Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Eski ve Ortaçağ’da Türk Sözlü Edebiyatı

0 14.598

Doç. Dr. Miras Hamzaoğlu İDELBAYEV

Sözlü Edebiyat terimi, edebiyat ilmine kesin olarak yerleşmemiştir. Sözlük ve ansiklopedilerde de tam olarak açıklanmamıştır. Terim üzerinde inceleme yapan A. N. Veselovskiy, E. M. Meletinskiy, M. İ. Steblin-Kamenskiy, İ. S. Liseviç, H. A. Grintser, İ. M. Filştinskiy gibi bilim adamları ise “sözlü edebiyat” (Rusça’da “ustanaya literatura”) ifadesini kullanmaktadırlar.

Türkler, sözlü edebiyat için her bölgede kendi ifadelerini kullanmaktadırlar. Mesela, Kazaklarda “auız edebiyatı”, “auızşa edebiyat”, Karakalpaklarda “auız eki edebiyat”, Başkurtlarda “auız-tel edebiyatı”. Sözlü edebiyat, birisi tarafından icat edilmiş olan somut fikirlerin estetik fikirlerin ferdi üslubu, ifade biçimi yansıtılarak metnin içeriği değiştirilmeden ağız-söyleme yoluyla yayılmaktadır. Bu tür eserler sonra yazıya da geçirilebilir ama bunun için eserin halka sözel olarak ulaşması şarttır. Eser, yazarı tarafından okunarak yazdırılırsa, sözlü edebiyat örneği olamaz. Her ulusun söz sanatı içinde sözlü edebiyatın yer alması ve eserin ömrü, tarihi-sosyal şartlara, kitle dinleyicisinin var olmasına bağlıdır.

Bilim adamları, hayatın sanatsal yansımasının ilk biçiminin sözel olarak ifade edildiğini kanıtlamışlardır. N. İ. Konrad, “İlkçağ Edebiyatı tarihine baktığımızda söz sanatı ilk olarak sözlü daha sonra ise yazılı olarak toplumsal bilinci ifade ediyor”, demiştir. N. İ. Konrad.[1] İlkel dünyada yazılı metinleri en eskilerden sayılan Mısır ve Sümerliler bile, miras olabilecek sözlü edebiyat örneklerini papirüse kaydederek tarihe geçirmişlerdir.[2]

Tarihi şiirin yazarı A. N. Veselovskiy şiirsel bilincin geleneksel sinkretizmden şahsileşme evrimi hakkında düşünürken medeni-tarihi bölgelerde her çeşit söz ustalarının özellikleri üzerinde duruyor. Mesela, eski Hintlilerde üç tür ozanların olduğu biliniyor: 1) Hintlilerin kutsal hikayelerini okuyanlar; 2) Bharatlar, yani halk destanlarını, kahramanlık konularını işleyenler, yerel hükümdarların tarihini ve aile şeceresini bilenler; 3) Halk ozanları.[3] Eski Yunan aedları, bayramlarda ve dini törenlerde atalarının şanlı işlerini dile getirmişlerdir. Halk onlara büyük ilgi ve saygı göstermiştir. Bazı yerlerde aedları kutsal olarak dta tanımışlardır. Kervanlarda onların yer alması şans olarak değerlendirilmiş.[4] M. Ö. ikinci yarısında yaşamış olan ve adları fil ya da filid olarak bilinen söz ustaları da, aynı saygı ve sevgiyi görmüştür.[5]

M.Ö. 3-4. yüzyıllarda İrlanda’da yaşamış olan ozanları üç gruba ayırmak mümkündür: 1) druidler, 2) fil ya da filidler, 3) bardlar. Onların faaliyeti hakkında Veselovskiy şöyle yazmıştır: ”Druidler, dini-törensel efsanelerin muhafızları. Onların hiç bir yazılı ifade kullanmadıkları biliniyor. İrlanda’da onlar, hekim, evliya, hoca olarak da şöhret kazanmışlardır. Onlar kralın danışmanı olarak devlet işlerinde de görevlendirilmiş, ülkelerinin saygın insanları olarak ordu hizmetinden de muaf tutulmuşlardır.[6] Herhangi tarihi-medeni bir dönemi incelediğimizde, dinleyicisine sözle hitap eden ya da halkın beğenisini farklı yöntemlerle kazanmaya çalışan kimseler (ozanlar, dervişler, gezgin komedyenler, vs) görülmüştür. Ortaçağda Sudan’da kahramanların hayatını beyan edici griot[7] Burgundiya’da -ordunun keyfini açan seurra, cantor (şarkıcı anlamında), Fransa’da- misafir şarkıcı jonglör (jongleur), trouvere, Almanya’da ordu alaylarının şarkıcısı spop, ezgin besteci spielman, Rusya’da-skomorohlar Türklerde de sözlü ve yazılı edebiyatın birbiriyle olan bağlantısı, eski çağdan günümüze kadar uzanıyor. Türklerin sözlü sanatı yegane, biricik olgudur. Yazılı edebiyat da pek çok iz bırakmıştır. Bunların birkaçını ele aldığımızda bile Türk sözlü edebiyatının fevkalade olduğu görülmektedir.

Göktürk Kağanlığı dönemi yazarlarının üslubunda da, önceki devrin sözlü sanat mirasının etkisi açık olarak görünüyor. Kül-Tegin kitabesinde annesi, Humay Türk mitolojisindeki kadına, hayatın kaynağı olan ana tanrıçaya benzetiliyor: “Ol yaşda Umayi teğ ögim katun katuna inim Kül-Tegin ap at boltı.”

Abidenin üslubuna, düşüncelerin doğruluğuna ve ruhuna baktığımızda yazar Yuluğ-Tigin [Kül- Tigin’in (Köl-Tigin) abisi] üstün kabiliyete sahip olduğu açıklanıyor. “Arık ok sen, açsık, tosık ömaz sen, bir todsar, açsık ömesen”, “Kanın subça yügürti, sönükün takça yatdı”[8] örneklerinde olduğu gibi, bunu kanıtlayabilecek çok delil daha bulunuyor.

Orhun Yazısı ilk önce sözel olarak icat edilmiş, daha sonra ise taşa oyularak yazılmıştır.

Göktürk alfabesiyle yazılan “Irk-Bitig” (IX. yy.) kitabının ismi bile sözlü sanatın ayrı bir özelliğini gösteriyor. Günümüze kadar yazılı olarak ulaşsa da onun temelinde sözlü geleneğinin olduğu açık bir şekilde görünüyor. Uygurların “Şehzade ve Kaplan” rivayeti de, aynı özellikleri taşımaktadır.[9]

Jirmunskiy’e göre, efsanevi Dede Korkut’un aksakal, bilgin, kabile reisi, besteci, şarkıcı, söz ustası ve evliya olması hakkında rivayetler, X. yüzyıl ila XI. yüzyılın başında sözlü olarak yayılmaya başlıyor.[10] Dede Korkut, Türk sözlü sanatında kendi ismiyle tanınmış ilk yazarlardan biridir. Onun epik metinleri 15. yüzyılda yazıya aktarılmıştır. Günümüzde Türk dünyasının bazı bilim adamları, bu mirasın icat edildiği dönemin, el yazısına başlamış devirden daha eski zamanlarda olduğunu ileri sürüyor.

2000 yılının Mayıs ayında Bakü’de düzenlenen “Dede Korkut Kitabı’nın 1300. Yıldönümü” kutlamalarında destanı yazıya döken kişinin, Aksakalın kendisiyle danışmış olduğu belirtildi.[11] Eser, icat edildiğinden günümüze kadar halkın hafızasında korunmuş ve kuşaktan kuşağa sözel olarak aktarılmıştır. Yazarın kendisi de, eserinin sözel olarak gelecek kuşaklara aktarılmasını vasiyet etmiştir. Mesela, Dede Korkut destanının Dumrul bölümünde: ”Dedem Korkut geldi şiirlerim Dumrul yiğide dedi, gelecek nesile vasiyet olsun dedi”, şeklinde satırlar var.[12]

Söz ustasının kendi tipinin de bulunduğu eserlerinde, sözün gücü ve insan hayatındaki rolüne ilişkin motifler de işleniyor. İlk olarak, “Dedem Korkut geldi” ifadesi her 12 bölüm sonunda tekrarlanıyor. Başka bir deyişle, bu metni yazıya geçiren yazarın, Korkut olduğu ısrarla iddia ediliyor.

(Bu arada, zaman içerisinde metnin ne derecede değiştiği, tüm metnin yazarının Dede Korkut olup olmadığı, başka bir konudur). İkinci olarak, kitap, giriş bölümünün ilk satırlarından sözün kudretine, konuşma önemine bağlı fikirlerle başlıyor: ”Yalan sözler bu dünyaya gelmeseydi”, diyor yazar.

Daha sonra ozanın ne gibi özellikler taşıması gerektiğini açıklıyor: ’’Elindeki çalgısıyla boydan boya, beyden beye gidiyor ozan. Bayram günü çalgısının tellerine vurarak çalsın ozan”.[13] Bu satırları okuduğumda, Başkurt sesenlerinin ’’Kötülüğü savunmaz, düşman hatırı korumaz” diyen sözlerini hatırladım. Korkut ile sesenlerin ortak yanlarını gösteren satırlara kitabın esas bölümünde de rastlıyoruz. Başkurt sesenlerinin hikmetli sözleri ve tavsiyelerinin kaza geçirenlerin iyileşmesine yardımcı olduğu ve toplumsal bunalımları çözdüğü bilinmektedir. Dede Korkut’un üçüncü bölümünde ozan, düşmanlara (kafirlere) esir düşen Beyre’e kendi çalgısını hediye ediyor. Sevgilisi Banu-Çiçeğin düğününde Beyrek ozan kılığına girerek şiir okuyor ve böylece beladan kurtuluyor, sonunda ise sevgilisiyle evleniyor ve asker arkadaşlarını esirlikten kurtarıyor.[14] Dokuzuncu bölümde ise İç ve Dış Oğuz beyleri toplantısında kavgayı nasıl yatıştıracağını bilemeyen Bayındır Han’a Korkut’un nasihati yardımcı oluyor.[15] Yazarın böyle güce sahip olduğu Ebul-Gazi’nin “Türkmen Şecereleri”nde de kanıtlanıyor: ”Kayı Kara hocanın oğlu Korkut Ata, Salur Enkeş hulca ve Aşban Hulca Başlık Barça Oğuz ili yığılıp Kayı halkından İnar-Yayını padişaha gönderdiler. Veziri Korkut ata idi. Korkut ata her nemerse tise İnar-Yayın anın sözünden çıkmaz irde. Korkut atanın kerametlere küp irde”.[16] Başka bir yerde Ebul-Gazi, Korkut’un Salur Kazan’ı övdüğü şiirini gösteriyor.[17] Demek, Başkurt ve başka Türk boylarının daha sonra tanınmış sözlü edebiyatı temsilcilerinin görkemli özellikleri, Dede Korkut döneminden miras kalmıştır. Ünlü Kazak yazarı ve bilim adamı M. Avuezov, efsanevi Dede Korkut’un kendisine ilişkin rivayetlerinin ve ona ait olduğu bilinen bölümlerinin Türkler, Türkmenler, Azeriler, Başkurtlar arasında zemin bulduğunu belirtiyor.[18]

G. Hüseyinov bunun sebebini, VII-X. yüzyıllarda Başkurtların Oğuz boylarıyla sıkı etnik ilişki içerisinde olmasına bağlıyor.[19]

Karahanlılar dönemindeki Yusuf Balasagunlu’nun “Kutadgu-Bilig” ve Mahmut Kaşgarlının “Divanü Lugat-it Türk” eserleri de nefis sözün yüceliğini methediyor. ”Kutadgu-Bilig”in elçiler hakkındaki bölümünde, onların dil zenginliği, şiirsel metinleri okuma ve yazı yazma gibi marifetlere sahip olmaları bir kaç dile alınıyor.[20] Ay Toltı’nın konuşması sadece kendini değil dinleyicileri de mutlu ediyor.[21] Bu destanın bazı bölümleri, dil hikmetlerini açıklıyor. Mesela, yedinci bölüm ”Konuşmanın gücü, faydası ve zararı”, yirmi birinci bölüm ’’Konuşma istidadı ve dilin faydası”, elli ikinci bölümün bir kısmı da ’’Şairlerle münakaşa edenlere tavsiye” olarak biliniyor.

Bu dönemde Türk edebiyatına Arap ve Fars faktörü tesir etmeye başlıyor. ” Divanü Lugat-it Türk” de, bu sürecin meyvesidir. Arap okuyucusu için hazırlanmış metinde yazar, Türk metinleri üzerinde çalışmıştır. M. Kaşgarlı, metinleri konu ve tarz üzerinde sistemleştirmiştir. Hikmetli kelimeler, sacgılar, atasözleri, şiirlerlin yanısıra Arap edebiyatındaki revez nesir ele alınmıştır. “Divanü Lugat-it Türk”de Başkurtlar ve onlar yaşadığı bölge hakkında bilgi bulunmaktadır.

Mahmut Kaşgarlı çalışmasına başlamadan evvel Türk boylarını gezerken Başkurtları da ziyaret etmiş mi, yoksa Başkurtlar Karahanlıların kentleri Kaşgar, Balasagun, Semerkant ve Buhara ile ilişkilerde mi olmuşlar? Tanınmış eserin yazarının Güney Ural bölgesini gezdiğini açıklamak zor, fakat Başkurtların ilim alma amacıyla Orta Asya, Orta Doğu ve Afrika ülkelerine kadar gittikleri biliniyor. Bu eserde verilmiş olan XI. yüzyılda Türk boyları haritasında, Başkurtların İrtış Nehri’nin yukarı akımında ve İle Vadisi çevresinde yerleşmiş oldukları gösteriliyor.[22] Yazar Başkurtların bu bölgede yaşadığını gezerek görmüş de olabilir.

12. yüzyıl ila 13. yüzyılın başında Fergana’da Ahmet Yükneki ismi ün kazanıyor. Onun yazılı “Atabetü’l Hakayık” eserine, tam anlamında sözlü edebiyat örneği denilebilir. yazarın gözleri doğuştan kördür. Ahmet Yükneki, Orta Çağda Türk edebiyatında görülen Sofilik akımının önde gelen isimlerinden biridir. Öğretici içeriğinin hafızada kalmasının kolaylığı için eserini dörtlükler şeklinde vermesi, Yükneki’nin halka hitap ettiğini gösteriyor. Yazar, okuyucusunu yakın görerek kendi halini beyan ediyorkör olduğunu söylüyor.

Tuga kürmes irde edipneng küze
Tuzattem bu un dürt bab ibcra süze[23]

Yükneki, sözlü edebiyat yazarları gibi söz ustalığının üzerinde duruyor, kendi ifadesiyle, eserinin sanatsal değeri için çaba gösteriyor:

Thene tuu yugan seze bu telem.
Unarça yayın barı bir minge[24]

“Atabetü’l Hakayık”’ın son kısmında yazar okuyucusuna eserin ne gibi yollarla yaratıldığını anlatıyor:

Kitabıng atı bolur “Atabetü’l Hakayık” gereb uşul.
Tamamı irur Kaşgari tel bele.
Eytmeş edip dikkati tel bele.
Eğer belse Kaşgar teli her keşe,
Beler ul edipning ey (t) meşe [25]

Elbette, Ahmet Yükneki’nin eseri, yazılı edebiyat geleneğiyle sıkı temas içerisinde olmuş ve kendisinden sonra gelen yazılı edebiyata tesir etmiştir. ” Atabetü’l Hakayık”ın şu satırlarına bakalım:

Bu kön bar yarın yuk bu donya nangı,
Niçe ir bar irde-sıgışmaş ire,
İre barça kaldı koroğ tik yere,
Niçe dana irde niçe filasuf!
Kani bu kön anlar-mengende bere?
Birelde ülem, süz ülemle tügel.

Buna benzer fikirler XIV. yüzyılın Türk-Kıpçak destanlarında da bulunuyor. Mesela, Hisam Ketib’in “Cömcöme Sultan” adlı eserinin giriş bölümüne dikkat edelim:

İ cihan bakidir tigen kani?
İşetkel,donya eşen beleng anı
Çön bu gelem gakibet yuk buliser,
Mondagiler hiç bakıy kalmaliser.
Bu işaratlar kem hud besge yiter
Ne kem bardır mehlük-barça kiter.
Hem yaman, hem yahşı-barça kiçteler.
Kanı monça meng nebi şahlar,
Ul bına kılgan oluğ deryaklar…

Daha sonra isimleri dünyaca ünlü olan hükümdarlar, kahramanlar, askerler hatırlanıyor, onların da bu dünyadan gittikleri kaydediliyor.[26]

XV. yüzyılın Özbek şairi Alişir Nevai’nin eserlerinde de buna benzer satırlara rastlıyoruz. Ancak Ahmet Yükneki’nin, kendi fikirlerini çok daha önceki dönemin sözlü icat mirasından benimsediği biliniyor. Fani dünyaya gelenlerin bir zaman öleceklerini açıklayan felsefi düşünce, “Dede Korkut” kitabının bir kaç bölümünde tekrarlanıyor. Mesela, dördüncü bölümdeki fikirlerin ne kadar Yükneki felsefesine uyduğuna bakalım: ”Dünya benim diyen, ben metheden bey ve kahramanlar nerede. Onları ölüm çaldı, toprak bastı; kime kaldı fani dünya? Hayat gelir ve gider, senin sonun kaçınılmaz”. Demek ki, “Atabetü’l Hakayık”ın yazarı söz konusu eseri, sözel olarak kuşaktan kuşağa yayıldığı sırada tanımış. Burada “Müken Kanton” adında Başkurt beytine değinmek istiyorum.

Atang seneng Gebdeyelil
Yörönö korhak üthterep
Hungınan torop kerendeşeng
Yömle Bayazit kanı?
Kitte ular ber segetke
Oşbu fani dünyanan.
Kürep hungınang gibret alhang
Nemrud şeddadıng kanı?
Vakıt yethe, bıl donyanan
Kiterheng hem, ey ağa;
Tar keberge kere irheng
Teübe imanıng kanı?

Türkçe anlamı:

Baban senin Abducelil
Gezdi kursak büyütüp,
Daha sonra kan kardeşin
Cümle Beyazıd nerede?
Gitti onlar bir saatte
İş bu fani dünyadan.
Bunu görüp ibret alırsan
Nemrud şeddadın nerede?
Vaktin gelse, bu dünyadan
Gidersin hem sen ağa;
Dar kabre gireceksen,
Tövbe imanın nerede?

(Daha sonra Müken Kantonun fani dünyadan giden akrabaları hakkında bahsediliyor).[27] Buna benzer satırlar, sözlü kaynakların (“Dede Korkut”, ”Atabetü’l Hakayık”) etkisi sonucunda icat edilmiş midir acaba? Bu beyti, Minzele kazasının Mustay köyünde yaşayan 11. Başkurt Kantonu (Yerel yönetim) Reisi Binbaşı Möhemmetrahim Abucelil oğlu Soltanov’un (1841 yılında vefat etmiş)[28] sofrasına misafir olan zengin dilli fakir olan XIX. yüzyılın bir seseni söylüyor. Onun eski Doğu edebiyatı geleneğini bildiği gibi, Başkurt sözlü sanatını da bildiği görünüyor. Beytinde Arap ve Fars kelimelerini kullansa da, kubayir (destan) ölçümünü temel olarak kullanıyor. Eserde yer alan geleneksel motifler ile birlikte onun sözlü ve yazılı kaynakları da bildiğini tahmin edilebilir. Bayık Aydar’ın Salavat’ söylediği sözlere dikkat edelim:

Barı la ütken kalmağan,
Han başın da yer yotkan,
Tevkelevtı la yer upkan,
Şeğelize le kuymagan,
Unıng başına il yetken…
…Barı bötken kalmağan,
Kayaga tamgan kan kalgan,
Batızar sapkan yul kalgan,
Doşman bısak kayragan,
Bötmey torgan il kalgan.

Türkçe anlamı:

Hepsi geçti kalmamış,
Han başını da yer yutmuş,
Tevkelev’i de gitmiş,
Şavgalı’yı da bırakmamış,
Onun başını il yemiş.
.Hepsi bitmiş, kalmamış
Kayaya damlamış kan kalmış
Kahramanların izi kalmış
Düşman kılıç bileyen,
Hiç bitmeyen il kalmış.

Bu, XVIII. yüzyılın sesenlerinin eserlerinin de, yazılı ve sözlü edebiyatın eskiden gelen sıkı ilişkilerinin etkisi altında geliştiğini gösteriyor.

“Cömcöme Sultan”ın günümüze kadar ulaşmış 5-6 tane el yazılı örneğinin ikisi, 1977 ve 1980 yıllarında Başkurtostan’ın Ebyelil ve Tuymazı illerinde bulundu.

XII. yüzyılda Orta Asya’nın Yesi şehrinde yaşayan ünlü sofi Ahmet Yesevi’nin hikmetleri XVIII- XIX. yüzyıllarda İdil (Volga)-Ural çevresinde, aynı zamanda Başkurtdıstan sınırlarında halk arasında çok popüler olmuştur.[29]

XIII-XIV yüzyılların klasik edebiyat örnekleri olan Kul Gali’nin “Kıssai Yusuf”, Kutb’un “Hüsrev ü- Şirin”, Harezmi’nin “Muhabbetname”, Seyfi Sarayi’nin “Gülistan bit Türk” ve ”Süheyl ü-Nevbahar” gibi eserlerde de, eski sözlü mirasla ortak yönlerini, kafiye kalıbını, atasözlerine benzeyen kelime oyunlarını fazla zorlanmadan bulabiliriz. Böylece, Türk döneminde tek bir şair ya da yazar tarafından sözlü olarak çıkarılan eserlerin bulunması zor olduğu halde, söz sanatında onların bıraktığı ize göre, sözlü edebiyatın yazıyla ilişkili olarak aktif şekilde yaşamaya devam ettiğini varsayabiliriz.

Genel Türk kökünden ayrılmış halkların sözlü sanatı, yazılı ve sözlü olarak yaşamaya devam ediyor. Bu noktada yazılı ve sözlü edebiyat arasındaki farklılık tamamen açıklanıyor, her birisinin kendisine özgü özellikleri ve kanunları biçimleniyor.

Türk Dünyasının farklı boylarının edebiyatı incelendiğind’e, söz ustalarının çeşitliliğini görebiliriz. Birileri yaratıcı -şiiri hemen icat edebiliyor, ikincileri- kendi meslektaşlarının ya da halk edebiyatı metinlerini düzeltmeyi ve yeni bölümler eklemeyi seviyor, diğerleri ise eserleri ezberleyerek gelecek kuşaklara aktarıyor.

Bunlar arasında yaratıcılar, en önemli yere sahip. Bu tür söz sanatı ustaları, uzun süre halk dilinde dolaşan sözlü eserlerin zeminini oluşturan kişilerdir. Genelde onların isimleri geniş kitlelerce biliniyor. Mesela Başkurtlarda, kendileri çoktan vefat etmiş olsa da, isimleri yanında hala “sesen” lakabı korunmuştur. Kildeş sesen, Yemmet sesen, Karakuy sesen, İhsan sesen, Yahya sesen, Höyöndök sesen, Toromtay sesen. Diğer Türklerde de “akın”, ”aşık”, ”ozan”, bahşı” gibi isimlerin kullanıldığı bilinmektedir. Yaratıcılar, belli bir ölçüde eski geleneklere ve efsanelere başvursalar bile kendi çağı ve halkın hayatını problemleriyle birlikte yaşamışlardır. Yaratıcılar, yukarıda bahsettiğimiz gruplarda yer alan ustaların özelliklerini taşıyorlar. Onlar, ezberleme ya da konuşma, sözlü edebiyatın kanunlarını öğrenme gibi özelliklerden de yoksun değiller, toplumsal hayat, halkın akıbetiyle oynamanın önemini anlayıp görevlerini yerine getiriyorlar. Dinleyiciye toplumun ahlakını ve düzenini bozacak metinleri sunmamışlardır. Yaratıcılar, sadece dinleyici karşısında değil, tüm hayatları boyunca halkın meseleleriyle uğraşmış, kendi halkını düşünmüşlerdir. Kalplerinde taşıdıkları problemleri şiir olarak dışa vurmuşlardır. Elbette, konuşma yapıldığında yerel şartlara ve düzene göre şiire eklemeler yapılmıştır, bu olmasaydı tam anlamında yaratıcı diyemezdik. Tabii ki, daha önce aklında taşıdığı şiir metnine eklemeler yapmak söz ustasına pek zor olmamıştır. Ama şiiri irticalen söyleyen kişinin kendisine görev olarak bildiği şeyler, dinleyicinin kulağına her zaman ulaşmıştır. İkinci tür söz ustaları, baştan sonuna kadar düşünülmüş olan eseri ne kadar değiştirmeye çalışsalar da, yaratıcılar kendi biricikliğini kaybetmemişlerdir.

Sözlü icatta yeganelik, biriciklik nasıl belli oluyor? Yaratıcıların icadının yeganeliğini açıklayan bir kaç faktöre değinelim:

  • Eserde yazarın özellikleri, manevi dünyası, fikirlerinin yansıması;
  • Şiirde bahsedilen hadiselerin, olayların, fikirlerin gerçeğe dayanması;
  • Tüm eserlerinde aynı klişenin olması, tüm metinlerin ortak yanlarının olması;
  • Halk icadının sözlü edebiyata yakın olan tarzların kalıplaşmış biçimlerini tekrarlamaktan kaçınması;
  • Kendi dil ve kelime hazinesini kullanması;
  • Eser içinde yazarın öz adını ya da hakkında herhangi bir bilgiyi dile alması.

Bunlar yazarın icadında mutlak bir yer buluyor. Aynı zamanda devamlılık arzetmeyen fakat bazı metinlerde görünen biriciklik özelliklerine de rastlıyoruz. İcadı biriciklik, sözlü edebiyatın folklorla karıştırılmasına engel oluyor. O belli insanın icat meyvesi, sadece onun düşüncelerini, dünyaya bakışını, şiirsel marifetini yansıtıyor.

Sözlü edebiyatın genel Türk devrinde biçimleşmiş gelenekleri, ayrı edebiyatlar döneminde de yaşamaya devam ediyor. Herhangi bir ulusun söz sanatı, genel Türk kökünden ne zaman ayrıldığına bakmadan, her birinde (hiç olmazsa çoğunluğunda) sözlü edebiyat, kanunlaşmış geleneklerine dayanarak yazıyla birlikte yaşıyor, hatta bazı halklarda bu günümüzde de kendini gösteriyor. Bağımsız Türk edebiyatı, Türk boylarının XI-XIII. yüzyıllarda Anadolu’ya geçerek Bizans İmparatorluğu’nu yıktıklarından sonra, Selçuklu Devleti’ni kurduğu devirde başlıyor. Türklerin Oğuz boyu yeni topraklara, daha sonra Türk edebiyatının temel taşını oluşturacak olan sözlü edebiyat geleneklerini getirmiştir.[30] Türk Edebiyatının ilk örneklerini “Oğuzname” ismi altında toplanan çeşitli tarzdaki (Dede Korkut konuları tipindeki epik eserleri içeriyor) sözlü eserler oluşturuyor. Oğuz destanı icat eden ve ezberleyerek kopuz eşliğinde okuyanlara Türkler ozan ismini vermiştir. Türk sofi edebiyatı da XIII-XIV. yüzyıllarda sözlü olarak yayılmıştır. Bu dönemin en ünlü şairi Yunus Emre’dir.

”Şairi bu kadar ünlü kılan halk, yazarın eserlerini kuşaktan kuşağa aktararak günümüze kadar ulaştırdı. Onun şiirlerini çağdaş Türkiye’de severek okuyorlar. Türk Edebiyatı Orta Çağda Arap, Fars etkisi altında kalmıştır. Özellikle Selçuklu Devleti dağıldıktan sonra, zengin kesim Arap ve Farsı eserlerine yönelmiştir. Fakat onlar Türk söz sanatında belli başlı işlev görmüyor. Sadece folklor değil, şairlerin (ozanların) icadı da sözel olarak yayılmıştır”.[31] XI. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı döneminden başlayarak yazılı edebiyat hızla gelişmeye başlıyor. Buna karşı halkın menfaatlerini savunan aşıkların şiirleri ortaya çıkıyor. XX. yüzyılın başında Türk bilim adamı Fuat Köprülü’ye göre “Sarayda İran taklitçisi şairlerin gazel ve kasideleri okunurken, halk arasında aşıkların destan ve koşukları söylendi”.[32] Aşıklar, feodalizme karşı ayaklanan isyancıların dünyaya bakışını, fikirlerini yansıtmışlar, kendileri de onları savunmuşlardır. XVI. yüzyılda isyancılar arasında tanınmış olan aşık Pir Sultan Abdal idam edilmiştir.[33] Fakat buna rağmen, aşıkların edebiyatı sönmemiş, gelecek yüzyıllarda da yaşamaya devam etmiştir. Türk sözlü sanatında aşıkların dünya görüşü günümüzde de devam etmektedir.

Azerbaycan klasik edebiyatı XIII-XIV. yüzyıllara kadar tamamıyla Fars dilinde icat edilmiştir. Türk dilindeki sözlü mirasın, Dede Korkut’un ismiyle yakından ilişkili olduğu ileri sürülüyor. Demek ki Dede Korkut kendi zamanında yaşamış ve daha sonra icat etmiş Azeri aşıklarına ilham vermiştir. XV-XVIII. yüzyıllara kadar aşıkların ismi ve eserleri belli olmasa da, bilim adamları Azeri aşıklarının icadına “Dede Korkut”un etkisinin olduğunu belirtiyorlar: “Dede Korkut Destanı” kitabının biçimi, alışılmış Azeri destanına has: Nesir fonunda şiir ve şarkılar okunuyor. Günümüzün aşıkları da aynı şekilde icat ediyor”.[34] M. U. Gulizade, Köroğlu şiirinin kökünün eski devire kadar ulaştığının altını çiziyor: “Dede Korkut” kitabının Türk (Azeri) dilindeki tüm epik medeniyetin daha sonraki gelişmesini etkilediğini açıklıyor. Örneğin, Azerilerin “Köroğlu” destanında “Dede Korkut”un etkisi özellikle belli oluyor. XV-XVI. yüzyıllarda Gurbani, Aşıg-Abbas, Sarı Aşık, Aşık Valehin isimleri halk arasında ün kazanıyor. XVI-XVIII. yüzyılın aşıklarının nefis söz aracılığıyla çok yönlü faaliyetlerinin değerlendirilmesini M. A. İbrahimov’un sözlerinde buluyoruz: “Azerbaycan’ın aşık edebiyatı, yüzyıllar boyunca halkın estetik terbiyesinde büyük rol oynadı, aynı zamanda ciddi toplumsal, ahlaki ve felsefi işlev gördü. Mistisizmi (gizemcilik) ve gerçekçilikten vazgeçmeyi anlatan Orta Çağın gerici ideolojisine karşı direnci artırdı”.[35] Bu dönemde aşık edebiyatı gelişerek Azerbaycan’ın klasik yazılı edebiyatıyla sıkı temasa giriyor ve Arap-Fars sözlerinden kurtulmaya yardım ediyor.

Klasik edebiyat ve aşık gelenekleri birliğinin sonuçları, XVIII. yüzyılın yazılı edebiyatının temsilcisi Vagıf’ın eserlerine de yansımıştır. Aşık Abbas’ın ismi sadece Azerbaycan’a değil tüm Kafkasya halklarının sözlü sanatını etkilemiş, Türk sözlü edebiyatının ruhunu genişletmiştir”. Azeri Türkçe dilinde yazılmış Azeri şiiri, sözlü edebiyatı ve müziği birçok Gürcü ve Ermeni’nin kalbini esir etmiştir”.[36] XVIII. yüzyılda yaşayan Usta âşık Sayat-Nova kendi eserlerini Azeri, Gürcü, Ermeni dillerinde kaleme almıştır.

Türkmen sözlü edebiyatı, Türk sözlü sanatının gelişmesinde önem arzediyor. XVI. yüzyılda oluşmuş yazılı edebiyatta Türk (Çağatay) diline kıyasla Farsça’ya üstünlük verilmiş. Bundan dolayı XIV-XVIII. yüzyıllarda şairleri Bayram han, Karacaoğlan, Barhudar Türkmenlerin yazılı eserlerini halk arasında yaymıştır. Sözlü edebiyat, Türkmen boylarının, topraklarının bulunduğu Buhara ve Hive hanları ile İran şahlarının sürekli hücumu ve iç savaşla yıprandığı dönemde ön plana çıkmıştır. Türkmen bahşıları, büyük ve orta boy epik esere-destana başvuruyor, eskiden icat edilip de unutulanları hatırlatıyor, yenilerini icat ediyorlar. Bunun sebebi, dehşetli yıllarda halkın cesur kalpli yiğitlere, ülkesi ve aşkı uğruna canını feda edebilecek kahramanlara ihtiyacı olmasındadır. Destanlar, bahşılar tarafından sofralarda, düğünlerde okunmuştur. Halk “Tahir ve Zühre”, “Kasım Oğlan”, “Hurluga ve Hemra”, ”Yusuf ve Ahmet”, “Köroğlu” gibi eserleri dikkatle dinlemiş, bahşılar ise onları kuşaktan kuşağa aktarmıştır.[37] Sözlü sanat ustaları faaliyetlerinin özelliklerine bağlı gruplara uygun olarak, birileri destanları sadece okumakla yetinse, diğerleri kendilerine editör, düzeltici rolünü benimsemiştir. Bahşılar ise, eserlerinin yazarları olarak tanınmışlardır. Doğu kitap kaynakları, Türkmen Halk Edebiyatı metinlerine dayanılarak icat edilmiş epik eserlere de kendi biriciklik “damgalarını” vurmuşlardır. Tanınmış destancı Nurmuhammed Andelib XVIII. yüzyılda “Yusuf ve Zuleyha”, ”Leyla ve Mecnun” konularından faydalanıyor. Onunla aynı devirde yaşayan Abdullah Şebende Şeydan, Gurbanlı Magrubi’nin destanlarının (“Seyfelmülük ve Mehmet Cemal”, ”Şobahram”, ”Gül ve Bülbül”) kaynaklarını, ” Bin Bir Gece” toplanması, Firdevsi, Nizami, Nevai gibi yazarların eserleri oluşturuyor. Fakat Türkmen bahşıları, Arap, Fars ve Türk Dünyasının ünlü motiflerini değiştirdikten sonra kendi topraklarına, zamanına, halkının düşüncesine, zevkine uygun şekle getirerek eserlerini dinleyicisine sunmuştur. S. A. Karrieva’ya göre: ”Şair kendine özgü Türkmen eserini icat etmiş, eski eserlere kıyasla burada yazarın özellikleri daha net ortaya çıkmıştır.”[38] Kitabın üslubunda yabancı dillerdeki kelimelerin herkese anlaşılan dile çevrilmesi, onun halk kitleleri arasında yayılmasına imkan doğurmuştur. Aynı dilde Türkmenlerin öz destanları icat edilmiştir. Şabenden’in “Hocam Birdehan” destanında olaylar, XVII. yüzyılda Türkmenistan topraklarında gelişiyor, Andelib’in “Nesimi” destanının kahramanı trajedik yazgıya sahip Türk asıllı bir şairdir.[39]

Aynı dönemde Orta Asya, Kazakistan ve İdil-Ural’da da büyük epik eserler icat edilmiştir. Burada da Arap, Fars dillerinde yazılan “Yusuf ile Züleyha”, “Leyla ile Mecnun”, “Ferhad ile Şirin”, “Sindbad hem Lebşakar”, “Gülemile”, ”Tutıyname”, “Abdülmüslimname”, “Kıssai İbrahim Edhem”, ”Muhaedin Hayatı”, “Ali Kahraman” eserlerinin yeni çeşitleri ve İslam öncesi oluşmuş Farsça “destan” terimi tüm Türk topraklarına yayılmıştır. Türklerin icat ettiği “Tahir ve Zuhra”, “Yusuf ve Ahmet”, “Köroğlu”, “Garib ve Şahsenem”, “Alpamış”, “Kozı körpes ve Bayan ulı”, ”Edigey” ve “Moradım” gibi halk destanları, farklı dönemlere ait olsalar da XVII-XVIII. yüzyıllarda yeniden ele alınıyor ve ün kazanıyorlar. “Alpamış” destanı hakkında bilim adam E. M. Meletinskiy şöyle yazıyor: “Alpamış” destanı Özbeklerde, Karakalpaklarda, Kazaklarda meşhurdur. Bu eseri ayrıca Başkurtlar, Kazan Tatarları, Altaylılar, Tacik ve Orta Asya Arapları biliyor. “Alpamış”ın izlerini biz Oğuz destanlarında da buluyoruz.”[40] Bunların tümünü içeriğine göre: Kahraman (“Alpamış”), hayali kahraman (“Sindbad”), maceralı romantik (“Ali Kahraman”) ve romantik (halk romanları ve aşk konuları) destanlara ayırabiliriz. Bazen kendi sözlü eserine dayanarak, kahramanların akıbeti hakkında yepyeni destan, kıssa, hikayeler icat edilmiştir. (Türkmenlerde “Nesimi” destanı, Azerilerde “Abbas ve Gülgez” vs).

Türkmen sözlü edebiyatına baktığımızda, halk diliyle ürünler veren bahşıların, daha sonra yazılı edebiyatta da önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Onların ele aldıkları konular, kullanılan dil stili ve araçlar, eserin halk kitlelerine yakın olmasını sağlıyor. Bu süreç XVIII. yüzyılda Devletmemed Azadi ve onun ünlü oğlu Mahtumkulu’dan başlıyor: ”Mahtumkulu, halk için ve halkın diliyle ortaya çıktı. Şair, o dönemde Doğu’da alışılagelmiş kalıbı kırarak, Türkmen dilinin de Arap ve Farsça’daki gibi yüksek anlamlı kafiyeler yaratmaya uygun olduğunu ispat etti.”[41] Bundan dolayı onun şiirleri halkın gönlünü kazanıyor. Efsanelere göre, Türkmenistan’ı işgal eden İran Şahı Nadir’e karşı ayaklanmalar sırasında Mahtumkulu iki defa esir düşmüştür, düşmanları onun eselerini yok etmiştir. Fakat edibin mısralarını ezbere bilen bahşılar, onun eserlerini gelecek kuşaklara aktarmayı başarmışlardır.[42] Bahşıların faaliyeti Kemineye icat ruhu konularıyla, sözlü sanata özellikle yakın olan yazılı edebiyat temsilcileri Zelili, Mollanepes ve Durdıkılıç’in icadını etkilemiştir.

Kırgızların sözlü edebiyatında ilk sırada “Manas” destanı geliyor. Hakikaten de “Akın” ismini kazanmış Toktagul Satılganov, Barpı Alikulov, Kalık Aliev, Tögöldök Moldo gibi şahısların ürünleri XIX. yüzyılın sonları ila XX. yüzyılın başlarına rastlıyor. Fakat buna kadar da söz ustalarının yüzyıllarca devam eden toplu faaliyetinde “Manas”ın etkisi bulunmaktadır. “Manas”, dünya sözlü sanatında biricik olgudur. O, Başkurtların “Ural Batır”ı gibi sadece bir millete ait olan destandır.

Hacmi ise, Yunanlıların “İlliada”sının elli katıdır. Bu eseri icat edenler, koruyanlar ve ”büyüleyenler”sözlü sanatın ustalarıdır. Kendini akın sayan herkes, “Manas”ın etrafında büyümüştür. Onun en eski versiyonu, bin yıl önce söylenmiştir. Eserin ilk satırlarını kimin söylediği belli olmasa da, ona can katanların kimlikleri bilinmektedir. Onların en ünlüleri: Efsanevi Sagimbay Orazbekov ile Sayakbay Karalayev, Sagimbayın üstatları Balık Kumaroğlu, Tanıbek Capparoğlu, Naymanbay, Sayakbayın üstadı Çoyuke Omuroğlu, Capan Rısmendiev, Togoldok Moldo (Molla) Moldabasan Müsülmankulov vs. M. Avezov, uzman manasçıları iki grupta sınıflandırıyor. İlk gruba -destan metnini ezbere okuyan, kahramanların şecerelerini bilen, kendi talebeleri olan “gerçek manasçılar” (“çön manasçılar”), ikinci gruba- destanı halk arasında tanıtan “çala manasçılar”,bunlar eserin belli kısmını ezbere okuyor.[43] Elbette birinci grup manasçıların sayısı çok değil, ama onlar halk arasında şöhret ve saygı kazanmış söz ustaları. “Gerçek manasçılar” baştan sonuna kadar şiirsel metinden oluşmuş bu destanı halka ulaştırıcı olmakla birlikte, tam anlamıyla yaratıcı şahıslardır. “Manas”ın devamı olarak kahramanın oğlu Semetey ve yeğeni Seytek hakkında epik eserler icat edilmiştir. Ünlü manasçı Sayıkbay Karalayev, sonraki kuşak Kenen Batır (Seytekinoğlu) ve onun oğulları Alıımsırak ile Kulınsırak hakkında eserler yazmıştır.

Manasçı, eser metnini icat ederek okuyan ve dinleyicilere hitap ederken onların dikkatini çekmeyi bilen, gerektiğinde ise onları kendinden soğutmayı başaran kam (Şaman) rolünü oynamıştır. Kırgız manasçılarının başka halkların söz ustalarıyla ortak yönleri nedir? Bu soruya cevap olarak, tüm Türk boyları da destanlara sahip, bu edebi miras sözel olarak kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar gelmiştir diyebiliriz. Her ulusun kendi söz ustaları vardır. Onlar, üstün kabiliyetli hatiplik yeteneğine sahip olan, dinleyiciyi etkilemeyi başarabilen sözlü eserin icat edicileridir.

Manasçıların taşıdığı özellikler elbette diğer insanlarda da olmuştur. Fakat manasçıları farklı kılan onların bir tek eser üstünde çalışmalarıdır, diğerleri ise tam repetuvar sunmuşlardır. Mesela, Başkurt sesenler Buranbay, İşmuhamet, Gabit “Ural Batır”, “Akbüzat” gibi destanları okurken, bize belli olmayan güce sahip olabiliyorlardı. Dinleyiciyi söylenen kelimenin manevi gücüne inandırmak, eser okunduğunda kendinden geçmek ve dinleyiciyi aynı hale getirmek gibi. Orta Asya gezisi sırasında Kazak ve Kırgızlara rastlayan Başkurt seseni “Manas”ın ezbere okunduğunu duymuş olabilir. Kırgız bilim adamı İ. Moldabaev, “Manas”ı inceleyerek Kırgız ve Başkurtların etno-kültürel bağlarına dikkat etmiş ve destan içerisinden bu bağların olduğunu kanıtlayan 15 ortak etnonim bulmuştur.

Kazak sözlü edebiyatının özelliklerinden biri, edebi çeşitlerin çok olması, Türk dünyasında rastlanan tüm edebi tarzları içermesidir. Kazak bilim adamları kendi sözlü edebiyatı hakkında XVIII. yüzyıldan başlayarak söz etseler de, onların kökü eski devirlere kadar uzanıyor ve genel Türk geleneğinden besleniyor. Yoksa XVIII. yüzyıldan bu yana her yönlü gelişmiş edebiyata sahip olamazlardı. Kazak sözlü edebiyatı temsilcilerini, jıravlar ve akınlar şeklindeki iki grupta ele alabiliriz. Bazı edebi tarzlar her iki grup için de ortak olsa da, ıravların kendi vazifeleri vardır. Jıraular elit tabakaya yakın, hükümdarın, ordu başının yanında mekan edinmişler, dolaysıyla eserlerinin icadına da ülkedeki önemli olaylar (elçi gönderme, sulh ilan etme, savaş durumu, iki ulus arasında ilişkiler) yansımıştır.

Akınlar halk kitlelerine daha yakın yerde bulunuyorlar. Onlar, dedelerinden aklını derinden benimsemiş, halk icadını şecerelerini iyi öğrenmişlerdir. Tolgau, Arnau, Nasihat gibi tarzlar da onlara yabancı değildir. Bunun yanısıra akınlar, kendi aralarında şiir tartışmaları yapmışlar, eskiden ya da kendilerinin yaşadığı zamanda geçen olaylar ve meşhur kahramanlar hakkında epik eserler icat etmişler, halk icadının metinlerini de okumuşlardır. Aslında jıraular üst tabaka ile, akınlar ise alt tabaka ile özleşmişlerdir. Jıraular genel, soyut, öznel konuları ele almışsa, akınlar daha somut ve açık olgulara başvurmuşlardır. N. S. Smirnova akınların icat ürünlerini incelerken şöyle demiştir: Akınlar ”Doğaçtan söyleyen ya da olayları iyi bilen, vakıalara şahit olan kişi. O belli olay ve şahısları hiç yanılmadan değerlendirmeyi görev edinmiştir.” XVIII. yüzyılın akınları Şal, Kotoş, Koblan, Cankisi isimleri halk kitleleri arasında ün kazanmıştır. Dinleyicilerin beğenisini kazanmak için çok yönlü faaliyette bulunmak şart olmuştur. E. İsmailov akınlık derecesine yükselebilmek için dört basamaktan geçilmesinin gerekli olduğunu söyler.

  1. Diğer akınların eserlerini ezbere bilmek;
  2. Kendisinin doğaçtan söylediğini kanıtlamak;
  3. Şiir münakaşasına katılma derecesine ulaşmak;
  4. İcat ürünleri ile yetişkinlik çağına erişmek.

Kazakistan Rusya’ya katıldıktan sonra toplumsal hayat ve Kazak halkının zihnindeki hızlı değişmeler, halk ve sözlü edebiyatın özelliğinin değişmesine yol açıyor. Şartların değişmesi akınların ürünlerini de canlandırıyor. Onlar, eskiden bilinen epik ve lirik-epik eserlerin de yeni versiyonlarını üretiyor, çağa uygun yeni konular buluyorlar. Bu konuların çoğu, gençlerin akıbeti, aşk, nikah, aile meselelerini içeriyor. Akınların icat ürünlerindeki bu süreci inceleyen B. U. Azibayev monografisinde aktif hale gelen edebi üslubu “romantik destanlar” olarak adlandırıyor. XVIII-XIX. yüzyılın sonunda Türk dünyasının büyük epik eserlerinin dört türü hakkında bahsetmiştik, onların birisi “romantik destan”dır. Ayrıca kahraman, hayali kahraman ve maceralı romantik içerikli destanların olduğunu hatırlatalım. Bunların arasında romantik destan özellikle gelişmiş ve Kazak destanının gelişiminin son basamağını oluşturuyor. B. U. Aziabayev’a göre, onların bir kısmı yerel efsane konularına dayanarak hayali detaylar içeriyorsa (“Caskelen”, “Bozamak”, ”Bozyiğit”, “Nazımbek Külşe” vs), diğerleri XVIII-XIX. Yüzyıllarda Kazak topraklarında olan gerçek olayları ele alıyor. Akınlar kendileri de sıksık destan kahramanı olmuştur. Mesela, Seiz-Sere ve Sauıtbek akınlar, “Makpal-Segiz” ve “Akbope-Sauıtbek” destanlarının kahramanlarıdırlar.[44] Diğer tarzdaki destanlar gibi romantik destanların, Kazak yazılı edebiyatına etkisi olmuştur. Kazak akın ve jırauları genelde Doğu sözlü edebiyatından haberdar, İslam dinini iyi bilen bilgin insanlar olmuşlardır. XX. yüzyılın ilk yarısında bir grup akın: İsa Bayzakov, Nukan Ahmetbekov ve Kain Aynabekov sözlü edebiyattan yazılı edebiyata geçmişlerdir. Diğer bir grup ise, eskiden kalan geleneklerden vazgeçmemiş (onların arasında en ünlüsü Cambul’dur). Kazakistan’da günümüzde de akınlar müsabakası (beyti) düzenlenmesi bu tür sözlü edebiyatın hala yaşadığını gösteriyor.

Ortak yazgıya sahip olan komşu halklar Kazak ve Başkurtların sözlü edebiyatındaki ortak yönleri incelendiğinde ilk önce akınların, jırauların ve sesenlerin faaliyet alanlarının ve ele aldıkları konuların birbirine benzemesi dikkat çekiyor. Edebi tarz, biçimlerin ortak yönleri de görünüyor, bazı türler Kazak ve Başkurt edebiyatında farklı adlandırılsa da, esas itibarıyla aynı şey olduğu biliniyor. Başkurt sesenleri sık sık Kazak bozkırını gezmiş, jırau ve akınlarla şiir müsabakalarına girmiştir.

Yerense, Bayık, Karastı, Akmolla’nın üslupları buna bir örnektir. Başkurt şiirindeki “Akmolla Şiiri” denilen on bire on bir[45] ölçüsünü Kazak akınlarının da kullandığı biliniyor. Başkurt seseni Karakas ile Kazakların Aksa Batırı müsabakasında en kritik anlarda Başkurt’un Kazak’a öleng ölçümünde, Kazak’ın Başkor’a kubayır stilinde seslendiği[46], onların birbirlerinin sözlü edebiyatı kanunları ve geleneklerine ne kadar saygı gösterdiğine iyi bir örnektir.

Tüm bunlar, Türk boylarının uzun geçmişe sahip sözlü edebiyatının birbiriyle etkileşim içinde olduğunu ve Başkurt sözlü sanatının gelişmesini de etkilediğini göstermektedir.

Doç. Dr. Miras Hamzaoğlu İDELBAYEV

Başkurt Devlet Üniversitesi / Başkurdistan

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 19 Sayfa: 863-871


Kaynaklar:

♦ Auezov, M., Mısli Raznıh Let, Alma-Ata, Kazakistan Devlet Edebiyat Yayınları, 1959, 556 s. (Rusça)
♦ Auezov, M. O., Kirgizskaya Narodnaya Geroiçeskaya Poema “Manas”, Kirgizskiy Geroiçeskiy Epos “Manas”, Moskova, SSCB İlimler Akademisi Yayınları, 1961, ss. 15-84. (Rusça)
♦ Azibayev, B. U., Kazahskiye Narodnıye Romaniçeskiye Dastanı, Alma-Ata, Gılım, 1990, 140 s. (Rusça)
♦ Başkurt Ezebiyete Tarihı, 6 Cilt, C. I., Öfö, Başkurt Kitap Yayınları, 1990, 608 s. (Başkurtça)
♦ Başkurt Halık İcatı: Beyetter, Haz. Segitov M. Ve Şonkarov N., Öfö, Başkurt Kitap Yayınları, 1978, 400 s. (Başkurtça)
♦ Burangulov, M., Sesen Amanatı: Halık İcatı Hem İcatsılar Turahında, Tuy Yolaları, Borongo Yırzar Hem Legendalar, Kobayırzar, Öfö, Kitap Yayınları, 1995, 325 s. (Başkurtça)
♦ Cirmundskiy, V. M. Tyurkskiy Geroiçeskiy Epos, Leningrad, Nauka Yayınları, 1974, 728 s. (Rusça)
♦ Cömcöme Soltan, Kazan, Kazan Devlet Üniversitesi Yayınları, 1970, 58 s. (Tatarca)
♦ İsamilov, E., Akını, Alma-Ata, Kazgosizdat Yayınları, 1957, 340s. (Rusça)
♦ İstoriya Vsemirnoy Literaturı, 9 Cilt, C. I., Moskova, Nauka Yayınları, 1983, 584 s. (Rusça)
♦ İstoriya Vsemirnoy Literaturı, 9 Cilt, C. II., Moskova, Nauka Yayınları, 1985, 672 s. (Rusça)
♦ İstoriya Vsemirnoy Literaturı, 9 Cilt, C. III., Moskova, Nauka Yayınları, 1985, 816 s. (Rusça)
♦ İstoriya Vsemirnoy Literaturı, 9 Cilt, C. V., Moskova, Nauka Yayınları, 1988, 784 s. (Rusça)
♦ “Kitabı Dede Korkut” ka-1300 yıl, Şonkar dergisi, 2000, Sayı 5, ss. 30-37.
♦ Klimoviç, L. İ, Korifei Turkmenskoy Poezii, İzbrannoe, Moskova, Hudojestvennaya Literatura Yayınları, 1983, 414 s. (Türkmence’den Rusça’ya çeviri)
♦ Kniga Moego Deda Korkuta: Oguzskiy Geroiçeskiy Epos, Çev. Bartold, Moskova, SSCB İlimler Akademisi Yayınları, 1962, 300 s. (Rusça)
♦ Lugavskoy, V. A. ve Vurgun Samed, Antologiya Azerbaydcanskoy Poezii, Moskova, GİHL, 1939, 428 s. (Rusça)
♦ Malov, S. E, Pamyatniki Drevnetyurkskoy Pismennosti, Moskova-Leningrad, SSCB İlimler Akademisi Yayınları. (Rusça)
♦ Muhamedov, Durdı, Turkmenskoe Narodnoye Tvorçestvo, Türmenistan İlimler Akademisi, Mahtumkulu Dil, Edebiyat Enstitüsü Yayınları, Aşkabat, 1978, 12 s. (Rusça)
♦ Problemı Realizma v Literature Sovetskogo Vostoka, Materialı Soveşçaniya 16-19 Ekim 1972 yıl, Bakü, Elm Yayınları, 1974, 248 s. (Rusça)
♦ Rodoslovnaya Turkmen: Soçineniye Abu-l Gazi Hana Hivinskogo, Moskova-Leningrad, SSCB İlimler Akademisi Yayınları, 1958, 190 s. (Rusça)
♦ Uraksin, Z. G., “Divani Lügat it-Türk”, Başkurtostan Ansiklopedisi, Ufa, Başkurtostan Ansiklopedisi Yayınları, 1996, 257 s.
♦ Veselovskiy, A. N., İstoriçeskaya Poetika, Gorskiy İ. N. ’nin giriş sözü, Moçalova, V. V. ’nin açıklamaları, Moskova, Vısşaya Şkola Yayınları, 1989, 406 s. (Rusça)
Dipnotlar :
[1] İstoriya Vsemirnoy Literaturı, 9 Cilt, C. V., Moskova, Nauka Yayınları, 1988, s. 21.
[2] A.g.e., s. 56.
[3] A.g.e., s. 252.
[4] A.g.e., s. 248.
[5] A.g.e., s. 384-385.
[6] A.g.e., s. 252.
[7] A.g.e.. s. 251.
[8] Muhamedov, Durdı, Turkmenskoe Narodnoye Tvorçestvo, Türmenistan İlimler Akademisi, Mahtumkulu Dil, Edebiyat Enstitüsü Yayınları, Aşkabat, 1978, s. 28-31 (Rusça)
[9] A.g.e.., s. 186.
[10] A.g.e. s. 532.
[11] Başkurt Halık İcatı: Beyetter, Haz. Segitov M. Ve Şonkarov N., Öfö, Başkurt Kitap Yayınları, 1978, 400 s. (Başkurtça).
[12] Malov S. E Pamyatniki drevneturkskoy pismennosti. M. L.: SSCB İlimler Akademisi yayınları, s. 63.
[13] Malov S. E Pamyatniki drevneturkskoy pismennosti. M. L.: SSCB İlimler Akademisi yayınları, s. 12-13.
[14] A.g.e.., s. 46-48.
[15] A.g.e.., s. 83.
[16] Uraksin Z. G. “Divani lugat at-Türk” Başkortostan ensiklopedisi. Ufa: BE yayınları, 1996 s. 42.
[17] A.g.e.., s. 71.
[18] İsamilov, E., Akını, Alma-Ata, Kazgosizdat Yayınları, 1957, s. 248. (Rusça).
[19] Auezov, M. O., Kirgizskaya Narodnaya Geroiçeskaya Poema “Manas”, Kirgizskiy Geroiçeskiy Epos “Manas”, Moskova, SSCB İlimler Akademisi Yayınları, 1961, s. 63-70. (Rusça)
[20] A.g.e., s. 293-295.
[21] A.g.e.. , s. 280.
[22] Veselovskiy, A. N., İstoriçeskaya Poetika, Gorskiy İ. N. ’nin giriş sözü, Moçalova, V. V. ’nin açıklamaları, Moskova, Vısşaya Şkola Yayınları, 1989, s. 257. (Rusça)
[23] A.g.e., s. 318.
[24] A.g.e.., s. 316-317.
[25] A.g.e.. , s. 319.
[26] Başkurt Ezebiyete Tarihı, 6 Cilt, C. I., Öfö, Başkurt Kitap Yayınları, 1990, s. 37 (Başkurtça).
[27] Auezov, M., Mısli Raznıh Let, Alma-Ata, Kazakistan Devlet Edebiyat Yayınları, 1959, s. 59-62 (Rusça).
[28] İstoriya Vsemirnoy Literaturı, 9 Cilt, C. II., Moskova, Nauka Yayınları, 1985, s. 343 (Rusça).
[29] “Kitabı Dede Korkut” ka-1300 yıl, Şonkar dergisi, 2000, Sayı 5, s. 204.
[30] Klimoviç, L. İ, Korifei Turkmenskoy Poezii, İzbrannoe, Moskova, Hudojestvennaya Literatura Yayınları, 1983, s 568 (Türkmence’den Rusça’ya çeviri)
[31] A.g.e., s. 570.
[32] A.g.e., s. 34.
[33] A.g.e., s. 573.
[34] Cirmundskiy, V. M. Tyurkskiy Geroiçeskiy Epos, Leningrad, Nauka Yayınları, 1974, s. 3 (Rusça)
[35] A.g.e., s. 33.
[36] “Kitabı Dede Korkut” ka-1300 yıl, Şonkar dergisi, 2000, Sayı 5, s. 325.
[37] Problemı Realizma v Literature Sovetskogo Vostoka, Materialı Soveşçaniya 16-19 Ekim 1972 yıl, Bakü, Elm Yayınları, 1974, s. 13 (Rusça).
[38] Kniga Moego Deda Korkuta: Oguzskiy Geroiçeskiy Epos, Çev. Bartold, Moskova, SSCB İlimler Akademisi Yayınları, 1962, s. 148 (Rusça).
[39] A.g.e., s. 484-485.
[40] A.g.e., s. 585.
[41] Kniga Moego Deda Korkuta: Oguzskiy Geroiçeskiy Epos, Çev. Bartold, Moskova, SSCB İlimler Akademisi Yayınları, 1962, s. 485 (Rusça).
[42] Lugavskoy, V. A. ve Vurgun Samed, Antologiya Azerbaydcanskoy Poezii, Moskova, GİHL, 1939, s. 390 (Rusça).
[43] Cömcöme Soltan, Kazan, Kazan Devlet Üniversitesi Yayınları, 1970, s. 11-26 (Tatarca).
[44] Burangulov, M., Sesen Amanatı: Halık İcatı Hem İcatsılar Turahında, Tuy Yolaları, Borongo Yırzar Hem Legendalar, Kobayırzar, Öfö, Kitap Yayınları, 1995, s. 18-19 (Başkurtça).
[45] İstoriya Vsemirnoy Literaturı, 9 Cilt, C. II., Moskova, Nauka Yayınları, 1985, s. 11 (Rusça).
[46] Azibayev, B. U., Kazahskiye Narodnıye Romaniçeskiye Dastanı, Alma-Ata, Gılım, 1990, s. 47-50 (Rusça).
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.