Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Eflak Ve Boğdan Voyvodalarının Ahidnâmeleri Üzerine Bir İnceleme: Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzeybatı Hududundaki Hıristiyan Vassal Ülkeleri

0 13.326

Doç. Dr. Sandor PAPP

Osmanlı İmparatorluğu, kendi genişlemesi ve futuhatı sırasında egemenliği altına giren yeni halkların, medeniyetlerin entegrasyonundan dolayı büyük intibak kabiliyeti gösterdi. Biliyoruz ki, üç kıtaya dağılan büyük İmparatorluk en az üç şekilde idare edilmiş idi. Bunlar arasında klasik bir Osmanlı idare sistemini bilhassa Anadolu’da ve her şeyden evvel Rumeli bölgelerinde yerleştirdiler: Vilayetler ve sancaklar, onların üstündeki beylerbeyleri ve sancakbeyleri ile idareye bağlıydılar.

İmparatorluğun şarkî ve garbî hudutlarında, Babıâli himayesi altına giren, ama iç serbestliğinin bir miktarını koruyan ülkeler (vilayetler) vücuda geldi. Ege Denizi bölgesinde Naksos, Kafkaslar’da Gürcistan’ın bir parçası olan Kartil, Adria Denizi sahilinde Dubrovnik ve daha evvelki dönemlerde Bulgaristan’ın kuzeyinde, Tuna’ya doğru olan bölgede Şişman Vilayeti, bir süre kadar Sırbistan, yukarıda belirttiğim münasebetler üzerine Babıâli’nin himayesi altına girmişti. Hatta şunu da eklemek gerekir ki, 1526’daki Mohaç mağlubiyetinden ve çok genç yaşta ölen Macar Kralı, II. Layoş Yagello’nun vefatından sonra 1541’e, yani Macaristan başkenti olan Budin Kalesi’nin fethedilmesine kadar Macaristan da Osmanlı İmparatorluğu’nun bir vassal ülkesi olarak sayılabilir. Bunlardan gayrı çok eski bir İslâm hanedanı olan Girây ailesi hakimiyeti altında yaşayan Kırım’da Osmanlı idaresi altındaydı.

Tarihî bakımdan vassal durumu göz önüne alınınca, her şeyden önce Orta ve Güneydoğu Avrupa bölgesinde yer alan üç devlet, Boğdan, Eflak ve Erdel ortaya çıkar. Hıristiyan olan ve feodal bir şekilde teşekkül eden her üç devlet, idare sistemlerini Osmanlı hakimiyetinin son senelerine kadar koruyabildi ve bununla beraber Osmanlı Devleti’nin birer kısmı oldular.

Eflak ve Boğdan, birbirlerine çok yakın bir medeniyete sahip olmaları nedeniyle Ortodoks (Şarkî) Hıristiyan ve çoğunluktaki Rumen nüfusla, kendilerini eski Bizans’ın son varisi olarak görmekteydiler. Şu bir gerçek ki, Bizans mirasçısı bir devlet olarak sadece, Tuna nehri yanında yaşayan bu iki voyvodalık ayakta kalmıştı. Tabii bir bağlantıyla, eski Konstantiniye, sonra da İstanbul ile irtibatlarını tuttular. Uzun süre Osmanlı idaresi altında yaşadıklarından dolayı iki devlet arasındaki yakınlık, başka yakınlaşmalara da yol açtı. Tarih boyunca dört yüz seneden fazla Osmanlı hakimiyeti altında yaşayan iki Rumen voyvodalığının, modern Romanya’nın yavaş yavaş vücuda gelmesine öncülük ettiğini söylemek herhalde yanlış olmayacaktır. Osmanlı hakimiyetini kabul eden Batı feodalizmine daha yakın üçüncü Hıristiyan ülke olan Erdel, Osmalıların Orta Avrupa’da yaptıkları futuhatlara kadar Katolik kilisesine bağlı olan Macar Krallığı’nın bir bölgesi idi ve sadece Birinci Cihan Harbi’ne son veren anlaşmalar (özellikle Macaristan’a ilişkin olan Trianon Anlaşması) sebebiyle Macaristan’dan ayrılıp Romanya’nın bir parçası oldu. Erdel, Osmanlı hakimiyeti döneminin sonuna kadar teorik olarak Macar Krallığı’na yönelik hukukî münasebetlerini de tamamen kesmedi. Erdel voyvodaları, sonradan ise hakim ve kralları, Habsburg Hanedanlığı’ndan seçilen Macar Krallarına gizlice sadakat yemini ettiler ve devlet, zikrettiğim hukukî fiilden dolayı 1687’den ittibaren yavaş yavaş Kutsal Macar tacını elinde tutan Habsburg Monarşisi’ne (Avusturya askerî kuvvetleri zaferinden sonra) geri döndü.

Modern Romanya, Eflak-Boğdan ve Erdel unsurlarını barındırdığından; Osmanlı İmparatorluğu’nda teşekkül edilen vassal münasebetlerinin teorisi üzere Rumen tarihçileri çok çalıştılar: Beyan ettiğimiz konu üzerine yaptıkları araştırmalarda kendi ülkelerinin Yakınçağ’daki tarihi kökenini ortaya koymaya çalışmışlardı.

Bilmemiz gerekiyor ki, beyan ettiğim bu mesele Rumen tarihi literatüründe ilmî konu olmaktan öte bir önem kazanır. Bu nedenle Babıâli ile Eflak ve Boğdan arasında ittifaka dayanan anlaşmalı bir münasebet mevcud olduğunun kanıtlanması, ulusun kendine öz saygısının önemli bir unsurudur ve bunun desteklenmesi için anlaşmalarının akdinin ahidnâmeler ile olduğu gibi bir görüş farz edilmektedir. Vassal bir durum, tek başına bir hakimiyet ifade eder: Eğer bu durumun anlaşmalı olduğu kanıtlanabilir ise, Osmanlı hakimiyeti altında olan bu iki voyvodalığın statüsü o çağların Avrupa memleketlerine yakınlaşabilir.[1] Bu konuya ait kanaatini Gagauz asıllı Rumen Türkolog ve tarihçi, Mihail Guboğlu şöyle ifade eder: “Eski tarihçiler N. Jorga (1902) ve Constantin Giurescu (1908) başta olmak üzere Ahidnâme ya da kapitülasyonların tek taraflı olduklarını sezememişlerdir. Çünkü İslâm hukukundan haberleri yoktur. Onlar ahidnâmeleri ya da kapitülasyonları iki taraflı, iki imzalı sanmışlardır. Yeni tarihçi-Türkologlar N. Beldiceanu (Sorbonne) ve Mihai Maxim (Vorniceni) başta olmak üzere Eflak-Boğdan’la da bu çeşit anlaşmalar ‘tratate’, ‘capitulatii’ varsa da maalesef ellerinde bu çeşit ahidnâme ya da kapitülasyon yoktur. Şeklindeki görüşleri çok farazidir”.[2] İktibas ettiğim kanaati, aşağıda kendi araştırmalarım bakımından değerlendireceğim. Rumen Türkolojisi, son on yıllık devrinde çok sayıda Osmanlı arşiv malzemesi inceleyip neşr etti. Orijinal Osmanlı ve Avrupa materyalleri yanında bu önemli kitapları özellikle kullandım.[3]

Gerçek tarihî bilgileri incelemeden önce kısaca apokrif olan birkaç Sultanî kapitülasyon hakkında bilgi vermem gerekiyor, çünkü bunlar tarih literatürünü de etkilemişlerdir. 1772’de Focşani Müzakeresi’nde ve sonra Paris Müzakeresi’nde Rumen boyarlar da kendilerini gösterdiler ve zaferleri kazanan Rus İmparatorluğu’nun himayesi altına girmeyi ümit ettiler. Ama yeni bir hakimle girilecek münasebetleri, eskiden olduğu gibi tesis etmek isteyip dört eski padişahın inayetinden vücuda gelen anlaşmanın metnini (Traité des Roumains avec la Sublime-Porte) sundular. Bu vesikalar kısa bir şekilde, bazı maddelerde teşkil edilen imtiyazları tazammun ediyorlardı ve bunların Fransızca tercümesini XVIII. asır tarihçiliği, hatta diplomatları hakiki olarak kabul etmekteydi.

Kullandığımız neşriyat XIX. asır ortasında (modern Romanya’nın teşekkül zamanı) Paris’te yayımlandı,[4] ama Tayyib Gökbilgin’in makalesinden aldığım bilgiye göre söz konusu olan belgeler Baron de Testa vesika neşriyatında XVIII. yüzyılda da mevcut idi.[5] Şunu belirtmek gerekiyor ki, gördüğüm metinler birbirlerinin tamamen aynısıdır. Eflak’a ait birinci vesikanın tarihi 1391 veya 1393’tür, ikincisinin 1460’tır; Boğdan’a müteallik birinci belge 1511’de tarihlenmiş (bu vesika Baron de Testa neşriyatında 1513’tür), ikinci vesika ise 1529’dur. Birinci vesika üç maddeyi içine almakta olup muhtevası şudur: Eflak kendi voyvodası altında ve kendi âdet ve kanunları üzere yaşadığı, savaş veya barış hakkının tamamen voyvodalara ait olduğu padişah tarafından kabul edilmekteydi. Eğer bir kişi İslamiyet’ten onların (Ortodoks Hıristiyan) dînine dönerse ve Eflak’a taşınırsa Türkler tarafından havale edilemez. Bir Eflaklı, Padişah topraklarından voyvodalığa giderse vergilerden muaf kalır.

Senelik haraç 3000 kızıl ve 500 gümüş kuruştur. 1460’ta (Edirne’de) yazılan vesikaya göre Padişah Eflak’ı kendi himayesi altına alıyor. Buna karşılık olarak o sene için 10 bin kuruş haraç ödenir. İç meselesine Babıâli’nin kendisi karışmaz. Türkler sebepsiz yere voyvodalarının topraklarına giremez. Haraç için İstanbul’dan bir rütbe sahibi gelip onu Giurgiu’da alıp parayı saydıktan sonra voyvodaya bir makbuz yazar. Voyvodalar, metropolitler ve boyarlar tarafından seçilir. Babıâli tarafından yalnızca onaylanır. Voyvoda, savaş veya barış yapma konusunda serbesttir.

Boğdan’la ilgili 1511 tarihli vesikasının muhtevasına göre Sultan I. Selim, Boğdan’ı müstakil bir devlet gibi kabul etti. Buna göre, yurttaşları dinlerinden dolayı rahatsız edilmez. Bu memkeleti Babıâli bütün düşmanlarından korur. Boğdan, kendi âdetleri ve kanunları ile idare edilir. Voyvodası halk tarafından seçilip Babıâli tarafından tevcih edilir. Boğdanlılar İstanbul’da kethüdalık makamı için bir ev alabilirler ve orada bir kilise de bulundurabilirler. Türkler Boğdan’da arazi alamayıp mescit ve câmii inşa edememişler, yerleşmemişler. Voyvoda her sene iki boyarı vasıtasıyle 4000 Türk altınını ve 11 bin piasteri (kuruş), 40 şahini, 40 atı vassal bağlantısının kabülünden dolayı Babıâli’ye gönderir, Osmanlı ordusuna sefer levazımatı tedarik ederdi. En uzun vesika 1529 senesine aittir. Bu “kapitülasyonun” muhtevası 13 madde içinde teşekkül edilmiştir. Bunlara göre, Boğdan’ın bağımlı bir ülke olmadığını ve imtiyazlı olduğunu sultanlar da kabul ederler. Prensler kendi kuvvet ve hükümlerini serbestçe kullanabilirler. Osmanlı tarafı davaya veya meseleye uzaktan bakar. Vilayetin hududuna dokunulamaz. Müslümanlar burada bir mülkün sahibi olamazlar. Boğdan her tüccara açıktır, ama Türkler GalaÂ, Ismail es Kilia limanında avantaj sahibidirler ve sadece Prens müsaadesiyle vilayete girebilirler. Osmanlılara ait meselelerde Boğdan bağımsız unvanlı bir ülkedir. Padişah mektupları Galati (Boğdanlı) naibi aracı ile gelirler ve giderdi. Babıâli ulakları her vesikayı Boğdan’da taşımazdı. Prensler halkın farklı sınıfları tarafından seçilir. Osmanlılar tarafından sadece tayin edilirlerdi. Boğdan bütün düşman taaruzlarına karşı Padişah himayesindedir ve bunun için yalnız 4 bin altın ödenmesi gerekirdi.

Babıâli ile Avrupa devletleri arasındaki diplomatik münasebetler ile ilgilenen araştırmacı tarafından söz konusu “apokrif” vesikalarının gerçek olarak kabul edilmesi şaşırtıcı bir meseledir. Meşhur tarihçi ve Türkolog Tayyib Gökbilgin’in bile hiç kuşku duymadan bir makalesinde adı geçen vesikalardan 1513 ve 1529 tarihli “Boğdan kapitülasyonlarının” maddelerini aynen, yani Fransızca olarak aktarması gerçekten ilginçtir. Ama yazısının ikinci yarısında, Boğdan Voyvodalığı ile Babıâli arasındaki münasebetlerin bu maddelerde gösterildiğinden daha sert olduğu hakkında bir çok örnek veriyor.

Rumen tarihçilerden, tenkitli incelenme yapan ilk zat olarak Constantin Giurescu sayılmalı: Çok titiz bir eleştiri ve metin tahlili ameliyle 1908’te, zikrettiğim vesikalardan hepsinin, Focşani Barış Müzakereleri nedeniyle vücuda gelen taklitler olduğu sonucuna vardı.[6] Beyan ettiğim vesikaların muhtevasına dikkat edenler, bunların neden apokrife uğradığını kolayca görebilirler. 18. yüzyılın ikinci yarısında Rusya’nın ilerlemesi iki Rumen Voyvodalığı’na kadar ulaşmıştı! Boyarlar, padişahlardan hiçbir zaman inayet edemedikleri imtiyazları, Rusya çarından mukarrer etmek üzere çalışmaya başladılar. Giurescu’nun makalesinden sonra Rumen tarihçiliği orijinal ve hakkiki Türk-Rumen anlaşmalarını ortaya çıkaracak izleri bulmaya çalışıyordu. Eski Osmanlı ve Bizans kronikleri yardımıyle, birkaç Osmanlı ve Eflak-Boğdan anlaşmasının meydana geldiğine dair malumat buldular. Bu haberleri başka tarihçiler yanında bir makalesinin baş tarafında Maria M. Alexandrescu-Dersca Bulgaru sıralamaktaydı.[7]

Mihai Maxim’in fikrine göre, Eflak ile Osmanlı arasındaki ilk anlaşmanın gerçekleşmesi – mantıken-1391’den sonra olmalıydı. Eflak Voyvodası olan Mircea cel Bratin, Macarlar tarafından ağır bir baskı altındadır. Güney hudutlarının korunması sebebiyle Osmanlılarla bir ittifağa girecekti. Ama araştırmalara göre ilk Osmanlı vassalı, Eflak Voyvodası I. Vlad idi. Mihai Maxim’e göre ilk Eflak- Osmanlı sulh anlaşması 1 Nisan 1394/1395’te meydana gelmiştir. Bundan sonra barış, Babıâli tarafından mutlaka bir sulhnâme ile kuvvetlendirilmişti. Bu vesika, Mihai Maxima göre bir “ahidnâme” olmalıydı. Mircea, I. Vlad’ın düşmanı olduğu için, evvelki tahtına geri dönmesi, önceki anlaşmayı iptal etmekteydi. I. Mehmed, Eflak Seferi sırasında bu anlaşmayı 1416/17 civarında yenilemiştir.[8]

Osmanlılar ile Boğdan-Eflak arasındaki orijinal ahidnâmelerin ne şekilde teşekkül ettiğini öğrenmek için 1945’e kadar beklemek gerekiyordu. Avusturyalı Türkolog, Franz Kraelitz 1921’de Fatih Sultan Mehmed ile Boğdan Voyvodası Petru Aron arasında meydana gelen ve (Boğdan’a ait) Akkerman tüccarlarına Edirne, Bursa ve İstanbul’da serbest alışverişi müsaade eden bir ticaret anlaşmasını neşretti.[9] Bir İslav dilinde yazılan Osmanlı vesika muhtevasına göre, Fatih’in Petru Aron’dan bir miktar para, yani 2000 altın talep etmesi de söz konusu anlaşmaya bağlı olabilir; zikredilen miktarı Mihul logofat elçiliğinin vasıtasıyle ödediler (uçinyity nam mir).[10]

İlk padişah tarafından tevcih edilen ve XV. yüzyıla ait inşâdan ortaya çıkan sulhnâmenin metnini Aurel Decei yayımladı.[11] Beyan ettiğim vesikanın metni şöyle özetlenebilir: Boğdan Voyvodası olan Ştefan cel Mare ve kendisine kadar hükümet sahibi olan Boğdanlı voyvodalar, Osmanlı Padişahı’na sadakat ve itaat gösterdiler. Şimdiki Voyvoda, Ştefan cel Mare, delirerek ayaklanır sonra gereği gibi cezalandırılır. Gözyaşı döken Boğdan voyvodası nihâyet Padişahın inayetini kazanıp haracını iki katına çıkarır, 3000 altın yerine 6000 altın haraç kabul etmesi şartıyle affedilir. Maalesef bu vesikada önceki şartlardan, bu söz konusu iki devlet arasındaki münasebetlere ilişkin başka bir madde bulunmaz. Bu belgenin şekli son satırında okunur: “Bu ‘ahd-nâme ile ser-efrâz kıldum ki elinde cihet-i ‘itikâd ve sebeb-i ‘itimâdi ola”. Söz konusu olan vesikayı muhteva eden inşanın yazıldığı tarih H. 896’dır ve bu noktadan vesikayı neşreden Rumen Türkolog Aurel Decei, bu ahidnâmenin 1479’da vücuda geldiği neticesini çıkardı.[12] Zikrettiğim belgenin tarihi Guboğlu tarafından, onun ikinci neşriyâtında 1480 senesi olarak verilmiştir.[13]

Tarih hadiselerine göre Boğdan Voyvodası olan Ştefan cel Mare, Macar Kralı Matthias Corvinus’un desteğiyle, Fatih Sultan Mehmed’e karşı isyan etti, ama ubudiyetinden sonra kendi voyvodalığı kaybolmadı. Beyan edilen vukuata göre de belgenin ikinci neşriyâtında yer alan tarih doğru olabilir. Macar Kralı, Matthias Corvinus’un kendisi de Fatih ile Temmuz 1480’de müzareke etmeye başlar, fakat görüşmeler neticesiz kaldığından Macar akıncıları Bosna ve Sırbistan’a taaruz ettiler. Bana öyle geliyor ki, söz konusu Boğdan-Osmanlı sulh müzarekesi Temmuz ve Eylül arasında 1480’de cereyan etmiş olmalıdır.[14]

Günümüze kalan ilk Osmanlı-Boğdan ahidnâmesinin mevcudiyeti bize Babıâli ve başka Hıristiyan ülkeler arasındaki anlaşmanın metni arasında yapılacak bir incelenmeye imkan verir. Bu incelenmeye komşu ve araştırdığımız dönemde Rumen voyvodalıkları üzerinde siyasi güç gösteren Macar Krallığı’nın Osmanlı ahidnâmeleri iyi örnek olarak verilebilir. En erken zamandan kalan Osmanlı-Macar anlaşması hakkındaki malumatımıza göre Eflak voyvodası nispeten büyük iki kuvvet arasında bir tampon devlet olarak gösterilir. İlk malumat, Varna muharebesinden önce akdedilen Osmanlı-Macar anlaşmasının metnidir. Buna göre II. Murâd, ahidnâmenin Vlad Dracul voyvodasına ait parça aşağıda iktibas edeceğim gibi zikr etmekteydi:

“Bundan sonra (Macar Kralı’nın elçisi) bize, ‘Valachus (Eflak) Voyvodası olan Blado Bey (Vlad Dracul) ile sulh etmesi benim için şu tarzda memnuniyet verici olacaktır: Voyvoda Blado evvelki âdet gibi haraç ödemeli ve bizim her hizmetimizi uhdesine geçirmeli’ diye söyledi. Baştan böyleydi bundan sonra da böyle olsun, yalnız, onun Dergâhımıza şahsen gelmesi gerekmez. Bu (şartla) Hazretlerinize duyduğumuz sevgimiz için rıza ederiz ki, Voyvoda Blado haraç hizmetimize şimdiye kadarki yükümlülüklerini bundan sonra da yerine getirsin: Ve şahsen Dergâhımıza gelmeyeceğini, yalnız kefilleri bize göndermesini kabul ederiz.”[15]

Beyan edilen kaynak Rumen araştırmacı, Fransisc Pall’in keşfidir. Buna rağmen Osmanlı- Rumen münasebetleri üzerine çalışan Rumen araştırmacıların gözlerinden kaçmıştır. Sultan, “Macar Kralı’na duyduğu sevgi” nedeniyle (De quo amore Excellentiae Vestrae…) Voyvodanın eski âdete göre haraç ödemek için şahsen Babıâli’ye gönderilmekle rahatsız edilmemesini açıkca söyler. Rumen voyvodalıkları Osmanlı futuhatının ön planına çıkmasıyla çok erken bir dönemde haraçgüzar devletler statüsü aldılar. Tahsin Gemil’in kanaatine göre ilk olarak Alexandru Aldea (1432’de) ve adı geçen Vlad Dracul (1437’de) şahsen II. Murâd huzuruna gelmişler.[16] Meşhur Aşıkpaşazâde’ye göre II. Mehmed Devri’nde 1477 tarihli Boğdan Seferi’nin sebebi Ştefan cel Mare’nin kendi haracını Babıâli’ye şahsen ödemek istememesi imiş.[17]

Boğdan ve Eflak Voyvodalığı ile Osmanlılar arasında siyasî bir sıkıntı meydana gelmişti. Bundan dolayı bu iki voyvodalık kuzeye doğru ilerleyen Osmanlı Devleti ve gerekli kuvvete sahip olan, sonra ise kuvvetini kaybeden Macaristan ve Polonya arasında iki tampon devlet pozisyonundaydı. Ne yazık ki, bu durumlarının neticesi olarak, gerek iç ve dış politikaları, gerek askerî meseleleri, komşu devletlerin etkisi altına girmişlerdir.

Gerçekten Padişah dergâhında haraç verme esnasında kendilerini tanıtırken, Macar Devleti’nin himayesi altında olduklarını belirtmekten kaçınabiliyorlardı. Sultan II. Bayezid ile Macar ve Çek Kralı II. Ulâszlo (Wladislaus) arasındaki 1503 tarihli barış antlaşmasında sadece haraç verildiği zikr edilir. Boğdan ve Eflak’a ilişkin âdete uymayan başka herhangi bir istek her iki taraftan da mümkün olamaz. II. Bayezid ile II. Ulâszlo arasında akdedilen anlaşmanın Türkçe metnine göre: “andan sonra Kara Bogdan ogulları ile ve cemi’i Moldva (!) memleketi ile ve Eflak ili voyvodası Radul hem-cünan ogullarıyle ve kendünün ili güniyle kıral yanınca bu sulhda bile dahil olub haracların ve pişkeşlerin şimdilik virigeldükleri üzre vireler ziyâde taleb u te‘addî olunmaya ve kırala viregeldükleri ‘adetlerin dahi vireler ziyade taleb u te‘addî olunmaya…”[18]

Eğer yukarıda zikrettiğim Boğdan ahidnâmesini, o dönemde yazılmış olan başka Avrupa (Macar, Venedik, Polonya) ahidnâmeleriyle karşılaştırmak istersek bu ahidnâmenin, onlardan çok farklı olduğunu görürüz. Ştefan cel Mare, tabiiyetin işareti olan haraç verme dışında, başka bir şart içermeyen ahidnâmesi ve Batı ülkelerine verilen ilk Osmanlı anlaşma metinlerinin örneği olarak sayılabilen 1503 tarihli Macar Ahidnâmesi’nden ebatları bakımından (29,5×410 cm, 87 satır) da büyük fark gösterir.

Söz konusu Macar Ahidnâmesi’nde iki devlet arasında problemli olan bütün mesele ortaya konmuştur. Ahitnâmenin çok önemli unsuru olarak iki taraf, Macaristan ve Osmanlı Devleti’nin bütün önemli hudut kalelerini bir sıra içinde gösterir. Macar ve Çek Kralı sulh anlaşmasını Osmanlılarla yalnız kendi adlarına değil, bütün Batı Hıristiyanlığı adına akdetmekteydi. Metinde Papa, İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz, Venedik, İtalya devletleri, yani Napoli Krallığı, Sicilya ve Rodos vs. ayrı ayrı yer almaktaydı. Adı geçen Hıristiyan hükümdarları bu anlaşmaya bir sene süresince kendi ratifikasyonlarıyla bağlanabilirdiler. Eğer onlar tarafından bir hükümdar, akdedilen sulha karşı çıkarsa, onun neticesine ancak kendisinin katlanması gerekiyordu. Ötekilerle Osmanlılar arasındaki sulh bozulamazdı. İki tarafın işlediği suçlar beraber yapılan soruşturmadan sonra cezalandırıldı. Taarruz edenleri her iki tarafın da durdurması gerekirdi. Her iki taraftan elçiler, çavuşlar ve adamlar veya tüccarlar serbest gelebilirlerdi. Anlaşmanın Osmanlıca nüshası Sultan Bayezid’in, Macarca nüshası ise II. Ulâszlo’nun yemini ile son bulur. Macar ratifikasyonu ile Osmanlıca metin arasında fark olmayıp devrin Macar kançılarlığı âdetine göre Latince olarak 20 Ağustos 1503’te yazılmıştır.[19]

Bana öyle geliyor ki, Osmanlı-Macar diplomatik münasebetlerinde XVI. yy. başına kadar aşağı yukarı tek tip teşekkül edilen ahidnâme biçimi vücuda gelmiştir. Bunun ilk örneği XV. yüzyılın ikinci yarısında görülüyor. Mesela 1498’de II. Bayezid ve II. Ulâszlo arasındaki sulh anlaşması İmre Cobor (oku. Tsobor) ve Haci Zaganos’un elçilikleri sonucu olarak gerçekleştirildi.[20] Ne yazık ki, Yavuz Sultan Selim ile Macar ve Çek Kralı olan II. Lajos (Layoş) tarafından 1519’da akdedilen sulh anlaşmasının Türkçe metni bulunamıyor, ama günümüze kalan Latince metin, yukarıda zikrettiğim vesikaya çok yakındır ve buradaki bir kayıta göre, bunun Türkçe nüshası da mevcut olmuştur. Macarlar tarafından Severin Banı olan Barnabaş Belay ve Türkler tarafından Selim’in elçisi olan Kemal (Kamal oratorem sue Cesaree maiestatis) aracılığı ile söz konusu barış meydana gelmiştir.[21]

Devrin Osmanlılarla tutulan diplomatik münasebetleri bakımından önemli bir devlet olan Venedik ahidnâmelerine dikkat edilmesi de ehemiyetlidir. Bunlar tek taraflı, barış ve ticaret imtiyazlarını takviye eden vesikalardır. Muhteva ve konstruksiyonları bakımından adı geçen Boğdan ahidnâmesiyle karşılaştırmak kolay değildir. Venedik ile Osmanlı anlaşmalarının siyasî ve askerî maddeleri yanında ticaret, denizcilik, miras, esirler vs. konuları da çok detaylı olarak kaleme alınmıştır.[22] Zikrettiğim anlaşmalar sonraki İngiltere, Hollanda, bilhassa Fransa’ya verilen kapitülasyonların öncüleridir.

Belki Ştefan cel Mare’ye verilen ahidnâmeden daha detaylı olan metinler, daha geniş anlaşmalar da mevcut idiler. Maalesef başka bir örneği gün ışığına çıkmayıp yalnız bunlar hakkında XVI. yy. başına ait bir Osmanlı arzında birkaç söz bulunur.[23] Babıâli’den Kadı Mustafa’yı Boğdan, Eflak ve Osmanlı Devleti arasındaki hududu tayin etmesi ile görevlendirdiler. Boğdan Voyvodası olan Ştef%niÂa, Mustafa’ya Boğdan eski anlaşma metinlerini gösterdi (ahdnamelerin gösterüb). Mustafa, sonra Akkerman sınırına yakın bir yere gelip ihtiyar Boğdanlı Hıristiyanlara hududun nerede olduğunu sordu. Onların beyanları Boğdan Voyvodası’nın kanaatini doğruladı: Hudut; Yürgeç-Kerman yanında, Akkerman’a yakın yerdedir. Daha önce Macarların elinde olan Kiliya Kalesi (De asemenea, hotarul Chiliei, cînd o Âinea Ungara,…) yanında olan hududun tayin edilmesinde Mustafa aynı şekilde amel etti.[24] Eğer bu vesikada söz konusu olan “ahidnâmeler” gerçekten Osmanlı ve Rumen Voyvodaları arasında akdedilen barışların belgeleri idiyse, daha geniş muhtevası olan ahidnâmelerin mevcud olduğunu ispat edebilir.

XVI. yüzyıldan itibaren Eflak ve Boğdan voyvodalarının tayinatı sırasında onlara berâtlar verildiği Rumen tarihî literatüründe bilinen bir gerçektir. Buna rağmen, bazı malumatlara göre eski ahidnâmeler (kapitülasyonlar) örnek alınarak XVI-XVII. yüzyılda bile sultanlardan gelen ahidnâmeler ile voyvodalık tahtı daha da kuvvetlendirilmiştir. Dediğim tezin kanıtlanması için üç metod bulunuyor:

Birincisine göre, Eflak ve Boğdan voyvodalarına verilen ahidnâmelerin mevcudiyeti, Erdel prenslerine gerçekten gönderilen ahidnâmelerin mevcudiyetiyle ispat edilir. Çünkü onlara göre Erdel, öteki iki voyvodalık gibi bir “Rumen vilayeti” imiş.[25]

İkinci metod olarak, şimdiye kadar keşfedilen ve incelenen vesikalardan yola çıkılması: Bunlar, yayımlanmış olan berâtları eski ahidnâmelere inşa etmekle birlikte onların yapı unsurlarını muhafaza etmişlerdir. Berât, bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda her çeşit rütbe sahiplerine, hizmet edenlere, sadrazamdan itibaren en az maaşı tasarruf eden kale martaloslarına kadar tayinat işinde kulanılan vesika formülüdür.[26]

Üçüncü metod, yayımlanmış vesikalarda veya Osmanlı tarihlerine dayanan Rumen ahidnâmelerine ait kayıtların inceleme altına alınmasıdır. Rumen Türkologları XVI-XVII. yüzyıla ait olan iki telhisden Boğdan ve Eflak ahidnâmelerinin var olduğunu çıkartmaya çalışyorlardı. Birinci telhise göre Eflak Voyvodası, Boğdan Voyvodası gibi haracını Hazine-i Amire’ye verip Babıâli’ye onunla aynı itaati ve inkiyadı gösterirdi. Boğdan voyvodasına ahidnâmesi irsal edildi. Eflak Voyvodası, padişaha sadık olduğu için elçisinin vasitasıyla kendi ahidnâmesini de talep etmekteydi.[27] Öteki telhis muhtevasında Boğdan ahidnâmesi şöyle zikredilir: “Devletlü pâdişâhum, Buğdan Voyvodası Eremiya fevt olmağla ahidnâme mucebince oğluna inâyet olunmuş idi. Devletlü pâdişâhum sağ olsun hâlâ vilâyet halkından mahzar geldi oğlu sağîr olmağla şöyle fitne ve ihtilâl zemânında vilâyet hıfzına kâdir değildür.”[28]

Telhislerde kullanınan “ahidnâme” tabiri hakikaten bir padişah tarafından verilen sulh/ticaret anlaşmasının (kapitülasyonun) metni mi değil mi belli değildir. Aşağıda birkaç vesikada meydana gelen, XVI-XVII. yüzyıldaki Osmanlı Türkçesinde kullanılan, ama şüphesiz hakkiki ahidnâme-i hümâyun manasına gelmeyen ahidnâme tabiri üzerine bir inceleme yapacağız.[29]

Meşhur Macar Türkoloğu olan Lajos (Layoş) Fekete, ahidnâme olarak gösterilen, fakat hakikaten Habsburg Hanedânı’nın elçisinin İstanbul’a serbest gitmesine ve oradan tekrar Viyana’ya dönmesine müsaade eden, Budin Beylerbeyi tarafından verilen bir vesikayı neşretti: “… ve bu canibe gönderilen elçinüz içün ahidnâme taleb olunmış yazıldı ve mühürlenüb ademinüze virildi…”[30] Macarca olarak vücuda gelen (veya sonra Osmanlıcadan tercüme edilen), 1605’te yazılan bu vesika aslında Macar Kralı olan Istvân Bocskai’nin (İştvân Boçkayi) elçisinin serbest gelip gidişini güvence altına alan bir yol tezkeresi olmasına rağmen bir “ahidnâme” imiş gibi gösterilir.[31]

Avrupa diplomasisinde genellikle yol tezkeresi anlamına gelen salvus conductus tabiri Macarca “hitlevel” (literae fidei publicae, Freibrief) idi. Bunlardan gayrı Osmanlı tabiiyetinde bulunan ülkelerin hükümdarları tarafından (Kırım Tatar Hanı’nın Erdel Prensi’ne gönderilen mektubu) birbirlerine gönderilen anlaşma mektubu hakkında bazen ahidnâme tabiri de kullanılabilyordular.[32] Sancak ve Beylerbeylik, mesela bir bölge, köy, şehir halkına imtiyazlar verdiği zaman söz konusu tabiri kullanan vesikaları verirdi.[33] Tabii, yukarıda gösterdiğim örneklere sadece, ahidnâme tabirinin Osmanlı Türkçesinde çok geniş anlamda kullanılması nedeniyle işaret etmekteyim. Bir taraftan Rumen Voyvodalarının tayinatı berâtlar ile halledildiği, öteki taraftan ahidnâmeler hakkında devamlı haberler mevcud olduğu için Eflak ve Boğdan’a ait berât ve ahidnâme arasındaki bağlantıyı ortaya koymayı deneyeceğim.

Celâlzâde’ye binaen Uzunçarşılı, 1538’de Ştefan L~cust~’nin tayinatı hakkında, her iki senede bir haracını şahsen hazineye vereceğini ihtiva eden bir berât aldığını zikretti.[34] Maalesef okuduğum Celâlzâde nüshasında ve sonra görebildiğim başka tarihlerde Uzunçarşılı’nın beyanı gibi bir malumat bulunmaz.[35] Eğer Uzunçarşılı haklı ise, büyük ihtimalle bu vukuatda bir Rumen voyvodasının ilk defa bir padişah tarafından bir berâtla tayin edildiği görülüyor. Osmanlı arşivlerinde cereyan eden Rumen araştırma neticesi olarak, XVI-XVII. yüzyıl Eflak ve Boğdan voyvodalarının 100’den fazla tayinatından şimdiye kadar sadece iki berât gün ışığına çıkartılabildi. İkisi de Eflak Voyvodası olan Mihnea Turcitul tayinatının gerçekleştirilmesi hakkında vücuda gelmekteydi. Birinci vesika 6-15 Ağustos 1577’de (985 evâîhr-i Cemâzîyül-evvel) Divân’dan çıkmıştır.[36] Bunu Mihai Maxim, Rumence tercümesiyle Culicere de texte Otomane adlı kitabının sayfalarında da tanıttı. Öteki vesika aynen Mihnea Turcitul’un 22 Ramazân 994/6. IX. 1586 tarihli ikinci tayinatına ait ve Tahsin Gemil tarafından yalnız kroki şeklinde Rumence tercümesinde yayımladı.[37] Bir başka berât Rumen tarihçilerinin gözünden kaçarak en çok kullanılmış Osmanlı münşeatı olan Feridun Bey münşeatında neşredildi. Beyan edilen berât-i şerîf Boğdan voyvodası, Alexandru Iliaş’a 1620 sonunda veya 1621 başında[38] “inâyet buyuruldu.” XVIII. yy. vukuatının incelenmesi şimdiki makalemin konusunun dışındadır. Buna rağmen görülüyor ki, beyan edilen yüzyılın ilk yarısında berât verilmesi âdeti aynen cereyan etmekteydi. Tevcih edilen Ştefan Cantacuzino, ancak haracını teslim etmesinden sonra (Haziran 1741), berât-i seâdet-âyât-i behcet-gayâtını eline alabilmişti.[39]

Berâtların yapısı bakımından, iki meseleyi gözardı edemeyiz: a) Rumen voyvodalarının berâtları, bazı farklara rağmen yüksek rütbeli Osmanlı beylerinin, beylerbeylerinin, serdârların, vezirlerin berâtına çok beziyor. b) Fakat muhtevaları bakımından önemli bir fark görülüyor: Voyvodalar, padişahların Hıristiyan “kulları” idiler! Bu nedenle padişahlar dostlarının dost, düşmanlarının düşman olduklarını berâtların metninde izhar etmelidir.

Berâtlarda ve bazen ahidnâmelerde bulunan “dostuma dost, düşmanıma düşman” ifâdesi hakkında Rumen tarihçilerinin kanaati benimkinden çok farklıdır. Onlara göre zikredilen ifâde eski ve zamanla kaybolan Romen ahidnâmelerinden ödünç alınan bir tabir ve aynı zamanda eski bağımsızlığının bir ispatıdır.[40] Bu ifâde, Rumen tarihî litreratüründe, Osmanist olmayan tarihçiler dahil, çok kullanılan ve tanınmış bir ifâdedir. Onlara göre Batı ülkelerine verilen kapitülasyonlarda bu ifâde sık sık bulunur ve bu realite, kanaatlarinin doğru olduğunu kuvvetlendirir: Yani dostuma dost, düşmanıma düşman olun ifâdesi aracılığıyle eski ahidnâmeler ve berâtlar arasında bir süreklilik görülebilir.[41]

İmkânlarım dahilinde, bildiğim Hıristiyan ülkelere verilen ahidnâmelerde zikredilen ifâdenin mevcut olup olmadığı hakkında bir araştırma yaptım. Habsburg Hânedânı ve Osmanlı İmparatorluğu arasında akdedilen (Mohâcs Meydan Savaşı’ndan sonraki) en eski anlaşma metninde ve sonraki sulh anlaşmalarının Osmanlı ratifikasyonunda bu ifâde bulunmamaktadır.[42] Feridun Bey münşeatında mevcud olan Fransa krallarına verilen, sulh ve ticaret hakkında vücuda gelen ahidnâmelerde de beyan edilen bu formül yoktur. İngiltere Kraliçesi olan Elisabeth’e verilen anlaşmada bile bu formüle rastlanılmaz. Oysa adı geçen Avrupa hükümdârı ile akdedilen anlaşmalar geniş bir çevrede hakiki “kapitülasyonlar” olarak kabul edilirler.[43]

Feridun münşeatında rastlanan Kartil (Gürcistân) Prensi olan I. Simion’a verilen ahidnâmede dediğim ifâdenin bulunmaması şaşırtıcıdır. Oysa ki, bizim için Kafkasya’daki Osmanlı Devleti’nin himâyesinde bulunan Hıristiyan hükümdârlarının siyâsî durumu, bir paralellik kurmak için çok önem kazanır.[44] Yukarıda beyan edilen 1503’teki Osmanlı-Macar muahedesinde veya Venedik ve Babıâli arasında ilk olarak 1446 tarihli Rumca olarak günümüze kalan ve Theunissen tarafından 1482’den itibâren 1641’e kadar neşredilen ahidnâmelerde de “dosta dost.” ifâdesi yoktur.[45]

Yukarıda tanıttığım 1480 civârında vücuda gelen Osmanlı-Boğdan ahidnâmesi ile Polonya Krallığı’na sunulan bütün sulh anlaşmalarında da bu ibare bulunur.[46] Bana öyle geliyor ki, Kırım Hânı olan Mengli Girây’ın, Osmanlılarla akdedilen ahidnâmesi kaybolmasına rağmen, bir mektubunda bu ifâdeyi kullandı. Osmanlı ordusu 1475’te Cenovalılardan Kefe’yi aldıktan sonra Fatih Sultan Mehmed’e gönderdiği bitikte şöyle yazılır: “Ahmed Paşa birle ahd u şart kıldık padışahının dostuna dost düşmanına düşman bulganmız tiyip ol ahd ü şart üstünde tururmız”[47] XVI. yüzyıl Erdel prenslerine verilen tevcihata ait vesikalarda (en azından Macarca tercümelerini birkaçı hariç tamamen topladım), “dosta dost.” ifâdesi çok az görülüyor. İlk olarak, çok meşhur Istvân Bâthory’nin (İştvân Bâtori) Polonya Krallığı’na gitmesinden sonra, onun büyük kardeşi, Kristof (Kriştof) Bâthory’nin Erdel Voyvodalığı’na tayin edildiği sırada 1576 tarihli Macarca tercümesinde günümüze kalan tevcihatına ait vesikasında (belki berât idi) aradığımız ifâde Macarca olarak şu şekilde bulunur: Ellensegemnek ellenseg legy, Baratimnak barattya legy.[48] Bundan sonra, yalnız Budin’deki Sadrazam Lala Mehmet Paşa tarafından Habsburg Hânedânı’na karşı çıkan Macar asilzâde, sonradan Macaristan Kralı ve Erdel Prensi olan Istvân Bocskai’ye 1604’te verilen, fakat I. Ahmet tuğrasıyla süslenmiş berâtında bu formüle rastlıyoruz.[49] Aradığımız ifâde bir sene sonra İstanbul’da akdedilen Macar-Osmanlı sulh anlaşmasında da bulunuyor.[50] Sonra XVII. yüzyılda tayin edilen bütün Erdel prenslerine veya kırallarına verilen ahidnâmede bu ifâdeyi kullandılar.[51] Yukarıda belirtilen vakıalara dayanarak mantıklı, fakat daha fazla araştırma gerektiren malumatlara ilişkin muhtemel bir çözüm görülüyor: “Dostuma dost, düşmanıma düşman olun” ifâdesine ahidnâme olarak kabul edilen vesikaların muhtevasında rastlanabiliyor, ama bu bir mecburiyet değil! Hattâ, gördüğümüz gibi bu ifâde hususen bir vassal, yani Babıâli’ye tâbi ülkelerin hükümdarlarının veya bazen, mesela 1575 civarında Babıâliy’e tâbi bir ülke olarak görülen Polonya hükümdârının Osmanlı İmparatorluğu’ndan aldığı anlaşma metninde de zuhur etmektedir. Kanaatime göre ahidnâmelerde bulunan formül bağımsızlığın ispatı değil, bir miktar tâbiliğin -vassal statüsünün- örneğidir.

Hans Teunissen’in fikrine binaen Osmanlı Devleti’nin karar organı olan Divân-i Hümâyun’dan XVI. yüzyıldan itibâren Hıristiyan ülkelere sunulan barış ve özellikle ticaret anlaşmalarını nişân şeklinde düzenlemeye başlarlar. Nişân şekli, esas olarak berât şeklinin yapısını takip eder. Bu nedenle yapısı bakımından (muhteva bakımından değil) Osmanlı İmparatorluğu’nun rütbe sahiplerinin veya imtiyaz sahiplerinin tevcihat ve tayinat vesikalarına benzerler. Bu vakıanın sebebi kolayca anlaşılır: Osmanlılar tarafından bakıldığında sulh ve ticaret anlaşmaları (ama bir idarî veya askerî vazifenin tevcihi) yalnız padişahın inâyeti ile gerçekleşiyordu. Osmanlılar, eşit olan ülkelerle yürüttükleri mektuplaşma işlerini nâmeler ile hallediyorlardı. Batı ülkelerinin hükümdârlarına, hattâ Erdel prenslerine gönderilen mektupların birçoğu da bu şekilde yazılmaktaydı. Bunun gibi ülkeler, mesela Habsburg İmparatorluğu, Fransa Krallığı ile akdedilen sulh ve ittifak anlaşmaları, yapı olarak nâme şekline dayanan ahidnâme formülünde yazılmaktaydı. Theunissen’in de dediği gibi, nişân formülünde düzenlenen ahidnâmelerin muhtevasında, ticarî imtiyazlar ön plana çıkıyor ve barış anlaşması genellikle ikinci satırda yer alıyordu; Nâme formüllü ahidnâmede ise barış anlaşması, bazen de ittifak anlaşması ön plana çıkarılıyordu. Ticaret üzerine yazılan maddeler ise bunların ardından gelirler. Sözünü ettiğim iki vesika şeklinin esas farkı bence de budur. Bazen bu iki çeşit, birleşmiş olarak önümüze gelir: Esasen nâme şeklinde yazılan ahidnâmenin intitulationun (’unvânın) önünde nişâna ait formülü (nişân-i hümâyun hükmi oldur ki ben ki’lî[52] sultân Murâd hânam hâliyâ vilâyet-i Erdel voyvodası olan râfi‘-i tevkî‘-i refi‘-i hâkânî qıdvet Bâtorî İştvân ve sâyir begleri südde-i seniyye-i se‘âdet-medâr ve ‘atebe-i’aliyye-i gerdun-iktidârımuza âdemler ile mektub gönderüb…)[53] biçiminde yazılmaktaydı.

Ahidnâmenin söz konusu olan iki şekli arasındaki farkın titizlikle gösterilmesinin sebebi şudur: Osmanlı makamında Osmanlı rütbe sahiplerinin berâtlarına çok benzeyen Rumen voyvodaların tayinatı sırasında kulanılan belgeleri bazen niçin ahidnâme olarak gösterdiler? Bence bu sorunun cevâbı nişân şeklinde vücuda gelen ahidnâmeler mevcudatında bulunur. Venedik Cumhuriyeti’ne veya İngiltere’ye verilen ve ön planda ticaret anlaşması akdedilerek nişân şeklinde yazılan ahidnâmeler ile Rumen voyvodalıklarına sunulan nişân formüllü berâtlarının karşılaştırmaları maalesef konumuz dışına taşmaktadır. Esas fark, padişah Batı devletlerine her ne kadar ticarî imtiyazlar verdiyse de, bu devletlerin hükümdârlarını kendi reâyâ ve berâyâsı olarak göremezdi; buna rağmen Boğdan ve Eflak voyvodaları, tevcihatlarının son adımı olarak padişah tarafından bir berât aldılar, bu vasıtasıyla padişahın inayetinden vilayetlerini bir müddet kadar tasarruf edebildiler.

Haracgüzâr olduğundan gayrı tevcihat berâtında Osmanlı egemenliğini kabul eden hükümdârın vazifeleri de bulunur: Padişah’ın mezîyet-i ‘âtifet-i mülukânesinden dolayı berât tarihinden itibâren bir mikdâr haraç vermek zorunda kalır. Bu haraç Boğdan için 1620 civarında 600 bin akçe olmuştur.[54] Eflak muktazasınca, 30 Mart 1585’te, Voyvoda Mihnea Turcitul’un ikinci tevcihatı zamanında 700 bin akçe idi.[55] Divân kâtibleri her berâtın berât olduğunu açıkça gösterdiler.[56] Sonra, önceki voyvodalar gibi Babıâli’ye karşı sadakat göstermediler. Haracını kusursuz ve vaktinde Hazine’ye teslim etmesi gerekiyordu. Babıâli’de makam alan yüksek rütbe sahiplerine, genellikle vezirlere (sadrazama, Rumeli Beylerbeyi’ne) ve öteki âyânlara kesin bir miktar pişkeş göndermek gerekiyordu. Haracgüzâr zımmi halkının korunması voyvodaların çok önemli ödevidir.

Yeni ve zımmilere zarar verecek tedbirlerin alınması (bid‘at-i ihdâs) yasaklanmaktaydı. Bu şartlara dayanarak bütün Boğdan/Eflak kamuoyunun adı geçenleri voyvoda olarak kabul etmesi gerekiyordu. Halkın, Hazine’ye teslim edilen haraç ve başka hizmetlerden gayrı voyvodaya karşı sadakatini de göstermesi gerekiyordu. Voyvoda, padişaha: “dostuma dost ve düşmenime düşmen ola.” Berâtlarda, genel olan şartlar dışında özellikle Voyvodalıkların Hıristiyan olmalarına dair birkaç tedbir de mevcud idi. Dîn ve buna bina edilen âdetler, özellikle hukukî âdetler arasındaki farklılık nedeniyle de birkaç tedbir gerekiyordu. Osmanlı/Müsliman tacirler, Rumen voyvodalıklarına serbestce gelip gidebildiler. Eğer onlara bir şey olursa, dârül-İslâm olmayan vilâyetde oldukları için, şeri’at geçerli olmazdı. Berâtın bir şartına göre onlara ve mallarına hiç kimse zarar veremezdi.[57] Eğer buna rağmen vefat ederlerse, metrukatını vârısine teslim etmek voyvodanın görevi idi. Bir kişinin vârisi bulunamadığında, voyvodalar bir deftere metrukatını kaydedip uygun bir kişinin aracılığıyle Hazine’ye vermek zorunda kalırdılar.[58] Söz konusu şartlar yerine getirildiği takdirde padişah, Rumen Voyvodalığı’nın bütün halkını kendi Müslüman kullarına karşı da koruyordu.

Maalesef Eflak ve Boğdan voyvodalarının tevcihatına ait vesikalar mühimme defterlerine genellikle nadiren kaydolundu. Bunun için Erdel prenslerinin tayinatına nispetle Rumen voyvodalarının tahta çıkış basamaklarının rekonstrüksiyonu daha zordur. Fakat iki Rumen Devleti’ne dair tayinat ise yalnız bir berât teslim etmekle değil, başka birkaç vesikanın teslim edilmesiyle uzun bir mekanizma sonucunda cereyân etmekteydi. Boğdan ve Eflak hükümdârlarının tahta çıkma şartı, gerek padişah (Babıâli) kararı, gerek voyvodalıkların âyânları (logofeÂi “logofatlar” ve boieri “boyarlar”) tarafından yapılan seçimle idi.[59] (Erdel prenslerinin tahta çıkışı, bir istisna hariç, her zaman ayanların seçimi vechi ile vukubuldu). Babıâli’den voyvodalık verildiği için ilk olarak, Erdel prensleri tayinatında da kullanılan ama onlardan daha kısa olan emr-i şerif (fermân-i hümâyun) gönderildi.[60] XVII. yy. sonunda ve XVIII. yy. başında tevcihatın ilk vesikası fermân-i’âlîşân idi.[61]

Şimdiye kadar bulduğumuz malumatlara göre, voyvodaların tevcihatının en önemli noktası – aynen Erdel gibi- hükümdârlık sembolü olan sancak-i hümâyun teslimi idi. Babıâli’de yüksek rütbe sahibi olan zat aracılığıyle gönderilen sancak hakkında Petre cel Tîn%r’ın tayinatı üzere yazılan fermânda da okuyabiliriz (1559).[62] Alexandru L%puşneanu’nun oğlunun, Boğdan’ın verilmesine dair 1568 tarihli mühimme kayıtları da zikrettiğimi kuvvetlendirir.[63]

Konumuza binaen bazı kronikler ve Osmanlı tarihleri de yararlı bilgiler veriyorlar. Ekim 1710 ve Temmuz 1711 arasında Boğdan Voyvodası olan ve Osmanlı İmpatatorluğu’nun yükseliş ve çöküş tarihi eserinin çok meşhur yazarı olan Dimitrie Cantemir (Dimitri Kantemir), bir başka önemli eseri olan Descriptio Moldaviae’de XVII. yy. sonundaki ve XVIII. yy. başındaki tayinatın nasıl olduğunu detaylı olarak beyan eder.[64] Ona göre Boğdan Voyvodalığı verilince memleket ayanlarına bir “hiukm ferman” yazılmış oldu. Sonra Voyvoda’ya önceki şekilde bir tevcih belgesi düzenlendi. Voyvodaların tayinatı üç sene vadesince geçerli idi, sonra terkar yenilemek gerekiyordu. İlk olarak inayet buyurulan tevcih fermânında aşağıda gösterilen malumat mevcuttur: “Voideligi Tevdzih olumak iehsani humasum olmiszdur (Voyvodalığı tevcih olunmak ihsân-i hümâyun olmışdur)”. Üç senelik vade bittikden sonra voyvodalığın yenilenmesi sırasında söz konusu cümle şöyle imiş: “Voideligine tedzdid ve mucarer olunmak iehsani humajun olmiszdur (Voyvodalığına tecdîd u mukarrer olunmak ihsân-i hümâyun olmışdur)”.[65] Voyvoda tayinatı sırasında gönderilen alametler bir sancak ve iki tuğ idi. Berât veya ahidnâme hakkındaki malumat Cantemir’in eserinde yoktur.

‘İzzi Süleyman Efendi’nin tarihinde ‘Azl u nasb-i voyvoda-i Boğdân bölümünde, Constantin Mavrocordat’un azl edilmesinden ve yerine Constantin RacoviÂ%’nın tevcih edilmesinden bahs eder. Tayinat alametleri olarak bir kuka hil‘at-i iksâ ve tuğ ve’alem-i ihsân zikr edilir.[66] Maalesef berât veya ahidnâme hakkında bu tarihte de bir malumat yoktur.

Sonuç olarak, Rumen voyvodalıklarının tarihine dair ahidnâme-i hümâyunların var oldukları kanaatinin doğru olup olmadığı sorusunun cevabını vermeye çalışıyorum. Yukarıda zikredilen ve XV. yüzyıla ait tek bir sulh-nâmenin var olmasına rağmen, araştırmalarım böyle bir ahidnâmenin gerçekten var olduğunu doğruluyor. Ama ahidnâmenin mevcudiyeti yalnız voyvodalıkların tarihinin bu erken dönemi (en azından XVI. yy. ortasına kadar) için geçerlidir. XVI. yy. başından itibaren Aşağı Tuna kısmında veya onun kuzey sahilinde Osmanlı İmparatorluğu’nun fazla kuvvet bulundurması nedeniyle, önceki münasebetler devam ettirilemedi.

Macar Krallığı’nın gücünü kaybetmesi sebebiyle yalnız Polonya ve bazen çok uzakta olan Habsburg İmparatorluğu bir muvazene hâsıl edebilmekteydi. Ama XVIII. yüzyılın ikinci yarısında, yani Moskova’nın güneydoğu Avrupa’yı işgal etme amacını göstermesine kadar, söz konusu bölgenin başka bir sahibi olabileceği kimse tarafından düşünülmedi. Osmanlı Devleti ve Rumen Voyvodalıklarının münasebetinde değişme noktasının tam nerede olduğu üzerine kesin bir malumatımız yoktur. Belki Petru Rareş’in azlinden ve Ştefan L~cust~’nin tayinatından (1538) sonra yeni münaseberlerinin ilk adımını görebiliriz: Önce, iki devlet arasında akdedilen ahidnâmelerde bir savaşı bitiren barış ve bunun için teslim edilen haraç miktarı kayd olunmuştur, sonra da yeni voyvodalar, padişahın inâyeti üzerine ülkesi üstündeki hükümdârlığı -bir müddet kadar- tasarruf edebilmekteydi. En büyük fark budur! Ticareti yapan Venedik Cumhuriyeti’ne teslim edilen nişân şeklindeki ahidnâme ile Rumen Voyvodalıklarına verilen nişânı/berâtı karşılaştırırsak, bazı yapı benzerliği hariç, bir fark gözümüze çarpar. Yapı bakımından Rumen berâtları -gördüğümüz gibi- Tatar Hanlığı, serdârlık, sardazamlık vs. berâtları ile de karşılaştırılabilir. Tevcihat prosedürü, sözü edilen serdârlık, sadrazamlık tevcihatına alametler bakımından (fermân, sancak ve sonra berât) çok benzemektedir. Osmanlı bürokrasisinde bir Müslüman ve bir Hıristiyan makam sahibi (prens, voyvoda, hâkim, kıral) arasında bir fark mutlaka zuhur edildi: Osmanlı egemenliği altında olan Hıristiyan vilayetlerinde, imparatorluk öteki Müslüman bölgelerde uyguladığı şeriatı uygulamadı. İmparatorluğun tamamen farklı iki hukukî ve idârî âdetinde ortaya çıkan meselelerin çözülmesi için voyvodalarının tevcih vesikaları bağımsız ülkelere verilen anlaşma metinleri ile bazı benzerlikler göstermekteydi. Söz konusu berât, Osmanlı döneminde kullanılan Türk dilinde bazen, belki beyân ettiğim sebepten dolayı, ahidnâme olarak etiketlenmiş idi. Şu bir gerçek ki, beyan edilen berâtlar Batı ülkelerine verilen kapitülasyonlar gibi nişân formülünde vücuda geldiler ve mecburî senelik haracın kaydı yanında çok değişik iki medeniyetinin birbirleriyle beraber yaşayabilmesi için şartlar gösterdiler. Mesela, incelenen üç Rumen berâtında ve Venedik ahidnâmelerinde vefât eden tacirlerin malının kaderi hakkında ortak bir konu -ama değişik işaret ile!- bulunur. Venedik’in 1540’ta akdedilen anlaşmasında, eğer bir Hıristiyan tacir Osmanlı İmparatorluğu’nda vefat ederse, onun malı (metrukatı) Hazine tarafından alınamaz, bilâkis Venedik balyosuna vermelidir.[67] Rumen berâtlarında Boğdanlı ve Eflâklı zımmilere Müslümanlar tarafından edilen zülm çok geniş olarak beyan edilir, ama bu vilayetlerde vefât eden Müslüman tüccarın metrukatının Babıâli’ye teslim edilmesi ile voyvoda görevlendirilirdi. Bunların dışındaki en büyük fark şudur: Batı Hıristiyân devletlerine verilen kapitülasyonlarda padişah, iki hâkimiyet arasındaki barışık ve serbest ticareti güvenceye alabilir, fakat İngiltere, Fransa veya üstelik Polonya Krallarını kendi üklerinin tahtına -Eflak ve Boğdan’dakinin tersine- tayin edemezdi.[68]

Doç. Dr. Sandor PAPP

Szeged Üniversitesi / Macaristan

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 10 Sayfa: 744-753


Dipnotlar:
[1] Mihai Maxim: Le statut des Pays Roumains envers la Porte Ottomane aux XVIe-XVIIIe siècles. Revue Roumaine d’Histoire 24/1-2 (1985) 29-50; GEMIL, Tahsin: “CapitulaÄiile” Transilvaniei de la jum~tatea secolului XVII. A. I. I. A. I. 23/2. (1986) 717-721; Mihai Maxim: Din istoria relaÄiilor Româno-Otomane “CapitulaÄiile”. 28/6. (1982) 31-68.
[2] Mihail Guboğlu: Osmanlı Padişahları Tarafından Transilvanya’ya Verilen Ahidnâmeler, Kapitülasyonlar (1541-1690), X. Türk Tarih Kongresi Ankara, 22-26 Eylül 1986, Kongreye Sunulan Bildiriler, IV. Cilt, Ankara, 1993. 1734.
[3] Mihai Maxim: Culecere de Texte Otomane. Bucureşti, 1974; Mustafa Ali Mehmed: Dokumente turceşti privind Istoria României (1455-1774). I. Bucureşti, 1976; Tahsin Gemil: RelaÄiile Ş~rilor Române cu Poarta Otoman- în Documente Turceşti (1601-1712). Bucureşti, 1984; Valeriu Veliman: RelaÄiile Româno-Otomane (1711-1821). Documente turceşti. Bucureşti, 1984.
[4] Mihai Maxim: Â%rile Rom~ne şi Înalta Poart-. Bucureşti, 1993. 20; Ubicini, M. A.: La Question des Principautés devant l’Europe. Paris, 1858. 386-397; Principautés danubiennes. Capitulation, traités, etc. relatifs a la sureraineté exerceé sur les principutés. Archives Diplomatiques 6 (1886) II. 1-18.
[5] Baron de Testa: Recueil des Traités de la Porte Ottomane. V. 286-287; Bak.: Tayyib Gökbilgin: La structure des relation Turco-Roumaines et des raisons de certains hüküms, ferman, berat et des ordres des sultans adressés aux Princes de la Moldavie et de la Valachie aux XVIe et XVIIe siecles. Belleten XLII (1978), 762-764.
[6] Constantin Giurescu: CapitulaÄiile cu Poarta Otoman-. Bucureşti, 1908. 1-65.
[7] Maria M. Alexandrescu-Dersca Bulgaru: L’origin des Khatt-i şerifs de privilége des Principautés Roumaines. Novelles Études d’Histoire (Bukarest) I (1980), 251.
[8] Maxim Mihai: Din istoris relatiilor romano-otomane-“capitulatiile”. Anale de istorie. 1982/6. 46-49.
[9] Franz Kraelitz: Osmanische Urkunden in türkischer Sprache aus der zweiten hälfte des 15. Jahrhunders. Ein Beitrag zur osmanischen Diplomatik. Wien, 1921. 44.
[10] Aurel Decei: Tratatul de pace-sulhnâme-încheiat între sultanul Mehmed al II-lea şi Ştefan cel Mare la 1479. Revista Istoric- Român- XV (1945) fasc. IV. 465-494; Aurel Decei: RelaÄii Romano-Orientale. Bucureşti, 1978. 118-139. (Ben bu neşriyatıni kullandım).
[11] Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Nr. 3369. İstanbul; Decei, 1978. 121.
[12] Decei, 1978. 130-133.
[13] Mihail Guboğlu: Paleografia şi diplomatica turco-osman~. Studiu şi album. Bucureşti, 1958. 132. és 165. (Facsimul 4 a-d. ).
[14] Magyarország tôrténeti kronológiája. (Hazır. Benda, Kálmán). Budapeşte, 1983. 305.
[15] Papp, Sándor: II. Murád Szultán és I. Ulászló Lengyel és Magyar Király 1444. Èvi Béketótése. Acta Historica Tomus CIX. (1999) 60; İlk neşriyati: Francisc Pall: Ciriaco d’Ancona e la crociata contro i Turchi. Bukarest, 1937. Bulletin Historique de l’ Académie Roumanie, XX., Öteki neşriyatlar: V~lenii-de-Munte 1937. 62; O[skar] Halecki: The Crusade of Varna. A Discussion of Controversial Problems. New York, 1943. 88-90.: Dariusz Ko[odziejczyk: Ottoman-Polnish Diplomatic Relations (15th-18th Century). An annotated Edition of ‘ahdnames and Other Documens. Leiden-Boston Köln, 2000. 197-199.
[16] Tahsin Gemil: Românii şi otomanii în secolele 14-16. Bucureşti, 1991. 27.
[17] Aşıkpaşazade: Tevârih-i Âl-i Osman. İstanbul, 1333. 185. “Padişah cemi‘ kâfir beglerinün vilâyetini kendüye mutı’ itdi Kara Boğdanun tekfurini kapuya okudılar haracını sen kendün getir kim sen dahi vilayet-i Eflak gibi bizüm olasın. Rumence tercümesi: Mihai Guboğlu şi Mustafa Mehmed: Cronici turceşti privind Â~rile Române. C.: I. Bucureşti, 1966. 95.
[18] TSMA E 7675 (15 Cemazi’ül-evvel 909/1503. IX. 5. ) Arh. NaÄ. Buc. Microfilm. Turcia. rola1. c. 1-8; Nigâr Anafarta: Osmanlı İmparatorluğu ile Lehistan (Polonya) Arasındaki Münasebetlerle ilgili, Tarihi Belgeler. İstanbul, 11-12; Tayyib Gökbilgin: Korvin Mathias (Mátyás) in Bayezid II. e Mektupları ve 1503 (909) Osmanlı-Macar Muahedesinin Türkçe Metni. Belleten 87 (1958) Lev. III- XXII; Mübahat Kütükoğlu: Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik). İstanbul, 1998. 459-460.
[19] Joseph von Hammer-Purgstall: Geschichte des Osmanischen Reiches. II. Pest, 1828. 617. (GOR); ÖSt HHStA Allgemeine Urkundenreihe (AUR) 1503. VIII. 20. fol.: 1r-v; MOL (Macaristan Devlet Arşivi) Dl. 30498. Neşriyâtı: Dr. Thallóczy Lajos-Horváth Sándor: Jajcza (bánság, vár és város) tórténete 1450-1527. Budapeşte, 1915. 167-170. No. 56. 22. II. 1503. MHHD XL.
[20] V. 1orovi2: Der Freidensvertrag zwischen dem Sultan Bayazid II. und dem König Ladislaus II. Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft XC (1937) 52-59. Osmanlı Sultanı tarafından verilen metin Sırpçadır.
[21] MOL DL 24393; Thallóczy-Horváth, 1915. 279-286.
[22] Hans Peter Alexander Theunissen: Ottoman-Venetian Diplomatics: The ‘Ahd-names. The Historial Background and the Development of Category of Political-Commersial Instruments together with an Annotated Edition of Corpus of Relevant Documents. Yayımlanmış Doktora tezi, Utrecht Üniversitesi, 1991, 209-255.
[23] TSMA E 4639; Arhivele NaÀionale ale României, DirecÀia General~ (ANR DG)-Bucure§ti, ColecÀia Microfilme Turcia rola 4, c. 373; Dokumente Turce§ti I. 10-11; Nicolae Beldiceanu-Jean- Louis Bacqué-Grammont-Matei Cazacu: Recherches sur les Ottomans et la Moldavie ponte- danubienne entre 1484 et 1520. Bulletin of the School of Oriental and African Studies, vol. XLV, part 1, 1982. 51-53; Tahsin Gemil: ObservaÀii referitoare la încheierea p%cii §i stabilirea hotarului dintre Moldova §i Imperiul Otoman (1486). Revista Arhivelor XLV (1983/2) 117-128. Theunissen, 1991. 357-380.
[24] Mihai Guboğlu: Fatih’in Ştefan çel Mare Üzerine İki Boğdan Seferi (1474-1476). Belleten XLVII (1983) 146; Bundan sonraki Osmanlı-Macar barış anlaşmalarında Kili ve Akkerman Osmanlı kaleler gibi gösterildi: ,… Kili ile Ak Kerman nam kal’elerüme sinurlarindan ve haddlarindan ve gayri yerünizden yerünize varinca bu sulhda bile dahil olub…‘ TSMA E 7675, 31. sor. (1503 tarihli ahidnâme); Kelya, etiam cum castro Turcali lingua Akgermen, Hungara autem lingua Neztherfeyerwar… MOL DL 24393; Thallóczy-Horváth, 1915. 282.
[25] Veliman, Valeriu: O “Carta Legâmînt (Ahd-Nâme) din 1581 privitoare la Transilvania. AIIA “A. D. Xenopol” 25/1. (1988) 27-43.
[26] Kütükoğlu, 1998. 124.
[27] Cemil, 1984. 67-68. No. 1.
[28] Maxim, 1974. 96-99. No. 24; Cengiz Orhonlu: Osmanlı Tarihine Âid Belgeler, Telhîsler (1597-1607). İstanbul, 1970. 118-119. No. 152.
[29] Papp, Sândor: Török-magyar tárgyalások és szerzndéskôtés 1605-ben. Historia Manet, Demény Lajos Emléktónyv. Bucureşti, 2001. 113: 3.
[30] Fekete, 1926. 17.
[31] Török-Magyar Államokmánytár I., 1868. 47.
[32] Ivanics, Mária: Gázi Giráj kán és Báthori Zsigmond szövetségének Terve 1598-ból. Keletkutatás 1989 ’sz (Sonbahar) 39.
[33] Blaskovics, József (Yusuf Blaşkoviç): Köprülü Mehmed Paşa’nın Macarca Bir Ahidnâmesi. Türkiyat Mecmuası 15 (1968) 40-42; Szilágyi, Sándor: Levelek és okiratok Bethlen Gábor utolsó évei tórténetéhez. Töı^neti Tár 1887. 22-25; Szakály, 1981. 36: 26.
[34] İsmail Hakki Uzunçarşılı: Osmanlı Tarihi. II. Ankara, 1988. 343.
[35] Celâlzâde Mustafa: Geschichte Sultan Süleymân Kânunis von 1520 bis 1557 oder Tabakat ül-Memâlik ve derecât ül Mesâlik. (Hazırlayan: Petra Kappert) Wiesbaden, 1981. 318a-318b. Eger Celâlzâde Tarihi’nin başka bir nüshasında zikredilen vukuat sırasında… Kendülere voyvoda nasb olunmak bâbinda turâb-i iksir-nisâb dergâh-i se’âdet-iktisâbdan istid’â-yi ‘inâyet idüb yerine berât-i iksir-nisâb yazılmışsa, o zaman Uzunçarşılı’nın ifâdesi doğru olabilir. Lütfi Pasa: Tevârih-i Âli Osman. İstanbul, 1990. 367-368; Solâkzâde Tarihi, İstanbul, 1297 H. 496-497; Ludwig Forrer: Die Osmanische Chronik des Rustem Pascha. Leipzig, 1923. 97-99.
[36] Tahsin Gemil: Dokumente Turceşti Inedite (sfîrşitul sec. XVI şi XVII). Revista Arhivelor 1981/3. 351-361.
[37] Maxim, 1974. 62-68. No. 14; Metin orijinali: B.O.A. Maliyeden Müdevver defteri 17. 11-12. No. 932.
[38] Feridun Ahmed Bey: Mecma’a-i münse’âtü s-selâtîn. I-II. İstanbul. 1275 (1858-59) 488-489.
[39] Veliman, 1984. 90. No. 13.
[40] Maria M. Alexandrescu-Dersca Bulgaru, 1980. 257. (dosta dost düşmana düşman olub…- clause empruntée aux ‘ahidnâmes-…); Mihai Maxim: Sur la question des ‘ahidnâme octroyés par les sultans Ottomans aux princes de la Moldavie et de la Valachie. Transylvanian Review III/1 (Spring) 1994. 6-7.
[41] Maxim, 1994. 6-10.
[42] Feridun II, 96-100, 433-434, 438-442; Ernst Dieter Petritsch: Der Habsburgisch- Osmanische Friedensvertrag des Jahres 1547. Mitteilungen des Instituts für Österreichische Geschichtsforschung (MIÖG) 38 (1985) 49-80; Anton C. Schaendlinger (unter Mitarbeit von Claudia Römer): Die Schreiben Süleymâns des Prächtigen an Karl V., Ferdinand I. und Maximilian II. aus dem Haus-, Hof-und Staatsarchiv zu Wien. I. (Transkriptionen und Übersetzungen) II. (Faksimile) Wien, 1983. (1559) Urkunde 23: 59-65; (1562) Urkunde 25: 67-74; (1565) Urkunde 32: 87-94. Österreichische Akademie der Wissenschaften, Philosophisch-Historische Klasse, (Denkschriften 163) Osmanisch-Türkische Dokumente aus dem Haus, Hof-und Staatsarchiv zu Wien Teil 1.
[43] Feridun II, 490-494; 496-497; 497-498; İngiltere ile yapılan anlaşma: Feridun II., 433-434; 438-442.
[44] Tardy Lajos: Kaukazusi magyar tükör. Budapest, 1988. 147-184. Feridun. II, 313-314.
[45] Franz Dölger-Franz Babinger: Mehmed’s II. frühester Staatsvertrag 1446. Orientalia Christiana Periodica 15 (1949) 225-158; Franz Dölger: Bysantinische Diplomatik. Müchen, 1965. 286-291; Theunissen, 1991. 357-608.
[46] Feridun II, 505, 508, 514; Mesela: Ko[odziejczyk, 2000. 236. 1553 tarihli ahidnâmeden: “ve’ l-hasıl dostuma dost düşmanıma düşman olub”; Papp Sândor: Az erdelyi fejedelmek szultâni ahdnâmei (1526-1581). (Lisans Tezi, Tez Danışmanı: Dâvid, Geza) Budapest, 1993. 80. 1577 tarihli ahidnâmeden: “ve’ l-hasıl dostuma dost düşmanıma düşman olub” (Bak. Kolodziejczyk, 2000. 271. ).
[47] Menglü Girey bitiğini Halil İnalcık, A. N. Kurat makalesinden atfetti: Yeni Vesikalarına göre Kırım Hanlığı’nın Osmanlı Tâbiliğine girmesi ve ahidnâme meselesi. Belleten VIII/30. (1944) 227; A. Melek Özyetgin: Altın Ordu, Kırım ve Kazan Sahasına Ait Yarlık ve Bitiklerin Dil ve Üslub İncelenmesi. Ankara, 1996. 118.
[48] OSzKK Fol. Hung. 37. fol. 258r-v; Papp Sândor: Kritische Untersuchungen über die von Osmanensultanen für die Herrscher Ungarns und Siebenbürgens ausgestellten Verleihungs-, Bekräftigungs-und Vertragsurkunden. Wien, 1998. (Yayımlanmamış Doktora Tezi) 246.
[49] MOL. Török iratok. R. 315. No. 33; Mikrofilmtâr (Mikrofilim Subesi), 34593 kutu; Çağdaş Macarca tecrümesi: TMÂOT I. 45-47; Papp, 1998. 280-282.
[50] Re’isü l-küttâb Mustafa Efendi: İnsâ’; Süleymaniye Kütüphanesi (Es’ad Efendi Kütüphanesi) No. 895. fol. 70v. -72v; Arhivele Statului din Cluj (Kolozsvâri Âllami Leveltâr), ColecÂia “Colegiul, reformat Cluj”, No. 72. 121-131; Erdelyi Törteneti Adatok II., 1856. 321-327.
[51] Feridun II., 12752. 443-446, 450-453.
[52] ‘lâ: ilâ âhiri (arab. ) “vs”.
[53] BOA, MD. 27. 154-155. No: 359. (20. Ramazân 983/23.XII.1575) Erdel Voyvodası Istvân Bâthory’nin ahidnâmesi.
[54] Mezîyet-i ‘âtifet-i mülukânem zuhura getürüb vilâyet-i Bogdân voyvodaliği isbu sene (bos) güninden vilâyet-i mezburenün mu’ayyen olan elli alti kere yüz bin akçe haraci sâl be-sâl südde-i refî’ü l-bünyânuma irsâl itmek üzre hatt-i hümâyun-i se‘âdet-makrunumla tevcîh u ‘inâyet idüb… Feridun II. 488-489.
[55] Sana yine Eflâk voyvodaliğin yetmis kere yüz bin akçe ile tevcih u tâyin edüb bu berât-i hümâyunu verdüm ve buyurdum ki. Maxim, 1994. 10; BOA, İstanbul, Maliyeden Müdevver defteri 17932. 11-12. (Orijinal defteri çürük olduğu için göremedim.) Culegere de texte otomane. Fasc. I. Izvoare documentare si juridice. Bucureşti, 1974. doc. 14. 62-68.
[56] Berât-i meserret-meshuni virdüm ve buyurdum-ki Feridun II. 488-489; bu berât-i hümâyunu verdüm ve buyurdum ki. Maxim, 1994. 10.
[57] Ve memâlik-i mahrusem halkindan vilâyet-i Bogdâna varub rencberlik idenlerün mâllarina ve cânlarina kimesne dahl u ta‘arruz itmeyüb kemâl-i emn u amân üzre olalar. Feridun II, 488-489; vilâyet-i Eflâka gelüb rencberlik edenlerün mâllarına ve cânlarina vech-i afet alucak (!) kimesne dâhil ve taarruz etmeyüb incide (?) ve rahmete verüb usandirmıya kemâl-i emn u aman üzre olalar. Maxim, 1994. 11.
[58] Ticârimuz tâyfesinden vilâyet-i Bogdânda vefât idenlerün vârisleri hâzir bulunursa metrukâtini vârisine teslîm ideler vârisi olmayanlarun muhâlefetini mumâ ileyh voyvoda bi-z-zât kendüsi defter idüb herne ise bi-kusur yarar âdemi ile âsitâne-i se‘âdetüme göndere. Feridun II, 489; tüccârdan vilâyet-i Eflâka varub vefat edenlerün varisleri anda hazir bulunur ise metrukâti anda teslîm ide vârisleri hâzir bulunmazsa. müsârün ileyh voyvoda. defter edüb her ne ise yarar adami Dergâ-i Muallâya göndere. Maxim, 1994. 11.
[59] Cornelius Zach: Staat und Staatsträger in der Walachei und Moldau im 17. Jahrhundert. München, 1992. 184-187.
[60] ANR DG-Bucureşti Doc. Ist. DLXXIX/1/a; 7. Muharrem 967 (9. 10. 1559); BOA MD. 3. 150. No: 401. 4. Muharrem 967 (6. X. 1559.); .baban yerine seni vilâyet-i Eflâka voyvoda nasb idüb i‘lâm-içün südde-i se‘âdetümde küçük emîr-i âhurum olan iftihârü l-emâcid ve-l ekârim ‘Ali zîde mecduhu ta‘yîn olunub ve ‘âdet üzre sancagun [ve] virgün dahi irsâl olunmisdur. ANR DG-Bucureşti Doc. Ist. DLXXIX/2/a. 26 Muharrem 966/28.X.1559; BOA. M. D. 3. 150. No: 402. 4 Muharrem 967 (6.X.1559.).
[61] Gemil, 1984. 382-383. No. 180. (M. D. 98. No. 76. ) 15-24. Nov. 1688; Veliman, 1984. 80-81. No. 7. (M. D. 119. 91.) 23. Okt. -1. Nov. 1711.
[62] Arh. St. Buc. Doc. Ist. DLXXIX/1/a; M. D. 3. 150. No. 401; Arh. St. Buc. Doc. Ist. DLXXIX/2/a; M. D. 3. 150. p. No. 402. Josef Matuz: Herrscherurkunden des Osmanensultans Süleymân des Prächtigen. Ein chronologisches verzeichnis. (Freiburgs im Breisgrau, 1971. 93. No. 427, 430. ) (Zikredilen vesikanın tarihi burada yanlış).
[63] BOA M. D. 7. 401. No. 1150. (28 Ramazân 975. (27.III.1568); BOA M. D. 7. 392. Nr: 1123. (26 Ramazân 975. (25.III.1568); BOA M. D. 396. Nr: 1135. 25 Ramazân 975. (24.III.1568).
[64] Cantemir, Dimitrie: Moldva leirâsa. Bukarest, 1973. 80-108.
[65] Cantemir, 1973. 107.
[66] Wickerhauser, Moriz.: Wegweiser zum Verständniss der türkischen Sprache. Eine deutsch-türkische Chrestomahie. Wien, 1853. 153-154. (Almanca); 148-149. (Osmanlıca); Rumence tercümesi: Mehmet, Mustafa A.: Cronici Turceşti privind Ş~rile Române. Bd.: III. Bucureşti, 1980. 282-283.
[67] Anlarun (tüccar) metrukatina beytü l-malci karismayub balyoslarina teslim eyleyeler. Theunissen, 1991, 446.
[68] Makalemin Türkçesinin düzeltilmesinde yardımcı olan arkadaşıma, Hakan Aydemir’e burada teşekkürlerimi ifade etmek isterim.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.