçmişi olan ve kökleri, M.Ö. III. binlere kadar inen antik kültürlere dayanan Bizans kuyumculuğunun, son dönemlerinde çağdaşı olan Anadolu Selçuklularını ve daha sonraki Osmanlı kuyumculuğunu teknik ve form uygulamalarında geniş ölçüde etkilediği belirgindir.[18]

Tarih öncesi kadını ile Hitit Dönemi (M. Ö. 2000) kadınına bakıldığında her iki kadının da saçlarını altın halkalarla, boyunlarını ise idollerle süsledikleri görülmektedir. Selçuklu Dönemi’ne (M. S. 1071-1300) ulaşıldığında kına yakılmış ellerini yüzüklerle, bileziklerle ince belini altın kemerlerle süsleyen Anadolu kadınıyla karşılaşıyoruz. Takıların her birinde, eski uygarlıkların köklü takı gelenekleriyle göçebe Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri geleneklerin kaynaşmasına tanık oluyoruz. Osmanlı Dönemi’nin başlamasıyla da hem İslam’ın etkilerini hissediyor, hem de gizemli Osmanlı kadınının ortaya çıkışını görüyoruz. Osmanlı kadını zenginliğini toplum içindeki konumunu saçlarının uçlarına taktığı altın takılarla belli eder, peçesinin altına birbirinden güzel takılar gizlerdi. Bazı padişahların hükümdarlıkları zamanında kadınların taktıkları takılara fermanlarla sınırlamalar getirmiş olmaları Osmanlı kadınının takıya ne kadar yoğun bir ilgi gösterdiğinin kanıtıdır.[19]

Anadolu kadınlarının taktıkları başlıklarda anlamları yöreden yöreye değişen altın ve gümüş pullar ve maşallahlar göze çarpar. Başlıklardan sarkan altın pulların sayısı bazı yörelerde kadının kaç çocuğu olduğunu belirtirken, bazı yörelerde kaç yıllık evli olduğunu anlatır. Genç kızların, evli veya dul kadınların taktıkları takılarda da farklılıklar göstermektedir.[20]

Nazardan korunduğuna inanılan mavi boncukla bezenmiş takıların boyuna omuza veya çocuk beşiğine takılması Anadolu’da çok yaygındır. Anadolu insanları binlerce yıldır bu geleneği, kendilerini ve sevdiklerini kötülüklerden korumak amacıyla sürekli yaşatmaktadırlar. Kur’an’dan alınmış özlü sözlerle süslenen takılar ise dini anlamlar içerir. Muska yerine kullanılmaktadır.[21]

Türk toplumunda düğünler, doğum günleri, sünnet törenleri çok önem taşımaktadır. Yeni doğmuş bebeklere, sünnet olan erkek çocuklarına ve gelinlere altın takı takmak gelenektir. Bu gelenek ailenin bütünlüğünü dostlar arasındaki bağların güçlenmesini sağlamakla birlikte aynı zamanda takılan takılar bir güvence olarak görülmektedir.[22]

Takı Çeşitleri

Baş Süslemelerinde Kullanılan Takılar

Güzel görünmek her insanın yaradılışından gelme bir duygudur. Dolayısıyla insanoğlu, beğendiği ve kendini güzel göstereceğine inandığı her nesneyi vücudunda taşımaya ve takmaya özen göstermiştir.

Kullanılan malzeme, teknik, şekil ve bezeme özellikleri ile kullanış biçimlerinden dolayı verdikleri mesajlar Anadolu takılarına ayrı bir anlam kazandırmıştır. Bu nedenle kadın inanç ve özenle taktığı takıları ne zaman ve nasıl kullanacağını yaşam biçimi içerisinde öğrenerek toplumun geleneklerine bağlı olarak sürdürmüştür.[23]

Eski Türklerde kadın süslenmeye önce başından başlamış yüz güzelliğini, yüze sürülen allık ve göze çekilen sürmeler, yanaklara konulan benler, kulaklara takılan küpeler, örgülü saçlar ve saç süsleri, işlemeli başlıklar ve taşlarla zenginleştirmiştir.[24]

Anadolu kadın takılarından, baş süslemelerinde kullanılan takılar arasında, zengin teknik ve motiflerle süslenmiş tepelik, fes süsü, alınlık, yanak döven, küpe gibi takılar bazı yörelerde bir arada kullanıldığı gibi bazı yörelerde birkaçı fes üzerine veya fessiz olarak da kullanılmaktadır.[25]

Tepelik

Düz veya kubbemsi, genellikle dairesel; çok nadir kare (Fotoğraf 1) biçimde olup fesin üzerine dikilerek veya fesin üzerine oturtularak takıldığı gibi, fessiz “serpuş” gibi saç üzerine oturtularak da kullanılan takı çeşididir. (Fotoğraf 2-3-4-5-6)

Dairesel olan tepeliklerin çapları 8 ile 16 cm arasında değişmekle birlikte, 12 cm. ile 14 cm. arasında olan tepelikler çoğunluktadır.[26]

Tepelikler, şekilleri aynı olmalarına rağmen, kullanıldığı yere ve kullanan kişiye göre malzeme, teknik ve süsleme özellikleri bakımından farklılıklar göstermektedir.[27] Onun içindir ki, birbirine yakın iki şehirde bile çok farklı tepelikler üretilmiştir. Mesela Van’daki savatlı tepelikler meşhur iken, Bitlis’te gümüş kakmalı ve ortası sivri olanları hakimdir. Biraz daha içerilerde Mardin’e gelindiğinde telkari tekniği ile üretilmiş, boşlukları güherseli tepelikler dikkati çekmektedir. Akdeniz ve Ege yörelerimizde tepelikler genellikle kakma tekniklerinde olup diğer kakmalardan motif farklılıkları ile ayrılmaktadır.[28] Fesin tepesine tamamen oturan ve tepe yuvarlağı genişliğinde olan tepeliklerin yanı sıra, bazıları kubbeli olup etrafındaki zincirlerden gümüş paralar (penez) sarkmaktadır. İç Anadolu’da özellikle Sivas yöresinde delikli gümüş paralar zincirsiz doğrudan fesin üzerine, aralarında boşluk kalmayacak ve üst üste gelecek biçimde dikilir ve fes böylece gümüş paralarla kapanmış olur.[29]

Buna benzer bir örneğe Tarsus’a bağlı Çamalan köyünde rastlanılmıştır. Gümüş yerine altın paralarla hazırlanmış olan fes, hala yörenin yaşlı kadınları tarafından kullanılmaktadır. Süslemenin yanı sıra fonksiyonel özelliği olan bu altınlar baş ağrısı için kullanılmaktadır.

Fes Süsü

Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde fesin ön kısmından yanlara doğru takılarak kullanılan takı çeşididir. Süsleme tekniği ve kullanılan malzeme bakımından farklılık gösteren fes süsü; üçgen, daire ve değişik motiflerin zincir, para ve çeşitli şekillerdeplakaların (penez) süslenmesinden oluşmaktadır. Fes süsleri biri ortadan ikisi de yanlardan olmak üzere üç yerden fese tutturulmaktadır. Fese tutturulan bölümlerdeki plakaların üzerinde, tırnak içine oturtulmuş renkli taşlar ve değişik süsleme teknikleri kullanılmış motifler yer almaktadır.[30] (Fotoğraf 8-9-10-11)

Fes süsleri bölgelere göre de değişik isim alırlar. Hatta aynı yörede iki ayrı köyde dahi bu farklılık göze çarpmaktadır. Mesela Tarsus’a bağlı Kaburgediği köyünde fes süsüne “çiril”, Çamalan köyünde ise “tomaka” denilmektedir.

Alınlık

Baş süslemelerinde, kadınların alınlarına gelecek biçimde fesin üzerine, taktıkları çeşitli zincir,boncuk ve paralarla süslü altın veya gümüşten yapılmış takılardır.

Farklı biçim, malzeme, motif ve mesajlarla hazırlanmış alınlıkların, geçmişte olduğu gibi günümüzde de bazı yörelerde hala kullanılmış olması dikkati çekmektedir.

Geleneklerine bağlı yörelerimizden Ankara ili Beypazarı ilçe merkezinde gelinlerin fes üzerine kullandığı iki ayrı alınlık fotoğraf 12-12a ve 13-13a’da görülmektedir. Üst kısmı kubbemsi alt kenarında düz olan alınlıkların alt kenarında boncuklara dizili paralar yer almaktadır. Tamamı altın gibi değerli madenden yapılmış olan takıların yüzeyleri kabartma ve kazıma teknikleriyle süslenmiştir. Fotoğraf 12-12a’da nazara karşı kullanılan maşallah, yazısı ile bitkisel motifler, fotoğraf 13-13a’da ise, bereketi, soyluluğu ve sonsuzluğu simgeleyen hayat ağacı motifi yer almaktadır. Her iki alınlık da; fesin yanlarında yer alan inci, boncuk ve altın paralarla bütünleştirilmiştir.

Yanak Döven

Fesin yanlarına, yanaklara sarkıtılarak takılan, zincir, penez ve boncuklarla süslü takılardır. (Fotoğraf: 14-15-16-17-18-19-20)

Bu takıyı, takan kişi yürüdükçe takıda bulunan zincir ve penezlerin yanak üzerinde hareket etmesinden dolayı “Yanak Döven” adı verilmiş olabilir. Ayrıca yanak döven takının zülüflerin üzerine takılmasından dolayı olsa gerek Tansuğ (1977), bu takıyı “zülüf bastı” olarak ifade etmektedir.

Genellikle gümüşten yapılmış değişik formlarda olan yanak dövenlerin, başlığa veya fese tutturulmak üzere arka tarafında iğne, alt kenarında ise yerleştirilen çeşitli boncuk ve penezlerle süslenmiş zincirler yer almaktadır. Takının yüzeyi bölgenin özelliğine göre, telkari, kabartma, kazıma, granül gibi tekniklerle süslenmiş, bazen de değişik boncuklarla süslemeler zenginleştirilmiştir.

Küpe

Kulağı süsleyen kadına özgü bir takı çeşididir. Duru (1970), küpeyi kulak askısı olarak tanımlanmaktadır. Anadolu kadınının en fazla kullandığı takılardan olan küpeler, biçim olarak fazla çeşitlilik göstermezler. Dikkati çeken özellik son derece yalın olmalarına rağmen etkileyici olmalarıdır. (Fotoğraf: 21-22)

Gümüşün kendine özgü beyaz rengi gerek savatla gerekse değişik süsleme teknikleriyle daima güzellik kazanmıştır. Küpeler genellikle hilal biçimli iki ince levhanın bombeleştirilmesi sonucu meydana getirilmiştir.[31] (Fotoğraf: 23)

Tarak

Saçı taramak saça şekil vermek için kullanılan tarak aynı zamanda kadın baş süslemelerinde saçı tutturmak için süsleme unsuru olarak da kullanılmaktadır. (Fotoğraf: 24)

Ankara Etnografya Müzesinde bulunan 16686 envanter nolu tarak buna güzel bir örnek teşkil etmektedir. Fotoğraf 25’te görülen tarak, dişlerinin üst kısmı, ajur (Delik Dişi) tekniği uygulanmış çiçek ve kıvrımlı dalları ihtiva eden motiflerle süslenmiştir. Ayrıca üzerinde iki adet kuş motifi bulunan, telkari (Filigre) ve granül tekniği kullanılarak hazırlanmış bitkisel bezemeden oluşan ve tarağın üstüne oturtulan taç, takıya olağan üstü güzel ve sanatsal bir görünüm kazandırmıştır (Bkz. Barışta, 1998, s. 96).

Boyunda Kullanlan Takılar

Kolye

Kolye veya gerdanlık denilen, boyuna takılan takılar, kadın süs eşyalarının büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. (Fotoğraf: 26-27)

Kolye kelimesi her ne kadar boyun takılarının tümüne verilen isim olarak algılanmaktaysa da gerçekte bu takı grubunun sadece bir çeşidini belirlemektedir. Genellikle tek ögeli boyun takılarına kolye; boyunu saran takılara “boyunluk” “kıstı” veya “boğmak” çok ögeli olanlara da gerdanlık denilmektedir.[32] Bazı yörelerde göbeğe kadar uzayan altın dizilerinden oluşan kolyelere ise “göbek takısı” veya “katar” denilmektedir.

Anadolu kadını parlaklığa, gösterişe çok önem verir. Bu nedenle altını güneşin ışıltısı, gümüşü ise ayın parıltısı olarak kullanır ve altını daha çok tercih eder. Çünkü altının ışıltısı boyundaki zerafeti daha çok etkiler.[33]

Geleneksel kolyeler içerisinde boyunu saran kolyelerin (kıstı) çoğunlukta olduğu dikkati çekmektedir. Özellikle gümüşten üretilmiş bu kolyelerin genel özelliği; uçlarından değişik şekillerde ve boylarda zincirli veya zincirsiz penezler sarkan, aynı formda plakaların yan yana sıralanmasından oluşmaktadır. (Fotoğraf: 28-29-30-31)

Hamaylı

Boyuna çapraz veya normal olarak asılan üçgen, kare, dikdörtgen veya yuvarlak, bazen yıldız şeklinde veya başka şekillerde rastlanan birtakım muhafazasıdır. Genellikle Asya kavimlerinin kullandığı bu takılara Türk hayatında da rastlanmaktadır.[34] (Fotoğraf: 32-33-34-35)

Bazı araştırmacıların hamaylı ile ilgili açıklamalar ise şöyledir:

Hamaylı kelimesi de muska gibi Arapça’dan dilimize geçmiş bir kelimedir. Aslı hamaildir. Kılıç bağı manasına gelen hamali zamanla bir süs unsuru haline gelmiştir.[35]

İçi boş olan hamaylılarda şekil ne olursa olsun bir tarafına muhafaza için içine konulan kap bulunmaktadır.

İnsanlar nazardan, büyüden ve diğer kötülüklerden korunmak için hamail ve muska taşırlar. Hamaillere bakıldığında, oldukça gösterişli taşlar ve boncuklarla süslü oldukları ve genellikle de gümüşten yapıldıkları görülmektedir.[36]

Başlangıçta sadece tılsım amacıyla yazılan yazıların muhafazası için yapılan hamaylılar, zamanla kadınların güzel görünmek için yaptırdıkları daha sonra da içine bir şeyler yazdıkları takılar haline gelmiştir. Yenisini yaptıramayan bazı gençler, özel günler için büyüklerin hamaylılarını takarlardı.[37] Ayrıca hamaylılar muskalar gibi gizli yerlerde taşınmaz, herkezin görebileceği ve dikkatini çekecak kadar göz önündedir.[38]

Bele Takılan Takılar

Kemer ve Kemer Tokaları

Kemerler, kuşaklar gibi her gün kullanılmayıp, özel günlerde ve özel kıyafetlerle kullanılan iki ile beş parmak genişliğinde, beli bir kere doladıktan sonra toka ile nihayetlenen bir giyim tamamlayıcısıdır.[39] (Fotoğraf: 36-36a-37-38-39-40)

Kuşaksız bir Anadolu kadın giyimi düşünmek, hemen hemen imkansızdır. Gençlerde gümüş kemer, kolan kuşak, kemerbest gibi etnografik öğelerle karşımıza çıkmaktadır. Evlenecek kıza babasının taktığı kırmızı kuşak, baş bağlama günü damat evinde takılan sülale kemerinin farklı anlamları vardır. Aile büyüğü hanımların ise kullandıkları şal kuşaklar, sıcak tutması bakımından ayrıca önem kazanır. Türkülerimizde ki “Gümüş kemer ince bele dar gele” sözleriyle de yer bulan kemer, vazgeçilmez geleneksel kadın takılarımızdandır.[40]

Ayrıca kemer, atalarımızın bize atlı bozkır denilen zamanlardan, yani M. Ö. ikinci yüzyıldan kalma bir hediyesidir. Daha o zamanlar, Türkler kemeri hem ihtiyaç hem de süs eşyası olarak kullanmışlardır.[41]

Kemerler özellikle Anadolu’nun değişik yörelerinde, bölgelere göre karakter kazanmıştır. Mesela, Karadeniz yöremizde altından ve gümüşten yapılan hasır örgü kemerler, Doğu Anadolu’da savadlı gümüş kemerler, Orta Anadolu’da savadlı gümüş kemerler, Orta Anadolu ve Trakya’da telkari kemer bağlamak gelenek haline gelmiştir. Özellikle İstanbul kemerleri kıymetli kumaştan yapılmış olup, tokaları altın veya gümüştendir. Bu altın veya gümüşten yapılmış tokaların yüzeylerine genellikle mıhlama tekniği ile yeşim ve mercan gibi kıymetli taşlar oluşturulurdu. İstanbul’da saray için yapılan kemerlerin, padişaha ait olanlarının kılıç kuşanma gibi başka bir görevi vardır.[42]

Kemer, kadınların genellikle bindallı, kaftan, üç etek gibi kıyafetlerinin üzerine de kullandıkları takılardır. Kemer, toka ile bütünleşen bir süsleme unsurudur. Ancak, süslemenin bazı kemerlerin tokalarında yoğunlaştığı, bu nedenle bazı tokaların kuşaklara tutturularak da kullanıldığı görülmektedir. Kemer toka ile bütünleşmesine rağmen diğer açıdan ele alındığında kemerleri ayrı, kemer tokalarını ayrı olarak incelemek mümkündür.[43]

Kemer tokası kemerlerin birleştiği noktada bütün veya geçmeli olarak bulunan genellikle eşit iki parça halinde yuvarlak, elips ve badem şeklinde değişik teknik ve motiflerle süslü bölümüdür.[44] Toka kelimesi Türkçe olup, eski anlamıyla iki akarsuyun birleştiği yer demektir. Zamanla dilde birçok şekillerde kullanılmıştır. Tokalaşmak iki elin birleşmesi, karşılıklı mutabakat, anlaşma, birleşme anlamında olup, anlamdan maddeye geçişte kemer tokası ifade kazanmıştır.[45] (Fotoğraf: 41-42-43-44)

Göğüse Takılan Takılar

Göğüs Süsü-Pantatif

Elbise üzerine düz veya çengelli iğne ile takılan değişik motif ve tekniklerle süslü, metalden veya metal ile taşın birlikte kullanılmasıyla, genelde oval, kare, yuvarlak, dikdörtgen formlardaki takılardır. (Fotoğraf: 45-46) Bu takılara “Broş”da denilmektedir. Koçu (1967) broşu şöyle açıklar; Kadınların göğüse ve başa taktıkları mücevherli büyük iğne, kelimenin aslı Fransızca olup dilimize 1939’dan sonra Tanzimat devrinde gelmiştir. Türk kadınları “boroş” diye ifade etmektedirler.

Pantantif; ayrıca halk arasında yaka iğnesi olarak da bilinmektedir.

Bileğe Takılan Takılar

Ülger (1997 s. 27) bileğe takılan takılarla ilgili görüşünü; bileğe takılan takılar arasında kol bileklerine takılanlar, “bilezik”, ayak bileklerine takılan takıları ise “halhal” olarak açıklamaktadır.

Bilezik

Kadınların kollarını, bileklerini süslemek için taktıkları halka. Koçu’nun (1967)’ bilezikle ilgili açıklaması şöyledir; Bilezik, kadın kolunun bilek ve dirsek arası kullandıkları süslere verilen addır. Bezek süs demektir “Bilek bezeği” de zamanla kısaltılıp bilezik olmuştur.

Değerli madenlerden yapılanların yanı sıra başka nesnelerden yapılmış olanları da vardır. (Fotoğraf: 47-48-49-50-51) Çok eski bir süs takısıdır, ilkel boyların da içinde olduğu her millet takmaktadır. Sütun bilezik, zincir bilezik gibi sayısız çeşitleri bulunmaktadır. Tellerin bükülmesi ile yapılan bileziklere burma, akıtmalı olanlara akarsu ya da akıtma, dilimli bileziklere dilmiç, savatlılara kabara, bir tel durumunda olanlara şeve, boncuk dizilerine tor yahut yandım ve başka kimi çeşitlerine de yedek adı verilmiştir. Özellikle yedek, Anadolu’da çok yaygındır. Tabii ya da daha geniş bileziklere de, kolbağı ve kolçak gibi adlar verildiği de görülmektedir.[46]

Kadınların süs eşyası olarak en çok önem verdiği takılardan biri olan bilezikler, geçmişte olduğu gibi günümüzde de en fazla kullanılan takılar arasında yer almaktadır. Altın, gümüş gibi değerli madenlerle birlikte, çok kıymetli taşların ahengiyle oluşturulan bilezikler, değerlerine değer katmaktadırlar. Ayrıca; ince, kalın, şerit veya halka biçiminde hazırlanan bilezikler şekil farklılığına rağmen üzerindeki süslemeler ve verdikleri mesajlarla ayrı bir önem kazanmaktadır.

Halhal

Kadınların ayak bileklerine taktıkları takılardır. İran’da M. Ö. iki bin sonlarıyla İ. Ö. 7. yüzyıl tarihleri arasında kabartmalardaki figürlerde halhallara rastlanmıştır.[47]

Koçu (1967) halhalı Arap kadınlarının günlük süslemelerinde, Türk’lerde ise, halka şeklinde olan takıya sıralanmış küçük zil şeklindeki topların, raks sırasında ses çıkartarak oyuna renk katması nedeniyle rakkaseler (çengi kız) tarafından kullanıldığını belirtmektedir.

Fotoğraf 52’de Malatya yöresine ait olan halhal; geçmişte çocukların ayak bileklerine takılarak ve böylece yürüyerek annesinden uzaklaşan çocuğun yerinin belirlenmesi amacıyla kullanılmıştır.

Parmaklara Takılan Takılar

Yüzük

Yüzük parmağa takılan halkalardır. Eskiden uzun süre mühür olarak kullanılan yüzükler, aynı zamanda bir güç ve onur belirtisi olmuştur. (Fotoğraf: 53)

Anadolu el sanatları, kadın ve erkek yüzüklerine çok içten bir yaklaşım getirmiştir. Çünkü yüzük tek amaç için kullanılmayıp birçok işlevi vardır. Belki yüzüğün en önemli amacı süs eşyası olarak kullanılmasıdır. Elin parmaklarına görsel bir estetik kazandıran yüzük iki bölümdür. Parmağın alt kısmını kavrayan düz halka ve üst kısmında “yüzük kaşı” olarak tanımlanan kısım. Buradaki işleme yüzüğün kimliğini ortaya koyar.[48] Genellikle yüzük kaşına taşın tutturulması için bir montür yerleştirilir ve montürün içine de çeşitli formlarda yüzük taşları oturtulur.[49] Yüzüğe nitelik kazandıran, değerli ve yarı değerli değişik malzemelerden yapılan, yüzük kaşlarında yer alan taşlar küçük boyutlarda olmalarına rağmen büyük işçilik gösterirler.[50] (Fotoğraf: 54-55-56)

Başlangıçta otorite göstergesi olarak ortaya çıkan yüzükler, daha sonra hükümdar ile halk, yüksek din görevlileri ve Tanrı arasında bağı simgeleyen, ayrıca evlilik birliliği ve bağlılığını temsil eden bir anlam kazanmıştır. Dolayısı ile yüzük erkek ve kadınların vazgeçemeyeceği takılar arasında önemini korumaktadır.[51]

Takılarda Kullanılan Malzemeler

Takılarda kullanılan malzemeler, takıların özelliklerini belirlemesi açısından önemlidir. Bu malzemeler; madenler, taşlar, deniz ürünleri, kemikler, deriler ve diğer benzeri maddeler olmak üzere çeşitlilik gösterir.[52]

Takı yapımında kullanılan malzemelerin cinsi, özellikle ulaşım imkanlarının sınırı olduğu erken çağlarda, çevrede bulunan deniz kabukları, kemik, ahşap parçaları gibi malzemelerle sınırlı kalmıştır. Zamanla gelişen ticari ve kültürel ilişkiler sonucu ve maden kaynaklarının değerlendirilmesiyle özellikle altın ve gümüş gibi madenlerin ortaya çıkmasıyla takı yapan sanatkarların malzeme çeşitleri de artmıştır.[53]

Eski usta ve sanatkarlar, taşları ve metalleri takılarda kullanırken, biçim ve fonksiyon gibi özellikleri sosyal, teknik ve sanatsal davranışları ile de denetlemiş ve sayısız eserler üretmişlerdir. Bu sanatkarların iyi bir doğa araştırmacısı olduklarını, ürettikleri eserler ortaya koymaktadır.[54]

Çeşitli taşlar mercan, inci ve benzeri deniz ürünleri madeni takılara monte edilerek kullanıldığı gibi yan yana dizeler halinde de kullanılmaktadır. Madeni takıların ana malzemesi altın, gümüş, bakır, bronz ve pirinç gibi işlenmeye elverişli madenlerdir.[55]

Altın

İlk keşfedilen ve işlenen madenlerden biri olan altın, doğada yaygın olarak bulunur. Keşif tarihi neredeyse insanlık tarihi kadar eski olan altın, süs eşyası olarak karşımıza M. Ö. Altı binden itibaren çıkmaya başlar. Maden yataklarının geçtiği dere ağızlarından toplanan veya kayalar içindeki damarlardan çıkarılan altın, içinde bulunan diğer madenlerden arındırıldıktan sonra kullanılmaya hazır duruma gelir. Yumuşak ve kolay işlenebilir bir madde olan altın, soğuk haldeyken de işlenmeye müsaittir.[56]

Altın, gümüş ve bakırla karışık olarak da bulunur. Önceleri doğal alaşımlar saflaştırılmadan kullanılmışlardır. Beşte bir oranında gümüş bulunan altın alaşımına beyaz altın veya electrum adı verilir.[57]

Türklerin ana yurdu Orta Asya’da ve Altaylarda zengin altın yataklarının bulunduğu bilinmektedir. Erken İslam devrinde altın, hem; taş ibrik, maşrapa gibi kullanım eşyası olarak, hem de yüzük, küpe, bilezik, gerdanlık gibi ziynet eşyası yapımında kullanılm ıştır.[58]

Gümüş

Altın gibi mücevhercilikte kullanılan kıymetli bir madendir.[59] İşlenmeye çok müsait olan gümüş madeni doğada hem doğal hem de cevher olarak bulunmaktadır.[60] Gümüşün keşfedilmesi M. Ö. dört bine inmektedir. Bu devirden itibaren süs eşyası olarak ufak çapta kullanılmaya başlamıştır.[61]

Gümüş elde edilen başlıca cevherler, galen ve gümüş klorürleridir. Bir kurşun-kükürt bileşimi ve madenimsi görünümlü olan, galen cevherlerinin içinde hem gümüş hem de kurşun madenleri bulunmaktadır. Galenin erime noktası düşük olduğundan bu cevher diğer cevherlerden uzun bir süre ateşte bırakılmak şartı ile, üstü açık bir ortamda tasfiye edilmektedir. Galenin tasfiyesi sonucu, gümüş-kurşun karışımı bir alaşım elde edilmekte, sonra bu alaşımın uzun bir süre ısıtılarak oksidasyonla ayrılması ve geride saf gümüşün kalması sağlanmaktadır. Orta, Batı ve Kuzeydoğu Anadolu’da bol miktarda galen ve gümüş klorürleri bulunmakta, ilk gümüş tasfiyesinin ise Anadolu’da yapıldığı tahmin edilmektedir.[62]

Her türlü işlenmeye elverişli olan gümüş, hem ziynet eşyalarında, hem de tabak tepsi, vazo gibi ev süs eşyalarının yapımında kullanılmaktadır.[63]

Bakır

En önemli madenlerden olan biri bakır, insanlık tarafından ilk keşfedilen ve işlenen bir maden olarak önemini hiçbir zaman kaybetmemiştir.[64] Bakır doğada hem doğal maden olarak hem de cevher olarak bulunur. Bakır altından ve gümüşten daha sert bir madendir. Soğuk halde dövülüp şekillendirilemez. Bakır soğuk halde uzun süre çekiçlendiği takdirde madenin üzerinde çatlaklar olur ve dağılma yapar. Bu nedenle çekiçleme esnasında sık sık ısıtılarak yumuşaması sağlanır ve işleme devam edilir.[65] Fakat bakır sıcakken de dövülmeye elverişli değildir, bu yüzden ılınması gerekir. Isıtılıp sovutma işlemine “bakırı tavlama” denilmektedir.[66]

Pirinç

Yine bir alaşım olan pirinç, bakır-çinko birleşimidir. Altın gibi sarı ve parlak olan pirincin içindeki çinko miktarı azaltılıp çoğaltılarak renginin sarılığı ve parlaklığı ayarlanır. Çinko fazlalığı pirincin rengini beyazlaştırır ve matlaştırır.[67]

Pirinç, M. Ö. 1. binin ilk yarısında keşfedilmiştir, ancak bu keşfin hangi tarihte ve nerede olduğu konusunda kesin bir belge yoktur. Pirinç alaşımı da bronz kadar sert ve sağlamdır. Bu nedenle tavlanmadan işlenmez.[68] II. yüzyılda altın ve gümüş katlığının bu metalleri sınırlı kullanımdaki rolü çok büyüktür. Soy metallerin azalması maden sanatı ustalarını yeni teknikler geliştirmeye yöneltmiştir. Böylece pirinç ve bronz üzerine altın-gümüş kakma tekniği ortaya çıkmıştır.[69]

12. ve 13. yüzyılda Horasan Bölgesi, Musul Şam, Konya ve Artuklu bölgesi önemli maden yapım merkezleri olmuştur. Bu bölgelerde üretilen kazıma desenli, gümüş, bakır ve altın kakmalı eserler, İslam maden sanatlarının en güzel örnekleridir.[70] Dikkatle incelendiğinde Selçuklu Dönemi maden sanatı İran’dan Suriye, Mezopotamya ve Anadolu’ya kadar uzanan aynı teknikleri uygulayan geniş bir maden sanatı ekolünün ispatıdır. Motiflerin zenginliği ve özellikle kakma tekniğinin geniş ölçüde uygulanması maden sanatının üstünlüğünü ortaya koymaktadır.[71] Bu açıdan Selçuklu dönemi maden sanatı için “Altın Çağı” olarak tanınır. Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılmasıyla maden sanatı gerilemiş daha sonra Anadolu ve Balkanlarda Osmanlı Devleti’nin kurulmasıyla da madenler işlenmeye açılmış ve Osmanlı devri maden sanatı doruk noktasına ulaşmıştır. Tombak adı verilen ve değişik bir teknik olan altınlama genellikle Osmanlı maden sanatında bolca uygulanmıştır. Tombakta bakır tercih edilmiştir. Altınlama Orta Asya’da ele geçen metal buluntular üzerinde görüldüğü gibi Nişapur’da yapılan kazılarda özellikle kemer tokalarında olmak üzere, ahşap ve bronz eserlerde ve at koşum takımlarında görülmüştür.[72]

Osmanlı döneminde gümüş ve altın yalın olarak işlem görmüştür. Soy metallerden eserler yapılırken devletin kontrol mekanizması ve kontrolü bir an olsun sanatkarı yalnız bırakmamıştır.[73]

Maden ve maden alaşımlarının uygulandığı diğer bir sanat dalı da kuyumculuktur. Her alanda olduğu gibi bu alanda da saray ve halk işi şeklinde bir ayırım yapılabilir. Özel itina ile hazırlanan eserler, kıymetli taşlarla süslenerek saraya, Sultan ve çevresine sunulmaktadır. Topkapı Sarayı Hazine dairesinde sergilenen eserler bunların en güzel örnekleridir.[74]

Halk işi dediğimiz, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde imal edilmiş ve bu yörelerin isimleriyle tanınan örneklerin yapımında, gümüş, bakır ve pirinç her zaman tercih edilmiştir. Dövme ve kalıp yoluyla hazırlanan bu eserlerin üzerleri genellikle altın, mercan ve emay ile renklendirilir, bu yolla yapılan kemer, tepelik, askı ve çeşitli takılar Osmanlı sanatkarlarının emeklerinin ve ince sanat zevkinin ürünleri olarak günümüze kadar gelmiştir.[75]

Takı yapımında metalin dışında çeşitli taş ve benzeri malzemeler de kullanılmaktadır. Taş ve benzeri malzemeler takılarda altın ve gümüş ile birlikte kullanıldıkları gibi tek tek diziler halinde kolyeler veya yüzük pantantif gibi takılar olarak da doğrudan üretilmektedir. Doğada nadir olarak bulunan gerek rengi gerekse parlaklığı nedeniyle tarihin ilk çağlarından beri süs eşyası olarak agat, amber, akuamarin, beril, cam, elmas, fildişi, kemik, inci, kalsedon, karneol, sedef taşı (kayaç ristali), lapis, oniks, safir (gök yakut), topaz, türkuaz (firuze) yeşim taşı, zümrüt gibi çok çeşitli taşlar kullanılmaktadır.[76] Değerli taşlar takılarda değerli metallerle özellikli soy metal olan altın ile kullanılırken yarı değerli taşlar ise diğer metallerle birlikte kullanılmaktadır.[77]

Taşlar da, doğada değerli veya yarı değerli olarak bulunmaktadır. Taşların değerleri, sertlik ve optik özelliklerine göre değişmektedir. Renkleri ise bileşimlerindeki maden oksitlerine bağlıdır. Bu renk bazen taşın ışığı geçirmesi veya yansıtması şeklindedir.[78]

Takılarda kullanılan değerli taşlar arasında elmas, yakut, zümrüt, safir, opal gibi taşlar yer almakta, yarı değerli taşlar arasında yörelerine göre adlandırılan Simav akikleri, Erzurum taşı (Siyah kehribar) ve Eskişehir lüle taşı gibi taşlar bulunmaktadır. Bunlardan başka, cam teknolojisinin ilerlemesiyle doğal kristallerin taklitleri yapılmış, bu camlar, prizma şeklinde biçimlendirilerek zümrüt, yakut, elmas, safir gibi gerçek kristallere benzetilip takılarda yoğun olarak kullanılmıştır.[79]

Bilim ve tekniğin kısır olduğu ilk çağlarda Anadolu’da geleneksel uğraşı olan ve bugün birkaç küçük atölye haricinde yok olmuş taş işleme sanatı, akik boyama sanatı, sedef kakma işlemi sert taşları traşlama ve yontma, taşlarla yiv çekme ve cilalama ile o günün tekniğine göre bu el sanatının ne denli sabır evreninden geçtiği bir gerçektir.[80]

Bir sürü medeniyetlerin beşiği olan Anadolu’da taş işleme sanatı bölgesel olarak kendini kabul ettirmiş iken Eskişehir lüle taşı sarraflardan halk ozanlarına konu olmuş, hepimizin yakından tanıdığı Erzurum taşı (Siyah Kehribar) gelmiş geçmiş Anadolu taş işleme sanatının ayakta kalan son uğraşısıdır.[81]

Yazılı kaynaklar, kütüphane ve müze eserleri; Kütahya akikleri, dünyaca ün salmış simav ateş opali paha biçilmez kuvars, ametist, beril ve grant kristalleri ile ilgili bilgiler vermektedir. Bu bilgiler doğrultusunda Anadolu’da işlettikleri maden ocaklarında, yalnız kıymetli taş topladıkları da bir gerçektir.

Takı Yapım Teknikleri

Takı yapımında kullanılan metaller önce temel teknikler kullanılarak yaprak metal (safiha), tel ve kalıplara dökümle oluşan çeşitli form haline getirilirler.[82]

Daha sonra diğer el sanatlarında olduğu gibi takılarda da çeşitli maden süsleme tekniklerini kullanarak dönemin ve yörenin özelliklerini taşıyan ve sanat değeri yüksek olan eserler üretilir.

Bir takıda tek bir süsleme tekniği kullanıldığı gibi, çoğunlukla da bazı takılarda birden fazla teknik kullanılmaktadır.

Madeni takıları süslerken, telkari, granülasyon, savatlama (niello), kakma, ajür, kaplama (yaldızlama), kalıpla kabartma ve mineleme gibi süsleme teknikleri kullanılmaktadır.

Telkari: İnce altın veya gümüş tellerin, kıvrılarak, sarılarak ya da örülerek çeşitli desenler oluşturacak şekilde düzenlenmesi ve birbirine tutturulması veya madeni bir zemine tutturulma işlemidir.[83]

Telkari tekniği, XV. yüzyıldan beri çok yaygın olarak görülmüş, özellikle Doğu Karadeniz, Doğu ve Güney Anadolu’da gelişme göstermiştir. Yurdumuzda telkari tekniğinin kullanıldığı önemli merkezlerden birisi Mardin ilinin Midyat ilçesidir. Bunun dışında Sivas, Edirne, Diyarbakır, Elazığ, Trabzon, Bursa, Beypazarı gibi yörelerde bu tekniğin kullanıldığı merkezler arasına girmektedir.[84]

Granülasyon

Bir motifin tümünün veya belirli bölümlerinin ya da çizgilerinin, madenlerden çeşitli büyüklük ve şekillerde hazırlanmış taneciklerin yan yana veya metal üzerine lehimlenmesiyle oluşturulan süsleme tekniğidir. Taneleme anlamına gelen granülasyon (granül) tekniğinin Osmanlı’lardan kalma, Türkçe tanımlaması “güherse” olup sözcük günümüzde de kullanılmaktadır.[85]

Granülasyon tekniği takılarda yalnız başına kullanıldığı gibi, adeta telkari tekniğini tamamlayan bir süsleme unsuru olarak, telkari ile yoğun biçimde kullanılmıştır.

Savatlama (Niello): Gümüş eşyanın üzerini süslemek için çelik kalemle açılan oyuklara; bakır, kurşun ve kükürtten oluşan bir alaşım konarak elde edilen siyah çizgiler ve bu çizgilerle yapılan süslemelerdir.[86]

Niello, Latince’de “siyah” demek olan “nigellus” kelimesinden gelmektedir. İslam dünyasında bu teknik kullanılan “savat” kelimesinin de Arapça’da karartma anlamına gelen “savat” ile ilgisi olduğu tahmin edilmektedir. Ancak, “savat” Türkçe’de yalak anlamına gelmektedir. Orta Asya maden sanatında büyük ölçüde kullanılan savatlama tekniğinin yalak “çukur” anlamındaki savat kelimesiyle veya su olduğu anlamındaki savat kelimesiyle bir ilgisi olması da mümkün görülmektedir.[87]

Savatlama tekniği 19. yüzyılda bilezik, köstek, cep saati zarfı kemer, başlık vb. küçük süs eşyası yanı sıra, hamam tası gibi eşyalar üzerinde ve maden sanatında geniş ölçüde kullanılmıştır.[88] Özellikle Türkistan, İran, Kafkasya ve Doğu Anadolu’ya ait gümüş eserler üzerinde de bu tekniğe sık sık rastlanmaktadır.

Kakma: Takıların üzerindeki oluklara renkli taş ve cam parçalarının kesilerek yapıştırılması işlemidir. Her ne kadar mineleme ve kakma birbirine benzese de minelemede parçalar eritilerek oyuklara yerleştirilir.[89] Kakma tekniği uygulanmış takılar arasında özellikle tepelik, kemer tokaları ve bilezikler de yoğun olarak kullanılmıştır.

Kazıma: Altın, gümüş, bakır, tunç ve pirinç gibi metallerin üzerine derin çizgilerle yapılan süslemelerdir. Kazıma tekniğinde ucu keskin kalemler ile “burin” denilen tahta saplı ve sivri uçlu kazıma aleti kullanılmaktadır.[90] Kazıma sırasında açılan yivler içerisindeki maden kalıntıları kesilerek temizlenir. Kazıma tekniği diğer süsleme teknikleri ile birlikte her bölgede ve her çeşit maden üzerine uygulanmaktadır.[91]

Ajur (Delik işi): Madeni eserler üzerine, kesici ve delici aletler kullanılarak yapılan delikli süsleme tekniğidir. Bu teknikle desen yapılırken, maden tabakası üzerine çizilen desenin zemin kısımları çıkartılır, bazen de zemin bırakılır, desenler çıkartılır. Daha sonra kesilen kenarları törpülenerek düzeltilir.[92]

Kaplama (Yaldızlama): Bakır, tunç, gümüş gibi eserler, mekanik ve kimyasal yollarla altın madeni ile kaplama tekniğidir.[93] Kaplanacak eserin dışı hafif darbelerle pürüzlendirilir, incecik dövülen altın levha bu yüzeye yerleştirilir, ya dövülerek ya da sürtme yöntemi ile eser kaplanır.[94]

Ayrıca amalgama yöntemi ile de yaldızlama yapılır. Bu yöntemle altın tozları cıva ile aynı oranda karıştırılarak kaplanacak eserin üzerine sürülür, cıva ısının etkisiyle uçar, altın tozları kalır ve böylece altın kaplanmış olur.[95]

Kaplama tekniği, Orta Asya’da M. Ö. 3. yüzyıldan itibaren Türk kurganlarındaki eserler üzerinde de görülmüştür.

Kalıpla Kabartma: Kabartma desenlerle süslenecek eserlerde, aynı desenin tekrarlanması halinde kalıpla kabartma tekniği kullanılmaktadır. Kalıpla kabartma tekniği seri üretim gerektiren takıların sarkaçlarında kullanılan koza, yaprak, çiçek vb. şekillerdeki parçalarda uygulanmaktadır.[96] Bu tekniğe kolyelerde (kıstı) kemer tokalarında, tepelik, alınlık, yanak dövenlerde sıkça görülmektedir.

Kalıpla kabartma tekniğinde sürekli kullanılabilecek kurşun gibi kolayca deforme olmayacak pozitif ve negatif kalıplar üretime hazır hale getirilmektedir. İnce metal levha bu iki kalıp arasına yerleştirilerek kuvvetli bir çekiç darbesiyle pozitif ve negatif kalıplar içiçe gömülürken levhayı ezerek desen formunun alınması sağlanır.[97]

Diğer bir kalıpla kabartma yöntemi ise; kabartma olarak yapılması istenen desenin negatifi, tunç veya kurşundan bir kalıbın üzerine oyulur, tavlanmış haldeki madeni levha, kalıptaki kabartma yapılacak yere konur, arkasından çekiç ile kuvvetlice vurulur, negatif desen, eserin üzerine pozitif olarak çıkması sağlanır.[98]

Mine (Emaye): Metal yüzeyler üstüne, yüksek ısı uygulanarak, cam benzeri bir sır katmanının (mine) kaynaştırıldığı bezeme tekniğidir. Mine, toz cam ve metal oksit karışımından yapılır. Değişik oranlardaki katkı maddeleri ile saydam ve saydam olmayan mineler yapıldığı gibi metal oksitlerin katılımı ile de çeşitli renkler elde edilebilir.[99]

Toz cam ve mine katılan renklendirici maden oksitlerinden elde edilen mine, tabakalar halinde dökülerek soğutulur. Karışım soğuduktan sonra kırılarak parçalara ayrılan ve havanda dövülen cam parçalarından kaba bir toz elde edilir. İyice yıkanan bu toz, eser üzerinde hazırlanmış olan yuvalara doldurulur, kuruması beklenir. Daha sonra fırınlanır. Isının etkisiyle eriyen cam madene yapışır ve esere güzel bir görünüm kazandırır.[100]

Orta Asya eserlerinde görülen bu teknik, İslam sanatında az kullanılmış, fakat Osmanlı döneminde oldukça rağbet görmüştür.[101]

Takılarda Kullanılan Süsleme Konuları

Takı yapan sanatçılar diğer süsleme sanatlarında olduğu gibi dönemin süsleme unsurlarını burada da, maden süsleme tekniklerinden; telkari, savat, kakma, kazıma, kabartma, mineleme ve çeşitli taşlarla süslemeler yaparken bezeme konularıyla birlikte özleştirmiş ve olağanüstü eserler ortaya koymuştur.

Türk sanatının en karakteristik süsleme unsurlarından geometrik biçimlere ve ölçülere uygun, üçgen, kare, daire, eşkenar veya baklava, yıldız motifleri yoğun olarak görülmektedir. Genel anlamda evrenin sonsuzluğunu simgeleyen geometrik formlar veya motifler anlam yüklü oluşları ile de ayrıca değer taşımaktadır. Bunun yanında, sanatkarlar bitkisel bezemelerden çiçek, yaprak, dal ve ağaçları, bazen doğaya çok yakın bazen de kökeni belli olmayacak biçimde stilize ederek tek başına veya diğer süsleme motifleri ile birlikte, yine maden süsleme teknikleriyle bütünleştirerek büyük bir ustalıkla kullanmışlardır.

Takılarda figürlü motiflere fazla rastlanmamakla birlikte 16686 envanter numaralı Ankara Etnografya Müzesi’nde yer alan tarak kuş motifleri bitkisel bezemelerle dantel gibi telkari tekniğinin üzerindeki görünümü dikkati çekmektedir.

Yazılı bezemeler de, büyük bir ustalıkla uygulanmıştır. Takılarda yer alan yazılar ve tuğralar gerek kazıma ve gerekse savat tekniği uygulanarak büyük bir anlam kazanmıştır. Fotoğraf 3 ve 6’daki tepelikler ve Fotoğraf 53-54’te yer alan yüzükteki yazılı bezemeler bunun en güzel örnekleridir. Az da olsa rumi motifleri görülmektedir.

Herhangi bir şeyi simgelemek veya belirli bir fikir uyandırmak amacı taşıyan ve kökenleri inanca dayanan sembolik motifler, özellikle baş süslemelerindeki takılarda yoğun olarak görülmektedir.[102] Ayrıca, tepelik, fes süsü, alınlık, yanak döven, kolye, hamaylı ve kemer tokalarının uçlarında çeşitli motiflerle süslü plakalar (penez) sarkan zenginliği, bolluğu, doğurganlığı simgeleyen zincirler de dikkati çekmektedir.[103]

Sarkan zincirlerin uçlarındaki plakaların çoğunluğunda el motifleri yer almaktadır. Bu da; Türk folklorünün özellikle doğum olayını simgeleyen ana ve bereket arasında bir ilişki kurmaktadır.[104]

Geçmişten günümüze gelen, bugün müzelerimizde sergilenen, depolarda korunan oldukça zengin bir kültür mirasına sahibiz. Bu mirasın en önemli eserlerinden olan geleneksel Türk takıları,Türk süsleme ve el sanatları içerisinde de önemle yerini korumaktadır.

Geleneksel Türk El Sanatları denildiğinde akla gelen şey, Türklerin ürettiği sanatlardır. Bu da daima geniş halk kitlelerinin yüzyıllar boyunca değişmeden süregelen tek üretim biçimidir. Bu ürünlere ticari olarak bakıldığında bölgeyi tanıtıcı değişik tasarımları, turiste vereceği mesaj, yörenin geçmişini, bugününü ve geleceğini içine alabilecek şekilde hazırlanmış olması gerekmektedir. Diğer açıdan bakıldığında ise, bu özellikleri ürünlerin o yörenin kimliğini en sessiz, en doğru ve en önemli mesajı verecek şekilde düşünülmüş olması ve yöreye turist ve gelir getiren kaynaklara zemin hazırlamış olması gereken özelliklerdir.[105]

Zengin Anadolu kültürünün, diğer sanat dallarında olduğu gibi takı sanatında da yol gösterici ve paha biçilmez bir kaynak olduğu inkar edilemez. Bu eşsiz hazineden faydalanmak sureti ile çağımıza uygun, modern anlamlı ve orijinaline sadık kalınarak, hem zevkli takılar ortaya çıkmasını sağlayacak, hem de Türk Sanatının Dünyaya tanıtılmasında önemli bir rol oynayacaktır.

Prof. Tevhide ÖZBAĞI

Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 7 Sayfa: 785-799


Kaynaklar:
♦ AKAR, Azade ve C. Keskiner. (1978). Türk Süsleme Sanatında Motif. İstanbul.
♦ ALKAŞI, Ayten. (2001). “Takı”. Tombak Antika Kültürü Koleksiyon ve Sanat Dergisi. (36), 62. AYFER, A. (1996) Kuyumculuk Meslek Bilgisi ve Mücevher Sanatı, İstanbul.
♦ BARIŞTA, H. Örcün (1995) Türk El Sanatları, Kültür Bakanlığı Yayınları: 2168 Sanat Eserleri Dizisi: 192, Ankara.
♦ BİNGÖL, Işık. (1999). Anadolu Medeniyetleri Müzesi Antik Takıları. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
♦ BODUR, Fulya. (1999). Türk Maden Sanatı. Ankara Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Sanat Yayınları.
♦ ERGİNSOY, Ülker. (1978). İslam Maden Sanatının Gelişimi. İstanbul.
♦ ERUZ, Fulya. (1993). Konuşan Maden. İstanbul: Yapı Kredi Kolleksiyonları 4.
♦ KOÇU, M. Ekrem. (1967). Türk Giyim Kuşam Sözlüğü. Ankara.
♦ KUŞOĞLU, M. Zeki. (1994). Dünkü Sanatımız Kültürümüz. İstanbul.
♦ ÖZBAĞI, Tevhide. (1995). Baş Süslemelerinde Kullanılan Anadolu Kadın Takıları. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür ve Sanat.
♦ ÖZBAĞI, Tevhide. (1993). “Geleneksel Kadın Takıları”. Ankara: Türkiye’de Yaygın Eğitim ve Sanat Dergisi. (5). Ankara.
♦ ÖZBAĞI, Tevhide. (1994). “Geleneksel Kadın Takıları”. Türkiye’de Yaygın Eğitim ve Sanat Dergisi. (10). Ankara.
♦ ÖZBAĞI, Tevhide. (1999). Geleneksel Türk Kadın Takılarından Tepelikler ve Çağdaş Takılar. İmage. Ankara.
♦ ÖZKAN, Seyit. (1982). “Filigran Telkari”. İlgi Dergisi (34). İstanbul.
♦ PAYZIN, Sevim, (1985). Anadolu Takıları. Antik Dergisi. İstanbul.
♦ SAVAŞÇIN, M. Y, A. Türe ve (1986a). “Anadolu Takıları” 4. Antika Dergisi. İstanbul
♦ SAVAŞÇIN, M. Y, A. Türe ve (1986b). Anadolu Takıları VII. Antika Dergisi 4. İstanbul.
♦ TANSUĞ, Sabiha, (1986). Geleneksel Köylü Takıları ve Başlıkları. Türkiyemiz Dergisi.
♦ ÜLGER, Nihal, (1997). Ankara İli Beypazarı İlçesi Kuyumculuğunda Günümüzde Üretilen Gümüş Bilezik Örnekleri ve Yeni Tasarımlar. Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
♦ ÖZBAĞI, T., Ankara il Merkezinde Yaşayan Kadınlarda Bulunan Geleneksel Gümüş Takılar Üzerinde Bir Araştırma, Ankara, 1989, s. 80. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
♦ GÖKBUKET, Mine, (1979). “Anadolu’da Göz ve Nazar İnançları”, Türkiyemiz Dergisi, Ak Yayınları Dizisi: 29, Apa Ofset Basımevi, İstanbul.
Dipnotlar :
[1] Özbağı, T., Kültür ve Sanat, Baş Süslemelerinde Kullanılan Anadolu Kadın Takıları, Türkiye İş Bankası, Ankara 1993, s. 50.
[2] Akar, A., Cahide, K., Türk Süsleme Sanatında Motif, (Ankara 1978) den Aktaran T., Özbağı, Geleneksel Kadın Takıları I., Ankara 1993, s. 13.
[3] Özbağı, T., a.g.m., s. 14.
[4] Payzın, S., Antik Dergisi, Anadolu Kadın Takıları, apa Ofset Basımevi, İstanbul, 1998, s. 17.
[5] Payzın, S., a.g.m., s. 17.
[6] Payzın, S., a.g.m., s. 14.
[7] Türe, A. Savaşcın, M. Y. “Anadolu Takıları III”., Antika, İstanbul, 1986, s. 12.
[8] Türe, Savaşcın, a.g.m., s. 12.
[9] Türe, Savaşcın, a.g.m., s. 13.
[10] Türe, Savaşcın, a.g.m., s. 14.
[11] Türe, Savaşcın, a.g.m., s. 15.
[12] Savaşcın, M., A., “Anadolu Takıları IV”., Antika Dergisi, İstanbul, 1986, s. 13.
[13] Block, A., Die Geschichte des Schmucks, (München 1976) dan Aktaran, M. Y. Savaşcın, A. Türe, Anadolu Takıları IV., İstanbul, 1986, s. 13.
[14] Türe, A. Savaşcın, Y., Antika Dergisi s. 4, Anadolu Takıları V., İstanbul, 1986, s. 10.
[15] Türe, A. Savaşcın, Y., a.g.m., s. 11.
[16] Türe, A. Savaşcın, Y., a.g.m., s. 12.
[17] Türe, A. Savaşcın, Y., “Anadolu Takıları VI”., Antika Dergisi s. 15, İstanbul, 1996, s. 12.
[18] Türe, A. Savaşcın, Y., a.g.m., s. 14.
[19] Özbağı, T., Türkiye’de Yaygın Eğitim ve Sanat, Geleneksel Kadın Takıları II. S. 10, Ankara 1994, s. 8.
[20] Özbağı, a.g.m., s. 9.
[21] Özbağı, a.g.m., s. 9.
[22] Özbağı, a.g.m., s. 9.
[23] Özbağı, a.g.m., s. 15.
[24] Payzın, S., Antik Dergisi, Anadolu Kadın Takıları, Apa Ofset Basımevi, İstanbul 1998, s. 23.
[25] Özbağı, a.g.m., s. 8.
[26] Özbağı, T., Image, Geleneksel Türk Kadın Takılarından Tepelikler ve Çağdaş Takılar, Ankara 1999, s. 19.
[27] Özbağı, a.g.m., s. 19.
[28] Kuşoğlu, M. Z., Dünkü Sanatımız Kültürümüz, İstanbul 1994, s. 38.
[29] Kuşoğlu, a.g.e., s. 38.
[30] Özbağı, a.g.m., s. 14.
[31] Alkaşı, a.g.m., s. 64.
[32] Bingöl, I., Anadolu Medeniyetleri Müzesi Antik Takıları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1999, s. 33.
[33] Alkaşı, a.g.m., s. 64.
[34] Kuşoğlu, a.g.e., s. 44.
[35] Kuşoğlu, a.g.m., s. 44.
[36] Alkaşı, a.g.m., s. 61.
[37] Kuşoğlu, a.g.e., s. 47.
[38] Alkaşı, a.g.m., s. 61.
[39] Kuşoğlu, a.g.e., s. 47.
[40] Özbağı, a.g.m., s. 10.
[41] Kuşoğlu, a.g.e., s. 47.
[42] Kuşoğlu, a.g.e., s. 54.
[43] Özbağı, a.g.m., s. 10.
[44] Kuşoğlu, a.g.m., s. 53.
[45] Kuşoğlu, a.g.m., s. 53.
[46] Ülger, N., Ankara İli Beypazarı İlçesi Kuyumculuğunda Günümüzde Üretilen Gümüş, Bilezik Örnekleri ve Yeni Tasarımlar, (Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi) Ankara 1997 s. 49.
[47] Bingöl, a.g.e., s. 35.
[48] Alkaşı, a.g.m., s. 63.
[49] Bingöl, a.g.e., s. 35.
[50] Alkaşı, a.g.m., s. 63.
[51] Bingöl, a.g.e., s. 35.
[52] Özbağı, a.g.m., s. 9.
[53] Savaşçın, Y., Türe, A., Anadolu Kadın Takıları, (Ankara 1986a) dan Aktaran Özbağı, T., Geleneksel Kadın Takıları I., Ankara 1993, s. 26.
[54] Savaşcın, Türe, a.g.e., s. 26.
[55] Özbağı, a.g.m., s. 9.
[56] Eruz, F., Konuşan Maden, Yapı Kredi Kolleksiyonları 4, İstanbul 1993, s. 15.
[57] Bingöl, a.g.e., s. 8
[58] Eruz, a.g.e., s. 17.
[59] Bingöl, a.g.e., s. 19.
[60] Erginsoy, Ü., İslam Maden Sanatının Gelişimi, İstanbul 1978, s. 10.
[61] Eruz, a.g.e., s. 17.
[62] Erginsoy, a.g.e., s. 10.
[63] Erginsoy, a.g.e., s. 10.
[64] Eruz, a.g.e., s. 17.
[65] Erginsoy, a.g.e., s. 10.
[66] Eruz, a.g.e., s. 17.
[67] Eruz, a.g.e., s. 19.
[68] Erginsoy, a.g.e., s. 16.
[69] Erginsoy, a.g.e., s. 10.
[70] Eruz, a.g.e., s. 23.
[71] Eruz, a.g.e., s. 23.
[72] Eruz, a.g.e., s. 23.
[73] Eruz, a.g.e., s. 25.
[74] Eruz, a.g.e., s. 25.
[75] Eruz, a.g.e., s. 25.
[76] Ayfer, A. Kuyumculuk Meslek Bilgisi ve Mücevher Sanatı, İstanbul, 1996 s. 76
[77] Özbağı, a.g.m., s. 11.
[78] Savaşçın, a.g.m., s. 4.
[79] Özbağı, a.g.m., s. 15.
[80] Özbağı, a.g.m., s. 15.
[81] Özbağı, a.g.m., s. 11.
[82] Bingöl, a.g.e., s. 5.
[83] Erginsoy, a.g.e., s. 37.
[84] Kuşoğlu, a.g.e., s. 105.
[85] Bingöl, a.g.e., s. 26.
[86] Payzın, a.g.m., s. 4.
[87] Erginsoy, a.g.e., s. 43.
[88] Barışta, H. Örcün, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2168, Türk El Sanatları, Ankara, 1998, s. 97.
[89] Bingöl, a.g.e., s. 28.
[90] Erginsoy, a.g.e., s. 33.
[91] a.g.e., s. 33.
[92] Eruz, a.g.e., s. 31.
[93] Erginsoy, a.g.e., s. 47.
[94] Bingöl, a.g.m., s. 28.
[95] A.g.m., s. 28.
[96] Erginsoy, a.g.e., s. 37.
[97] Savaşçın, Y., Türe, A., Yılmaz, M., Anadolu Takıları, Antika Dergisi, S. 20, İstanbul 1986, s. 26.
[98] Erginsoy, a.g.e., s. 37.
[99] Bingöl, a.g.m., s. 27.
[100] A.g.m., s. 27.
[101] Eruz, a.g.e., s. 33.
[102] Gökbuket, M., Anadolu’da Göz ve Nazar İnançları, Türkiyemiz Dergisi, Ak Yayınları Dizisi: 29, İstanbul 1979’dan aktaran Özbağı, T., Ankara İl Merkezinde Yaşayan Kadınlarda Bulunan Geleneksel Gümüş Takılar Üzerine Bir Araştırma, Ankara 1989, s. 26.
[103] Özbağı, T., a.g.t., s. 43.
[104] Özbağı, T., a.g.t., s. 43.
[105] Alkaşı, A., a.g.m., s. 62.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.