Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Fergana’da Yerleşim Yerleri

0 14.669

Gülnisa AYNAKULOVA

A. Fergana’da Şehirler, Kasabalar, Köyler

Genel olarak VIII. yüzyıl, Orta Asya’nın iki büyük dönemini ayıran bir hudut zamanıdır. Arapların fethi ve bununla birlikte yeni dinin yayılışı ve Arap dilinin devlet dili yerine geçmesi, küçük prensliklerin tek devlet sistemine dahil edilişi, yeni kültürel ve ekonomik münasebetlerin meydana gelmesi bölgedeki maddi ve manevi kültürün tamamıyla değişmesine yol açmıştır.

İlk zamanlarda şehirlerdeki yapılara, büyük zarar veren Arap fetihleri aynı zamanda bunların biçimlerinin büsbütün değişmesinde de büyük rol oynamıştır. Orta Asya’nın Arap Hilafeti’ne bağlanması Yakın Doğu ile Maveraünnehir arasındaki ticari ilişkilerin genişlemesine yol açmış ve bu durum doğal olarak şehirlerin gelişmesinde de büyük etken olmuştur.[1] Bölgenin İslam sancağı altına girmesi dolayısıyla bir merkezden yönetilen muntazam Hilafet kuruluş sistemine bağlanması, kültürel ilişkilerin ilerlemesine, ticaretin ve zanaatın gelişmesine yol açarak Orta Asya’nın IX-X. yüzyıllarda meydana gelen ikinci şehirleşme döneminde önemli rol oynamıştır.[2] İslam müelliflerinin Maveraünnehir şehirleri hakkında yazdıkları ile yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda elde edilen bilgiler, bu tarihi döneme özgü ayırıcı vasıfların ve olayların bütün Fergana şehirlerinin kaderinde de belli bir derecede iz bıraktıklarını göstermektedir.

IX-X. yüzyılların Fergana vadisi, İslam coğrafyacıları tarafından detaylı bir şekilde tasvir edilmiştir. Yazılı kaynaklar Arap fütühatı sırasındaki Fergana hakkında Kâsân, Ahsıket, Urest ve Hocend olmak üzere ancak dört şehirden söz etmektedir. X. yüzyıl coğrafyacıları ise Fergana’da 40 şehrin olduğunu belirtirler. Bunlardan Hocend, daha o zamanlarda duvarlarla çevrilmiş bir rabata sahipti.[3]

Fergana bölgesi Sema’ni’ye göre doğuda Ceyhun ve Seyhun nehirlerinin ötesinde bulunan geniş bir bölgedir.[4] Yakut Hamavî, Fergana’nın sadece bir bölge adı olmayıp aynı zamanda bir şehir adı da olduğunu bildirir. Ona göre bölge, doğuda Haytal tarafından Türklerle sınır olup Semerkant’tan 50 fersahlık bir mesafede bulunuyordu[5] (Hurdadbih’te 53 fersahtır).[6] İstahri, vilayetin çok zengin ve nüfusunun çok kalabalık olduğunu kaydeder. Ona göre Fergana dağlarında çok sayıda altın, gümüş, bakır, firuze, civa, kömür ve nuşadır bulunmaktadır. Maveraünnehir’de nuşadırın bulunduğu tek maden ocağı buradadır.[7] Mukaddesi, Fergana’da bulunan yaklaşık 40 tane büyük ve küçük şehirlerden söz eder.[8] Şehirleri sayarken otuz bir isim zikreder ve başşehir hariç bunları üç gruba ayırır: 1- Miyan Rudan Bölgesi; Şimdiki Narin Nehri ile Kara Derya arasına denilip Doğu Fergana’yı temsil etmekteydi. 2- Nesya Bölgesi; Güney Fergana’yi temsil etmekteydi. 3- Vagiz Bölgesi; Kuzey Fergana’nın yani Sir Derya’nın kuzeyinde bulunan şehirleri içine almaktaydı.[9]

Mukaddasi ve diğer coğrafyacıların verdiği bilgilere göre birinci gruba Nasrâbâd, Minare, Renced, Şikit, Zârkân, Hayrlam, Beşbeşan, Özkent; İkinci guruba: Oş, Kuba, Bereng, Marginan, Riştan, Vankes, Kend, Aval, Nevkat-Miskan, Uştikan, Zenderamş; Üçüncü guruba: Bûkend, Kâsân, Bâb, Çarek, Aşt, Tubkâr, Dicerkerd, Bigân, Tishan, Cidgil, Şâvdân, şehirleri girmekteydi.[10]

İbn Havkal’e göre Fergana’nın alt bölgeleri arasında: Yukarı Nesya, Aşağı Nesya, Asbara, Nukad, Miyan-Rudan, Cidgil, Urest, Besafar ve Aşt bulunmaktadır. Hocend tarafından Fergana’ya girince ilk alt bölge Yukarı Nesya’dır. Buranın şehirleri arasında Vankes, Sûh, Huvakand (Hokand), Riştan vardır. Aşağı Nesya buraya bitişir. Aşağı Nesya şehirleri arasında Marginan, Zenderamş, Necrenk, Ustikan, Andukan (Andican) ve Hali bulunmaktadır.[11] Zikredilen iki alt bölge ova ve çayır olup bunların arasında dağların olmadığı söylenir.

İbn Hurdadbih gibi, en eski Arap coğrafyacılarına göre, Batı Asya’dan Hilafet’in şark hududuna giden ana yol Hocend’de Sir Derya’yı aşar, bundan sonra Ahsıket’e kadar sağ sahili takip eder ve Ahsıket’ten sonra yeniden nehri aşarak Kubâ, Oş ve Özkent’e ulaşırdı.[12]

İstahri, Sir Derya’nın güneyindeki mıntıkalardan geçen bu yolu ana yol sayıyordu.[13] Şehirlerin bulunduğu yerleri öğrenmek için şehir sayımındaki düzen ve bunların arasındaki mesafelerin tespiti çok önemlidir. İstahri, vadi boyunca Güney Fergana’dan geçen bu Hocend-Özkent ana yolunu tasvir ederken şu şehirleri sayar: Hocend’den Kend’e kadar 1 merhale, Kend’den Soh’a kadar bir merhale, Soh’tan Riştan’a kadar bir merhale, Zenderamiş’tan Kuba’ya kadar bir merhale, Kuba’dan Oş’a kadar 1 büyük merhale, Oş’tan Özkend’e kadar bir büyük merhaledir.[14]

Ana yolun güneyinde Asfara (İsfara), Aval ve Nekad denilen dağlık bölgeler bulunuyordu. Asfara bölgesindeki şehirler Tâmâhuş ve Bamkâhuş idi.[15] Bamkâhuş Sûh’tan beş fersah, Tâmâhuş da Bâmkâhuş’tan bir mil uzaklıktaydı.[16] Bölge kısmen ovada ve kısmen dağda yer alıyordu.

Avâl şehri aynı addaki alt bölgenin merkezi olup Suh’tan on fersah uzaklıkta Ucne yolu üzerinde idi. Şehrin köyleri olup, ayrı ve kenarda bulunan bir alt bölgeydi. Hududu’l-Alam’daki bilgilere göre Bagaskan şehri Avâl’e aitti.[17]

Nukad (Mukaddesiye göre Nevkâd),[18] dağlık bir şehrin adı olup aynı zamanda kurenin de adıydı. Şehrin adıysa Miskan idi ve başka bir şehri de yoktu.[19] İstahri’ye göre Nukad, Kubâ’dan doğuya yönelik 7 fersahlık bir mesafede bulunuyordu.[20]

İslam müellifleri batıdan Fergana’ya giden ilk şehir olarak Hucanda’yı (Hocend) gösterirler. Söz konusu yüzyıllarda Hocend şehri bazen Fergana’ya bağlı olup, bazen de müstakil bir idari bölge durumunda idi.[21] İbn Hurdadbih ve İbn Havkal[22] Hocend’in Fergana’ya hudut olup buraya dahil olduğunu, yalnız yönetimin ayrı olduğunu bildirirler. İbn Havkal’e göre şehir Şaş nehrinin batı kıyısında yer almıştır. Şehrin uzunluğu genişliğinden fazlaydı. Her tarafı bağ ve bostandı. Fakat şehrin içinde bostanlar yoktu, evleri dağınıktı. Az sayıda köyü ile şehri ve kuhendizi vardı. Camisi şehirde, Darü’l- İmâre’si rabattaki meydanda, hapishanesi ise kuhendizdeydi. Halkı güzel ve insanlık sahibiydi.[23]

Şehir herhalde nehir boyunca 1 fersahtan fazla (6-8 km.) bir mesafede uzanırdı. Evleri çoğu zaman birbirine çok yakın bir şekilde yapılırdı. Bunlar genelde şehrin etrafında yer alırlardı.[24] Mukaddesi, şehrin güzel ve temiz olduğunu yazar. Ona göre bu tarafta Hocend’den daha temiz şehir yoktur. Şehir ortasında ırmak akardı ve buraya dağlar bitişirdi. Müellif: “Akıllı kişiler şehri methetmişlerdir, şairler şiirlerinde anlatmışlardır”[25] der. Hudûdu’l-Âlem’deki bilgilere göre Hocend’in etrafında tarlalar çoktu, ve yetiştirdikleri bitkiler arasında en çok nar ağaçları bulunuyordu. Şehir sakinleri çok cesur ve savaşçıydı.[26]

Hocend’den bir fersahlık mesafede Kend şehri bulunuyordu.[27] Bu amillikte Kend’den başka şehir yoktu. Yakut, şehirde bademlerin çok olmasından dolayı ona Kand-i Badem dendiğini söyler. Bu bademlerin kabukları o kadar ince olurdu ki elle kırılabilirdi.[28] Buradan badem çeşitli ülkelere ihraç edilirdi. Mukaddesi’ye göre Kend’de çarşıların ortasından bir dere (veya kanal) akardı.[29] Mukaddesi onu Fergana şehirleri arasında gösterir.

Hocend ile Fergana arasında bir hudut yerini tutan Vankent veya Vankes şehri yer almıştı. Şehir küçüktü fakat kalabalık bir ekim tarlalarına sahipti.[30] Mukaddesi Vankent’in Riştan kadar büyüklükte olduğunu söyler. Ona göre Riştan büyük bir yer olup, camisinin biri çarşıya, diğeri meydana açılan iki tane kapısı vardı.[31] Hududu’l-Alem’in yazarı Riştan, Huvâkand (Hokand) ve Zenderamış şehirlerinin çok nüfuslu olduklarını ve bunların da pek çok ekim tarlalarına sahip olduklarını bildirir.[32] Yakut’a göre Riştan, Marginan köylerinden biriydi.[33] Huvakand (Hokand) hakkında Arap coğrafyacıları başka bilgi vermezler. Sem’ânî, şehri hiç tasvir etmeden sadece adını zikreder.[34] (Yakut’ta da aynısıdır).[35]

Nihayet Yukarı Nesya’nın diğer bir şehri olan Soh, dağlardan meydana gelen bir şehir olup, 60 köyü vardı. Amillikleri, durumu, ahalisinin kalabalığıyla ayrı bir büyük kûre sayılırdı.[36] Şehir Buttam ile Fergana arasında yer alıyordu.[37]

Aşağı Nesya şehirlerine gelince; Marginân, Yakut’un malumatlarına göre Fergana’nin en meşhur şehirlerinden idi.[38] Fakat böyle denmesine rağmen diğer kaynaklarda, şehir hakkında pek fazla malumata rastlanmaz. Sem’ânî de aynı bilgiyi verir, fakat farklı olarak şehrin Gandab adlı bir mahallesinden söz eder.[39] Mukaddesi’ye göre Marginan küçük bir şehir olup, Cuma camisi çarşılar içindeydi ve şehir kapıları önünden bir nehir geçerdi.[40] Uştikan küçük bir şehir olup camisi çarşısındaydı.[41] Andukan (Andican) Yakut’ta sadece bir köy adı olarak zikredilir.[42] (Sem’ânî’de de aynı bilgiler geçer).[43] Andukan ancak XIII. yüzyılın ikinci yarısında Moğol hakanları Kaydu ve Tuva Han zamanlarında şehir konumuna gelmiştir ve XIII. yüzyıla kadar Fergana’nın başkentliğini yapmıştır.[44] Aşağı Nesya’nın diğer şehirleri hakkında başka bilgilere rastlanmamaktadır.

Güney Fergana’ya ait olup ana yol üzerinde bulunan şehirlerden Kubâ ve Uş (Oş) şehirleri vardi. Kubâ, İstahri’ye göre bu yüzyıllarda Fergana’nin başkenti Ahsiket’ten sonraki ikinci büyük şehirdir. Ona göre Kubâ, buradaki şehirlerin en güzellerindendi. Burada kuhendiz, rabat, Cuma camisi ve çarşılar vardı.[45] İbn Havkal aynı bilgileri vermekle birlikte şunları da ekler: ” şehrin kuhendizi harap olup camisi buradadır. Çarşıları rabattadır. Dar el-İmâre hapishane de rabattadır. Rabatın etrafını çeviren bir sur bulunur. Kubâ’nın, Ahsıket’in bostanlarından ve sularından daha fazla bostanı suyu vardır”.[46]

Mukaddesi Kuba’nın merkezlerden daha rahat, daha geniş, daha hoş, daha temiz, daha cazip bir şehir olduğunu bildirir. Hatta ona göre mantıken buranın merkez olması gerekirdi. Şehrin ortası meydanlık olup camisi çarşısındaydı. Hakîmler Kuba için “Fergana Kuba’dan ibarettir. Geri kalanı çör çöptür” demişlerdir der.[47] Şehrin muharebe hazırlığı ve sayısı çok köyü vardı. Kubâ hududunda başka bir şehir olmayıp, başka bir amillik de bitişmezdi. Hudûdu’l-Âlemin müellifi Kubâ’yı, Fergana’nın en büyük ve en gelişmiş mamur şehri olarak gösterir.[48]

Söz konusu yüzyıllarda Fergana’nın üçüncü büyük şehri Oş’tur ve Fergana’nın ekonomik ve ticari merkezidir.[49] Mukaddesi’ye göre Oş nehirleri bol, çeşitli özelliklere sahip bir şehirdir. Ferah ve bolluktur. Çarşıları bol olup camisi çarşılarının ortasındadır. Dağa yakın zengin bir yerdir; suları boldur.[50] İbn Havkal Oş için şöyle der: “Oş’un mamur şehri ve kuhendizi bulunur. Dar el-İmâre ve hapishane kuhendizdedir. Şehrin bir rabatı ve bu rabatın etrafında su bulunur. Bu şehir, üzerinde Türkleri gözetleme yeri bulunan dağa bitişiktir. Bu gözetleme yerinden onların sebze tarlaları, sürüleri korunur”.[51] Karakola her taraftan gönüllüler gelirdi.[52] Şehrin üç kapısı vardı: Dervaza-i Kuh (Dağ Kapısı), Dervaze-i Âb (Su Kapısı) ve Dervaza-i Mugkede (Mugkede Kapısı). Bu kapılar müstahkemdi.[53] Mugkede “ateşe tapanlar mabedi kapısı” anlamına gelip, eski Zerdüştlük dininin bir yankısıydı. Bu yüzyıllarda Oş sakinlerinin ancak küçük bir kısmı Zerdüştlük mensubu oldukları anlaşılmaktadır. Çünkü X. yüzyılda İslamiyet’in, Fergana’nın bütün tarım ahalisinin hakim dini durumuna geldiği bilinmektedir.[54]

Hudûdu’l-Âlem’de Oş’un kalabalık ve zengin bir şehir olduğundan söz edilir. Halkı çok savaşçıydı. Şehir dağın eteğinde yer alıp dağın üzerinde gözetleme karakolları çoktu.[55]

Oş’un etrafındaki tarımla uğraşan meskun yerler (Özkent ve Kubâ’nın etrafında olduğu gibi) şehir için birer dış istihkam hattı görevini yapmaktaydı. Bunun dışında Oş’un güneydoğusunda 2 fersahlık[56] mesafede zamanına göre mükemmel bir kaleye sahip olan Medva şehri vardı.[57] Oş’tan farklı olarak Kubâ ve Özkent’in etrafında şehirler yoktu. Oş hakkındaki bilgilere büyük Türk alimi Kaşgarlı Mahmud’un ünlü Divân-ı Lügati’t-Türk’ünde de rastlanır. Kaşgarlı, Oş için “tanınmış bir şehir adı” demekle birlikte Uc diye şehir adının diğer bir yazılışını da verir.[58]

Ve nihayet Arap dünyasının son klasik coğrafyacılarından Yakut El-Hamavi sözlüğünde Oş’un büyük bir şehir olduğunu, duvarlarla çevrili olup dört kapısı bulunduğunu söyler. Daha önceki coğrafyacılar şehrin ancak üç kapısından söz etmişse de arada geçen 2-3 yüzyıl boyunca şehrin daha da büyüdüğü, daha müreffeh olduğu anlaşılmaktadır. Süleyman Dağı’nın üzerinde hâla Türk göçebelerine karşı karakol bulunuyordu. Ona göre Oş, Kubâ’nın yakınında yer alıp, şehir ve civarındaki topraklar çok bereketliydi.[59]

Fergana’nın kuzey kısmındaki şehirlerin tasvirine geçmeden önce, ilk olarak vilayetin merkezi olan Ahsıket’te durmamız lazım gelir. Günümüzde Sır Derya’nın kuzey sahilinde, Namangan şehrinin 20 km. güneydoğusunda tarih literatüründe Ahsıket olarak (X-XIII. yy.) ve Ahsı olarak (XIV-XVII. yy.) bilinen bu eski şehrin büyük harabeleri bulunmaktadır.[60] Arkeolog uzmanlar onun en az iki bin sene önce meydana geldiğini ileri sürmektedirler.[61]

İslam müelliflerinden İbn Havkal, Orta Çağ Ahsıket şehrini şöyle tasvir eder: “Şehir Şaş nehri üzerinde düz bir arazide kurulmuş, kendisiyle dağlar arasında 0.5 fersah uzaklık bulunan bir beldedir. Nehrin kuzeyindedir. Şehrin bir kuhendizi vardır. Şehrin ayrıca bir rabatı bulunur. Dar el-İmare ve hapishane kuhendizde, camii kuhendizin dışındadır”.[62] (İstahri’ye göre şahristandadır).[63] Bayram namazgahı Şaş nehrinin kıyısındadır. Çarşıları hem şehirde hem rabattadır. Bununla beraber, çarşıların çoğu şehirdedir. Şehrin büyüklüğü üçte bir fersah genişliğindedir. Yapıları topraktandır. Rabatın etrafında sur vardır. İç şehrin müteaddit kapıları bulunur. (İstahri’de beş kapıdır).[64] Bunlardan biri Bâbu Büceyr, diğeri Bâb el-Murakkaş’tır. Diğerleri ise Kâsan, Cuma Mescidi ve Rahabe kapılarıdır. (İstahri’de Dâr-i Rihane’dir).[65] Hem şehirde hem rabatta akarsular, çok sayıda havuz vardır. Rabatının her kapısı iki fersah boyunca uzanan gür bostanlara ve devamlı akan nehirlere açılır. Şaş Nehri’ni geçince bir konak boyunca şehrin hizasında çayırlar, bol otlaklar ve kumluklar uzanır.[66] Hudûdu’l-Âlem’de, Ahsıket emirlerin ve âmillerin devamlı bulunduğu yer olarak gösterilir. Ona göre Fergana’nın bu baş şehri Sır Derya’nın kıyısında, bir dağ eteğinde yer almıştır ve bu dağda çok sayıda altın, gümüş madenleri mevcuttur.[67] Sem’ânî’ye göre Ahsıket Fergana’nın en güzel ve en temiz şehridir.[68]

Şehristanı sulayan çeşitli kanallar, duvarları tuğla ve kireçle örülmüş güzel depolara dökülürdü. Başlıca binalar bulunuyordu. Mukaddesi’ye göre Ahsiket, Filistin’deki meşhur Remle şehrinin bir buçuk misliydi.[69] Yazılı kaynakların verdiği bu bilgileri arkeoloji araştırmaları da desteklemektedir.

Arkeolojik bilgilere göre Ahsıket’in kuhendizi şehristanın güneybatı köşesinde yer almaktaydı ve 30 m. yükseklikteydi. Güney tarafını tahkim etmek için nehrin yüksek ve sarp kıyısı kullanılmıştır ve buradaki duvarlar daha alçaktı. Şehristan ve rabatın diğer bütün tarafları duvarlarla çevrilmiştir. Ahsıket’in şehristanı plan olarak uzunca kare şeklinde olup, batıdan doğuya doğru uzanmaktaydı. Şehristan üç tarafından kulelere sahip kudretli duvarlarla çevrilmişti. Şehristanın doğu duvarında 10 tane kule bulunmaktaydı. Bu kuleler günümüzde biribirinden 20-30 metrelik mesafeyle ayrılan, yayılmış tepeler şeklinde muhafaza edilmiştir. Kuzey duvarında 11 tane kule bulunmuştur, batı duvarında ise 3 tane kulenin izi muhafaza edilmiştir.[70] Bütün duvarlar, dış kenarı yüksek derin bir hendekeyle çevrilmiştir. Şehristanın meydanı boyunca birbirine çok yakın yapılan binaların kalıntıları bulunmaktadır. Bunların üzerinde Orta Çağ Dönemine ait çeşitli çini eşyalar bulunmuştur. Bu çini eşyaların arasında Türk dönemine ait ve özellikle Samanoğlu-Karahanlı dönemine ait eşyalar ağırlıktadır.[71] Kültür tabakası gösteriyor ki, insanoğlu burada Kuşan zamanından beri yaşamaktaydı. Fakat Ahsıket’in inkişafı Türk dönemi ve sonraki dönemlere denk gelmektedir.

Şehrin içindeki sahanın büyük kısmı yerliler tarafından tuğla fabrikası ve diğer inşaatlar için kazılıp götürülmüştür. Fakat şehrin bir kısmı yine de muhafaza edilmiş durumdadır ve topografik çekimler sırasında şehir mahallelerinin bulunduğu yerler, anıtsal yapıların kalıntıları, havuzların, kapılara götüren yolların izleri tespit edilmiştir: İkisi şehristanın batı duvarında ve ikisi de doğu duvarında yer almaktaydı.

Şehrin kuhendizi şehristanın güneybatı köşesinde yer alıp, şehristandan kuzeyden geçen bir yol vesilesiyle, doğudan da bir hendekle ayrılmaktaydı. Plan olarak üçgen şeklindeydi. Kuhendizin güney tarafı Sır Derya’ya doğru sert bir uçurumla açılmaktaydı. Bu tarafta ve kalenin kuzeybatı tarafında iki tane kulenin izi muhafaza edilmiştir. Genel olarak kuhendiz şehristandan bir kaç metre daha büyüktü ve böylelikle şehristan ve etrafındaki yapılardan münferiden, daha yüksek ve hakim durumda idi. Kazı sırasında kuhendizin sahasının büyük kısmı Sır Derya tarafından alıp götürüldüğü anlaşılmıştır.

Rabatın, zamanında duvarla çevrildiği anlaşılmaktadır. Onun geniş toprakları zanaatçıların mahallelerini, çiftçileri, çarşıları vs. içine almaktaydı. X-XII. yüzyıllarda bu toprakların yoğun bir şekilde meskun edildiği arkeolojik malzemelerden belli olmaktadır. Kazılar sırasında burada pek çok seramik kuburlar (borular), humlar, tuğla örmeleri, dökme seramik, cam kapkacaklarının kalıntılarına rastlanmıştır. Su selleriyle rabatın güneydoğu kısmında yer alan hamamın büyük kısmı tahrip edilmiştir.[72]

Arkeolojik araştırmalar IX-X. yüzyıllar Ahsıket’in bütün ekonomik kılığını ortaya koymaktadır. Zanaat mahallelerinin büyük sahalarından anlaşılıyor ki, bu şehir zamanında büyük bir ticaret ve zanaat merkezi olmuştur. Bu paraların ve cürufların çok sayıdaki kalıntılarından anlaşılmaktadır. Şehrin sağlam duvarları ve kuvvetli kuhendizi de onun bir idare merkezi olduğunu göstermektedir. IX- X. yüzyıllarda Fergana’nın başkenti olan Ahsıket, eski başkenti Kasan’i çoktan geride bırakmıştı. Çünkü Ahsıket, Fergana’nın ekonomik gücünün temerküz ettiği Sir Derya civarında bulunuyordu.

Ahsıket’in beş fersah kuzeyinde aynı adı taşıyan nehrin kenarında söz ettiğimiz Kâsân şehri bulunuyordu.[73] Şehir İslamiyet’ten önce de var olup, Miladî yüzyılın başında Davan Devleti’nin başkenti idi ve sonra vilayetin İslamiyet’ten önceki hükümdarları olan Ihşidîlerin başkentliğini de yapmıştır.[74] Yalnız söz konusu dönemde Kâsân eski önemini çoktan yitirmiş ve küçük bir şehir haline gelmiş durumda idi. İslam müellifleri ondan pek fazla bahsetmezler. İbn Havkal’e göre Kâsân, hem şehrin hem kurenin adıdır. Köyleri, tarlaları ve sürüleri vardır.[75] Sem’ânî burada fethedilmez bir kalenin bulunduğunu söyler.[76] Şehir Türk topraklarının yakınında bulunuyordu[77] ve geniş bir çevreye sahipti.[78]

Nihayet Fergana’nın kuzey kısmında Necm ve Kervân kureleri ile aynı adlardaki şehirler ve Cidgil kuresi ile Ardlânkes zikredilmektedir. İbn Havkal’e göre Necm, burada bir bölgede toplanmış kalabalık bir köyün adıdır.[79] Bu köylerde, buraya saldırmak isteyen düşmanlara karşı koruyan askerler, hayvanlar ve müdâfiler bulunuyordu. İstahri’ye göre Ahsıket’ten Kervân kuresinin sınırına kadar 7 fersah, Kervân şehrine kadar 9 fersah idi.[80] İbn Havkal şehrin geniş sahası, mamur köyleri olduğunu söyler.[81] Yakut şehir adının yazılışını Karavan olarak vermektedir.[82]

Hudûdu’l-Âlem’deki bilgilere göre Cidgil, dağlar ve harabeler arasında bulunan Fergana’nın bir küresidir. Burada küçük şehirler ve pek çok köy yer almıştır. Maden ocakları vardır. Cidgil’de at ve pek çok koyun yetiştirilirdi.[83] İbn Havkal Cidgil’in şehri olarak Ardlanket’i (veya Ardlankesi) gösterir ve bu âmillikte başka bir şehir yoktur der.[84] Kâsân ile Fergana’daki Ardlanket’in arası bir günlük yol, yani iki menzil idi. Cidgil bölgesi o zamanlarda Fergana’nın dahilinde olarak kabul edilen Çatkal Vadisi’ne tekabül ettiği açıktır.[85]

Fergana vilayetinin üçüncü bölgesi olan Miyan-Rudan Cidgil Nehri (Narın) ile Sır Derya (Kara Derya) arasında yer alıp Türklerle sınır bölge idi. Bu bölge günümüze kadar yerli adını ”İki su arası” muhafaza etmiştir. Müslümanlar burasını ancak X. yüzyılda ele geçirebilmişlerdir. Miyan-Rudan’ın esas merkezi Haylam (Ketmen Töbö) her halde Karluk hükümdarlarının ikâmetgâh yeri idi.

İbn Havkal’e göre Miyan-Rudan’ın çok köyü, bol zahiresi vardı. Bölgenin başşehri Haylam olup Samanoğullarından Emir Abu’l-Hasan Nasir b. Ahmed burada doğmuştu. Mukaddesi bölgenin adını Hayrlâm olarak verir. Ona göre Hayrlâm, büyük bir şehir olup çarşısında güzel bir camisi vardı.[86] Hudûdu’l-Âlem’de ise Hatlam olarak zikredilir ve küçük bir şehir olarak göstermektedir.[87]

Sem’ânî’nin Türk şehirlerinden diye zikrettiği Uzkand veya Yuzkand (Özkent) Miyan-Rudan bölgesinde bulunuyordu.[88] Yakut, şehrin diğer bir yazılışını da verir: Uzcand. Ona göre Uzcand Maveraünnehir’e ait bir şehir olup Fergana’nın en ucundadır ve gayrimüslim ülkelerle bitişiktir.[89] Kaşgarlı’nın bilgilerine göre Özkent, Fergana’daki bir kasabanın adı olup Türkçe bir isimdir. “kendimizin şehri” anlamına gelmektedir.[90] İstahri’ye göre burası, Oş şehrinin üçte ikisi kadar büyüklükteydi. Kuhendizi, müstahkem şehri, rabatı, bağları, bostanları ve akarsuları vardı.[91] İbn Havkal’e göre buranın geniş bir bölgesi, geniş bir sahaya dağılmış köyleri bulunurdu. Âmilliğinde başka bir şehir yoktu. Çarşıları rabattadır. Özkent Türklerin kapısı önünde bir ticaret yeriydi.[92] Türkler ticaret yapmak için buraya gelirlerdi. Mukaddesi’ye göre Özkent’in kapısının önünde köprüsü olmayan bir kanal akardı. Rabatını bir duvar çevrelerdi. Buranın şehir merkezi mamur olup çarşıları, camisi, suru vardı. Bunların hepsinin içine su giderdi. Şehrin dört kapısı bulunurdu. Bu kurenin şehirleri arasında suru bulunan başka bir şehir yoktu.[93] Hudûdu’l-Âlemdeki bilgilere göre şehir dolaylarından iki tane nehir geçerdi. Bunlardan birinin adi Yabaku olup Tibet Dağlarından akar, diğeri Barshan nehri Karluklar (Halluk) bölgesinden akardı.[94]

XII. yüzyıllarda da Özkent şehri ekonomi ve ticaret merkezi olarak o kadar önemli mevkiye gelmişti ki şehrin bulunduğu Sir Derya nehri (Kara Derya) bazen Özkent nehri olarak zikredilirdi.[95] Asıl Özkent şehri IX. yüzyılda Türk beylerinden Dihkan Çur-Tegin’e aitti.[96] X. yüzyılın sonuna doğru Fergana Vadisi, Maveraünnehir’in diğer bölgeleri gibi Karahanlılar tarafından zapt edildiği zaman Özkent Maveraünnehir’in baş şehri durumuna gelmişti. Özkent’in en müreffeh ve mamur olduğu devir bu döneme, yani Karahanlıların ilk devrine rastlar. Sonraki dönemde Özkent, Fergana vilayetinin merkezi görevini yapmıştır.

Yakut, Özkent’in şehirleri olarak Malud[97] ve Şikit[98] isimlerini verir. Bunlar, Türklerle sınır şehirlerdi. İbn Havkal’e göre Ahsıket’ten Şikit’e kadar 9 fersahlık yol olup burası Miyan-Rudan’ın ilk şehri idi.[99]

Mukaddesi Şikit’in büyük bir yer olduğunu ve burada çok ceviz yetiştiğini bildirir. Ona göre Şikit’te bazen 1000 ceviz bir dirheme alınabilirdi. Şehrin camisi çarşısında idi.[100] Burada Türk toprakları sınırında Özkent, Şelat’tan başka Biskent, Astiyâkent[101] şehirleri Haft-dih yani yedi köy kazası bulunuyordu. İstahri, Şelat ile Biskent’te cami yoktur fakat bunlar hudud şehirleri olduğu için bunları da zikrettim der. Ona göre Ahsiket’ten Miyan-Rudan’in son şehri olan Şelat’a kadar yaklaşık 5 geçitti; Haylam ile Şelat arası ise 7 fersahtı.[102]

Fergana’nın doğu bölgesinin diğer bir şehri Nasr-Âbâd idi. Mukaddesi’ye göre Nasrâbâd büyük bir şehir olup etrafı sefîddal ve hûr ağaçlarıyla çevriliydi. Burasını bir hükümdar (Herhalde Ahmed b. Asad) Nasr adlı oğlu için kurmuştu. Şehir onun adını taşırdı. Camisinin kapısının üzerinde küçük bir minaresi vardı.[103]

Yakut Zârkânı bir köy ismi olarak verir.[104] Sem’ânî’de de aynısıdır.[105] Mukaddesi’ye göre Zârkân orta büyüklükte bir şehir olup Cuma camisi vardı.[106] Pirinç tarlaları çoktu ve sulama tesisleri yapılmıştı. Renced büyük ziraat sahaları bulunan ve ayakkabıcılar çarşısında temiz bir camisi olan bir şehirdi.[107] Beşbeşan büyük bir şehirdi; camiinin önünde bir meydan bulunuyordu.[108]

Coğrafyacıların tasvir ettiği bu Fergana şehirleri sadece siyâsi iktidarın, ticaretin ve zanaatin merkezleri değildi. Bunların yanında çok gelişmiş yer altı servetlerini çıkarma sanayileri de temerküz etmişti. Ayrıca bölgenin Karahanlılar tarafından zapt edilmesinden sonra Yedisu bölgesinde Issık Göl sahilleri ve Tanrı Dağlarında da şehirlerden, kervansaraylardan, kalelerden oluşan kalabalık bir kültür şebekesinin ortaya çıktığını görmekteyiz. Bu topraklar ve şehirler üzerinden Semerkant, Buhara vs. diğer şehirlerden pek çok ticaret kervanları geçerdi.

Orta Asya şehirlerinin teşekkülleri çok farklı, değişik ve özgün bir şekilde gerçekleşmiştir. Bazı şehirler, kökleri çok eski zamanlara kadar giden yerleşim merkezleri üzerinde yükseldiyse de (bu şehirler genel olarak Maveraünnehir vaha bölgesine aittir) diğerleri ise eski Sogd kolonileri esasi üzerinde veya V-VII. yüzyıllarda vücuda gelen askeri ve ticaret merkezleri üzerinde yükselmiştir. Bu tür şehirler daha çok Yedisu bölgesi şehirlerine özgüdür. Yerleşim merkezlerinin bir kısmı göçebeler muhitinde: Merkezi Tanrı Dağlarındaki Atbaş, Koçingarbaşı şehirleri gibi Şırdakbek ve Koşoy Kurgan şehir harabeleri, Suyap şehri, Koyluk ve Kuzey Yedisu’nun diğer şehirleri gibi askeri ve ticari merkezler üzerinde veya Kagan karargahlari üzerinde meydana gelmiştir.

Bu ikinci tip şehirler genel olarak XI-XII. yüzyıllara yani Karahanlılar dönemine aittir.

B. Kültürel Açıdan Orta Asya ve Fergana Şehirlerinin Genel Özellikleri

Arap fütuhatı, İslamiyet’in yayılışı anlamına gelmiştir. Arap fatihleri İslam dinine, fatihler ile feth edilen halkı aynı dünya görüşüne, aynı ahlak normlarına bağlayabilecek büyük bir ideolojik güç olarak çok büyük önem vermişlerdir.

İslam dini Arap yöneticilerin oturduğu, büyük tüccarların bulunduğu, ticarete bağlı toprak aristokrasisinin temerküz ettikleri şehirlerde daha başarılı olmuştur. Yerli aristokrasi İran ve Ön Asya ile yapılacak ticaret için geniş perspeftikler açan bu Arap fütuhatının önemini çabuk anlamışlardı.[109]

Bu zaman içinde meskun yerlerin umumi sayısının şiddetle azaldığı bellidir; fakat büyük ticaret yollarının üzerinde bulunan şehirler, sadece varlıklarını korumakla kalmayıp, büyümeye ve gelişmeye başlamıştır. Araplar Türkistan’da, İran’da (Şiraz ve Kum) ve Kafkasya’da (Gyanca) olduğu gibi yeni büyük şehirler kurmamışlardır. Fakat bunların zamanında eski şehirlerin ölçüleri daha da büyümüştür. İslamiyet’ten önce meydana gelen şehristanlar (İç şehirler), kuhendizler (Kaleler) ve şehrin dış duvarlarıyla çevrili olan rabatlar daha da net bir şekilde belirmeye başlamıştır.[110]

Orta Asya şehirleri daha Arap fütuhatı sırasında şehristanların etrafında, ticaret ve zanaat varoşları olan rabatların kuruluş sürecini yaşamaktaydı. İşte bu VIII-X. asırlar arası Orta Asya şehirleri tarihinde rabatların ortaya çıkışı ve bunların ayrıca mahallelere dönüşme dönemi olarak bellidir. Ticaret ve zanaat varoşları şehrin en kalabalık ve en canlı kısmı olmaya başlamıştır. Şehristan ya tamamıyla ortadan kalkmış veya şehrin genel planı içinde eriyip, rabatla birleşerek bir bütünlüğü oluşturmaya yol açmıştır. Dolayısıyla şehrin genel durumu da değişmeye başlamıştır. Şehir bir feodalin konağı vaziyetinden devleti temsil eden hakimiyet konağına, yönetim merkezine dönüşmüştür. IX. asrın başına doğru öyle bir şehir tipi meydana gelmiştir ki, genel olarak hiçbir esaslı değişime uğramadan bütün Orta Çağ boyunca yaşamını sürdürmüştür.[111]

Şehir hayatı eski devirlere göre daha az meskun yerlerde tekâsüf etmekteydi. Bu da şehir bayındırlığı ve yapı inşaatı için büyük işlerin yapılmasına yol açmaktaydı. Böylece, şehir kültürünün özü olan camiler, medreseler, hamamlar, çarşılar, hanlar, mağazalar ve zanaat mahalleleri meydana gelmeye başlamıştır.[112]

Yazılı kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla feodal ilişkilerin ilk merhalesinde ticaret çarşı niteliğindeydi. Çarşı yerleri genelde şehristan duvarları içinde değil, kapıların yanındaydı. Bartold’a göre çarşılar genelde şehir civarında bulunmaktaydı.[113] Fakat çok zaman geçmeden ticaret daha mütemadi bir karaktere dönüşmeye başlar ve çarşı meydanında zanaat tesisleri de toplanır.

Şehirlere su, ya en yakın nehirlerden veya bazen onlarca kilometrelik açık veya yer altı kanalları vasıtasıyla dağlardan çekilirdi. Orta asırlarda bu yer altı kanalları halk arasında “kyariz” adıyla belliydi. İstahri’ye göre erken Orta Çağ Buhara, Semerkant ve Merv su dağıtım sistemleri genel olarak dere şebekelerinden ve havuzlardan oluşmaktaydı. Bununla birlikte Buhara’nın şehristanı tepe üzerinde yer almıştı ve bundan ötürü buraya su ulaşmıyordu. Dolayısıyla sadece rabat sulanabiliyordu.[114] Semerkant’ta su, şehre kurşun oluğu vasıtasıyla çekilirdi ve dere şebekeleriyle dağıtılırdı. Dere- şebeke sisteminin kullanımıyla birlikte halk aynı zamanda kuyuları da kullanmaktaydı.

Açık dere su dağıtım sistemleri her halde çok yaygındı. Fakat su dağıtım sisteminin tek üslubu değildi. Orta Asya şehirlerinde çok eskiden beri çömlek boruları yardımıyla yapılan yer altı su dağıtım sistemleri mevcuttu. Bu çömlek boruları yani “kuburlar” daha eski zamanlardan beri kullanılmaktaydı. Ve bazen kanalizasyon fonksiyonunu da yapmaktaydılar.[115] Erken Orta Çağ şehirlerine ait çömlek su boruları eski Pencikent kazıları sırasında kalabalık bir şekilde ortaya çıkmıştır.[116]

Kuburlar sadece su borusu olarak kullanılmayıp yerli tip kanalizasyon için de kullanılırdı. Bu tür kuburların örnekleri Varahşa’nın X-XI. yüzyıllara ait toprak katmanında kalabalık bir sayıda keşfedilmiştir. Bunlar avlularda ve evlerde yer alan akıtma oluklarıydı. Bu su tesisatı birkaç parçadan oluşuyordu:

1- Toplayıcı kerpiç kutusundan, 2- Eğik şekilde yerleştirilmiş akaçlama tesisinden, 3- Humdan (büyük kap) yapılmış emme kuyusundan. Hum genelde devrilmiş şekilde yerleştirilirdi. Borular genel olarak hum üzerinde, onun kırılmış dibine oturtulan düşey bir dirseği oluşturmaktaydı. Bunun için çoğu zaman kırılmış veya kullanılmayan kaplar kullanılırdı. Kaplar düşey şekilde, iki üç tanesi üst üste birleştirilirdi. Bu tür çömlek su boruları şeklinde kanalizasyon sistemi, Fergana şehirlerinde yapılan arkeoloji kazılarında da ortaya çıkmıştır.

Sonraki dönemlerde Orta Asya şehirlerinde ana kanalizasyonlar kullanılmaya başlar. XI-XII. yüzyıl Termez’de tonoz biçiminde olan yer altı galeri şeklinde tuğladan yapılmış bir çirkef çukuru keşfedilmiştir. Bu tip çirkef çukurları “tazarlar” Buhara’da da vardı ve aynı zamanda Fergana şehirlerinde de yaygındı. Ahsıket, Kuva, Oş vs. şehirlerinde yapılan çeşitli kazılarda bu tür tazarlar, çirkef çukurları defalarca ortaya çıkarılmıştır.

Kuva şehrinde caddeler taşla döşenmişti. Kaldırımlar ise kırık taşlarla kaplanmıştı. Küçük avlulu evler birbirine sıkışık bir türde yer almaktaydı. Evlerde ocaklar, eyvanlarda pide pişirmek için tandırlar bulunmaktaydı.[117]

Arap coğrafyacılarının verdiği bilgilere göre X. yüzyılda Buhara ve Semerkant şehirlerinin caddeleri de taşlarla döşenmişti.[118] Arkeolojik araştırmalar sırasında XI-XII. yüzyıl Taraz şehrinde de Arnavut kaldırımları ve taş levhalarıyla döşenmiş kaldırımlar ortaya çıkmıştır.[119] Mukaddesi’ye göre Kyat’ta pislikleri önce çukurlarda toplarlardı ve sonra çuvallarla tarlalara götürürlerdi.[120]

Orta Asya şehirleri aynı zamanki Batı Avrupa şehirlerine göre çok daha temizdi.[121] Buna kısmen kuru iklim sebep oluyordu ama en başlıca sebep temizlik kontrolü için gösterilen ihtimamdı. IX-XII. yüzyıl Orta Asya şehirlerinde geniş türde derin çöplük kuyuları kullanılırdı.

Tabi ki şehirlerin temizliği ideal değildi. Bunların çoğu muasırları için bile kirli görünürdü. Özellikle Harezm şehirleri çok kirliydi; çünkü zemin sularının yüksek seviyesi derin çöp kuyularının kazılmasına engel olurdu. Pislikler doğrudan sokaklarda yatardı ve ayaklarla bütün şehir boyunca dağıtılırdı.[122]

Merv ve Semerkant’ta ağaçlandırmalar vardı ki, bunlara açık su rezervuarları eşlik ederdi.[123]

VIII. yüzyıldan sonra şehir hayatında ortaya çıkan yenilik, toplum hamamlarıydı. Orta Çağ müellifleri Merv, Dandanakan, Nuzvar hamamlarından söz ederler.[124] Arkeolojik kazılar tarafından ortaya çıkarılan en eski Afrasiab ve Taraz hamamları IX. ve X. yüzyıllara aittir.[125] Bu dönemden önce hamamların varlığından ne yazılı kaynaklar ne de arkeoloji söz eder. Fakat IX. yüzyılın başında belki İslamiyet’in umumi yayılışından dolayı, belki de şehir bayındırlığının ve şehir hayatının önemli bir parçasını oluşturan bölgelerle sıkı temasların kurulmasından dolayı hamamlar entansif bir şekilde meydana gelmeye başlar. Semerkant’ta bu yüzyıllarda 60-80’e kadar varan hamamın bulunduğu söylenir.

Hamam camiden sonra en çok ziyaret edilen toplum yeri olduğundan hamam duvarlarındaki süslemelerin arasında canlı varlıkların tasvirlerinin bulunmaması için özen gösterilmesi gerekiyordu. Böyle bir kontrolün kuvvetli tesirini arkeolojik malzemeler ortaya koymaktadır. Günümüze kadar ulaşan hamam duvarları resimlerinin kalıntılarında ancak ornömantal karakterdeki resimler görünmektedir. Son yılların arkeoloji araştırmaları aynı tür hamamların Karahanlı dönemi Ahsıket, Oş gibi Fergana şehirlerinde de bulunduğunu göstermektedir.[126]

Bunlardan 1984’te Oş şehrinde Süleyman Dağı’nın eteğinde bulunan X-XII. yüzyıllara ait Karahanlı hamamının yapısına bakarak bu dönemdeki hamamların genel durumunu, toplumun kültür seviyesini kolayca anlayabilmek mümkündür. Hamam 18×12 m2 ölçüsündedir; kuzey, merkez ve güney olmak üzere üç kısımdan oluşmaktaydı. Kuzeybatı köşesinde ısıtma kısmı bulunmaktaydı. Isıtma tesisi kerpiç sütunlardan, isi iletici kanallardan ve kuburlardan oluşmaktaydı. Duvar dışı boyunca “tazar” denilen lağım kanalı geçmekteydi. Isıtma merkezinin batısında kuburlardan yapılmış 1,7 metrelik akaçların kalıntıları bulunmuştur. Burada 4 maden para, boncuklar ve yeşil kaplamalı tipik Karahanlı lambası (kandili) bulunmuştur.[127]

Hamam altı odadan oluşmaktaydı. Bunların arasında 4 nolu oda serin oda, 3 nolu oda da mülayim oda idi. 3 ve 5 nolu odalar suya girmek için, masaj yapmak ve dinlenmek için kullanılmaktaydı. Yerdeki ve duvardaki itinayla yapılmış suya dayanıklı sıvalara göre güney taraftaki bütün odalar yıkanmak için kullanılırdı. Hamamın kaplamaları, bunların renkleri, küvetlerin yerleşimi, ısıtma tesisinin yapısı genel olarak Oş hamamını Ahsıket hamamına benzetmektedir.[128]

Ahsıket hamamlarına gelirsek, arkeologlar tarafından eski Ahsıket harabelerinde biri erkeklerin diğeri ise kadınların olmak üzere iki tane ortaçağ hamamı tespit edilmiştir. Hamamın biri haçvari planda olup 5 tane odası vardı. Diğeri de bu hamamdan 20-25 metrelik bir aralıkta bulunmaktaydı.

Hamam döşemesinin altında binanın tabanını ısıtan borular bulunmaktaydı. Sıcak havanın geçmesi için kullanılan bu borular, suyun toplanması ve bekletilmesi için yapılan havuzlar gibi, hatta kapı eşiği bile 29-17-4 ve 27-15-3 ölçüdeki ince, uzunca tuğladan yapılmıştır. Oda tabanları özel, kare şekilli tuğlalarla döşenmiştir. Bazı odalar suya dayanıklı, boz renkli özel sıvalarla sıvalanmıştır.

Bulunan seramik kalıntıları ve para bilgilerine göre hamam XI. yüzyılda yapılmıştır. Binanın tabanında bulunan maden para M. Ye. Masson’a göre Özkent şehrinde bastırılmış olup, İlek Kadır Han’a aitti.[129] Aynı benzerlikleri Orta Asya’daki diğer Karahanlı hamamlarında da görmekteyiz.[130]

Hamamların araştırılması bir mimarlık haysiyet noktai nazarından, sivil ve toplum değerindeki bir tesisat olması bakımından çok enteresan bir konudur. Hamamlar Doğu feodal şehirlerinin güncel hayatında, tıpkı Romalıların termaları gibi önemli rol oynamışlardır. Hamamlar sadece bir hıvzısıhha müessesi olmayıp, aynı zamanda tıbbi müesseseler idi. Orta asırlarda hamamlara çok ihtimam gösterilirdi. Bu konuda XI. yüzyıla ait edebi eser olan Kabus-Name bize güzel bir örnek vermektedir, ki eserde hamama gitme kurallarına ayrılan özel bir başlık bulunmaktadır.[131]

Orta Çağlarda hamamlar aynı zamanda çok gelir getiren müesseselerdi. Bazı bilgilere göre (rakamlar biraz abartılmıştır) X. yüzyıl Bağdat’ta 10.000 tane hamam bulunmaktaydı.

Semerkant’ta Tamgaç Han’a en az iki hamam aitti. Bunlardan Hammad caddesinde bulunan erkek hamamını, Han, bir medreseye vakfetmişti. Bunun yakınlarında bulunan diğer “Mervan Hamamı”nı hastaneye vakfetmişti.[132]

Büyük şehirlerde çoğu zaman hastaneler (bimaristanlar) bulunmaktaydı. Bunlar hem hastane olarak hem yoksullar için barınak yeri olarak hizmet ederlerdi. Bu müesseseler-vakıflar, hayır sahipleri sayesinde varlığını sürdürürlerdi. Böyle bir hastane mesela 1066’da İbrahim Tamgaç Han tarafından Rivdad caddesinde kurulmuştu.[133]

Şehirlerin gelişmesiyle burada halk tesisleri, zanaat tesisleri, ticaret, yönetim müesseseleri olan divanlar temerküz etmeye başlardı. Şehirlerin büyümesi çeşitli yollarla olurdu. Bazı durumlarda şehrin eski kısmı olan şehristan herhangi bir sebepten dolayı işe yaramaz, elverişsiz, köhneleşmiş duruma gelirdi ve yok olurdu. Diğer durumlarda ise eski çekirdek sağlam olurdu ve gelişmekte olan şehrin merkezi olarak kalmaya devam ederdi.

Şehrin bir yerden diğer bir yere taşınması genelde iki durumda meydana gelirdi: birincisi, şehrin eski kısmı (şehristan) çok ciddi bir şekilde tahrip olur ve harabe şeklinde uzun süre beklerdi ki, onu eski yerinde tekrar canlandırmanın hiç anlamı kalmazdı. İkincisi, şehristan yeni taleplere uymayan arazide bulunuyor olurdu. Mesela, Orta Çağ şehirleri için, şehir tahkimatı şehrin varlığını sürdürmek amacıyla ilk zaruri şartlardandı. Şehrin kuruluşunda her zaman, mümkünse şehrin bir tarafına doğal engel sağlamaya çalışılırdı.

Şehirler genelde sarp kıyıda, nehrin çıkıntısında yer alırlardı. Bunun haricinde arazinin suni bataklıklaştırılması yapılırdı[134] veya şehir, kendisinin müstakil müdafaası için uygun olan yüksek bir yerde yer alırdı. Fergana şehirlerinin özelliklerinden biri de işte bu tür topografyasıdır. Şehrin iyi korunabilmesi için bunlar da çoğu zaman tepelere yerleşirlerdi. Birbirinden derin saylarla ayrılan tepelerin tüm sahasını kapsayan şehirler birkaç bağımsız kısımlara ayrılırdı. Böyle durumlarda şehir sanki birkaç şehristandan oluşuyor gözüküyordu. Bu tür şehirlerden biri de mesela Özkent şehri olup, yaklaşık üç şehristandan meydana gelmekteydi. Bunlar Kara Derya’nın yalçın kıyısında yer almaktaydı.

Fakat bu durum şehrin ileride gelişmesi için yapılarla doldurulmasına, bayındırlığına, şehre yeterli miktarda suyun çekilmesine engel olurdu. Ayrıca bundan dolayı şehir için karmaşık teknik tesisatların kurulması gerekiyordu. Mesela Timur’dan önceki Semerkant’ta su, kurşundan yapılmış boruyla getirilirdi.[135] Bundan dolayı gelişmekte olan şehrin yeni kısımları, ana ticaret yollarının kavşaklarına yakın bölgelere veya ticaret şehirlerinin büyük semtlerinin yerleşmesi için uygun arazilere taşınırdı. Şehir, siyasi önemini yitirerek ticaret ve zanaat merkezi olarak geliştiği zaman, onun eski çekirdeği halk tarafından bırakılırdı ve gitgide harabeye dönüşürdü. Hayat ise şehrin etrafında inkişaf ederdi.[136]

Bu devirde görüldüğü gibi, şehir merkezi genel olarak mümkün derecede bir yokuşta veya tepede yer almış olan şehrin müstahkem kısmıdır. Burada, merkezde hükümdarın sarayı olan kale yer alırdı. Kalenin yakınında, kuvvetli duvarlarla çevrilmiş hazine, silahhâne vs. gibi önemli devlet müesseseleri ve aynı zamanda kale içinde yaşayan hükümdar ailesine hizmet veren müştemilât yapılar yer alırdı. Kalenin (Kuhendizin) yanında, çoğu zaman onun etrafında şehristan bulunurdu. Şehristanın içinde devlet müesseseleri, asilzadelerin ve devlet erkanının çiftlikleri, Cuma camisi ve bu devir şehir hayatının önemli parçasını oluşturan çarşılar bulunurdu. Çarşıların çoğu aynı zamanda üretim yerleri idi; ve bu durum X-XII. yüzyıllar Orta Asya çarşılarının genel spesifik özelliğini oluşturmaktaydı.

Şehristan duvarlarının dışında bulunan ticaret ve sanayi varoşlarında ” rabatlarda ” genel olarak demircilik, dericilik, yüksek fırınlar atış menfezleri vs. gibi muhtelif spesifik üretim özelliklerinden dolayı şehristanda bulunması istenilmeyen işletmeler yer alırdı.

IX-XII. yüzyıl şehir ahalisi aynı türden değildi. Ahali yüksek aristokrasi, büyük toprak sahipleri ve yüksek ulema sınıfına bağlı tüccar aristokrasisinden teşekkül oluyordu. Şehir halkının esaslı kısmını zanaatçılar oluşturmaktaydı. Bunların haricinde askerler, hizmetçiler, köleler ve tarımcılar tabakasının bir kısmı bulunmaktaydı. Çiftçi olup da şehir sınırlarında oturan çiftçiler konusuna gelince, Pencikent şehir kazıları sırasında şehristanın doğu duvarlarının ötesinde, büyük sahada çiftçilere ait olan onlarca küçük evler bulunmuştur. Bu evlerin yakınlarında, büyük ihtimalle çiftçilerin geçici olarak kaldığı diğer hafif yapılar da bulunmaktaydı; fakat bunlardan hiç bir eser muhafaza edilmemiştir.

Kazılarda çıkarılan buluntulara göre tarımcıların belli bir kısmı şehristanın dahilinde de oturmaktaydı. Arkeologların bu tahminleri etnografik malzemeler tarafından da desteklenmektedir. Materyallere göre toprak sahipleri olan çiftçiler ve ırgatlar da hemen hemen XX. yüzyılın başına kadar şehir duvarları içinde oturmulardır. Şehir dışındaki yapılar çoğu zaman tenteler ve alacıklardan oluşan hafif tesislerdi ve bu konuda Fergana’daki küçük müstahkem yerler çok enteresan bir konudur. Halk bu müstahkem yerleri, en küçük bir tehlike işareti olduğunda tekrar şehir duvarlarında saklanmak üzere ancak tarla çalışmaları sırasında terk ederlerdi.[137]

Kervan ticareti ile ilgilenen zengin tüccarların mahalleleri ayrı bir yerde bulunmaktaydı. Kervansaraylar bunların ticari faaliyetlerinin geçtiği yerler idi. Aynı zamanda büyük imalathaneler “tirazlar” mevcut idi. Burada emire, halifeye ve zengin şahıslara bağlı zanaatçılar çalışırdı. Bu tür imalathaneler (dükkanlar) sonraki Moğol döneminde “Karhona” adıyla bilinirdi.[138]

Şehir hudutlarının ötesinde müstahkem yerler olan Ribatlar yer alırdı. Bu ribatları şehir hudutlarını (İslamiyet’e çok yavaş geçmekte olan) “kafir göçebe Türklerin akınlarından koruyan mücahitler” otururdu.

Şehirler arası yollarda, ticaret yollarının emniyetini, kervanların konaklamasın ve korumasını sağlayan çok müstahkem kervan saraylar yer alırdı.

Karahanlılar devri Orta Asya’daki feodalizmin gelişmiş safhasına yükseldiği dönem olmuştur. Bu toprakların tek devlet bayrağı altında birleştirilmesiyle eski zamanlardan beri çeşitli münasebetlerde bulunan Orta Asya ve Doğu Türkistan halklarının ekonomisinin gelişmesi için, yeni şehirlerin ortaya çıkması için uygun şartlar hazırlanmış bulunuyordu. Bu devirlerde eski Samanoğulları döneminden farklı olarak, sadece Maveraünnehir’de değil Tanrı Dağlarının merkezi bölgelerinde de çok büyük gelişmeler ortaya çıktığını, üretim kuvvetlerinin inkişâf ettiğini görmekteyiz. Bu yüzyılların en önemli vakalarından biri göçebe kavimlerin yerleşik hayata geçme sürecinin daha şiddetli, entensif bir karakter almasıydı ve bu bölgelerde de zanaat, iç ve dış ticaret münasebetlerinin daha da gelişmesiyle pek çok yeni şehirlerin meydana gelmesiydi.

Karahanlı şehirlerinin özelliği de şudur ki önceki devir şehirlerinin tipik hatları muhafaza edilmekle birlikte Karahanlı şehirlerinde, daha doğrusu şehristanlarında rabatların sayılarının artmasıydı.[139] Rabatlar genelde kapıların yanında yer alan çarşı meydanında radiyal olarak ayrılan sokaklardan oluşuyordu. Rabatın karakteristik özelliklerinden biri de etrafında bulunan köylerin tarım ekonomisi mahsullerinin şehir zanaatçılarının mallarıyla değiştirilmesinin gerçekleştiği bir yer olmasıydı. Rabatın şehir civarında bulunan tarım bölgeleri ile olan bağlantılarını rabat sokaklarının çizgileri açıkça ortaya koymaktadır. Merkez kavşaktan yollar yarı çap şeklinde şehir kapılarına giderdi. Şehir dışındaki yollar doğrudan doğruya şehir yollarının devamıydı.

Rabatta engin sahalar ve yeşillik daha çoktu; fakat burada yapılar daha küçük ve kalabalık değildi. Şehir artık kare şekilli plandaki şehristana sahipti; yalnız kuhendiz hâla tepe üzerinde bulunuyordu. Rabatlar doğru olamayan bir şekle sahipti. Rabat da duvarla çevriliydi fakat şehristan duvarları kadar müstahkem değildi. Karahanlı döneminde sadece şehir planı değil, bütün vahanın silüeti teşekkül olmuştur. Şehrin etrafında şatoya benzer kaleler, kuleler bulunurdu ve bunların arasında ribatlar yer alırdı ki, bunlar bu vahayı koruyan duvar parçalarıyla birbirine bağlanırdı. Vahanın diş duvarları boyunca yer alan ribatlar sadece askeri meskûn yerler olmayıp bozkırdan ve dağlardan gelen göçebeler ile canlı bir ticaret yapan ticaret noktaları idi. Vaha içerisinde, kuvvetli platform üzerinde bazen bataklıklar arasında veya suni yapılmış tepeler üzerinde feodallerin müstakil kaleleri bulunurdu ki; bu kalelerin muhasarası daha zor olurdu.[140]

Doğu bölgelere gittikçe şehir planlarında yerli özellikler ağırlık kazanmaya başlamaktaydı. Çu bölgesindeki şehirler vadi bölgesindeki şehirlere benzemekteydi, fakat konum bakımından söz konusu şehirler göçebe Türklerle komşu bulunmalarından dolayı bazı farklılıklar içermekteydi. Bu farklılıklar göçebelerin muhafaza edilmiş görgü, geleneklerini yansıtan yerli Türk hususiyetleri ile Maveraünnehir şehir geleneklerinin karışımından ibarettir. Bu tip şehirler arasına mesela Balasagun şehri girmektedir.

Balasagun ve özellikle Sarığ şehirleri eski Soğd’un meskun yerleri üzerinde meydana gelmiş şehirleri temsil etmekteydiler. Bu şehirler mimari ahenklerine göre Maveraünnehir şehirlerine uymaktaydı ve kaleden, şehristandan ve az çok gelişmiş rabattan oluşmaktaydı. Fakat bu şehirler aynı zamanda göçebelerin geçici olarak oturduğu şehir ve Türk hanlarının bulundukları konak, karargahları olmuştur. Bunlar şehrin eski merkezi olan şehristan topraklarında değil, şehir civarlarında, dik açılı plana sahip, müstakil duvarlarla çevrili, kudretli, müstahkem kapılara ve savaş kulelerine sahip yeni sahalarda oturmaktaydılar. Mesela XII. yüzyıl Balasagunun hayat merkezi eski şehristanda değil, onun doğusunda yer alan savunma tabyasıyla çevrelenmiş doğu kısmı idi.

Siyasi ve ekonomik hakimiyetin ezelden beri göçebelerin elinde bulunduğu İli vadisi ve Tanrı Dağlarının iç bölgelerinde meydana gelen (mesela, Koşoy-Korgon, Atbaş vs.) şehirlere gelirsek, bu şehirler göçebe ekonomisinin iç gelişmesinin mahsulü olup, yerleşik hayvancılar ile tarımcıların ortaya çıkmasıyla vücuda gelmiştir. Şehirlerin çekirdeğini oluşturan bu meskun yerler başlangıçta müdafa kaleleri olarak kullanılan göçebe Türk hanlarının karargahları idi. Burada aynı zamanda zanaat de temerküz etmişti. Söz konusu meskun yerlerin özelliği kalelerin olmayışı, şehristanla rabat arasında açık bir ayrımın olmayışı ve küçük ölçüde olmaları idi. Bu tür şehirlerin duvar ötelerinde savaş sırasında halk ve sürüleri saklanırdı, çadırlar kurulurdu. Sadeleştirilmiş bu şehir tipleri göçebe bozkırı ile yerleşik vahaların hudutlarında meydana gelmekteydi.

Orta Asya’da bu devirlerde zanaat üretiminin hacmi o kadar yükselmişti ki, bu durum şehirlerin görünüşünü tamamıyla değiştirmiştir. Zanaatçıların sayısının yükselmesi uzmanlık dallarının meydana çıkmasına da yol açmıştır. Şehirlerin yüksek bayındırlığı sadece genel kültürden değil, halkın maddi refahından da belli olmaktaydı.

Görüldüğü gibi bir merkezden yönetilen devletin meydana gelişi, iç ara savaşların azalması, ticaret adamlarının İslam dünyasının bütün toprakları üzerinden maniasız hareket edebilme imkanları, Orta Asya’nın ekonomisinin gelişmesinde ve şehirlerinin inkişafında olumlu tesirini göstermiştir. Arap fütuhatının yarattığı harabelerin kısa süren tamirat döneminden sonra, sanki şehir duvarlarının dar bir halkasına sığıştırılmış sımsıkı yapılarla doldurulmuş Orta Asya şehirleri, IX. yüzyılda ve sonraları bu halkadan dışarıya dökülerek etraftaki topraklarda geniş bir şekilde dağılmaya başlamıştır. Artık şehrin emniyetini duvarlar değil, devletin kudreti temin etmekteydi.

Gülnisa AYNAKULOVA

Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 5 Sayfa: 377-387


Kaynaklar:
♦ Ahrarov İ. Ye. , Arheologiçeskiye Raskopki v Şahristane Gorodişşa Kuva. İMKU, X, Taşkent, 1973.
♦ Ahrarov İ. Ye., Arheologiçeskiye İssledovaniya Gorodişşa Ahsıket v 1960 g. ONU, VIII, 1962. Amanbayeva B. E., Srednevekovaya Banya. TDSK, 1998, I, 44-45.
♦ Anarbayev A., Ahrarov İ. Ye., Banya Srednevekovogo Ahsıketa. İMKU, XXV, 1991. 5. Bartold V. V., İstoriya Turkistana. Soçineniya, II (1), Moskva, 1963.
♦ Bartold V. V., Moğol İstilasına Kadar Türkistan. Hazırlayan: H. D. Yıldız, Ankara, 1990.
♦ Belenitskiy A. M., Bentoviç İ. V., Bol’şakov O. G., Srednevekovıy Gorod Sredney Azii. Leningrad, 1973.
♦ Bernştam A. N., Arhitekturnıye Pamyatniki Kirgizii. Moskva-Leningrad, 1950.
♦ Bernştam A. N., Banya Drevnego Taraza i Yego Datirovka. TOV, II, Leningrad, 1940.
♦ Bernştam A. N., İstoriko-Arheologiçeskiye Oçerki Tsentral’nogo Tyan’-Şanya i Pamiro-Alaya. MİA, XXVI, Moskva-Leningrad, 1952.
♦ Bernştam A. N., Pamyatniki Starinı Talaskoy Dolinı. Alma-Ata, 1941.
♦ Çulanov Yu. G., Gorodişşe Ahsıket. Sovetskaya Arheologiya, 1963.
♦ Gafurov B. G., Taciki. Drevneyşaya, Drevnyaya i Srednevekovaya İstoriya. Moskva, 1972.
♦ Galitskiy V. Ya., Ploskih V. M., Starinnıy Oş. Oçerk İstorii. Frunze, 1987.
♦ Gulyamov Ya. G., İstoriya Uzbekskoy SSR. I, Taşkent, 1967.
♦ Gulyamova E. G., O Rabotah Kulyabskogo Otryada na Gorodişşe Hulbuk v 1959 g. Trudı İİ AN Tacikskoy SSR, XXXI, Duşanbe, 1961.
♦ İbn Havkal, Kitabu Suratu’l-Arz. Ed. by M. J. De Goeje, Leiden, 1967.
♦ İbn Hordadbih, Kitabu’l-Mesalik ve’l-Memalik. Ed. by E. J. De Goeje, Leiden, 1967.
♦ Hududu’l-Alem. (The Regions of the World) A Persian Geography 372 A. H.-982 A. D. Translated and explaned by Minorskiy. London, 1937.
♦ Al-İstahri, Kitabu Memalik ve’l-Mesalik. Ed. by M. J. De Goeje, Leiden, 1967.
♦ İstoriya At-Tabari. Taşkent, 1987.
♦ Kaşgarlı Mahmud, Divanu Luğati’t-Türk. Trc. B. Atalay, Ankara, 1939-1941.
♦ Lavrov B. A., Gradostroitel’naya Kul’tura Sredney Azii. Moskva, 1950.
♦ Materialı po İstorii Kirgizov i Kirgizii. Pod red.: B. A. Romodina, I, Moskva, 1973.
♦ Materialı po İstorii Sredney i Tsentral’noy Azii X-XIX vekov. Pod red.: B. A. Ahmedova, Taşkent, 1989.
♦ Materialı po İstorii Turkmen i Turkmenii. Pod red.: S. L. Volina, A. A. Romaskeviça, A. Yu. Yakubovskogo, I, Moskva-Leningrad, 1939.
♦ Mukaddesi, Ahsenü’t-Tekasim fi Marifeti’l-Akalim. Ed. by M. J. De Goeje, Leiden, 1967.
♦ Negmatov N., Geografı IX-XII vekov o Hocente i Yego Oblasti. İzvestiya OON AN Tacikskoy SSR, VIII, 1956.
♦ Ploskih V. M., İstoriya Kirgizskoy SSR. I, Frunze, 1984.
♦ Pugaçenkova G. A., Arhitekturnıye Pamyatniki Nisı. TYuTAKE, I, Aşhabat, 1949.
♦ Sem’ani, Kitabu’l-Ensab. Leiden-London: E. J. W. Gibb memorial series, XX, 1912.
♦ Şeşen R., İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri. Ankara, 1985.
♦ Voronina V. L., Rannesrednevekovıy Gorod Sredney Azii. Sovetskaya Arheologiya, I, 1959. Vyazmitina M. İ., Keramika Ayrtama Vremeni Kuşanov. Trudı AN Uz SSR, I, Taşkent, 1945. Yakut el-Hamavi, Mu’cemu’l-Buldan. Kahire, 1906-1907, VIII cilt.
♦ Zadneprovskiy Yu. A., Oşskoye Poseleniye k İstorii Ferganı v Epohu Pozdney Bronzı. Bişkek, 1997.
Dipnotlar :
[1] Gafurov B. G. 1972: 182.
[2] Belenitsky A. M. 1973: 163.
[3] İstoriya at-Tabari 1984: 1443.
[4] Sem’ani: 1912: IX, 274.
[5] Yakut: 1906-1907: VI, 364.
[6] Hurdadbih: 1967: 30.
[7] İstahri: 1967: 334.
[8] Mukaddasi: 1967: 262.
[9] Mukaddasi, 262.
[10] Mukaddasi: 1967: a. y. ; İstahri, 266; Havkal, 513
[11] Havkal, 513-514.
[12] Hurdadbih, 30.
[13] İstahri: 1967: 335.
[14] İstahri: 1967: 335.
[15] Havkal: 514; İstahri, 226.
[16] Bartold V. V. 1990: 174.
[17] Hudûd: 1937: (p. 23B).
[18] Mukaddasi, 262.
[19] Havkal, 514.
[20] İstahri, 347.
[21] Hurdadbih, 30.
[22] Havkal, 511
[23] Havkal, 511.
[24] Negmatov N. 1956: VIII, 104.
[25] Mukaddesi, 272.
[26] Hudûd, (p. 23B).
[27] Havkal, 511.
[28] Yakut: VII, 283.
[29] Mukaddesi, 272.
[30] Hudûd, (p. 23B).
[31] Mukaddesi, 272.
[32] Hudûd, (p. 23B.).
[33] Yakut: IV, 262.
[34] Sem’ânî: V., 200.
[35] Yakut: III, 480.
[36] Havkal: 514; İstahri, 266.
[37] Hudûd, (p. 23B).
[38] Yakut: VII, 310.
[39] Sem’ânî: IX, 179.
[40] Mukaddesi, 272.
[41] Mukaddesi, a. y.
[42] Yakut: I, 347.
[43] Sem’ânî: I, 364.
[44] Bartold V. V. 1990: 171-174.
[45] İstahri, 333.
[46] Havkal, 513.
[47] Mukaddesi, 271.
[48] Hudûd, (s. 23B).
[49] Zadneprovsky A. Yu. 1997: 113.
[50] Mukaddesi, 272.
[51] Havkal, 513; İstahri, 266.
[52] Mukaddesi, a. y.
[53] Havkal, 513; İstahri, 266.
[54] Galitsky V. Ya. 1987: 24.
[55] Hudûd, (s. 23B).
[56] İstahri, 347.
[57] Havkal, 514.
[58] Kaşgarlı, 1998: I, 35.
[59] Yakut: I, 374-375.
[60] Çulanov Yu. G. 1963: III, 197.
[61] Bernştam A. N. 1952: 247; Çulanov Yu. G. 1963: 199.
[62] Havkal, 512; Şeşen R. 1985: 239-240.
[63] İstahri, 265.
[64] İstahri, 265.
[65] İstahri, a. y.
[66] Havkal, 512-513; Yakut: I, 153.
[67] Hudûd, (p. 23B).
[68] Sem’ânî: I, 153.
[69] Mukaddesi, 271.
[70] Ahrarov İ. Ye. 1962: VII, 55-56.
[71] Bernştam A. N. 1952: 244-247.
[72] Ahrarov İ. Ye. 1962: 56.
[73] İstahri, 275.
[74] Bartold V. V. 1990: 176-177.
[75] Havkal, 514.
[76] Sem’ânî: X, 239.
[77] Yakut: II, 207.
[78] Havkal, 334.
[79] Havkal, 514.
[80] İstahri, 346-347.
[81] Havkal, 514.
[82] Yakut: VII, 247.
[83] Hudûd, a. y.
[84] Havkal, a. y.
[85] Bartold V. V. a. e.: 177.
[86] Mukaddesi, 272.
[87] Hudûd, (p. 23B).
[88] Sem’ânî: VIII, 438; V, 49.
[89] Yakut: I, 374; VII, 530.
[90] Kaşgarlı, I, 344.
[91] İstahri, 266; Havkal, 513; Şeşen 1985: 240.
[92] Havkal, 513-541.
[93] Mukaddesi, 271.
[94] Hudûd, a. y.
[95] Bartold V. V., a.g.e., 167-169.
[96] Hurdadbih, 30; Kudama, 1967: 208.
[97] Yakut: III, 154.
[98] Yakut: V, 285.
[99] Havkal, 524.
[100] Mukaddesi, 271.
[101] Havkal, 514.
[102] İstahri, 346-347, 348.
[103] Mukaddesi, 271.
[104] Yakut: V, 384.
[105] Sem’ânî: VI, 267.
[106] Mukaddesi, 271.
[107] Mukaddesi, a. y.
[108] Bartold, V. V. a.g.e. 178.
[109] Lavrov B. A. 1950: 67.
[110] Bartold, V. V. 1963: (II 1), 122.
[111] Belenitskiy A. M. 1973: 162.
[112] Lavrov V. A. 1950: 68.
[113] Bartold V. V. 1963: II (1), 102
[114] Voronina V. L. 1959: 101.
[115] Voronina V. L., a.g.e.
[116] Vyazminita M. İ. 1945: I, 38.
[117] Ahrarov İ Ye. 1973: 64.
[118] Bartold V. V. 1963: II (1), 93, 115.
[119] Bern§tam A. N., 1941: 57.
[120] Bartold V. V.: 1963: 145.
[121] Belenitskiy A. M., 1973: 307.
[122] Volin S. L., 1939: I, 187.
[123] Volin S. L., 1939: I, 174.
[124] Volin S. L., 1939: I, 188, 194, 195.
[125] Bem§tam A. N., 1940: II, 177.
[126] Anarbayev A. ; Ahrarov i. Ye. 1991: 25; Amanbayeva B. E. 1998: 44-45; Ahrarov i. Ye: 1962: 57-59.
[127] Amanbayeva B. E. a.g.e.
[128] Ahrarov i. Ye. 1962: VIII, 57-58; Anarbayev A., Ahrarov i. Ye., a.g.e. 25.
[129] Ahrarov i. Ye. 1962: VIII, 57.
[130] Amanbayeva B. E., a.g.e. ; Pugagenkova G. A. 1949: 1; Gulyamova E. O. 1961: 31.
[131] Bertels Ye. E. 1958: 113.
[132] Khadr 1967: 317, 322, 326, 332.
[133] Khadr 1967: 314.
[134] Voronina V. L., 1959: 93.
[135] Gulyamov Ya. G.1967: 316.
[136] Lavrov V. A. 1950: 67.
[137] Voronina V. L. 1959: 104.
[138] Lavrov V. A. 1950: 69.
[139] Bern§tam A. N. 1950: 36.
[140] Voronina V. L. 1959: 102.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.