Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Ege Adalarında Osmanlı Hakimiyeti

0 22.388

Doç. Dr. Yasemin DEMİRCAN

Ege adalarının adını aldıkları deniz günümüzde, iki ülkenin (Türkiye-Yunanistan) kıyıdaş olduğu, coğrafî, siyasî ve tarihî bakımdan üzerinde durulması gereken “kendine özgü” bir denizdir. Zira bazıları karaya çok yakın olan adaların Balkan savaşları sonunda başlayan süreçte Türkiye’den ayrılmış bulunmaları sonucunda anormal denebilecek bir durum meydana gelmiştir. Rodos ve dolaylarında birkaç ada bir tarafa bırakılırsa Anadolu toprakları önünde yer alan bütün adalar (güneyden itibaren İstanköy, Leros, Lipsos, Patmos, Sisam, Nikarya, Sakız ve Midilli) Anadolu’yu taşıyan platformun (kıta sahanlığı) üzerindedirler ve fizikî bakımdan Anadolu’nun bir parçasıdırlar.[1]

Daha Batı Anadolu’daki Türk Beylikleri döneminde Türklerin Ege adalarına olan ilgileri, Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra Osmanlı idaresine geçmeleri sonucunu doğurmuştur. Bu süreç 1715’te Tinos (İstendil) adasının Osmanlıların eline geçmesine kadar sürmüştür. Yüzyıllarca Osmanlı idaresinde yaşayan bu adaların büyük devletlerin desteğiyle ve günümüzde de etkileri görülen kararları neticesinde Yunanistan’a verilişi bilinen bir gerçek olup, bu olay söz konusu “Büyük Devletlerin” Osmanlı Devleti hakkındaki emperyalist zihniyetlerini ve iki yüzlülüklerini gözler önüne sermesi bakımından da dikkate şayandır.

Geçmişte olduğu gibi bugün de Yunanistan’ın Ege Denizi’nin tamamına sahip olmak için küçük kaya parçaları üzerinde bile hak iddia ettiği herkesin malûmudur. Bu sebeple yüzyıllarca Türk idaresi altında yaşayan bu adalar hakkında yapılacak çalışmaların önemi kendiliğinden anlaşılmaktadır.

Şimdiye kadar Ege Denizi’ndeki adaların çoğu ile ilgili olarak yapılmış epeyce çalışma bulunmaktadır. Elinizdeki çalışmada Kuzey Ege’nin en büyük adası olan Taşoz (Thasos)[2], Çanakkale Boğazı önünde yer alan ve boğazın emniyeti bakımından stratejik önem taşıyan Boğazönü Adaları yani Limni (Lemnos),[3] Gökçeada (İmroz, İmbros),[4] Semadirek (Semendirek-Samothraki) ve Bozcaada (Tenedos)[5] ile Kiklad Takımadaları grubundan Nakşa (Naxos),[6] Para (Paros) adalarının Osmanlılar tarafından fetihlerini ve kısaca Osmanlı idaresindeki durumlarını ele almayı amaçlamaktayız.[7]

Ege Adalarının Türklerin İdâresine Girmesi

A. Osmanlı Fethinden Önce

Ege Adaları Bizans hakimiyeti altında iken, Venedik ve Ceneviz gibi dönemlerinin güçlü denizci devletlerinin aralarında mücadele sebebi olmuştur. Çünkü bu devletler Haçlı seferleri ile birlikte Ortadoğu’ya açılan “Levante” denilen Doğu Akdeniz’de çok büyük önem taşıyan ticarete egemen olmak istiyorlardı.

Dolayısıyla bu durumun, Ege Adalarının o dönemde ayrı bir öneme sahip olup neredeyse uluslararası bir sorun oluşturmaya başladıklarına işaret ettiği söylenebilir. IV. Haçlı Seferi’nde Bizans İmparatorluğu’nun parçalanması ile tüm Yunanistan’ı ve Ege Adalarını kendi payına katarak büyük üstünlük sağlayan Venedik çok geçmeden büyük rakibi Ceneviz ile karşı karşıya gelmiş ve Sakız Midilli gibi önemli adaların Cenevizli âilelerin eline geçmesine engel olamamıştı.

XIV. yüzyıl başlarına gelindiğinde Kudüs’ten ayrılmak zorunda kalmış olan St. Jean Şövalyeleri’nin Rodos ve Oniki Ada’yı işgal etmeleri adalara egemen olmak isteyen yabancı güçlerin sayısını üçe çıkarırken, bir müddet sonra Aydın ve Saruhanoğullarının devreye girmeleri ile Adalar sorunu yeni boyutlar kazanmıştı. Bir başka deyişle Ege Denizi’nde Bizans İmparatorluğu ile İtalyan Devletleri arasında kurulmuş olan siyasî denge, Türklerin ortaya çıkmasıyla birlikte bozuldu.[8]

Türklerin 1071 Malazgirt zaferinden itibaren Anadolu’ya yerleşmesini takip eden yıllarda Selçuklu harekâtından ayrı olarak hareket eden Çaka Bey İzmir’de bir Türk Beyliği kurdu. Çaka Bey Anadolu sahillerinde tutunabilmek için adaların fethinin zarurî olduğuna inanmıştı.[9] İlk fethedilen ada olma özelliğine sahip olan Midilli’den sonra Sakız, Sisam, Rodos peş peşe İzmir Türk Beyliğine katıldı. Onun ölümünden sonra (1096) beyliğin dağılması ile Türklerin adalar üzerindeki egemenlikleri de sona erdi. Adalara sahip olmak için güçlü bir donanmaya ihtiyaç vardı. Çaka Bey’den sonra gelişmeler kaydeden Türk denizciliği, Menteşe Beyliği zamanında artık Anadolu sahillerinde yerleşmiş bulunuyordu. Kiklad adalarına yapılan akınlar bunu göstermektedir. Bu yüzden Katalan donanması 1303-1304 kışını Sakız’da geçirdi. Çünkü Türkler adalara baskınlara devam ediyordu. 1306 yılında, Türkler 30 gemilik bir filo ile Sakız’a hücum ettiler. Hatta bir ara Rodos’u da ele geçirdiler. Böylece Anadolu sahillerinin emniyeti daima gündemde tutuluyordu.[10]

Denizciliğe ve adaların Osmanlı egemenliğinde tutulmasına önem veren diğer bir Türk hükümdarı da Aydınoğlu Gazi Umur Bey’dir. Aydınoğulları Çaka Bey’in siyasî görüşleri ve askeri dehasını örnek almışlardır. Bu yüzden Umur Bey saltanatı boyunca denizden hiç uzak durmamış, Anadolu sahillerinin güvenliği için müttefik donanmasına imkan vermemek için Sakız, Bozcaada, ve Semadirek adalarıyla Gelibolu’ya seferler düzenlemiştir.

Kıyı şeritlerine yerleşen Türkleri süratle denizciliğe iten bir husus da, Latin korsanlarının faaliyetleri idi. Karesi, Saruhan, Aydın ve Menteşe beylikleri denizle irtibatlarının olmasından dolayı, kendileri için tehlike teşkil eden korsanlara karşı mukabil tedbirler alıyorlar ve adalardaki Latin prensler için de büyük tehlikeler oluşturuyorlardı.[11]

Osmanlı Devleti Ege sahillerini fethettikten sonra yalnız sahildeki Foça tuz madenleri Cenevizlilerin elinde bulunuyordu. Sahillere yakın olan İmroz, Semadirek, Limni, Taşoz, Midilli, Sakız ve Sisam gibi belli başlı adalar Cenevizlilerin, İstanköy ve diğer bazı adalar ise Rodos şövalyelerinin yönetimindeydi. Osmanlı donanması henüz Akdeniz’de üstünlüğü elde edecek durumda değildi. Buna mukabil Venedik, Ceneviz, Napoli ve Papa donanmaları ile adaların donanmaları hem sayı hem de denizcilik bakımından daha üstün durumda idiler. Bundan dolayı Osmanlı Devleti, hem sahillerini korumak, hem de Türk ticaret gemileriyle limanlarını emniyet altında tutmak için bu adaların senyörleriyle andlaşmalar yapmıştı. Andlaşmalara göre zaten vergi vermekte olan bu beyler, Osmanlı sahillerinin güvenliğini korumakla da görevlendirilmişlerdi.[12]

Osmanlı Beyliği’nin teşekkülünden sonra denizciliğe pek önem verilmemekle beraber, beyliğin yıldan yıla genişlemesi ile birlikte gemicilik faaliyetleri de başlamıştır. 1390’da Gelibolu tersanesinin inşasına başlandığı yıl artık Anadolu’nun batısı, kıyılar ve limanlar da Osmanlı hakimiyetine girmiş bulunuyordu. Saruca Paşa kumandasında Sakız ve Eğriboz adalarına yapılan harekat Osmanlı Beyliği’nin ilk önemli deniz seferidir.

Bayezid’in oğullarından Çelebi Mehmed’in adalar hakkında bazı plânları olabileceğini düşünen Midilli, Sakız ve Foça hakimleri olan Cenevizliler gelerek tabiyetlerinin arz, vergilerini eda ettiler (1414). Yine bu dönemde Anadolu sahillerinin emniyetini sağlamak ve Venedik’in yayılma emellerine set çekmek üzere Çalı Bey kumandasında gönderilen bir filo Kiklad adalarından Andros Paros ve Milos’u vurdu.[13]

Gelibolu’da I. Bayezid zamanında oluşturulan deniz üssü, II. Mehmed döneminde de donanmanın merkezi idi. Gelibolu Sancak Beyi ise aynı zamanda Kaptan-ı Derya idi.[14]

Bundan sonraki bahsi çalışmamızın kapsamını teşkil edecek olan adaların tarihsel seyirlerine ayıracağız. Özellikle İstanbul’un fethi akabinde Osmanlı idaresine girmiş olanların tarihlerini (birbirinden ayrı tutmak ve) yazmak oldukça zor görünmektedir. Nitekim Taşoz’un tarihini yazan bir yazar bu konuda düşündüklerini şöyle dile getirmektedir. “Frank hakimiyetinin sonunda, Taşoz’da, Semendirek’te, İmroz’da ve Limni’de Gattilusilerin hâkimiyeti, idarî bir birlik oluşturmaları ve adaların kader ortaklığı gibi tarihi sebepler, onları birbirine yaklaştıracak ve tarihlerini birleştirecektir. Bu devirde Taşoz’un tarihini yazmaya teşebbüs eden bir kimsenin, bunu diğer adaların tarihlerinden ayırması imkansızdır”.[15]

B. Osmanlı Fethinden Sonra

İstanbul’un fethinden sonra artan denizcilik faaliyetleri sonucunda gözler adalara çevrilmişti. Özellikle Çanakkale Boğazı’nı emniyet altına almak için tahkimat yapılmış bulunuyordu. İstanbul’un fethi sırasında Bizans’ın elinde sadece İmroz, Limni ve Taşoz adaları bulunuyordu. Diğer adalar ise Venedik, Ceneviz ve Rodos şövalyeleri arasında paylaşılmıştı.[16]

İstanbul’un fethi, Konstantin’in ölümü ve Türk donanmasının Gelibolu’ya gelişi gibi olaylar adalar halkı üzerinde müthiş bir panik yarattı. Bu nedenle Taşoz, İmroz, Limni ve Midilli halkının büyük bir kısmı göç etmiş, geri kalanlar da verilen güvence üzerine yerlerinde kalmışlardı.

Son Bizans müverrihlerinden İmrozlu Kritobulos İmroz ve Limni halklarını teskin ederek göç etmelerini önlemiş, Gelibolu Sancakbeyi ve Kaptan-ı Derya Hamza Bey ile anlaşarak adaları ani taarruzdan korumuştu. Daha sonra Fatih’e itaatlerini arz etmek üzere yukarıda sözü edilen adalardan ve Taşoz adasından Kritobulos’un tertip ettiği heyet ile Ceneviz Dukalarının elçileri de Edirne’ye gelmişlerdi. Neticede Osmanlı hakimiyetinde olmak şartıyla İmroz adası Enez Beyi Palamede’nin ve Limni ile Taşoz da Midilli Ceneviz Dukası Rodrigo’nun idaresine verilmişti.[17] Fakat kısa süre sonra Enez Beyi Palamede’nin ölümü üzerine yerine küçük oğlu Doria geçti. Doria babasının vasiyeti üzerine Enez şehrini daha önce ölen ağabeyinin karısı ve yeğeni ile idare edecekti. Fakat aksine yengesini idareden uzaklaştırınca, Fatih’e şikayet edildi. Enez Beyi Doria’nın Osmanlılara tamamını vermesi gereken tuz hasılatının önemli bir kısmını satması ve komşularının Enez ahalisinden şikayetçi olması (Ferecik Kadısı, Enez ahalisinin İpsala ve Ferecik civarındaki Türklerin köle ve cariyelerini kaçırarak sattıklarını Fatih’e bildirir.) Fatih’in Has Yunus kumandasındaki donanmasını Enez limanına göndermesine sebep olur. Enez’in fethini H. 857 sonu ve 858 başı (1453 sonu ve 1454 başı) olarak gösteren Aşıkpaşazâde fetihle ilgili olarak şu bilgileri vermektedir. “Şehirdeki boş evler dışarıdan gelen Müslümanlara verildi. Gayrimüslimlerden şehirde kalmak isteyenler yerlerinde bırakıldı. Pek çok kilise mescide çevrildi. Şehrin karşısındaki Taşoz ve Limni adlarındaki hisarlar da fethedildi.”[18] Enez’in fethi sırasında beyliğin başındaki Doria Gattilusio’nın Semendirek adasına kaçtığını, Fatih tarafından geri çağırıldığını biliyoruz. Hatta kendisine geçimine karşılık olmak üzere önce İmroz, Taşoz ve Semendirek verilmişse de sonra vaz geçilip, Zihne tarafları dirlik olarak verilmişti. Fakat o Zihne’ye varmadan muhafızlarını öldürüp önce Midilli’ye sonra da Avrupa’ya kaçmıştır. Çanakkale Boğazı önündeki bu adaların kolayca alınmasının sebebi Cenevizlilerden memnun olmayan ahalilerinin Türk idaresini istemiş olmalarıdır. Limni’nin işgali üzerine bu adaların idaresine Kaptan-ı Derya Hamza Bey’in tayin edildiği rivayet edilir.[19]

Enez-Midilli Beyliği’nin dolayısıyla adaların fethi konusunda Bakalopoulos, çağdaş Osmanlı kaynaklarındaki Aşıkpaşazâdenin bir yanılgısına dikkat çekmektedir. Kaynağın Enez’in alınmasını ayrıntılarıyla anlatırken Enez’in karşısındaki Taşoz ve Limni adlarındaki hisarların da fethedildiğini bildirirken asıl Semendirek adasının da alındığını haber vermesi gerektiğini ifade etmektedir. Çünkü Enez’in karşısındaki ada Taşoz değil Semendirek’tir. Bu karıştırma Aşıkpaşazâde tarihinin bu olaylardan uzun seneler sonra yazılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple Enez, Semendirek, İmroz ve Limnos’un alınması büyük bir ihtimalle aynı zamanda olmuş olaylar gibi görülmüştür. Bakalopoulos’a göre Taşoz en geç 1455 yılı içinde Osmanlı idaresine girmiştir.[20] Dukas da aynı yıl İmroz Adası’nın Osmanlı idaresinde olduğu görüşündedir.

İmroz’un yakın komşusu Bozcaada ise, Fatih devrinde İstanbul’un fethi sırasında Osmanlıdonanmasının ikmal yaptığı bölge olarak önem taşımaktaydı. Cengiz Orhonlu bu bakımdan adanın Fatih döneminde Osmanlı idaresine girdiğini düşünmektedir.[21] Çağdaş Osmanlı tarihleri Aşıkpaşazâde, Dursun Bey, Neşrî, Oruç b. Adil adanın Osmanlı idaresine ne zaman geçtiği hakkında bilgi vermektedirler. Dukas 1455 yılına ait hadiseleri anlatırken Limni, İmroz ve diğer adaların Osmanlı hakimiyetinde olduğunu kaydetmektedir. Bu bilgi Bozcada’nın bu tarihte Osmanlı idaresinde olduğuna işaret etmektedir şeklinde yorumlanabilir.

İstanbul’un fethinden kısa bir süre sonra Osmanlılara geçen Limni adasının fethi ile ilgili kesin bir tarih söylemek mümkün olmamakla birlikte, 1457 yılında kilise birliğinden yana olan ve Ortodoks Patrikliği’nin birleştirilmesini istemeyen Papalığın Limni’yi işgal ettirdiği düşünülürse bu tarihten çok daha önce fethedildiğini söyleyebiliriz.

Papa III. Calixte’nin büyük hayallerle başlattığı bu Haçlı seferi bir süre sonra sona erer. Donanmanın kuvveti ve koruması artık hissedilmemeye başlar. Ludovico Scarampi idaresindeki Haçlılara yenilen adanın yetkilileri Türklerin yapabileceklerini düşündükleri ani taarruzdan korktukları için Kritobulos’a başvurdular. Kritobulos, Ege’de durumun Türklerin lehine döndüğünün farkında idi. Böylece aracılık işini üstlenerek sultana Türk dostu diye tanıttığı Mora despotu Dimitrios Paleologos’un (yılda 3000 altın vergi karşılığında) idaresine İmroz ve Limni’nin verilmesini tavsiye etti.

Bu arada Khalkokondyles, Hıristiyan donanmasının Rodos’tan ayrılmasından sonra, Kritobulos’un idaresinde bulunan Limni ve İmroz’u ele geçirmek için o bölgeye geldiğini bu olayların II. Mehmed’in 1458 sonbaharında Mora’ya yaptığı ilk seferi müteakip cereyan ettiğini bildirir. 1453’te Osmanlı donanması da Semendirek ve Taşoz’a doğru yola çıkar. Buradaki Avrupalı Garnizonları bozguna uğratır ve adada oturanların büyük kısmını İstanbul’a getirir. Bakalapoulos bu dönemde sürgünlerin ve kaçışların adaları sahipsiz bıraktığı adalarda Türklere karşı koyabilecek batılı garnizon ve ada sahiplerinin bulunmadığı görüşündedir.[22] Aynı yıl Limni adası Osmanlı amirali Hadım İsmail Paşa tarafından geri alındı.

1453 yılında Mora’da Paleologos kardeşler arasındaki mücadele Thomas lehine gelişti. Onun Mora’ya hakim olması ve papanın Osmanlılara karşı taarruz için Mora’yı elverişli bir üs olarak görmesine dayanamayan Fatih 1460’ta ikinci Mora seferine çıktı. Despot Dimitrios teslim olmaya ikna edildi ve Fatih tarafından Enez, Limni, İmroz, Taşoz ve Semendirek kendisine verildi. Dimitrios’un bunlardan ve Edirne hazinesinden elde ettiği gelir toplam 700 bin akçe idi. Edirne’de oturarak Enez’i idare eden Dimitrios 1467 yılında sultanın gözünden düşmüş ve sürgüne gönderilmiştir. Böylece Enez, Semendirek, Taşoz, İmroz ve Limni’nin gelirleri Osmanlı Devleti’ne kaldı.[23]

Fatih 1462 yılında, Midilli Beyi Nikola’nın Aragon deniz haydutları ile birlikte hareket etmeye başlaması üzerine donanmayı bu adaya gönderdi. Padişahın adayı teslim etmesi karşılığında bayındır topraklar vereceği konusunda yaptığı teklifi kabul etmeyen dük sonradan Osmanlı’ya karşı gücünün yetmeyeceğini anlayınca anlaşmaya varabilmek için yalvarmak zorunda kaldı.

1463-1479 yılları arasında devam eden Osmanlı-Venedik savaşları sırasında anılan adalardan Venedik işgaline uğrayanlar oldu. Bu adalardan İmroz bazı olaylara sahne oldu. Papalık donanmasının adaya yaptığı hücum Kritovulos tarafından ustalıkla savuşturuldu. Ada 1466’da Venediklilerin eline geçti ise de 1470’te Türkler tarafından geri alındı.[24] Sözünü ettiğimiz savaşlar sırasında diğer adalar gibi Bozcaada’da Venedik ve müttefikleri tarafından Osmanlı donanmasını kontrol etmek amacıyla kullanılmıştır. Osmanlılar Bozcaada’nın böylesine önemli bir stratejik mevkide bulunmasından boğazın emniyeti için arz ettiği önemden dolayı müstahkem bir mevki haline getirilmesine ve 1479’da da adaya bir kale yapılmasına karar verdiler. Ayrıca buranın iskan edilebilmesi için yerleşecek olanlara tekalif-i divaniyeden muaf olmak gibi imtiyazlar tanındı.[25]

Çalışma konumuz içerisinde yer alan diğer adalar gibi Ortaçağ’da Frenklerin ve Cenevizlilerin denetiminde kalan Semendirek Adası’nın fethinin de aynı döneme rastladığını söylemek pek yanlış olmaz kanaatindeyiz. Enez’in fethini müteakip Limni, Taşoz, ve İmroz adalarının ahalileri ile birlikte Semendirek halkı da Cenevizlilerin idaresinden şikayetçi olduklarını ve Osmanlıların idaresine geçmek istediklerini bildirmişlerdir. Aşıkpaşazade’nin kroniğindeki bilgiye itibar edersek Semendirek’in 1453 sonu 1454 başında fethedildiğini kabul etmek gerekir.

1479 Osmanlı-Venedik anlaşması gereğince Osmanlılara iade edilen bu adalarda tahkimat yapıldığı ve her türlü vergiden muafiyet şartı ile Anadolu’dan ahali getirip buralara yerleştirildiği rivayet edilir. Bazı Osmanlı kaynaklarında yer alan bu tarihte, bu adaları Gedik Ahmet Paşa’nın fethettiği şeklindeki malumat doğru olmayıp, onun sadece iskan ve tahkim işleri yaptığı kabul edilmelidir.[26]

Yukarıdaki adalar konusunda bilgi veren kaynak ve tetkik eserlerde Girit savaşına kadar olan dönemde kesintisiz Osmanlı hakimiyeti ve yapılan idari düzenlemelere işaret edilmektedir.[27]

XVII.   yüzyılda Osmanlılar ile Venediklileri karşı karşıya getiren Girit savaşları sırasında bahsi geçen adalar da bazı mücadelelere sahne olmuştur.

1655’de Kaptan-ı Derya olan Ali Paşa Çanakkale Boğazı’nın Venedik donanması tarafından kapatıldığı karanlık bir gecede Akdeniz’e çıkıp Girit’e gitmeye teşebbüs etmişti. Derya beylerinin filoları ile birleştikten sonra İmroz (Gökçeada) açıklarında Venedik donanması ile karşılıklı top ateşinde bulunduğu neticesiz bir mücadele yaşadı. Bu savaşlar sırasında Osmanlı donanmasının başarısızlığı sebebiyle mücadelenin Çanakkale Boğazı etrafına sıçraması, Bozcaada’nın da Venedikler tarafından muhasara edilmesine yol açtı. Naima tarihindeki bilgiler adanın daha muhasaranın dokuzuncu gününde düşmesine ada muhafızı Vezir Abaza Ahmet Paşa’nın tedbirsiz davranmasının sebep olduğu yönündedir. Fakat Venedikliler adayı bir yıl bile muhafaza edemezler. Köprülü Mehmet Paşa’nın sadarete getirilmesi ile Kurd Paşa emrinde gönderdiği muharipleri tarafından ada tekrar 30 Ağustos 1657’de fethedildi.[28] Limni adası da 1656 yılında geçici olarak Venedik işgaline uğramışsa da bir yıl sonra Topal Mehmet Paşa tarafından 63 gün kuşatılarak geri alındı.[29]

Osmanlı Devleti II. Viyana Seferi’nin ardından dört devlet ile mücadele etmek zorunda kaldı. Bu devletler arasında yer alan Venedik Osmanlıların daha ziyade denizlerde çarpıştıkları güçlü rakip idi. Bu dönemde Bozcaada 5 Temmuz 1697’de Kaptan-ı Derya Mezemorta Hüseyin Paşanın Venedik Amirali A. Molino idaresindeki Venedik donanmasına karşı kazandığı bir Türk deniz zaferine şahit oluştur ki tarihte ismi Bozcaada Deniz Savaşı diye anılır. Yine bu dönemde İmroz (Gökçeada) Venedik donanmasının yağmaladığı veya sığındığı bir mevki idi. 1698’de bir Venedik donanması İmroz’a giderek ada halkını haraca kesip hayvanlarını yağmaladı. Aynı yılın Ağustosunda Mezemorta Hüseyin Paşa’nın emrindeki Osmanlı donanması ile Venedik donanması arasında İmroz civarında neticesiz bir mücadele gerçekleşti. XVIII. yüzyıl başlarında Mora seferi ile başlayan Osmanlı-Venedik harbinde Bozcaada ve Limni önlerinde 1717 yılının Haziran ayında üç ayrı deniz savaşında Venedik donanması başarısızlığa uğratıldı.[30]

XVIII. yüzyılın ortalarına gelindiğinde 1768-1774 yılları arasında devam eden Osmanlı-Rus savaşları sırasında söz konusu adaların bazıları Rus işgali altına düştü. 5 Temmuz 1770’te Kont Alexis Orlof kumandasındaki bir Rus filosu tarafından Osmanlı donanmasının tahrip edilmesini takip eden yıllarda Rus filosu, Akdeniz ve Ege’de rahat bir şekilde faaliyetlerini sürdürme imkanı elde etmişti. Korumasız kalan Çanakkale Boğazı’nı geçmeye cesaret edemeyerek Limni’ye asker çıkarıp muhasara etmişlerdi. Bu sırada Çanakkale Boğazı’nın muhafazasından sorumlu olan Hasan Paşa bu hadiseyi duyunca ufak kayıklara 700-800 kişi doldurup kendisi de beraber olduğu halde adaya geçip düşmanı mağlup ederek kurtarılmasını sağlamıştı. Hatta bu hizmetinden dolayı vezirlikle Kaptan Paşalığa getirilmişti.[31]

XIX. yüzyılda Boğazlar meselesinin milletlerarası siyasette gittikçe önem kazanması sebebiyle Bozcaada önemli olaylara sahne oldu. 1807 yılında Osmanlı Devleti nezdinde bazı diplomatik baskılar yapmak üzere bekleyen İngiliz donanmasından cesaret alan, onlarla müttefik olan Rus donanması Bozcaada önünde demirleyip boğazı abluka altına almıştı. 19 Haziran 1807’de boğazı açmakla görevlendirilen Kaptan-ı Derya Seydi Ali Paşa ve Rus donanması arasındaki mücadele sonunda Rusların zayiatı çok olmakla beraber, kesin Osmanlı galibiyeti gözüyle bakılan bir hadise değildir. Daha sonra adalarda artan Yunan korsanlık faaliyetleri tesirini Bozcaada ve havalisinde de göstermiştir. Bu gibi sebeplerle Bozcaada II. Mahmut devrinde tahkim edilmiştir. Hatta burada Bozcaada muhafızlığı kurulmuş olduğu ve tayin edilen görevlinin Bozcaada muhafızı unvanını aldığı XVIII. yüzyılda yapılan bir tayine binaen bilinmektedir.[32]

Elimizdeki çalışmanın muhtevasına dahil ettiğimiz Kiklad adalar grubundan Nakşa ve Para adaları ise Osmanlı yönetimine Barbaros Hayrettin Paşa’nın Korfu Seferi sırasında alındı. Nakşa dukası vergi ödemek şartıyla yerinde bırakıldı.[33] Buralarda alınan yıllık vergiler kaptan paşaya ait haslara tahsis edildi. Bu arada dük Giovanni boş durmamış Barbaros’un adayı istilasından sonra papaya bir mektup göndererek Türk tehlikesine karşı birleşmeyi teklif etmişti. Nitekim Andrea Doria Barbaros’u aramak için yola çıktı ve Haçlılar 1538’de büyük bir bozguna uğradılar. 1540 anlaşmasıyla Tinos (İstendil) dışındaki adaların Osmanlılara aidiyeti tanındı.[34] XVI. yüzyılda adayı ziyaret edenler arasında Petrus Vilinger, Fynes Moryson, Guiseppe Rosaccio sayılabilir.[35]

XVII. yüzyılda Girit seferlerine kadar ada Osmanlı idaresi altında sükunet içinde yaşadı. Söz konusu seferler sırasında Venediklilerin adalar halkına uyguladıkları kötü muamelelere bazı Batılı yazarlar dikkatleri çekmektedirler.[36] XVIII. yüzyılda 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşları sırasında da Para’yı (Paros) bir deniz üssü gibi kullanan Ruslar 1770 Haziranı’nda Nakşa’yı işgal etmişler savaş bitene kadar Rus, Yunanlı ve Dalmaçyalılardan oluşan 600 asker adada kalmışlardı. 1771 yılında Ruslar tarafından idareci olarak Antonie Psarros, daha sonradan onun yerine Paul Nesteroff getirildi. Bu dönemde ada halkı Rusların kötü muamelelerine maruz kaldı. 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile ada tekrar Osmanlı idaresine geçti. XIX. yüzyılda adanın Yunan idaresine geçmesine kadar geçen süreç zarfında ortaya çıkan Yunan ihtilallerinin (1821) adada beklenen tesiri yaratmadığı söylenebilir. Nakşalıların çoğu bu isyanlara katılmadıkları gibi katılanların da gönülsüz olduklarını Batılı kaynakların ifadelerinden anlıyoruz. Nihayet Nakşa adası 1830’da Yunanistan’a geçmiştir.[37]

Para (Paros) adasının tarihi seyrine gelince; bu adanın yaşadığı tarihi olaylar Nakşa adasının yaşadıkları ile benzer hatta ortak, olaylar sayılabilir.[38] Para da 1540’ta Osmanlı hakimiyetine girdi. XVI. yüzyılda ortak idareciler tarafından idare edildikleri oldu. Her iki adada XVI ve XVII. yüzyıllarda cereyan eden Osmanlı-Venedik savaşları sırasında hep korsan saldırılarına maruz kaldı. Bu arada Capuchin ve Cizvitler yavaş yavaş Para’ya gelmeye başlamış ve kuzeyde Naussa adındaki kaleye yerleşmişlerdir. XVII. yüzyılın ikinci yarısındaki Girit seferleri sırasında bu adanın sakinleri de Latinlerin kötü muamelelerinden etkilendiler.

XVIII.  yüzyılda Fransız gezgin Tournefort adayı ziyaret etmiştir. 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşları sırasında Nakşa, Para, Antipara’yı alan Ruslar 1774’e kadar Para’daki Naoussa’yı üs olarak kullanmışlardır. Fakat Küçük Kaynarca ile Osmanlılar bunları buradan atmayı başarmışlardır. Kaptan Paşa’ya yazılmış bir dilekçe, Paralıların bu dönemin kötü izlerini daha sonraki yıllarda da hissettiklerine delalet etmektedir. Adalılar Yunan bağımsızlık savaşına katılmışlar ve Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte oraya bağlanmışlardır.[39]

Adaların elden çıkması meselesine gelince, Yunan isyanlarının başlaması ile Yunanistan’ın bağımsızlığına kavuşması, Adaların Osmanlı hakimiyetinden ayrılması hadisesinin kökenini teşkil eder. Çalışma konumuz içerisinde yer alan Kiklad adaları Londra Protokolü (3 Şubat 1830) ile Yunanistan’a verilmiş olmakla birlikte Kuzey Ege’deki Taşoz’dan güneydeki Meis ve Gavdos’a kadar diğer bütün adalar üzerinde Osmanlı egemenliği devam ediyordu.

Balkan savaşları sırasında denizde üstünlüğüne güvenen Yunanistan Ege Denizi’nde harekete geçerek 20 Ekim 1912’de Bozcaada’yı, 21 Ekim’de Limni’yi, 30 Ekim’de Taşoz ve Gökçeadayı, 1 Kasım’da Semadirek adasını işgal etmiştir. Osmanlı hükümeti barış teklif ederek 3 Aralık 1912’de ateşkes imzalamasına rağmen Yunanistan bu mütarekeyi kabul etmemişti. 17 Aralık 1912 tarihinde Bozcaada civarında Osmanlı-Yunan donanmaları arasındaki savaşta Yunan galibiyeti ile Midilli, Sisam ve Meis adaları da Osmanlı hakimiyetinden çıkmıştı. Böylece Trablusgarp harbi sırasında İtalya tarafından işgal edilen Menteşe adaları bölgesindeki 16 adadan sonra Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaletini oluşturan adaların büyük bir çoğunluğu fiili olarak Osmanlı hakimiyetinden çıkmış oluyordu.

Balkan Harbi’nden ağır kayıplarla çıkan Osmanlı Devleti’nin isteği üzerine Londra’da barış görüşmeleri başlatılmıştı (16 Aralık 1912). Fakat daha sonra Osmanlı hükümetinin tavrı üzerine yeniden başlayan savaşta Osmanlı Devleti mağlup olmuştur. İttihat ve Terakki hükümetinin talebi doğrultusunda müzakerelere başlanmış ve sulh esasları tesbit edilmiştir. 30 Mayıs 1913 tarihinde imzalanan Londra Andlaşması’na göre Osmanlı hükümeti Girit’ten tamamen vazgeçmiş, Ege Adaları sorununun çözümü büyük devletlere bırakılmıştır. II. Balkan Harbi’nden yararlanan Osmanlılar Edirne’yi aldılar. Ardından Osmanlılar ile Yunanlılar arasında barışı sağlayan ve Ege Adalarının mukadderatını büyük devletlerin kararına bağlayan Atina Antlaşması imzalandı. (14 Kasım 1913).

Londra’da sürmekte olan Süfera Konferansı’nda temsil edilen altı büyük devlet Ege Adaları konusundaki ortak kararlarını 13 Şubat 1914’te Yunanistan’a 14 Şubat’ta ise Türkiye’ye bildirdiler. Buna göre Gökçeada, Bozcaada, Meis adası Türkiye’ye iade ediliyordu. Yunan işgalindeki Ege Adaları ise silahlandırılmamak ve askeri amaçlarla kullanılmamak şartı ile Yunanistan’a veriliyordu.[40]

Ege Adalarında Osmanlı İdari Teşkilatı

Yukarıda tarihi seyirleri konusunda bilgi vermeye çalıştığımız adalar yavaş yavaş Osmanlı idaresi altına alınıp yine zamanla oluşturulan idari teşkilatın bünyesi içinde yer aldılar. Tahrir kayıtlarının incelenmesi sonucu, Boğazönü adalarının (Limni, Semadirek, İmroz, Bozcaada bazıları Taşoz’uda bu gruba dahil etmektedir.) idari açıdan ilk dönemde merkezi Gelibolu olan Kaptan Paşa sancağına bağlı oldukları görülür. Cezayir eyaleti denilen bu eyaletin başına Barbaros Hayrettin Paşanın getirilmesi ile (1534) Cezayir’i Bahri Sefid eyaleti adını almıştır. 1568-1574 tarihli Cezayir veya Kaptan Paşa eyaletinin yedi idari birime ayrıldığı görülmektedir. Bunlar Gelibolu, Eğriboz, Karlıili, İnebahtı, Rodos, Midilli, Sakız ve Cezayir-i Mağrib’ten ibaretti. Daha sonraki listelere göre Cezayir-i Mağrib, Midilli ve Sakız eyalet içinde gösterilmişken buraya Mizistre, Kocaeli, Biga, İzmir civarını ihtiva eden Sığla sancakları bağlandı. XVII. yüzyıl ortalarına ait listelerde ise Kocaeli yer almıyor. Buna karşılık, Sakız, Nakşa ve Mehdiye eyalete dahil bulunuyordu. Bu listelere göre eyaletin on sancağı has, üçü salyaneli idi. Salyeneliler Sakız, Nakşa ve Mehdiye idi.[41] Salyene sistemi ile idare olunan bölgeler has ile idare olunan bölgelerden bazı farklılıklar göstermektedir.[42]

Osmanlı Devleti idaresi altına aldığı ülkelerde bölgenin özelliklerini dikkate alarak ve zaman zaman farklılıklar gösteren bir idare şekli uygulama yoluna gidiyordu. Bununla bölge halkını rahatlatmak ve devlete olan bağlılıklarını arttırmak amaçlanıyordu. Bu uygulamanın en belirgin örnekleri adalarda karşımıza çıkmaktadır. Fetihten itibaren adalara göçü teşvik eden politikalar izlenmiş, yerleşecek olanlara vergi muafiyeti, din ve mezhep serbestisi gibi her türlü kolaylık sağlanmış ve eski idare usullerine müsaade edilmiştir.

“Demogerondia” denilen halkın seçtiği 12 kişilik üyeden oluşan Mahalli Meclis bir nevi beledi hizmetlerine bakmakta idi. Değişik dönemlerde değişik yerlerde bulunan bu meclisler, cemaatin dini ve eğitim gibi işleriyle uğraşırlardı. Hareket sahaları son derece sınırlı olan bu meclislerin çalışmalarını daha pratik ve ekonomik bulan Osmanlı yönetimi, bunları aynen korumakta bir sakınca görmemiştir. Kaldı ki bu sistemin sürekli olarak her yerde uygulandığını söylemek de mümkün değildir.[43] Bununla birlikte, fetihten itibaren bu adalarda uygulanan malî bir sistem mevcuttu. Adaların dağınıklığı ve gelir seviyelerinin düşüklüğü dikkate alınarak, her ada için yıllık bir vergi tahsis edilmişti. Bu toplam vergi de belli taksitlere ayrılmıştı. Adaların nüfuzlu kişileri maktû adı verilen bu vergileri toplayarak hükümet yetkililerine teslim ediyorlardı. Kanunlarla belirlenen bu vergiler dışında halktan ek vergi alınmaması hususunda devlet büyük bir hassasiyet göstermekte idi. Padişahlar halkın bu gibi vergilerle ezilmesini önlemek için ağır cezalar öngören “Emirnâmeler” çıkarıyorlardı. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin diğer birçok bölgesinde de bu sistem uygulanmakta idi. Özellikle haberleşme ve ulaşımın güç olduğu yörelerde çoğu zaman valiler veya mahallî idâreler kendi insiyatiflerini kullanarak vergi tahsil ve tevzi edebilirlerdi. Hiçbir zaman muhtariyet anlamına gelmeyen bu uygulamalarda, kanun dışına çıkıldığı takdirde, merkez derhal müdahale ederdi. Yörelere göre değişim gösteren bu sistemin, o dönemde Avrupa’nın diğer devletlerince de uygulandığı bilinmektedir. Adaların fethinden itibaren çıkarılan fermanlar titiz bir incelemeye tâbi tutulduğunda, Ege Adalarında ne kısmî ne de tam bir muhtariyetin söz konusu olmadığı görülecektir.[44]

Boğazönü adaları Osmanlı idaresi altına alınan ilk adalar grubu olarak statü itibarıyla diğer Osmanlı idari bölgelerine benzer bir teşkilat bünyesine alınmıştı. Tımar sisteminin uygulandığı bu adalara ait tahrir verileri bu konuda oldukça belirleyici bilgiler ihtiva etmektedir.

Limni adası XV. yüzyılın sonlarına ait bir tahrir defterine göre Gelibolu’ya bağlı bir idari birim olup padişah hassına dahildi. XVI. yüzyılın başında tekrar sayıma tabi tutulan adalar, Limni, Semendirek (Semadirek), Taşoz, İmroz (Gökçeada) adalarının idari taksimattaki yerleri konusu açıklık kazanmışsa da Limni’de bir kadının bulunması buranın bir kaza merkezi olarak düşünülebileceğini göstermektedir. Aynı tahrirde Limni ve Taşoz adalarının Padişah hasları arasında, İmroz ve Semendirek adalarının ise bir sancak beyinin hassı olduğunu görüyoruz.[45] Kanuni dönemine ait bir tahrir defterinde Limni Gelibolu sancağına bağlı bir kaza olarak gösterilirken İmroz’unda Limni’ye bağlı olduğu bildirilmektedir. Aynı tahrirde Limni ve Bozcaada Padişah hassı iken Taşoz, İmroz ve Semendirek’in sancak beyi hassı statüsünde oldukları görülmektedir.[46] XVI. yüzyılın ortalarında tanzim edilmiş yine Kanuni dönemi Limni’ye ait bir tahrir defteri idari taksimatla ilgili malumatı ihtiva etmeyip adanın padişah ve Kaptan Paşa haslarına ayrıldığını bildirmektedir.[47]

XVI. yüzyılın ikinci yarısında II. Selim döneminde düzenlenen tahrirlerde Limni ve Taşoz birer nahiye merkezi durumundaydılar. Bu sayımda Bozcaada padişah hassı olarak durumunu devam ettirirken Limni ve Taşoz beylerbeyi, hassı olarak tahsis edilmişler, İmroz ve Semendirek ise vakıf statüsü kazanmışlardır.[48] XVII. yüzyılın başlarında adalardan Limni ve Taşoz yine nahiye merkezi statüsünü korudular. Bozcaada hâlâ padişah Limni ve Taşoz sancakbeyi hassı, İmroz ve Semendirek’te vakıf olarak defterlerde kayıtlıdırlar.[49]

Kikladlardan Nakşa ve Para’nın durumuna gelince; bunların Barbaros Hayrettin Paşa’nın 1537 yılındaki Korfu seferleri sırasında alındığını ve Osmanlı hakimiyetinin 1540 tarihli anlaşma ile tescil edildiğine temas edilmişti. Bu anlaşma sonrası Nakşa ve civarındaki adalar yeni bir statü kazandı. Artık Nakşa dukası daha çok mali bağlarla Kaptan-ı Derya’nın sıkı denetimi altında merkeze bağlı bir Osmanlı beyi idi. Buraların idari yapılanmalarını mali öncelikler belirledi. Bölge bir başka devletten anlaşma yoluyla devir alınan bütün tasarrufu Osmanlı Devleti’ne ait olan bir yerdi. Bu sebeple iktisadi durumu göz önüne alınarak, bir sancak olmaya yaramadığı anlaşıldığından eski idarecileri de yerinde tutuldu ve iktisadi mecburiyetler yanında Venediklilerin durumu da dikkate alınarak ada halkına bazı haklar tanındı. Bu idareciler eski Latin beylerinin soylarından geliyorlardı.

1540-1564 arasında adada eski Latin beylerden IV. Giovanni dük olarak hüküm sürdü. Ölümü üzerine yerine Paros ve Santorin adalarının idarecisi olan oğlu IV. Giacoma geçti. Bu eski idareciler “bey” diye anılırlardı. 1566 yılında Piyale Paşa’nın Keos ve Andros’u almasıyla dük adadan gönderilmiş ve yerine II. Selim tarafından Yasef Nasi tayin edilmişti.[50]

Yasef Nasi’nin Nakşa ve bazı Kiklad adaları üzerindeki idareciliği 1579’a kadar sürdü. Adada Nasi’nin temsilcisi olarak voyvoda Francesso Corenallo vergi toplamakla görevlendirilmişti.[51] Nasi’nin 1579’da ölümünden sonra adaya sancak beyi tayini yapıldığını mühimme defterleri sayesinde öğreniyoruz.[52] Genellikle ilk uygulamaların sürdürülmesini amil bir sistemi öngören Osmanlı idari anlayışı sebebiyle bu dönemde de daha önceki mali uygulamalarda bir değişiklik yapılmadı. 1594’teki kayıtlarda adada yine bir sancak beyinin görev yaptığı anlaşılmakta; 1580, 1598, 1606 ve 1617’de adanın mültezimi olan bazı kişilerden de kaynaklarda bahsedilmektedir.[53]

Girit Adası’nın fethinin akabinde Kiklad adalarının merkezî idare ile olan sıkı irtibatının çerçevesinin tamamlandığının göstergesi olan 1670 tahriri gerçekleştirildi. Bu tahrire göre Nakşa bir sancak merkezi ve sancak beyinin hassı idi.[54] Nakşa, Sakız ve Mehdiye gibi saliyaneli[55] statüde yani vergi gelirleri tespit edilmiş muayyen bir rakam üzerinden yıllık olarak toplanıp tımar sisteminin uygulanmadığı bölgeler statüsünde idi. Yukarıda belirttiğimiz gibi adalar grubu içerisinde statüsü farklılık gösteren Kiklad adalarından olan Nakşa ve Para’da maktu sistem denilen vergi tahsil yöntemi uygulanmaktaydı. Boğazönü adaları veya imparatorluğun başka bölgelerindeki tımar sisteminin yerleştirildiği has ünitelerindeki sistem ile bu sistemi mukayese ettiğimiz zaman ortaya ikili bir sistem çıkmış gibi görünüyorsa da iki sisteminde temelde çıkış noktaları farklı değildi. Her iki sistemde de tahririn esas olduğu anlaşılmaktadır.[56]

Para Adası da 1579’daki ölümüne kadar Yasef Nasi’nin mali yetkisi içinde idi.[57] XVII. yüzyıldan itibaren Kaptan Paşaların nüfus ve etkisinin arttığı Kiklad grubu adaları ona bağlı sancak beylerince taksim edilmiş, reis denilen ve küçük filoları bulunan kaptanlar vasıtasıyla denetlenmeye başlanmıştı. Bu denetimlerin yapılmasında askeri, adli ve polisiye işlerin yerine getirilmesinde ve vergi gelirlerinin kontrolünde kendi namlarına yetkili kıldıkları mütesellim voyvoda veya kethüda denilen idareci yardımcıları görev almaktaydı. Bu durum sadece buralara mahsus olmayıp, imparatorluğun pek çok bölgesinde benzer durum yaşanmaktaydı.

Sonuç olarak Ege Adalarının Osmanlı hakimiyetine girince düzenli bir teşkilata sahip olduklarını buradaki uygulamaların imparatorluğun genelindeki uygulamaların benzeri olduğunu söyleyebiliriz. Adalar bir Osmanlı Beylerbeyliği haline getirilerek merkezden tayin edilen Osmanlı idarecilerinin görev yaptıkları sancak sistemi içine alınmıştır. Bu idarecilerin uygulamaları da merkezi bir denetim altında tutulmuştur. Halkın mali ve siyasal durumu göz önüne alınarak, bu bölgede uygulanan vergi muafiyeti sadece adalara yönelik bir ayrıcalık olmayıp zaman zaman imparatorluğun diğer bölgelerinde de uygulanmaktaydı. Ayrıca halkın devlete olan vazifelerini vergi mükellefiyetlerini yerine getirmek üzere aracı olarak kurulan ve bütün cemaatlerde bulunan sivil kuruluşların (demogerondia vs.) varlığının Osmanlı hükümeti nezdinde hiç bir önemi yoktur. Bu kuruluşlar sebebi ile Ege Adalarının muhtar bir şekilde idare edildiği şeklinde ortaya atılan nazariyeler de yanlıştır. Arşivlerimizde bu hususa cevap mahiyetinde pek çok belge bulunmaktadır. Aslında bu durum has ve vakıf gibi uygulamaların yansıması olup imparatorluk genelindeki uygulamalardan farklı değildir. Ayrıca bölgede yapılan tahrirlerde devletin merkezi gücünü buralarda gösterdiğine delalet etmektedir.[58]

Doç. Dr. Yasemin DEMİRCAN

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 9 Sayfa: 363- 372


Dipnotlar :
[1] Metin Tuncel, İdris Bostan, Dünden Günümüze Ege Adaları, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Coğrafya Dergisi, İstanbul 1988. S. 6, s. 27.
[2] Yasemin Demircan, Osmanlı İdaresinde Taşoz, Ankara 1996.
[3] Coğrafyacılar arasında bu adaların gruplandırılması konusunda tam bir görüş birliği olmamakla beraber bazıları Semadirek-Limni-Gökçeada ya da İmroz, Bozcaada ve Tavşan adalarını üç grupta mütalaa ettikleri Ege Adalarının Boğazönü adaları grubu içerisine almaktadırlar. Diğer iki gruptan birisi Doğu Ege Adaları denilen, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya diğeri ise Oniki Adalardır. (bak. Kamuran Gürün, Sağırlar Diyalogu, Güneş Gazetesi, 21 Nisan 1987, s. 7) Bu adaların gruplandırılmaları hususunda farklı görüşler için bakınız. Sırrı Erinç, Talip Yücel, Ege Denizi Türkiye ile Komşu Ege Adaları, Ankara 1978, s. 10; Selami Gözenç, Avrupa Ülkeler Coğrafyası. I. Akdeniz Avrupası ve Balkan Ülkeleri, İstanbul 1985, s. 180-181, Semadirek (Semendirek), Gökçeada (İmroz), Bozcaada, Taşoz Adası konusunda bkn. Yasemin Demircan, Tahrir Defterlerine Göre Boğazönü Adaları, (XV. ve XVII. Yüzyıllar) Ankara 1992. (Yayınlanmamış Doktora Tezi); “Limni’de Çıkarılan Tıyn-ı Mahtum Madeni Hakkında”, Osmanlı 3 İktisat, Ankara 1999, s. 322-329.
[4] Bozcaada ve İmroz konusunda rahmetli Cengiz Orhonlu’nun Türk Kültürü Dergisi’nde çalışmaları bulunmaktadır. 1969/83, 1972, s. 112. Ayrıca bkn. aynı müellif Bozcaada, DİA. C. 6. s. 319 Yasemin Demircan, Kanuni’nin Vakıflarından İmroz ve Semendirek (XVI ve XVII. yüzyıllar), Türk Kültürü, Kasım 1997, s. 415, s. 643 vd.
[5] Yasemin Demircan-Hamza Keleş, Köprülü Mehmet Paşa’nın 1068 (1658) Tarihli Bozcaada Vakfiyesi, Kastamonu Eğitim Dergisi, Ekim 1999 c. 7. s. 126-142.
[6] Yasemin Demircan, Nakşe Adası (XVII. Yüzyılın İkinci Yarısına Ait bir Tahrir Defterine Göre) Kastamonu Eğitim Dergisi’nde yayınlanacak.
[7] Yukarıda sözünü ettiğimiz adaların bazıları ile ilgili olarak araştırabildiğimiz kadarıyla 1-2¬3-4-5 ve 6. dipnottaki çalışmalar dışında yurdumuzda yapılmış her hangi bir çalışmaya rastlayamadık.
[8] Şerafettin Turan, Geçmişten Günümüze Ege Adaları Sorunu, Boyutlar, Taraflar, III. Askeri Tarih Semineri. Tarih Boyunca Türk Yunan İlişkileri, Genel Kurmay Ataşe Yayınları, Ankara 1986, s. 35-39; Cevdet Küçük; Ege’de Temel Sorun, Egemenliği Tartışmalı Adalar, Ege Adalarında Türk Egemenliği Dönemi, Ankara, 1998 s. 31 vd. Bizanslılar ile imparatorlukta çok sayıda yerleşmiş olan Venedikliler arasındaki nefret XII. yüzyılın son on yılında daha da büyümüştür. IV. Haçlı Seferi’nin İstanbul’un alınmasına yönelmesinin belli başlı nedenlerinden biri de bu nefrettir. İstanbul’da kurulan Latin Krallığı döneminde Filacalo Navigaiosa adında biri Limni’yi kendisine almış ve kraliyet ayrıcalığı ile Latin İmparatorluğu’nun amirali Megaduca ilan edilmiştir. Kendisi ile varisleri 1207 ve 1279 yıllarına kadar adanın en uzun Latin egemenliği dönemi yaşamasına sebep olmuşlardır. Bkz. Peter Topping, Latins On Lemnos Before And After 1453 Continuity And Byzantine And Early Ottoman Society. Ed. By Antony Bryer And Heath Lowry. Paper Given At A Symposium At Dumbarton Oaks İn May 1982 217 vd. Ayrıca bkz. L. De Launay, Chez Les Grecs De Turguie, Autour De La Mer Ege’e Paris Edouard Cornely Librairie D’ education Moderne 1897.
[9] Mücteba İlgürel, Türklerin Batı Anadolu Sahil Güvenliğine Verdikleri Önem, Türk Kültürü Araştırmaları (İsmail Ercüment Kuran’a Armağan), Ankara 1989 sy. 112; Ali İhsan Gencer, “Bahriye” DİA C. 4 s. 501.
[10] M. İlgürel, a.g.m., s. 115; İ. H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Ankara 1984, s. 81.
[11] M. İlgürel, a.g.m., s. 115.
[12] Y. Yücel-A. Sevim, Türkiye Tarihi II. Ankara 1990 s. 154.
[13] M. İlgürel, a.g.m., s. 118.
[14] C. Küçük. a.g.e., s. 34.
[15] Bakalopolos, Thasos, Paris. 1953. s. 15.
[16] M. İlgürel, aynı yer
[17] Taşoz, Limni, Semendirek ve İmroz adaları, Bizans İmparatorları II. Manuel (1391-1425) ve VIII. Jean (1425-1448) zamanlarında Enez ve Midilli’nin hakimi Gattilusio ailesine tımar olarak verilmişti. Bununla beraber bu adalar, henüz Bizans İmparatorluğu’na bağlı idi ve imparatorluğun temsilcileri burada yalnızca görünüşte bir nüfusa sahiptiler. Gattilusioların Enez ve Midilli’ye hakim olmaları Bizans’taki taht kavgaları ile alakalıdır. Cenevizli Gattilusio ailesinden olan Francesso Gattilusio Orhan Bey döneminde İmparator Jean Kantakuzenos ile meşru imparator V. Yuannis Paleologos arasındaki mücadelede Paleologos’a yardım ederek karşılığında hem imparatorun kız kardeşi ile evlenmiş hem de Enez ve Midilli Beyliği’nin kendisine tevcih edilmesini sağlamıştı. Osmanlıların Rumeli yi feth ettikleri sırada bu beylik gelirinin üçte ikisini her sene Osmanlılara vergi vererek hayatiyetini sürdürmüştür. Enez ve Midillinin Gattilusio’lara bağışlanmaları konusunda bkz. İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 1 İstanbul 1971 s. 271-277-278 Şerafettin Turan, Türkiye, İtalya İlişkileri I. İstanbul 1990 s. 45 George Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Ankara 1981 Çev. Fikret Işıltan s. 488, Midilli’nin Cenevizli Gattiusio Dukaları elinde bir asırdan fazla bir müddet kaldığına dair Bkz. Besim Darkot “Midilli” İ.A.
[18] Aşıkpaşazade, Tevarih-i Al-i Osman, İstanbul 1332, s. 144-145; Nihal Atsız, Aşıkpaşaoğlu Tarihi, İstanbul, 1970, s. 156, Karamanlı Nişancı Mehmet Paşa, Osmanlı Tarihleri, I. Yay. İbrahim Hakkı Konyalı, İstanbul, 1949, s. 353; Mehmet Neşri, Kitab-ı Cihannüma Yay, Faik Reşit Unat, Mehmet Altay Köymen, Ankara 1987, s. 715; Oruç Bey Tarihi Yay, Nihal Atsız, 1972, s. 109, Tursun Bey Tarih-i Ebül-Feth, İstanbul 1330, s. 68-69, Yukarıda saydığımız çağdaş kaynaklar Limni ve Taşoz Adalarının fetihlerini Enez’in fethi hadisesi ile birlikte yazmışlardır. Katip Çelebi İnoz (Enez) seferini (1459-1460) yılındaki Trabzon seferinden önce yazmış fakat tarih vermemiştir. Katip Çelebi’den başka yazarlarda Enez-Midilli Beyliği’nin fetih tarihi olarak 1454-1455 ve 1456 gibi muhtelif tarihler vermektedirler. İbn Kemal fethin 1456 kış aylarına rastladığını; Dukas 1455 senesi başında; Hammer 1456 senesi başında olduğunu bildirmektedir. İ. H. Uzunçarşılı adaların alınış tarihi olarak 1456 senesini kabul etmiştir. (Osmanlı Tarihi, C. II. Ank. 1975 s. 33) Şerafettin Turan, Fatih’in İstanbul Fethinden sonra 1454’de Enez’i ve Taşoz’u 1462’de Midilliyi topraklarına kattığını bildirir (a.g.e., s. 45). Ayrıca bkz. Alexandr Blanchet, Grece Depuis La Conaqu’ete Romanie Jusqu’a Nos Jours Paris, 1860, s. 322-325 Kritovulos, Tarih-i Sultan Mehmed Han-ı Sani Mütercimi Karolidi İst. 1328, s. 91-92¬103 Enez ve Midilli Beyliği ile ilgili olarak ayrıca bakınız, A. Conze, Reise Ouf Der İnseln Des Thrakishen, Hannover 1860, s. 37; Steven Runciman, Die Eroberung Van Konstantinopel 1453 C. H Beck München 1956, s. 176.
[19] İ. Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi C. I. s. 277.
[20] Bakalopoulos, a.g.e., s. 19.
[21] Kritobulos, a.g.e., s. 90-92 Cengiz Orhonlu, Gökçeada (İmroz) Türk Kültürü, Ankara 1972 s. 112-s. 223; aynı yazar Bozcaada aynı eser, Ankara 1969, s. 83, s. 831 Aşıkpaşazade İmroz’un fethinden değil, Taşoz ve Limni’nin fethinden bahsediyor. Stanford Show, 1456 yılında Enez, İmroz, Limni ve Taşoz fethedildi, şeklinde bilgi vermektedir. Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, İstanbul 1982 s. 100.
[22] E. D “İmroz” Encyclopedia of İslam C. III. s. 1176 Adaların daha çok Eskiçağdaki durumları ile ilgili ayrıca bkz. A. H. De Groot, Limni aynı eser, C. V. s. 763-765 Friedrich, İmbros, Paulys Real Encyclopedia der Classichen Altertuns Wissenschaft, Band IX. 1, s. 1106. Aynı yazar, Samothrake, aynı eser, Band I. A2 s. 2224 Albert Hermann Thasios, aynı eser Ernest Meyer, “Tenedos” aynı eser, Band V. A. Limni için ayrıca bkz. John Haldon, Limnos, Monastic Holding And The Byzantine State: ca. 1261-1453. Continuity And Change İn Late Byzantine And Early Ottoman Society. Edited by Antony Bryer and Heath Lowry. Paper Given At Symposium At Dumbarton. Oaks in May 1982 s. 161. Bu adalar ile ilgili olarak Piri Reis ve Evliya Çelebi’de de bilgi bulunmaktadır; Piri Reis Kitab-ı Bahriyye, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1988, C. I, s. 209-253; Evliya Çelebi, Seyahatname, Kitab III. Hz. İsmet Parmaksızoğlu, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 1983 s. 299.
[23] Bakalopoulos, a.g.e., s. 24.
[24] Bakalopoulos, a.g.e., s. 25.
[25] Joseph Von Hammer, Osmanlı Tarihi I. Cilt. Çev. Mehmed Ata, yeniden yazan, Abdülkadir Karahan İstanbul 1991. s 224-225; Cengiz Orhonlu’nun verdiği bu bilgilere mukabil hadiseyi Tacü’t- tevarih’den nakleden Uzunçarşılı 1470 yılında tekrar İmroz’un Osmanlılar eline geçtiğinden söz etmez. 1479 anlaşmasının maddeleri arasında Venediklilerin Osmanlılardan bu 16 yıllık savaş döneminde aldıkları yerleri geri verecekleri şartı vardır. Bkn. Osmanlı Tarihi II. Cild Ankara 1975 s. 115-125 C. Orhonlu, Bozcaada, a.g.e., s. 832.
[26] A. H. De Grot, a.g.e., s. 764.
[27] XVI. Yüzyılda adalardan tahrir defterleri ve Piri Reis’in Kitab-ı Bahriyye adındaki eseri sayesinde bilgi sahibi oluyoruz.
[28] C. Orhonlu, Gökçeada, a.g.e., s. 226, Bozcaada, a.g.c. s. 833.
[29] Yasemin Demircan, Tahrir Defterlerine Göre Boğazönü Adaları, s. 10; Katip Çelebi, Zurnacı adıyla tanınan Mustafa Paşa’nın 1656 Mayıs’ında Girit’i kafirlerden kurtardığını bildirip yine aynı yılda Kaptan-ı Derya olanlar arasında Mehmet Paşa adında birinin adını sayar ve tarih vermez. Yine Çelebi, Kaptan-ı Derya Kenan Paşa’nın seferleri sırasında 1655 ve 1656 yıllarında Bozcaada ve Limni hisarlarını ele geçirdiğini bildirmektedir. Tuhfetü’l-Kibar, Fi Esfari’l-Bihar. II. Haz Orhan Şaik Gökyay, İstanbul 1980 s. 207-223-224.
[30] C. Orhonlu, Bozcaada, a.g.e., s. 834.
[31] Yasemin Demircan, 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı ve Bazı Ege Adalarına Tesiri, Kastamonu Eğitim Dergisi, Ekim 1997, s. 4. s. 127-133. Bu konuda ayrıca bkz. Şehabettin Tekindağ, Çeşme İ. A. C. III. s. 387-88; Münir Aktepe, Çeşme DİA. C. VIII. s. 288; aynı yazar, “Çeşme Vak’ası”, gösterilen yer; Mahir Aydın; “Cezayirli Gazi Hasan Paşa”, DİA, C. VII., s. 501. Vasıf, Tarih, 1246. C. I. s. 49.
[32] C. Orhonlu, Bozcaada, a.g.e., s. 835.
[33] İstanbulda bir Latin İmparatorluğu kurulduğu zaman Venedikli Asilzade Marco Sanudo, 1207 yılında merkezi Nakşa olan Latin Archipelago Dukalığı’nı kurmuştu. Charles Frazee, The Island Princes of Greece the Dukes of the Archipelago, Amsterdam 1988, s. 82-83 Dukalık daha sonra Della Carceri (1362-1383) ve Crispi (1386-1566) ailelerine geçti. Adaya ilk Türk saldırısı Aydınoğulları zamanında gerçekleşmişti. Çelebi Mehmet döneminde ve II. Murad döneminde Nakşa’nın Venedik’e bağlı kalabileceği konusu Venedik’le yapılan anlaşma maddelerinde yer alıyordu. Bazı batı kaynaklara göre 1463-1479 tarihli Osmanlı-Venedik savaşları sonrasında yapılan anlaşma ile Nakşa ve Para Türk hakimiyetine geçmiştir. Bundan sonrada bu adalara Türk saldırılarının devam ettiği bildirilmektedir. A. Savvides “Nakshe (Gr. Naxos Axia)”, Eİ. C. VII. s. 939-941; Şerafettin Turan, Türkiye İtalya İlişkileri, s. 240-241 Korfu Seferi sırasında alınan adalar arasında Solakzade ve Peçevi de Nakşa adası sayılmamaktadır. Solakzade Tarihi, İstanbul 1297, s. 495-498, Peçevi, Tarihi Peçevi, 1274 s. 194-196, Korfu Seferi için, Katip Çelebi, a.g.e., s. 76-77. Ayrıca bkz. B. J. Slot, Archipelagus Turbatus, Les Cyclades Entre Colonisation Latine et Occupation Ottoman, c. 1500-1718, Tome I. İstanbul. 1982.
[34] Mithat Sertoğlu, İstanbul (1520’den Cumhuriyet’e kadar) İ.A. C. V. /II. s. 1214/2. Anlaşma metni Venedik Devlet Arşivi Türkçe vesikalar koleksiyonunda bulunmaktadır. Bu anlaşmanın esas metnini Tayyib Gökbilgin yayınlamıştır. (Venedik Devlet Arşivindeki Türkçe Vesikalar Belgeler TTK. C. I. 1964. S. 2. s. 121) 1567 tarihli Osmanlı-Venedik anlaşmasında da Nakşa ve diğer adaların Hassa-i Hümayun tasarrufunda olduklarına dair hüküm saklı tutulmuştur. (Mahmut Şakiroğlu, “II. Selim’in Venedik Cumhuriyeti’ne Verdiği 1567 ve 1573 Tarihli Ahdnameler” Erdem II. Ankara 1986, s. 532.
[35] Stephane Yerasimos, Les Voyageurs, dans L’Empire Ottoman (XVI’e Siecles) Ankara 1991, s. 275, 424, 430. Ayrıca ada ile ilgili bilgi ve haritalar Piri Reis, a.g.e., s. 561-565.
[36] Elie Nikolaou, Le Mont Athos Et La Mer Ege’e Les Proprietes Du Monastere Xeropotamou A Naxos These En Vue De L’abtension Du Doctorat De 3 e Cycle, Paris 1987. s. 26.
[37] Elie Nikolaou, a.g.e., s. 26-29, Savvides, a.g.e., s. 941, R, Herbst, “Naxos” Paulys Real Encyclopedia Der Classischen Altertums Wissenschaft, XVI. 2. s. 2079. 2080; Katherina Kourapakis, E. Savvaris, Mrs. Spiliopoulou, V. Tsamtsouris. Naxos. Translated by. David Hardy, Athens, 1984. s. 9-17.
[38] Bkz. Nakşa’nın Osmanlı idaresine girişi ve dipnot. 37.
[39] A. Savvides, “Para” Eİ. IX. S. 265-266; ayrıca bkz. Piri Reis, a.g.e., C. II. S. 565-575.
[40] Ali Fuat Örenç, Türk Hakimiyetinde Ege Adaları Tarihi, Osmanlı Özel Sayısı I, Siyaset ve Teşkilat, Ocak-Şubat 2000. s. 327-336; Necdet Hayta, Ege Adaları Sorunu (1911-1923) Ankara 1992 (Basılmamış Doktora Tezi) s. 17-29.
[41] Ayn Ali Efendi, Kavanin-i Al-i Osman Der Hulasa-i Mezamin-i Defter-i Divan, İstanbul Mahmud Şakiroğlu “Cezayir-i Bahr-i Sefid” DİA, C. 7. s. 500-501; Halil İnalcık, C. 13, s. 5; C. F. Bechingham, “Kanuni Sultan Süleyman Devri Başlarında Rumeli Eyaleti, Livaları, Şehir ve Kasabaları” Belleten. C. XX, s. 77-80, Ankara 1956, s. 247. v. d; Andreas Birken, Die Provinzien Des Osmanischen Reiches, Wiesbachen 1976, s. 101, Mustafa Nuri Paşa, Netayicü’l-Vukuat, sadeleştiren Neşet Çağatay, Ankara 1973, C. I. ve II.; İlhan Şahin, Tımar Sistemi Hakkında bir Risale, İstanbul Üniversitesi. Edebiyat Fakültesi TD. S. 32 1979, s. 905-921, Tuncer Baykara, Anadolunun Tarihi Coğrafyasına Giriş Anadolu’nun İdarî Taksimatı, Salih Özbaran, “Kapudan Pasha”, Eİ. C. V. s. 571-572, Katip Çelebi, a.g.e., C. II. S. 226.
[42] Salyane ile idare edilen eyaletler konusunda Sofyalı Ali Çavuşun ve Ayn Ali Efendi’nin bahsi geçen eserinde bilgi bulunmaktadır. Salih Özbaran, “Some Notes On The Salyane System İn The Ottoman Empire As Organised İn Arabia Sixteenth Century”, Osmanlı Araştırmaları Dergisi, İstanbul 1986, C. VI. S. 39-40.
[43] Şerafettin Turan, Geçmişten Günümüze Ege Adaları Sorunu, s. 35-39.
[44] Cevdet Küçük, a.g.e., s. 34-77 Yunanistan’ın yayılmacı emellerini haklı göstermek amacıyla, Jeanne Z. Stephanapoli adlı gazeteciye 1912’de “Ege Adaları ve İmtiyazları” adını taşıyan bir kitap yazdırmıştır. Bu kitap bu günde aynı iddialar için kullanılmaktadır. Kitapta Kanuni’nin adalara idarî, malî, hatta adlî imtiyazlar verdiği ileri sürülüp, Kanuni’nin bu konuda 1523’te neşrettiği fermanın kaybolduğunu ancak IV. Mehmed, II. Mahmud’un bu muhtariyeti teyit eden fermanlarının bulunduğu yazılmaktadır.
[45] Bu defter 1519 tarihli olup, Limni, Taşoz, Semendirek, İmroz Adaları hakkında bilgi vermekte, İstanbul Başbakanlık Arşivi’nde bulunmaktadır. (BA. TD. Nr. 75).
[46] Başbakanlık Arşivi’nde bulunan bu tarihsiz tahrir defteri Boğazönü adalarının; Limni, Taşoz, Semendirek, İmroz Bozcaada ve Gelibolu livasının kayıtlarını kapsamaktadır. (BA. TD. Nr. 434).
[47] 1557 tarihli Limni adasına mahsus olan bu defter Başbakanlık Arşivi’ndedir. (BA. TD. 307).
[48] 1569-1570 tarihli bu defterde de Gelibolu ve Boğazönü adalarının kayıtları mevcuttur (BA. TD. 490). Sancak birimi daha çok tımar sisteminin esas aldığı bir küçük idari birim olan nahiye ve kadının yetki alanını gösteren kazalara ayrılmıştı. Bunlar aslında birbirlerinin alt-üst birimleri değildi. Fakat zamanla tımar sistemindeki değişiklikler bu iki birimi birbiriyle irtibatlandırdı. Bu teşkilat ve başında bulunan idareciler sancak statüsündeki her yerde bulunuyordu. Feridun Emecen, Ege Denizi ve Adaları (Giriş XIX. yüzyıla kadar), Ege Adaları’nın Egemenlik Devri Tarihçesi, Ankara 2001, bkn. giriş. Ayrıca bkn. Yasemin Demircan, Kanuni’nin Vakıflarından İmroz ve Semendirek, a.g.e., s. 649 vd.
[49] 1600 tarihli bir defter de Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyud-ı Kadime Arşivi’nde olup, yine Gelibolu ve söz konusu adalara ait kayıtları havidir. (TK., TD.; Nr. 141.) Aynı arşivde Taşoz adasına ait iki tahrir defteri daha mevcuttur. Biri tarihsiz olan bu defterlerden diğeri 1672 tarihine mahsustur. (Defter-i Harac-ı Arazi-i Taşözü TK, TD, Nr. 105 ve 121), Yine Başbakanlık Arşivi’nde 1614 yılına ve Gelibolu livasına ait olan mufassal defterde İmroz ve Semendirek dışındaki adaların kayıtları mevcuttur.
[50] Safvet, “Nakşa (Naksos) Dukalığı, Kiklad Adaları” TOEM, IV/23. (Kanun-i Evvel 1329), s. 1449.
[51] Safvet, “Yasef Nasi” TOEM, III/16. (Teşrin-i Evvel 1328), İstanbul 1330 s. 982-993 BA., MD, Nr. 30, 318/736.
[52] Mühimme defterlerinde Nakşa sancağında sancak beyliği yapan Süleyman, Ahmed ve İbrahim Beyler hakkında hükümler bulunmaktadır. BA. MD. Nr. 42. 284/877.; Nr. 45, 370/4480; Nr. 45, 375/4546.
[53] BA, MD. Nr. 73, 153/355; Savvides, a.g.e., s. 940-941, Naima Tarihinde de Nakşa-Para dukası olarak Hırvat asıllı Gaspar Gratiani’den bahsedilmektedir. Naima Katip Çelebi’nin Fezleke adlı eserinde anılan kişinin Avustarya’ya yaptığı elçilik hizmetine karşılık kendisine Nakşa Dukalığının İltizam olarak verildiğini yazmaktadır. Naima, Tarih-i Naima, İstanbul 1280, C. II. s. 146.
[54] TK., TD, Nr, 180 Nakşa ve Para adalarının sancakbeyinin hassı olduğu bildiriliyor. BA. TD. Nr. 800’de ise bu sancak beyinin adının Turgut olduğu kayıtlıdır.
[55] Salih Özbaran, a.g.e., s. 39-40; Bu tip sancakların gelirleri eyalet defterdarları tarafından toplanıp, beylerbeyine, sancakbeylerine bu meblağdan salyane ve kul taifesine de ulufe verilirdi. Fazlalık olması halinde bu merkeze gönderilirdi. Ahmed Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, İstanbul 1985, s. 59.
[56] Feridun Emecen, a.g.e., s. 39.
[57] A. Savvides, “Para” s. 265-266.
[58] Emecen, a.g.e., s. 65.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.