Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Emperyalizme Karşı Tam Bağımsız “Milli Devlet” – 2

0 13.965

5 Ekim 2011

‘FACE’ TARTIŞMALARINDAN..
(Bir ‘face’ gurubunda, devam eden bir tartışma için yazmış olduklarım, önemine binaen, daha çok okunsun diye..)

Kurtuluş savaşının içinde bir pazarlık barındırdığını ima eden “Anadolu’ da kurulacak Türk devletine karşılık, batılıların imparatorluk ile Anadolu Türk Devleti’nin bağının kesilmesi şartının kabul edilmesi” cümlesi bence yanlış bir kanaati barındırmaktadır.

Yakın zamanda yayınlanmış olan ve yüzbinlerce satan “Çılgın Türkler”, Kurtuluş Savaşı’nın tarihi belge ve dokümanlarını mantıklı yorumlarla destekleyerek hazırlanmış bir eserdir ve tek başına bu eser bile Kurtuluş Savaşı’nın destansı gerçeklerini, bu savaşı vatanları ve inançları uğruna ölebilen insanların ağır şartlarda ve ağır kayıplarla kazandıklarını anlatmaya yeter. Böyle kazanılmış bir savaşta böylesi bir “pazarlık” olmaz. Olacaktıysa baştan olurdu ve her iki tarafa ağır kayıplara mal olan bu savaş olmazdı. Kurtuluş Savaşı bir bağımsızlık ve vatan mücadelesidir. Bu pazarlık ifadesi, şanlı ‘Kurtuluş’ mücadelesine gölge düşürme niyeti barındırsa da böyle bir kabiliyeti olabilmez.

Bir çelişki de, “Osmanlı ile bağını kopar” dediği iddia edilen batılıların, Osmanlı’ya ait olan “Düyun-i Umumiye” borçlarını Anadolu Türk Devleti’nin ödemesini istemiş ve almış olmalarındadır.

Laiklik (laik devlet yönetimi), teorik manası ile, hiçbir Müslümanın ( hatta hiçbir ilahi dinin) karşı çıkamayacağını düşündüğüm bir kurumdur. Bunu şöyle anlıyorum; Kur’an kendinden önceki ilahi dinleri kabul ve ilan etmektedir. İslam geniş kabul ile bu dinlerin ibadethanelerine karşı saygı içindedir, bu dinlerin mensuplarına da ibadet özgürlüğü tanır. Bu yaklaşım farklı dinlerin yaşandığı ülkeler ve uluslar için bir “evrensel değer”dir.

Bunlara saygı duymak bizim Müslüman olmamıza, Müslüman gibi düşünüp yaşamamıza mani değildir.

Lakin; Uygulama esnasında yanlışlıkların yapıldığı ve istismara müsait durumların ortaya çıktığı da inkâr edilemeyecek bir gerçektir.

Dini tahakküm aracı yapmaya çalışan kişi ve kurumlar olduğu gibi, onlarla mücadele etmek kisvesi altında kendi hükümranlığını kurmak isteyen kişi ve kurumlar da olmuştur.

Ama Atatürk bunlardan değildir. O zafer kazanmış bir milletin muzaffer komutanı olarak batılılarla masaya oturmuştur. Cumhuriyeti, birilerinin (batılıların) siparişi üzerine değil, daha gençlik yıllarında dahil olduğu özgürlükçü ve adaletçi, evrensel insani değerleri şiar edinmiş fikir akımlarının ve bu istikametteki örgütlenmelerin içinde olgunlaştırdığı kendi inançları çerçevesinde (ve elbette ki kendi gibi düşünen kurmaylarının da iştiraki ile) kurumlaştırmıştır.

Atatürk döneminde bu ülke her daim “tam bağımsızlık” üslubu ile yönetilmiştir. Onun ölümünden sonra, giderek artan zaaflar, egemenlerin nüfuz politikaları, neticede “taşeron” AKP hükümeti çizgisinde bir bağımlılığa dönüşebilmiştir. Bilindiği gibi bu süreçte de dönem dönem laikliği bayrak yapmış partiler, dönem dönem dinci partiler hükümet olmuşlardır ama “dışa bağımlılık” artan ivme ile kesintisiz devam etmiştir.

Burada bir dip not olarak şunu da söyleyebiliriz;
Batılılar (yada ABD ), -sömürge politikaları çerçevesinde- bir ülkede monarşi mi, oligarşi mi olduğuna, iktidarda işçi partisinin mi, liberal partilerin mi olduğuna bakmaz, o ülkelerin laik yönetimlerle mi yoksa (Suudi krallığı gibi ) din eksenli yönetimlerle mi yönetildiğine de bakmaz, O ÜLKE YÖNETİMİNİN KENDİSİNE NE KADAR “UYDU” OLDUĞUNA BAKAR !

Bir dip not daha;

Tarihte bir yer edinememiş, toplumsal kabul görmeyen, ancak gazete haberi mahiyetinde kalmış olan bireysel ‘kötü örnek’ uygulamaları malzeme yaparak Cumhuriyeti zaafa uğratmak çabaları en az malzeme olarak kullandığı kötü örnekler kadar kınanması gereken bir davranıştır. ( Bu söz sadece muhataplarına söylenmiştir, “Ben Cumhuriyeti -ilke ve prensipleriyle- benimsiyorum” diyebilen biri bu kınamanın muhatabı değildir )
Anadolu Türk Devleti’nin kuruluşundaki İnkılaplar ( Devrimler ) elbette ki bir maksada matuftu. Ama bu değişikliklerden ötürü kişisel yada kurumsal nüfuzlarını kaybetmiş olanların iddia ettiği maksatlar değildi bunlar.

Alfabe değişikliği “Dil devrimi” bünyesinde yapılmıştır ve bir gerekliliği vardır.

Tarihte ‘Osmanlı’ diye bir millet yoktur, ‘Osmanlı ( Osmanoğulları) Devleti’ vardır. Anadolu’daki Türk Beyliklerinin -kendi aralarındaki manasız savaş ve çatışmalardan bıkarak ortak faydalar için en kuvvetli olanın önderliğinde- biraraya gelmelerinden oluşmuş, zaman içinde istilalar ile genişleyen toprakları yönetebilmek için millet eksenli yönetim anlayışı -biraz da yayılmanın gerçekleştiği topraklar sebebiyle- ümmet eksenli bir yönetim anlayışına dönüşmüştür.

Ama bu zarureti ortadan kaldıran toprak kayıplarının sonucunda Anadolu Türk Coğrafyasına dönüldüğünde, günün ve çağın gereği olarak, bağımsız bir ‘Milli Devlet’ kurmak fikri, daha sonra –ve halen- Dünya tarihindeki gelişmelerin onayladığı doğru bir tercihtir. Her gün ve giderek, Dünya coğrafyası, ülkelerin sınırları, “millet” esaslı olarak değişmektedir. ( Tarih böyle akarken ‘ümmet esaslı devlet’ arayışları ve özlemleri akılcı değildir )
İşte bu sebeple;

Kurulmak istenen ‘Milli Devlet’ sebebiyle, milleti var eden temel değerlerin en önde gelenlerinden biri olan “Dil Birliği”nin kurumlaştırılması için gerekli olan Dil Devrimi’ne bir ön hazırlık olarak bir ‘Harf Devrimi’ yapılmıştır. Bu alfabe değişikliğinin nesil değiştikçe tarihsel ve bilimsel arşivlerden istifade şansını azalttığı üzücü bir gerçektir ama bu üzücü gerçek “Milli Devlet” tercihinin haklılığını ortadan kaldırma kabiliyetinde değildir, hatta bunun yanında sözü dahi edilemeyecek boyuttadır.

İşte bu sebeple, Atatürk devletin adını Türk koydu, parasına puluna Bozkurt koydu..
Ve..
Yine kinaye ile söz edilen kıyafet devrimi, bu gün dahi çeşitli dini akımların, tarikat ve cemaatlerin, sembol olarak kullandığı, kendini toplumun genelinden ayrıştırma çabaları için kullandığı kıyafet modellerinin varlığı ortada iken, Anadolu Türk Devleti’nin kuruluşu aşamasında kendisine yer açmak isteyen bu tarikat ve cemaatlerin nüfuz alanını daraltmak için –ve de çok haklı olarak, çok gerekli olarak- yapılmıştır inancındayım. 10 yıllık AKP hükümeti sürecinde aşama aşama törpülenen bu kurum artık hiçbir bağlayıcı kanun hükmü ile temsil edilemez halde iken, bu kinayeleri yapanların dahi günlük hayatlarında toplumsal kabuller çerçevesinde giyiniyor olması kıyafet devriminin haklılığının göstergesidir.
Şöyle bitirmek mümkün;

Ülkücüler olarak, Türk Milleti’nin hak ve menfaatlerini korumak için, Türk Devleti’ni ve Türk Cumhuriyeti’ni -ilke ve prensipleri ile- korumak ve yaşatmak niyetindeyiz ve de kabiliyetindeyiz !

www.ucuncuyol.com

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.