Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Eski Türk Tarihi ve Kültürü Üzerine Düşünceler

0 9.235

Verilecek derslerden amaç, sizlere Türk kavimleri tarihi hakkında Rus ve Avrupa ilimlerinin elde ettiği neticeleri bana verilen ders saatlerinin müsaadesi nispetinde tanıttırmaktadır. Lakin bu neticelerin daha pek zengin olmadığını ve bununla ilgili birçok meselelerin henüz tamamen hallolunamadığını göreceksiniz. Bunun sebebi, Türk tarihini ilk kaynaklardan öğrenebilmenin zorluğu ve bir şahısta toplanması zor olan çeşitli ilim ve dillere vukufun lüzumudur.

Bilindiği gibi bir kavmin tarihi anlamak, medeni hayatını öğrenmek için ilk önce o kavmin kendi dilini bilmek gerekir. Halbuki Türk tarihini öğrenebilmek için en lüzumlu olan ilk kaynakların çoğunluğu Türkçe olmayarak diğer dillerle yazılmıştır. Bundan dolayı Türk tarihini öğrenen bir mütehassıs, Rus veya Batı Avrupa kavimlerinden birisinin tarih mütehassıslarından tamamen ayrı bir vaziyette bulunuyor. Çünkü Türklerin göçebelik hayatı yaşadıkları zamanki tarihlerini de çoğunlukla medeni komşularının hikâyelerinden öğrenebilmek mecburiyetinde kalıyoruz ve hatta Türkler fethettikleri medeni memleketlerde bizzat kendileri göçebelikten yerleşik hayata geçerek kendi sülaleleri idaresi altında medeni memleketler teşkil ettikleri halde bile, yendikleri yerli halkın medeni tesirleriyle edebi dilde ve bilhassa düz yazı dilinde bu mağlup medeni kavimlerin dilini kullanmışlardır. Doğu Asya’da ve Özellikle Moğolistan’da yaşayan Türklerin durumlarını (Türkler Moğolistan’dan M.S. X. yüzyılda göç etmiş olmalılar) tamamen denilebilecek derecede Çin kaynaklarından öğrenebiliyoruz. Orta Asya’nın batı kısmına göç ederek İslâm medeniyeti tesiri altında kalan Türklerin durumlarına ait bilgiyi ise Arap ve daha çok Acem kaynaklarından öğrenmekteyiz.

Orta zamanlarda Türkistan dahilinde tarihe ait eserler yazılmamış, veyahut yazılmış olsalar bile kaybolmuştur. Meselâ Orta Asya Moğol hanlarının, Timur ve torunlarının tarihlerini de pek az istisna ile ancak İran hudutları dahilinde yazılan eserlerden öğrenebiliyoruz. Gerçekten Türkistan dahilinde vücuda getirilen tarihî eserler ancak XVI. yüzyıldan başlayarak asıl Özbekler devrinde çoğalarak kendini daha fazla gösterebilmiştir. Türkistan’da kurulan üç Özbek Hanlığı’ndan birisi olan Buhara Hanlığı’nda ta son zamana kadar resmî işlemler ve edebiyat dili (bazı istisnalar bir tarafa) Farsça olmuştur. İkincisi olan Hive Hanlığı’nda ise Orta Asya Türkçesi kullanılmıştır. Üçüncüsü olan Hokând Hanlığı’nda da bazen Türkçe fakat çoğunlukla Farsça kullanılmıştır. Bütün Türk devletleri içinde ancak Osmanlı Devleti tarihini özellikle Türkçe yazılan kaynaklardan öğrenmek mümkündür. Fakat Osmanlı tarihçilerinin dili de, Türkçeye göre daha çok Arapça ve Farsça kelimelerle dolu olduğundan Türk kavminin çoğunluğu tarafından anlaşılmaz bir derecede ve bir Türkoloji mütehassısını az ilgilendirir bir halde kalmıştır. Arıduru Türk diliyle yazılan tarihî eserler ise tamamen yok denilse yeridir. Bu yüzdendir ki bir İranist İran tarihçisi olamadığı gibi, (bilindiği gibi Moğol devrine kadarki İran tarihini Farsça değil, Arapça ve Yunanca kaynaklardan öğrenmek zaruretindeyiz) Türkoloğun da Türk tarihçisi olması pek nadirdir. Her halde Türk tarihini öğrenmek için yalnız Türkolog olmak yetmiyor.

Belki, Türk tarihi devrelerinin hangisini seçerseniz, ona göre ya Sinolog, yahut Arabist veyahut İranist olmak mecburiyetindesiniz.

Türkolog için de, tarihçi için de aynı derecede mühim olan nadir âbidelerden birisi, Türk dilinin en eski (VIII. yüzyıla ait) yadigârı olup, XIX. yüzyılın ikinci yarısında keşf olunarak tetkik olunan tarihî Orhun Âbideleridir. Bunlar tarihleri üzerlerine yazılmış ilk Türk âbideleridir. Bu âbidelerin ait olduğu kavim, tarihte ilk defa olarak kendisini Türk ismiyle yad etmiştir. Bu kavim VI. yüzyılda meydana çıkarak Çin hudutlarından İran ve Bizans’a kadar olan bütün sahayı pek kısa bir zamanda istilâ eden bir kavimdir. İşte bu sebepten biz, bu Türkler hakkında kendilerinden önceki diğer göçebe hükümetler hakkında olduğundan daha çok çeşitli kaynaklardan bilgi alabiliyoruz. Halbuki bunlardan evvelki göçebe hükümetlerini yalnız Çinliler biliyorlardı. VI. yüzyılda devlet kuran bu kavmin Türk olduğu ise Orhun yazıtlarının çözüldüğü zamandan önce de biliniyordu. Nitekim Çin kaynaklarındaki Tuküe kelimesinin “Türk”den bozulmuş olduğu hakkındaki tefsirler bazı münakaşalara sebep olmuşsa da, Bizans kaynaklarındaki Turkoi kelimesi hiç münakaşa edilmeden “Türk” olarak kabul edilmişti.

VI. yüzyıl Türk hükümetinin diğer göçebe memleketlerin çoğundan farkı şu idi ki burada memleket devletin daha ilk kuruluşundan başlayarak yalnız bir kişinin değil, bir sülâlenin idaresi altında bulunmuştur. Buna dayanarak memleketin batı yarısında hükümdarlık eden hanlar daha devletin kurulmasından başlayarak tamamen bağımsız idiler. Hattâ, meselâ son Moğollar devrinde Altınordu hanlarından birincileri dış münasebetlerini ve işlerini DoğuMoğolistan’daki baş hakana müracaat etmeksizin bir türlü yürütemedikleri halde, Batı Tukyu Hanları yabancı elçilerini doğrudan doğruya kabul ederler, yabancı devletlerle antlaşma yaparlar ve bu hususta doğu hakanına hiç danışmazlardı. Batı Tukyu (Göktürk) Devleti, son devirlerdeki Moğol Devleti derecesinde değilse de, çeşitli kavimler ile medenî münasebetlerde bulunmuş ve Uzak Doğu medeniyeti ile Batı Asya medeniyeti arasında bir derece aracılık etmiştir. Bu yüzdendir ki Avrupa âlimleri, hattâ Sinologları bile, çoğunlukla Batı Türk devleti tarihine ilgi göstermişlerdir. Nitekim Fransız Sinologu Chavannes’in XX. yüzyıl başlarında Rus Akademisi yayınları arasında çıkan eseri, Batı Türklere (Tukyulara) aittir. Bu eserde Çinlilerin Batı Türklere ait verdikleri haberleri, Bizans, Ermeni ve İslâm kaynaklarındaki bilgilerle karşılaştırmıştır.1 Batı Türkler ise kendileri hakkında hiçbir bilgi bırakmamışlardır. Ancak bilindiği gibi bugüne kadar bunlardan yalnız bazı küçük mezar kitâbeleri kalmıştır.

Orhun Âbideleri, başlıca, Doğu Türklerinin M.S. 630-680 yılları arasında yarım asır kadar Çin’e bağlı olarak kaldıkları devirden ve bundan sonra, yeni hanlar kumandası altında bağımsızlıklarını kazanarak kısa bir zaman içinde batı kardeşlerini de kendilerine bağladıklarından bahsediyor. Danimarkalı âlim Thomsen tarafından bu âbidelerin okunduğu zamandan şimdiye kadar aradan otuz yıl geçtiği halde üzerlerindeki yazıların keşif ve tetkiki henüz tamamlanamamıştır. Bazı yerlerinin keşfi bu zamana kadar münakaşa konusu olarak kalıyor. Bunun için asıl Türkçe metni okuyup anlamayanlar yalnız eldeki tercümelerden faydalanırken, bunlardan tarihî bir sonuç çıkarmak için şüphesiz son derece uyanık bulunmak mecburiyetindedirler.

Prof. Dr. Vasily V. BARTHOLD

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.