Türk tarihi alanında yapılan neşriyatta umûmî kanâat Türkistan ve bilhassa Doğu Türkistan sahasının ilk ahalisinin Türkler olmadığı ve Türklerin esasen Gök-Türkler devrinden sonra, yani VI. ve bilhassa VII.-VIII. yüzyıldan sonra bölgeye işgalci olarak geldikleri yönündedir. Bu kanâat sâhipleri Türklerin ana yurdunun bugünkü Moğolistan’ın içleri olduğunu, bugünkü Türkistan sahasına çok geç devirlerde intikal ettiklerini ve hatta bölgenin ancak İslâmiyet’in yayılmasından sonra X-XI. yüzyıllarda Türkleşmeye başladığını öne sürmektedirler[1].
Bu kanâat bir teoriden öteye gitmemektedir ve birçok cihetten ilmî mesnetten mahrûmdur. Bu düşüncenin esasına göre Doğu Türkistan İndo-Germen, Çinli, Hintli, Soglu, Tibetli, Tohar gibi milletlere yurtluk etmiş ve Türkler ancak çok geç devirlerde gelen işgalcilerdir[2]. Bugün Çin işgali altında bulunan bölgenin çok eski devirlerden beri Çin veya şu anda kaybolmuş bir halkın yurdu olduğu fikri Çinliler tarafından bilhassa işlenmektedir[3]. Ayrıca Farslar da bugünkü Türkistan sahasının büyük bölümünü yurt tuttuklarını öne sürmüşlerdir. Firdevsi’nin Şehnâme’sinde İran-Turan mücadelesiyle ilgili anlatılanların tamamen hayal olduğu ve İranlıların kendileri için Hint-Avrupa mitolojisinden birçok şey icat ettikleri ilmî araştırmalar neticesinde tespit edilmiştir[4].
Aynı şey Batılıların ve Rusların bölgede sömürgeci faaliyetlere girdikleri zamanlarda da yapılmış ve bölge Türklerden başka herkesin yurdu olarak tasavvur edilmiştir[5]. Bu yaklaşımların asıl maksadının bölgedeki siyasî emelleri meşrulaştırmak olduğu anlaşılmaktadır. Bu teorileri destekleyecek elle tutulur hiçbir kaynak yokken bölgenin ilk sâkinlerinin Türkler olduğunu gösteren çok sayıda kaynak mevcut iken; anlaşılmaz, karmaşık ve içinden çıkılmaz bazı arkeolojik ve lengüistik çalışmalarla[6] gerçekler saptırılmaya çalışılmaktadır.
Ana kaynaklara dayanarak erken Doğu Türkistan sahasını ilgilendiren çalışmalar yapan J. Deguignes, N. Ya. Biçurin (Iakinf), H. Yule, A. Wylie, J. Marquart, F. Hirt, A. Stein, E. Chavannes, J. J. M. De Groot, H. Lüders, Ts’eng Wen-wo, K. Shiratori, W. M. McGovern, W. Eberhard, A. N. Bernştam, M. Özerdim, L. S. Vasiley, Matsuda Hsiao, A. v. Gabain, W. Samolin, B. Ögel, Yü Ying-shih, B. Watson, E. G. Pulleyblank, H. W. Bailey, A. Onat, A. F. P. Hulsewe-M. A. N. Loewe, Su Bei-hai, Lin Mei-cun, B. A. Litvinskii, L. A. Borovkova, Yu Taishan gibi araştırıcılar birçok meseleyi aydınlığa kavuşturmuşlardır[7]. Ancak Doğu Türkistan ve eski Türklük arasındaki bağ yeterince kurulamamıştır.
Makalemizde bazı yazılı kaynaklara dayanarak Doğu Türkistan’ın ilk sâkinlerinin kim olduğu tespit edilmeye çalışılacaktır. Bize göre Doğu Türkistan, Türklerin ana yurtlarından biri olarak kabûl edilebilir. Bölge Hunlardan başlamak üzere Türklerin hayat sahası hâline gelmiştir. Bilhassa Çin kaynakları bu hususu teyit etmektedir. Makalemiz mukayeseli bir metotla bu fikri destekleyecek tahlillerle bölgedeki ilk sâkinlerin Türkler olduğunu, en eski Çin kaynaklarında esasen Doğu Türkistan’a atfedilen Hsi-yü (“Batı Toprakları”) tâbirinin ilk geçtiği yerleri inceleyerek Hunlardan ödünç alınmış olabileceğini, Doğu Türkistan’ın asıl sâkinleri olarak kabûl edilen bazı milletlerin bölge ile hiçbir alâkalarının olmadığını veya bazılarının bölgeye çok sonraları geldiklerini ortaya koymak maksadı taşımaktadır. Bu hususta literatürdeki çeşitli görüşleri bir araya getirmeye ve nihayetinde kendi görüşümüzü ortaya koymaya çalışacağız. Öncelikle sahadaki arkeoloji ve coğrafya çalışmalarına ana hat- larıyla göz atmak faydalı olacaktır.
Doğu Türkistan’daki Arkeoloji ve Coğrafya Çalışmaları
XIX. yüzyılın sonlarında artık Türkistan seyahatlerini tamamlamış olan Avrupalı coğrafyacı ve seyyahların naklettiği rivayet ve hikâyelere göre Doğu Türkistan sahasında Mısır’dakiler kadar eski olan medeniyetlere ait harabeler mevcuttu. Bunun üzerine Doğu Türkistan topraklarında bir dizi saha taraması ve arkeolojik kazılar başlatılmış ve birçok Fransız, Alman, Rus, Japon, İsveçli, Finli, ABD’li, İtalyan ve İngiliz araştırmacı Doğu Türkistan’daki kalıntılar üzerinde çalışmaya başlamışlardır. 1920’lerde bölge Çin ve Rusya arasında mücadele sahası olmuş ve Çinliler buraya yabancıların girişine müsaade etmemişlerdi. İkinci Dünya Savaşından sonra ise kısa bir süreliğine Ruslar bölgede rahat hareket edebilmişlerse de Çin’in iç savaşını sonlandırması ve Doğu Türkistan’ı kesin işgalinin ardından bölge araştırmacılara tekrar kapatılmıştır. Sadece 1957 yılında Çek araştırmacı Pavel Poucha bölgeye girebilmiş ve çalışmalarını 1962’de yayınlamıştır. Bu sahada Çinliler ancak 1950’lerden sonra arkeolojik çalışmalara başlamışlardır[8]. En son Victor H Mair tarafından Tarım Havzasında çıkarılan ve M. Ö. 1800’lerden miladî 200’lere kadar tarihlenen mumyalar üzerine güzel bir kitap yayınlanmıştır[9]. Tüm bunlara rağmen Doğu Türkistan’da sistemli bir arkeolojik çalışma yapılamamış, tetkiklerde yetersiz kalınmıştır[10].
Yapılan saha çalışmalarının bölgeyi işgal eden veya işgal emeli besleyen emperyalist milletler tarafından yürütülmüş olması araştırmaların tarafsızlığını ve güvenilirliğini oldukça azaltmaktadır. Üstelik Doğu Türkistan sahasında Batılılar tarafından yapılan arkeoloji ve coğrafya çalışmalarının ideoloji merkezli olduğu ve bölgeyi Türklerden başka farklı kavimle- re, topluluklara atfetme çabası taşıdığı görülmektedir. Öyle ki Batılılar keşfedilen arkeolojik malzemeyi tamamen taraflı yorumlamış ve hatta sahtekârlıklara girişmişlerdir[11]. Bugünlerde Tarım Havzasında yapılan kazılarda çıkarılan mumyalar hemen her platformda tartışmasız bir gerçekmiş gibi Hint-Avrupalı olarak sunulmaktadır[12].
Bölgede son otuz yılda yapılan arkeolojik kazılar neticesinde birçok rapor neşredilmiştir. Bu kazıları yürüten esasen Çinlilerdir ve Çin Komünist Partisi emri altında çalışmaktadırlar. Dolayısıyla raporlardan Doğu Türkistan ve Türklük için müspet neticeler beklemek beyhudedir. Ancak tarafsız yorumlara girişenler de vardır. Doğu Türkistan’daki çalışmaları değerlendiren P. İ. Şulga şu neticelere varmıştır[13]:
- Tanrı Dağlarında çıkarılan VIII-III. yüzyıllara âit envanter kompleksleri (seramikler dışında) Sayan-Altay ve Kazakistan’da çıkarılanlara çok yakındır. Pazırık kurganlarından ve Cungarya’dan çıkarılanlarla yüksek düzeyde benzerlik vardır.
- Bölgede Çin’in kuzeyi (Çinli değil- K Y) ve Kansu’dan gelen kültür tesirleri ancak M.Ö. IV-III. yüzyıllardan itibaren görülmektedir.
- Ö. III. yüzyılda doğudan batıya doğru göze çarpan herhangi bir göç olmamıştır.
- İpek Yolu şekillenene kadar Tanrı Dağları civarı izole bir hâldeydi ve buradaki ölü gömme âdetleri ve seramikler kendine has bir gelişme göstermiştir.
Son yıllarda yapılan kazı çalışmalarının tarafsız bir yorumu Doğu Türkistan sahasının bugünkü Kazakistan ve Sayan-Altay sahası ile aynı kültür dairesi içerinde bulunduğunu göstermektedir. Şimdi Doğu Türkistan adı için kullanılan tarihî tâbirleri inceleyelim.
Doğu Türkistan İçin Kullanılan Tâbirler
Bugünkü Doğu Türkistan coğrafyası Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içinde yer almakta ve Çin idârî yapısı içinde “Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi”[14] olarak adlandırılmaktadır.
Yazılı kaynaklardaki Türkistan kelimesi ilk kez Turkastanak şeklinde eski Yunanlıların İskitya kelimesine karşılık olarak VIII. yüzyılda yaşamış olan Ermeni tarihçisi Musa Horenki (Moses Xorenac’i) tarafından kullanılmış ve batıda İdil, doğuda İmaos yani Tanrı Dağlarının doğu tarafları, güneyde Maverâünnehir mukabili olan Sogd ile Arik yani Horasan arasındaki topraklara atfedilmiştir[15]. Daha evvel VI. yüzyılda Yunan kaynaklarında, Orta Asya için Türk adına bitişen Yunanca -hia- ekiyle “Turkhia” denilmişti[16]. Avesta’da da Turan ve Türkistan kelimesi geçmekte ve Tanrı Dağlarının doğusundan İdil Irmağı, Seyhun ve Ceyhun, Horasan arasında kalan topraklar kastedilmektedir[17].
Çarlık Rusya’sı 1716 yılından itibaren Batı Türkistan’da malum istila siyaseti izlemeye başlamış; Çin ise 1755-1765 yılları arasında Doğu Türkistan’ı işgal etmiş ve buraya 18 Kasım 1884’de Xin-jiang (Hsin-chiang)[18] adını vermiştir. Batılılar da bu adı kullanmışlar ancak bazen de Doğu Türkistan demişlerdir[19]. Aşağıda açıklayacağımız gibi Çinliler tarihte Doğu Türkistan’a “Doğu Türkistan veya Batı ülkeleri” anlamına gelen Hsi-yü[20] diyorlardı. İngiliz tarihçiler XIX. yüzyılın başlarına kadar Batı Türkistan için Büyük Buhâra, Doğu Türkistan için Küçük Buhâra adını kullanıyorlardı. Fakat XIX. yüzyıldan sonra Batı Türkistan’ı Türkistan adıyla anmaya başlamışlardır. Batı Avrupa ve Rus tarihçileri ise Batı Türkistan tâbirini pek kullanmamışlardır. Rus edebiyatında Doğu Türkistan terimine XIX. yüzyıldan itibaren rastlanmaktadır. Ancak bu daha çok tarih, coğrafya ve etnografya terimi olarak kalmıştır. Ruslar işgal ettikleri Türkistan topraklarındaki vilayetlerini Türkistan Genel Valiliği adlı idarî bir birim altında resmen 11 Temmuz 1867’den itibaren toplamışlardır. Doğu Türkistanlı aydınlar ise XX. yüzyılın başlarında Batı Türkistan’daki bu gelişmeler doğrultusunda Doğu Türkistan terimini kullanmaya başlamışlardır[21]. Sovyetler Birliği ise emperyalist maksatlarla Batı Türkistan tâbirini kullanmadığı hâlde Doğu Türkistan terimini kullanmış ve buna karşılık Batı Türkistan yerine Orta Asya demiştir[22]. İkinci Dünya Savaşından sonra Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Türkistan terimi yerine “Orta Asya veya Merkezî Asya” (Central Asia; CpegHaa A3hh) terimleri kullanılmaya başlanmış[23] buna karşılık Çin’e yönelen siyasî maksatlarla Doğu Türkistan tâbiri söylenmeye devam edilmiştir. Bunun yanında coğrafî ve iktisadî gerekçelerle kullanıldığı anlaşılan İç Asya (Inner Asia) terimi[24] çok özel bir terimdir ve Doğu Türkistan’ı ifade etmemektedir.
Doğu Türkistan tarih boyunca türlü güçlerin hâkimiyet mücadelesine konu olmuş ve bu yüzden çeşitli milletler Doğu Türkistan’ın asıl ahalisi ve sonra gelenler işgalci gibi gösterilmeye çalışılmıştır.
Çin Kaynaklarında Doğu Türkistan (“Hsi-yü”) Tâbiri
Çinlilerin Doğu Türkistan için kullandıkları 西 域 Hsi-yü yani “Batı Toprakları” adını Han Sülalesi devrinde (M.Ö. 206-M.S. 220) daha çok Tanrı Dağlarının güneyinden kıvrılan yol üzerindeki Yü-men yani “Yeşim taşı kapısı”nın batısındaki topraklar için kullandığı görülmektedir. Esas itibarı ile Doğu Türkistan toprakları söz konusu olsa da yeri geldiğinde daha güneydeki ve batıdaki topraklar ile devletler ve halklar da kastedilmiştir. Bu surette Çin kaynaklarının “Doğu Türkistan” hakkında bilgi verirken aslında İpek Yolu üzerindeki yerleri belirttikleri anlaşılmaktadır.[25]
Çinliler eskiden bu toprakları hiç görmemişlerdi ve buraların Hunların atalarına ait olduğunu düşünüyorlardı. Çinlilerin ilk defa olmak üzere batılarındaki toprakları tanımasını sağlayan ve önceleri elçi, seyyah, casus ve daha sonraları general olan Chang Ch’ien’in (ölümü M.Ö. 114) gezip dolaştığı topraklar için yazdığı seyahatnamesi Shih Chi (yazım tarihi M.Ö. 109-91)’nin 123. bölümünde yer almaktadır; ancak bu raporun hiçbir yerinde Hsi-yü yani “Batı Toprakları” ifadesi geçmemektedir. Öte yandan Shih Chi’nin yazarı Szu-ma Ch’ien bu adı sadece üç yerde zikretmektedir: Bölüm 60, s. 2109, satır 4’de, Hsi-yü etnik bir tâbir gibi görünmektedir; “西 月 氏 匈 奴 西 域 舉 國 奉 師”. Huo Chü-ping’in (M.Ö. 140117) biyografisinde Hsi-yü, Yüeh-chih ve Hsiung-nu (Hun)’lar ile yan yana etnik bir tasnife tâbi tutulmaktadır. Hsi-yü’nün Shih Chi’de görüldüğü bir diğer yer Bölüm 111, s. 2933, satır 8’dir. Burada gene Huo Chü-ping’in Hunların Batı Beyi Hun-hsieh’e yaptığı seferden bahsetmektedir: “…去 病 率 師 攻 匈 奴 西 域 王 渾 邪”. Burada Hsi-yü tâbiri ile Hun devlet düzeninde bugünkü Doğu Türkistan topraklarını idâre eden bir bey bulunduğu ve bu toprakların Hun idârî sistemine dâhil olduğu görülmektedir. Szu-ma-ch’ien’in buradaki Hsi-yü kaydını Hun devlet sistemindeki bir tâbirden ödünç aldığı anlaşılmaktadır. Hsi-yü tâbirinin Shih Chi’de görüldüğü son yer Bölüm 117, s. 3044, satır 5’tir: 康 居 西 域 重 譯 請 朝…”. Buna göre Hsi-yü, K’ang-chü (Sogdiana) ile beraber coğrafi-etnik bir ad olarak veya bir devlet adı gibi kullanılmıştır[26].
Dolayısıyla Çinlilerin “Hsi-yü” yani “Batı Toprakları” tâbirini Hsiung-nu’lardan (Hun) ödünç aldıkları ve bu yönüyle “Batı Toprakları” tanımlamasının Hsiung-nu (Hun) idarî taksimatına has bir kavram olduğu anlaşılmaktadır. O hâlde Doğu Türkistan toprakları Çinliler için çok “yeni” topraklardı ve esasında “Hunlara âit” idi.
Doğu Türkistan Sahasının İlk Sâkinleri Sayılan Milletler
1- İndo-Cermenler
Milattan önceki devirlerde İndo-Cermen halklarının bütün Orta Asya’ya yayılmış olduğu ve milattan sonra I. yüzyıldan itibaren güney batıya doğru kaymaya başladıkları iddia edilmektedir[27]. Oldukça tartışmalı olan ve fantastik bir biçimde epey eski devirlere atfedilen bir Aryan istilasından bahsedilmekte [28] ve bu tezden hareketle İndo-Germen nüfusun bugünkü Doğu Türkistan coğrafyasında da yurt tutmuş olduğu ileri sürülmektedir[29].
Hatta Yüeh-chih, Wu-sun, Saka, Kırgız gibi halkların Türk değil, esasında İndo- Germen olduğu tezinden hareketle[30] Doğu Türkistan’ın ilk sâkinlerinin İndo-Germenler olduğu neticesine varılmaktadır. Hatta Türkistan sahasının ilk halklarından biri olarak Yunan Baktriyalılar zikredilmekte ve Sakalar dahi işgalciler olarak nitelendirilmektedir[31]. İndo- Germen teoriler bilinen siyasî ve ideolojik mahiyetleri sebebiyle daha çok ilmî açıklamalara ihtiyaç duymaktadır. Bu sebeple İndo-Germenlerin Doğu Türkistan sahasına gelmiş oldukları hususuna dahi tereddütle yaklaşmak gerekmektedir.
2- Hintliler
Hintli tüccarların miladî I. yüzyıldan beri bugünkü Doğu Türkistan sahasında ticaret ile iştigal ettikleri ve Tarım Havzasının güney ve batısında ticaret kolonileri kurdukları bilinmektedir[32]. Bunun dışında Budist misyonerler Hindistan’dan kuzeye gitmiş, orada Budizm’i yaymış, Kuça ve Hoten birer Budizm merkezi hâline gelmiştir[33]. Aynı zamanda bu misyonerler Gandara stili Buda heykelleri, Kuzey ve Orta Hindistan’dan kayın ağacı kabuklarına ve palmiye yapraklarına yazılmış yazılar da getirmişlerdir. Hintli rahipler Sanskritçe dinî eserler yazmışlar ve bu dili Orta Asya’da öğretmişlerdir. Doğu Türkistan’da bıraktıkları yazılı bakiyeler klasik Sanskritçe değil “hybride” denen halk diline yakın bir dildeydi[34]. Fakat Hintlilerin Doğu Türkistan sahasına yerleştiklerine veya siyasî bir bünye oluşturduklarına dâir herhangi bir delil yoktur.
Doğu Türkistanlı tarihçi Turgun Almas’ın dediği gibi Budizm milâttan önce ve sonraki dönemlerde Hindistan’dan Tarım Havzasındaki Hoten, Kaşgar, Kuça, Karaşar ve Turfan’a yayılmıştı. O sıralar Budizm’e ait kitaplar Türkçe’ye veya Doğu Türkistan’da konuşulan diğer dillere çevrilmediği için bölge halkı Sanskritçe ve Hintçe yazılmış kitapları okumuş ve bu dillerde ibadet etmişlerdi. Bundan dolayı ele geçen yazılı belgelerin Sanskritçe veya Hintçe olması bölge halkının Sanskritçe veya Hintçe konuştuğuna dalalet olamaz[35]. Dolayısıyla Hintliler eski Doğu Türkistan’da ancak din kitapları vesilesiyle edebî bakımdan varlık göstermişlerdir. Bölgenin etnik yapılanmasına tesir ettikleri söylenemez.
3- Sogdlar
VII. ve VIII. yüzyılda ticarî faaliyetlerini yaygınlaştırmalarına [36] rağmen tüccarlıklarıyla ün yapan ve Iran dilli bir kavim olarak bilinen ve esas sahaları Maveraünnehr olan[37] Sogdlar Doğu Türkistan’da hiçbir zaman kendilerine âit bir devlet kurmamışlardır. Güçlü kavimler arasında Doğu Türkistan’da varlıklarını sürdürmüş olmaları pek mümkün görünmemektedir. Tanrı Dağlarının güneyinden kıvrılan yol boyunca elde edilen yazılı bakiyeler onların şehirlerde küçüklü büyüklü topluluklar halinde yaşadıklarını göstermektedir. Çin kaynaklarındaki bilgilerden Ch’ang-an’da zaman zaman kalabalık bir kütle halinde bulundukları anlaşılmaktadır. Nitekim Tarım Havzasının batısında ve Batı Türkistan’da bazı Sogdça belgeler bulunmuştur. Bunların varlıklarını sürdürememelerinin ticarete pek düşkün olmalarından kaynaklandığı görülmektedir[38]. Sogdların milâdî devirlerden biraz önce Hoten civarında ticaret kolonileri kurdukları bilinmektedir[39].
Ancak Gök-Türkler devrinde Doğu Türkistan’daki ticarî faaliyetlerinde altın devirlerini yaşamış olan Sogdlar[40] çok geç bir tarihte bölgeye gelmişlerdir ve dolayısıyla ilk sâkinlerden biri olarak sayılmaları mümkün değildir.
4- Toharlar
İlim âlemindeki bazı görüşlere göre Grek kaynaklarındaki Toharlar Çin kaynaklarındaki Yüeh-chih’lerdir[41]. Eğer böyle ise bunlar Doğu Türkistan’ın asıl sâkinleridirler ve Hunların M.Ö. III. yüzyılda bölgede idâreyi ele almalarına kadar Tarım Havzası boyunca yayılmışlardır. Ancak bu Yüeh-chih=Tohar tezi çok tartışmalıdır ve birçok âlim tarafından kabûl edilmemektedir[42].
Ptolemaeus (M.S. 90-157) “raxopoı” ile Seyhun Havzasının kuzeyini, “röxapoı” ile Baktriya’yı kastediyordu[43]. Tibet kaynakları ise VI-VIII. yüzyılda Beşbalık, Qoço ve Karaşar için “Twyry” adı kaydetmektedir ki, bu Tohar adıyla ilgili görünse de Henning tarafından doğrudan Beşbalık, Qoço ve Karaşar ahalisine verilen umûmî bir adla alâkalı gibi görülmek- tedir[44]. Ayrıca Ta-hsia=Tohar özdeşleştirmesi yapanlar çıksa da Ta-hsia’nın bir kavim değil coğrafya adı olduğu bilinmektedir[45].
Annemarie von Gabain, Pamir yaylasının güney batısındaki bir bölgenin her zaman için Toharistan olarak adlandırıldığı görüşündedir. Tohar diline ait yazmalar sadece Tanrı Dağlarında bulunmuştur. Yüeh-chih’leri Toharlarla eşleştiren bazı görüşler olsa da bu görüşler ispata muhtaçtır ve Hint-Avrupa dil teorisi etkisindedir[46]. Turfan’da bulunan dinî metinler Toharcanın (A) lehçesi, Kuça’dan Turfan’a kadar olan yerde bulunan dünyevî metinler ise Toharca (B) lehçesi olarak tasnif edilmiştir. Toharca (B) lehçesinin Turfan’da yoğunlaştığı söylenmiştir. Toharlar Budist idiler ve bu münasebetle dillerine ait metinlerin tamamına yakını dinî mahiyettedir. Kuça da Toharlar için çok mühim bir Budizm merkeziydi. Eski Türkçe dini metinlerde geçen Budist terim ve deyimler Sanskritçeden Toharca aracılığıyla geçmiştir. Toharca (A) lehçesi Budist Türkler tarafından kutsal sayılmış ve ibadet dili olarak kullanılmıştır. Bunun yanında Toharlar arasında Maniheizm de yayılmıştı. Toharların gelişkin bir kültüre sahip oldukları görülmektedir. Öte yandan Toharca (B) lehçesi konuşanlar ancak Gök-Türkler devrinde Kuça’da yaşamaktaydılar[47]. E. Waldschmidt, plastik fresk ve resimlerin stil analizlerine göre Doğu Türkistan’da ancak miladî 600-800 yıllarında dinî cihetten Tohar kültürünün etkili olduğunu belirtmektedir[48]. Toharca en eski metinlerin M.S. V. yüzyıla âit olduğu bilinmektedir[49].
Öte yandan Çinliler Tohar yer veya kavim adını çok sonraları, Tabgaçlar devrinde (M.S. IV. yüzyıl) tanımışlardır[50].
Tohar = Yüeh-chih özdeşleştirmesi bugün hâlâ dillendirilmektedir[51] ve bu eşleştirme doğrulanırsa Doğu Türkistan’ın en eski sâkinleri Toharlar olacaktır. Bize göre bu görüş uzak bir ihtimaldir.
5- Çinliler
Bugünkü Marksist-Maocu resmî Çin ideolojisine göre Doğu Türkistan’ın en eski sâkinleri şunlardır:
- Batılı ırklar: Hint-Avrupalılar
- Doğulu ırklar: Moğol ırkı, Doğulu ve Batılı ırkların karışımı bir ırk ve Çin ırkı[52]. Bu görüşe göre Türk, sadece 552-744 yılları arasında hüküm süren bir kabileler birliğinin adıydı ve Doğu Türkistan’ın Türklük ile bir alâkası yoktu[53].
Çinliler Önceki Han devrinde (M.Ö. 206-M.S. 25) ilk defa Doğu Türkistan topraklarıyla tanışmış[54] ve Sonraki Han devrinde (M.S. 25-220) özellikle 73-108 yılları arası tüm güçleriyle Doğu Türkistan coğrafyasını hâkimiyetleri altına almaya çalışmışlardır[55]. T’ang devrinde (618-907) ise Doğu Türkistan’da epey güçlenmişlerdir[56]. Bu münasebetle bölgeye yerleşen Çinliler olmuştur. Turfan’da çok miktarda Çin parası ve yazması bulunmuştur. Bu metinlerin tamamına yakını Budizm ile ilgilidir; bunun yanında Konfüçyüs, Maniheist ve diğer inanışlara ait Çince metinler de mevcuttur[57].
Görüldüğü gibi Çinliler Doğu Türkistan’a ancak işgalci sıfatıyla nüfûz etmeye çalışmışlardır. Muasır tarih yazımlarında ise Doğu Türkistan’ı Çinlilerin kadim toprağı olarak göstermek için hemen her dilde türlü neşriyata girişmişlerdir[58]. Çinliler bu tür propaganda kitaplarıyla çeşitli tarihî belgeleri çarpıtarak neticeye varmaya çalışmaktadırlar. Meselâ Divanü Lûgat-it-Türk’de geçen “Tawgaç” maddesini misal göstererek Doğu Türkistan’ın Türkler tarafından dahi Çin toprağı olarak görüldüğünü öne sürmüşlerdir[59]. Kâşgarlı Mahmud şöyle demektedir: “Tawgaç: “Maçin’in adıdır. Burası Çin’den dört ay uzaktadır. Çin aslında üç bölüktür: Birincisi “Yukarı Çin’dir ki doğudadır; buna Tawgaç derler. İkincisi “Orta Çin”dir; burası “Xıtay” adını alır. Üçüncüsü “Aşağı Çin”dir, “Barxan” adı verilir; bu, Kaşgardadır. Lâkin, şimdi “Maçin”, “Tawgaç” diye tanınmıştır. “Xıtay” ülkesine de “Çin” denilmiştir”[60]. Hâlbuki “Çin” ve “Maçin” adları çeşitli devirlerde farklı bölgelere atfedilmiş- tir. Kaldı ki “Çin” adı esasında Türklerin yaşadıkları Kan-su eyaletindeki Göksu bölgesi için kullanılmış ve Türklerin en eski devirlerde kurdukları devlete “Çin” adı verilmiştir. Çinliler ise “Çin” adını kabul etmemişler ve Türklerden ayrılmak için kendilerine “Han” adı vermişlerdir ki bugün de aynı durum söz konusudur. Çinliler hiçbir zaman kendilerine Çinli ve ülkelerine Çin adı vermemişlerdir. M.Ö. 221 yılında tüm Çin topraklarını tek bir çatı altında toplayan Ch’in Hanedanı’nın esasen Türk olduğu bilinen bir vakadır[61]. Dolayısıyla Kâşgarlı Mahmut’un bahsettiği “Çin” ile Çinlilerin hiçbir alâkası yoktur[62].
Çinlilerin en eski coğrafya kitaplarından biri olan Shan Hai Ching (yazılışı M.Ö. III-II. yüzyıl)’de Kun-lun, Ch’i-lien gibi dağları ifade ettiği söylenen imlerin geçmesinden hareketle bugünkü Doğu Türkistan coğrafyasının Çin ile beraber düşünüldüğünü öne sürmektedir- ler[63]. Bu iddiaların elle tutulur hiçbir tarafı yoktur.
1221 yılında Chin İmparatoru tarafından Cengiz Han’a gönderilen elçi Wu-ku-sun, Yü-men geçidinden (bu geçit tabiî Çin sınırı sayılır ve bundan sonra Doğu Türkistan toprakları başlar) sonra batıya doğru seyahatinde yüzden fazla şehir gördüğünü ve bu şehirlerden hiçbirinin Çince ad taşımadığını kaydetmiştir[64].
Çinlilerin edebiyat, yazı, ticaret ve kültür cihetlerinden Doğu Türkistan üzerinde tesirleri olduğu bir gerçektir ancak Doğu Türkistan’ın ilk sâkinleri olarak sayılmaları mümkün değildir.
6- Tibetliler
III. ve IV. yüzyılda Doğu Türkistan sahasında kısmî faaliyetlere girişen Tibetli Ti ve Ch’iang kavimleri[65] bir yana Tibetliler ancak VII. yüzyıldan IX. yüzyıla kadar Doğu Türkistan’da önemli bir rol oynamışlardır[66]. 783’de imzalanan Çin-Tibet anlaşması Tibetlilere Doğu Türkistan’da haklar vermiştir[67]. Turfan’da ortaya çıkarılan Tibetçe Budist el yazmaları ve Tun-huang’daki bazı resmi belgeler XI-XII. yüzyıllara aittir. Miran kalesinin güney yolu üzerinde de çok sayıda yazma bulunmuştur[68].
Böylece Tibetlilerin din ve kültür bakımından Doğu Türkistan’a bazı tesirler yaptıkları ancak VIII. yüzyıl gibi çok geç devirlerde işgalci olarak bölgeye geldikleri anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Tibetliler bölgenin ilk sâkinlerden biri olarak değerlendirilemez.
7- Moğollar
Moğollar ilk olarak XII. yüzyılın sonlarında Cengiz Han tarafından tek vücut edilip güçlenmişler ve bu sayede sonrasında Doğu Türkistan sahasına inebilmişlerdir. Moğol boylarının bu sahada daha evvel etkin bir rol oynadıklarını söylemek zordur[69]. Turfan’da yapılan kazılarda bulunmuş olan mektuplar ve Moğolca Budist blok basma yazıları XIII. yüzyıla aittir[70]. Devlet olma becerisini Türklerden çok sonra edinen Moğolların Doğu Türkistan sahasında eski devirlerde bir varlık gösterememiş oldukları bir gerçektir.
8- Türkler
Türkistan’da yapılan keşiflerden önce Türk kavimleri ve Doğu Türkistan hakkındaki bilgilerimiz azdı. Elde var olan tek şey Selçuklulara ve Osmanlılara ait metinler ile Çağatay lehçesinde yazılmış ve esas itibarı ile dinî ve edebî eserlerdi. Bunun yanında Doğu Avrupa, Batı Asya ve Sibirya’daki çok sayıda muasır Türk lehçeleri hakkında bazı malûmatlar da vardı. 19. yüzyıl sonunda Thomsen’in, şimdiki Moğolistan topraklarında bulunan Orhun Kitabeleri’ni çözümlemesi durumu biraz değiştirmeye başlamıştır. Akabinde Almanların Turfan keşifleri ile eski Türkçe el yazmaları ve blok basma yazılar ortaya çıkarılmıştır. Bunun yanında bulunan resimler, arkeolojik malzemeler bu sahadaki eski Türk varlığı hakkında bilgi edinmemizi sağlamıştır[71]. Ayrıca Sinoloji alanında yapılan çalışmalar da bu varlığın epey gerilere gittiğini göstermiştir.
Türklerin menşe efsanelerinden biri Doğu Türkistan’da geçmektedir. Buna göre komşu ülke tarafından mağlup edilen ve soyları tamamen katledilen Türklerden sadece on yaşındaki bir çocuk sağ kalmıştı. Galipler onu öldürmeye kıyamadılar ve onun ayaklarını kesip bataklığa yani Etsin Göl’e bıraktılar. Çocuk burada bir dişi kurt tarafından beslenip büyütüldü. Çocuk büyüyünce kurt ile birleşti ve kurt gebe kaldı. Komşu ülke çocuğun yaşadığını öğrenince oraya adamlarını gönderdi. Adamlar gelince çocuk ve kurt Turfan dolaylarına kaçtılar ve orada bir mağaraya sığındılar. Mağarada on çocukları oldu ve bunlar dışarıdan kızlarla evlendi. Böylece Türkler yeryüzüne yayıldılar[72].
Türklerin türeyiş efsaneleri de göz önünde bulundurulunca Türklerin anavatanı tartışmalarında şimdiki Moğolistan toprakları ve Altay tezi epey taraftar kaybetmiş ve Batı Türkistan, Tanrı Dağları, Doğu Türkistan ve Aral bölgeleri tezi de dillendirilmiştir[73]. Yine de Altaylar ve Güney Sibirya sahasının Türklerin ana yurdu olduğu görüşünün hâkim görüş olduğunu zikretmekte fayda vardır.
Çinliler Doğu Türkistan’ı Hunların sağ kolu olarak görüyorlar ve Doğu Türkistan’a hâkim olmanın Hunların sağ kolunu kesmek manasına geldiğini söylüyorlardı. Çin kaynakları da Doğu Türkistan’ı Hun toprakları olarak kabul ediyordu. Meselâ T’ai P’ing Yü Laıida Hsi-yü’nün Kao Tsung (M.Ö. 1259-1200) devrindeki Kuei-fang olduğu bildirilmektedir [74]. Buradaki Kuei-fang ise Hunların ataları olarak tasnif edilmektedir[75]. Gerçekten de milâdî devirlere takaddüm eden yıllarda Çinlilerin Doğu Türkistan’a yönelmeleri Hunların sonunu getirmiş ve Hunlar gittikçe zayıflayarak ikiye bölünmüşlerdi. Bu gerçek Mo-tun’un M.Ö. 176 yılında Çin Imparatoru’na yazdığı mektupta hâkim olduğu toprakların merkezine Doğu Türkistan’ı koymasıyla da kendisini göstermiştir[76]. Çinliler Mo-tun’un ölümünden sonra Tarım Havzasının güneyindeki yollardan Doğu Türkistan içlerine girmişler, bazı Çinli tüccarlar Fergana’daki devletlere kadar uzanmışlardı[77].
Yine Hunların ataları oldukları kabul edilen Ti’lerin[78] bulundukları istikamete göre doğuda olanlara yeşil, batıda olanlara ak ve güneyde olanlara kızıl veya al denildiği[79] ve böy- lece milattan önceki bin yılda bölgeye hâkim oldukları bilinen[80] Ti’lerden Ak ve Kızıl Ti’lerin esas itibarı ile bugünkü Doğu Türkistan coğrafyasında yayıldıkları anlaşılmaktadır. Nitekim Turfan ve çevresinin Kızıl Ti’lerin ve daha sonraki Töles ve T’ing-ling boylarının en eski yurdu olduğu Çin kaynaklarından tespit edilmiştir[81].
Zeki Velidi Togan tarafından hiç olmazsa hâkim tabakasının Türk olduğu kabûl edi- len[82] Sakalar, çok eski devirlerde Doğu Türkistan’da Tarım Havzasının güneyinden kıvrılan yol üzerindeki merkezlerde ve özellikle Hoten’de ve Tomşuk’ta yurt tutmuşlardır. Eski Fars kaynaklarına göre Sakaların yayıldığı sahalardan biri Fergana, Tanrı Dağlarının orta kısımları ve Kaşgar dolaylarıdır[83]. Sakalar çok eski devirlerde Doğu Türkistan sahasında yayılmışlar ve daha sonra bugünkü Afganistan’a çekilmiş ve imparatorları Asoka’nın başkanlığında bir yandan Kuzey Batı Hindistan bir yandan da Doğu Türkistan’ın Güney bölgelerine inmişlerdir. Sakaların X. yüzyıla kadar Hoten Devleti’ne hükmettikleri bilinmektedir. Hoten yüzyıllar boyu Budizmi desteklemişti, Budist kültürün önemli merkezlerinden biriydi. Hoten beyleri Hun ve daha sonraki diğer Türk devletleriyle yakın münasebetler kurmuşlardır. Hotenli “Aslan” lakaplı beyler ilk olarak X. yüzyılda Karahanlılar tarafından düşürülmüşlerdir. Saka dilinde ve Sanskrit alfabesinde metinler Hoten, Tun-huang ve kuzey yolu üzerindeki Maralbaşı gibi bazı noktalarda bulunmuştur[84]. Yine Sakaların adı Yarkend’in Çin kaynaklarındaki eski adı olan So-chü ~ Sha-ch’e 莎 車*Saklâ~*Saklâ olarak yeniden inşa edilen adda görülmektedir; Sha-ch’e (Yarkend) adı kesinlikle Sakalardan yadigârdır[85].
Türklükleriyle ilgili bazı emareler olan Yüeh-chih’lerin ilk başlarda Tun-huang ile Ch’i-lien Dağları arasında, bugünkü Kansu bölgesinde yaşadıkları anlaşılmaktadır[86]. Yüeh- chih’ler Hunlara yenilmeden önce batıda Tanrı Dağlarının doğusunda bulunan ve Wu- sun’ların yaşadığı bölgede, Cungarya’da, Tarım Havzasındaki ülkelere kadar olan topraklarda; kuzeyde Moğolistan sahrasının büyük kısmında ve doğuda Kansu eyaletinin bütün kuzeyinde, Tun-huang çevrelerinde, Çin Seddi’nin en batısındaki Lin-t’ao, Lung-hsi ve Yü- chung’a kadar olan sahada yaşamaktaydılar[87]. Yüeh-chih’ler M.Ö. 165’te Hunlar’a yenildikleri sırada Kansu dolaylarında yaşıyorlardı ve göçüp Ili vadisine çekilmişlerdi[88]. Ancak Yüeh-chih’lerin Hunlara yenildikten sonra da hâlâ Kansu dolaylarında yaşadıklarına dâir malûmatlar vardır[89]. Turfan bölgesinde ise Yüeh-chih’lerin bir kolu olan Koç veya Koş boyu (-an çoğul ekini alarak Kuşan)[90] yaşamaktaydı[91]. Bu boyun adı muhtemelen tamgasının “koç” olması dolayısıyla “koç” olarak kalmıştır (benzer durum “koyun” adıyla anılan Türk boylarının ve devletlerinin varlığı ile de gözlemlenebilir). Turfan için Çin kaynaklarında verilen Ch’e-shih 車 師 adındaki ch’e adı chü veya k’u olarak da okunmaktadır; dolayısıyla Türkçe Koç veya Koş halk adının chü-shih veya k’u-shih olarak Çinlilerce kaydedilmiş olması pek mümkündür.
Türk boyları arasında sayılan[92] Wu-sun’lar milattan önceki devirlerde Kansu’da ve Tun-huang ile Ch’i-lien (Tibet ile Çin arasında sınır gibi duran Nan-shan veya Güney Dağları) arasındaydılar[93]. Bunların vatanı bilhassa Turfan sahasıydı ve Hunlar tarafından mağlup edilince M.Ö. 160 yılında batıya, Doğu Türkistan taraflarına göç etmişlerdi[94].
Milâttan önceki devirlerde Batı Türkistan’ın kuzeyinde yaşadıkları ve M.Ö. 1. bin yılda Doğu Türkistan’a girdikleri bilinen[95] Kırgızlar M.Ö. 58 sıralarında Doğu Hunlarının batıya doğru ilerlemelerinden kaçarak doğuya gitmiş ve Kumul’un batısına gelmişlerdi. Bu sırada Kırgızlar Kumul ve Barköl sahasından batıya, Ak Tağ’ın güney eteklerine, Karaşar’ın kuzeyine kadar uzanmışlar[96] ve milâdın başlarında Kaşgar’da yayılmışlardı[97].
Büyük Hun Devleti kurulduktan sonra Ting-ling’lerin güney grubunun Gobi Çölünden Çin’e ve Sarı Irmağın kaynağına doğru ilerledikleri[98] ve tabiî olarak şimdiki Doğu Türkistan’a girdikleri bilinmektedir. Yine Çin kaynaklarına göre miladî devirlerde bugünkü Doğu Türkistan sahasının doğu kısmında, Akdağ (Pai-shan)’ın eteklerinde, Hami dolaylarında ve Altay dağlarının güney batısında T’ieh-le (Töles) boyları yaşıyordu[99]. VI. yüzyılın başlarında Shan-shan dolaylarında Ting-ling’ler yayılmaktaydılar[100].
Sonuç
El-Birûnî, Türklerin Türkistan sahasının en eski ahalisi olduğunu kaydetmiştir[101]. Türk ırkının bir prototipi olan Andronovo kültürü taşıyıcıları M.Ö. 1700’den itibaren yavaş yavaş Orta Asya’ya hâkim olmaya başlamışlardır. Altaylara ve Tanrı Dağlarına yayılan bu ırkın hâkimiyeti Hun ve Gök-Türk çağına kadar devam etmiştir[102]. En geç Önceki Han (M.Ö. 206- M.S. 25) devrinde Tanrı Dağları etekleri, Tarım Havzası ve He-hsi koridorunda Türkler ya- şamaktaydı[103].
Rus Türkologu Malov, “Türkler milattan önce V. asırda büyük ölçüde şimdi yaşadıkları yerde yaşıyorlardı” demektedir[104]. Tolstov, Türklerin milattan önce 2500 civarında Türkistan bölgesine gelmiş olduklarını ve Arîlerin bölgeyi istilasından sonra bölgede Türklerle karıştıklarını söylemektedir[105]. Yine G. Schmitt’e göre kaynaklarda Chin-man olarak geçen Beş-balık en eski devirlerde bir Türk yurdu idi[106]. Hattâ tarih öncesi dönemlerde bugün Çin toprağı sayılan ve esasında da Çinli addedilen, Doğu Türkistan’ın daha da doğusu olan Shen- hsi, Shan-hsi, Chih-li gibi yerler tamamen Türklerle meskûndu[107]. W. Eberhard da bugünkü Doğu Türkistan’ın asıl sâkinlerinin Türk olduğuna Sinolojik mülahazalar neticesinde varabilmiştir[108]. Dolayısıyla Türklerin Doğu Türkistan’a çok geç devirlerde geldiği, bölgenin asıl ahalisinin başka milletlerden olduğu yönündeki genel görüş[109] doğru değildir.
Sonuç olarak makalemiz umûmî görüşün aksine bilhassa Çin kaynaklarındaki kayıtlara dayanarak esasen Doğu Türkistan coğrafyasına atfedilen “Hsi-yü” adının ilk geçtiği yerler incelenerek Türklerden ödünç alınmış olabileceğini; Doğu Türkistan’ın Hun Devleti için bir varlık sebebi olduğunu ve bu yüzden en eski devirlerden beri Türklerin hayat sahası hâline geldiğini; bölgedeki ilk sâkinleri başka milletler olarak gösteren arkeoloji ve dil çalışmalarının eksik ve bazen de taraflı olduğunu dolayısıyla yazılı kaynaklardan da istifade etmek gerektiğini ve Doğu Türkistan’daki en eski sâkinlerden birinin Türkler olmasının çok büyük bir ihtimal teşkil ettiğini ortaya koymuştur.
Araş. Gör., İstanbul Ün. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, kursatyildirimtr@yahoo.com
Kaynak: Türk Dünyası incelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, XII/1 (Yaz 2012), s.419-440.
KAYNAKÇA
Dipnotlar: