Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Çanakkale Savaşında Yalnız Bırakılan Bir Müttefik: Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na Yardım Çabaları

0 10.081

Yrd. Doç. Dr. Mustafa ÇOLAK

Bilindiği gibi, Çanakkale Muharebeleri gerek cereyan şekli ve gerekse sonuçları bakımından sadece Birinci Dünya Savaşı’nın değil, Dünya harp tarihinin önemli olaylarından biridir. Bu muharebelerin cereyan şekline baktığımızda, kara ve deniz kuvvetlerinin müşterek taarruzu bakımından o zamana kadar Dünya tarihinde benzerine rastlamadığımız muharebelerden biri olduğunu görürüz. Sonuçları açısından ise, İtilaf Devletlerinin Çanakkale Boğazı’nı geçememeleri, başta Rus Çarlığı olmak üzere Birinci Dünya Savaşı’na katılmış bütün taraflar üzerinde askeri, siyasi, stratejik, psikolojik ve ekonomik etkileri olmuştur.

Ocak 1915 başlarında zor durumda olan Rusya’nın müttefiklerinden yardım istemesi üzerine İtilaf Devletleri Londra’da, Çanakkale ve İstanbul’a yönelik taarruz kararı almışlardı. Bunun üzerine, İngiltere ve Fransa Çanakkale önlerine yığınak yapmaya başlamışlardı. Amaçları ise, Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakmak, Boğazlar yolu ile Rusya’ya yardım ulaştırmak ve Orta Avrupa’da bulunan Alman-Avusturya ordularını arkadan çevirmekti.[1]

O günün en modern silâhları ile donatılmış yedi büyük savaş gemisi, birçok torpido ve muhribden oluşan İngiliz filosu ile dört Fransız savaş gemisi 18 Mart 1915’te Çanakkale Boğazı’na girerek Türk tabyalarını topa tuttu. Altı ile sekiz gemilik ikinci bir İngiliz filosu ise Boğazın girişinde bırakılmıştı. Aynı günün akşamına doğru, Türk topçusunun isabetli atışları sonucu 10 ile 12 kadar İngiliz-Fransız gemisi ya batırıldı ya da saf dışı bırakıldı.[2] Düşman filosu bu ağır kayıp üzerine geri çekilmek zorunda kaldı. Türk topçusunun bu muazzam zaferi Çanakkale Muharebelerinin sona erdiği anlamına gelmiyordu. Zira düşman bundan sonra denizden karaya çıkarma yaparak kara ve deniz savaşlarını beraber yürütüp İstanbul’a ulaşmayı hedefleyecektir.[3]

Nitekim, 25 Nisan sabahı saat 05.00’ten itibaren, sekiz buçuk ay sürecek olan ve iki taraftan 750 bin insanın katıldığı Çanakkale Muharebeleri, donanma desteğindeki İtilaf Devletleri askerlerinin Gelibolu’ya çıkışları[4] ile yeni bir safhaya girerek devam edecektir.

Bu araştırmamızın ana amacı, Alman İmparatorluğu’nun, Çanakkale Muharebeleri esnasında zor durumda olan müttefiki Osmanlı Devleti’ne cephane yardımı sağlama çabaları ve bunun sebepleri üzerinde durmak olduğundan, Çanakkale Muharebelerinin seyrine ve onun dünya tarihindeki yerine burada detaylı olarak girilmeyecek; ancak konumuz çerçevesinde, yeri geldikçe değinilecektir. Burada değerlendirmeye tabi tutulan temel kaynaklar ise, Berlin Eyalet Arşivi’nden (Bundesarchiv) temin ettiğimiz belgeler olacaktır.

Alman İmparotorluğu ve Çanakkale Muharebeleri

Osmanlı Devleti 2 Ağustos 1914 tarihinde Almanya ile yapmış olduğu gizli ittifak andlaşması ile Birinci Dünya Savaşı’nda İttifak Devletleri tarafında savaşa gireceğini resmen kabul ediyordu.[5] Nitekim 29 Ekim 1914’de Osmanlı Donanmasının Karadeniz’deki Rus limanları, Sivastopol, Odesa ve Novoroski’yi bombalaması sonucu da fiilen savaşa katılmış oluyordu. Bunun üzerine İngilizler, Ege Denizi’ndeki Limni, Gökçeada, Bozcaada ve Semadirek adalarını zapt ederek, ileride Çanakkale’ye karşı girişilecek bir harekât için Limni adasındaki Mondros Körfezi’ni donanmaları için üs olarak hazırladılar.

Esasen Osmanlı Devleti’nin İttifak Devletleri safında savaşa gireceğinin belli olması üzerine, İtilaf Devletlerinin Çanakkale Boğazı’nı zorlayarak İstanbul’u zapt etmek isteyeceklerini, Alman Genel Karargâhı tahmin edebiliyor ve endişeleniyordu. Almanlar böyle bir durumun aynı şekilde Türk müttefiklerini de endişelendirdiğini düşünüyorlardı. Bu sebeple 27 Eylül 1914’te -daha Osmanlı Devleti fiilen savaşa girmeden- Alman Genel Karargâhının bir sorusu üzerine Liman von Sanders:[6] “İstanbul’daki askeri makamların Çanakkale Boğazı’nın tehlikeli durumda olmasından dolayı korku içinde bulundukları haberi tamamen asılsızdır. Buna karşı gereken tedbirler alınmıştır”[7] cevabını vermekteydi.

Her ne kadar Alman İmparatorluğu’nun İstanbul’daki Askeri Komisyon Başkanı “gereken tedbirler alınmıştır” dese de, bu tedbirlerin ancak Osmanlı Devleti’nin imkanları dahilinde ve kısıtlı olduğu muhakkaktır. Zira, iyi donatılmış ve dönemin modern silahlarına sahip düşman kuvvetleri Çanakkale önlerine yığınak yapmaya başladıklarında Osmanlı birlikleri cephane kıtlığı çekiyorlardı. Yine Liman von Sanders’e göre: “…Piyade cephanesi yeter derecede sağlanabiliyordu, ama topçu cephanesi başlangıçtan beri çok azdı. O sıralarda Türkiye’de topçu cephanesi yapan fabrikalar bulunmadığı gibi, tarafsız memleketlerde kendi arazileri üzerinden Alman cephanesi sevkine müsaade etmiyorlardı. Bu sebeple, daha ilk günlerden itibaren Türk topçusu cephane harcamaktan kaçınıyordu. Karşı tarafın alabildiğine ve hesapsız harcamasına karşı, Türklerin bu yoksunluğunun nasıl güçlük yarattığı kolayca anlaşılır.”[8]

Bu cephane kıtlığının yanı sıra Osmanlı Devleti’nde teknik personel yetersizliği de göze çarpmaktadır. Nitekim Çanakkale Muharebelerinin başlamasına müteakip, Mayıs 1915’te yine Liman von Sanders, eğitilmiş 200 istihkamcının acil olarak Çanakkale’ye gönderilmesini Alman makamlarından talep ediyordu.[9] Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin Çanakkale’yi Alman veya Avusturya- Macaristan yardımı olmadan savunamayacağı sadece İstanbul’da değil, Berlin ve Viyana’daki diplomatik ve ekonomik çevreleri tarafından dile getiriliyordu. Biz önce Alman İmparatorluğu siyasi ve askeri çevreleri tarafından dile getirilen endişeler, yardım istekleri ve beklentilerini belirttikten sonra, aynı müttefikin ekonomi çevrelerinin bu konudaki istekleri üzerinde duracağız.

1. Alman Siyasi ve Ekonomi Çevrelerinin Yardım Gayretleri

Alman İmparatorluk Meclisi (Reichstag) Üyesi Bassermann, 24 Mart 1915’de Alman Şansölyesi (Reichskanzler) Dr. Bethmann Hollweg’e yazdığı bir raporunda, Osmanlı Devleti’nin Berlin Büyükelçisi ile görüştüğünü belirterek, Büyükelçinin Çanakkale Muharebeleri konusundaki düşüncelerini şu sözler ile özetlemekteydi: …”Türkiye, bu zorlu savaşa Almanya’nın gücüne güvenerek girdi. Cephane sıkıntısı çektiğimiz şu günlerde Almanya’nın bize yardım konusunda ne yapabileceğini hep birlikte göreceğiz…”[10] Aynı raporun devamında Bassermann, Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne cephane yardımı yapabilmenin bir yolunu mutlaka bulması gerektiğini ve bu yardımın gerekçelerini de Şansölyeye yazmaktaydı.

Aslında Osmanlı Devleti’nin Berlin Büyükelçisi İbrahim Hakkı Paşa, Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne cephane yardımı yapabileceği konusunda karamsar idi. Bundan dolayı da Bassermann’a “…Türkiye, bu zorlu savaşa Almanya’nın gücüne güvenerek girdi…” ifadesiyle bir taraftan Osmanlı Devleti’nin yardım beklentisini dile getirirken, diğer taraftan da sitem ediyordu. Zira Alman yardımına güvenerek, Sırbistan’a savaş açmış olan müttefik Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Almanya’dan beklediği yardımı alamamış ve bundan dolayı da Sırbistan ordusunu mağlûp edip bu ülkeye hakim olamamıştı. Bu durum Alman silah ve teknik yardımına ihtiyacı olan Osmanlı Devleti için hem kötü bir örnek, hem de Osmanlı Devleti ile Almanya arasında doğrudan bir demiryolu ve karayolu bağlantısının kurulmasına engel oluyordu. Yine aynı durum Almanya’ya da zarar veriyordu. Zira, Birinci Dünya Savaşı’nı bir “Dünya Gücü” (Weltmacht) olmak için başlatmış olan Almanya’nın Sırbistan Cephesi’nde Avusturya-Macaristan’a yeterli yardımı yapamaması, “güçlü” Alman İmparatorluğu imajının zedelenmesine yol açıyordu.

Bu nedenlerden dolayı Büyükelçi bir taraftan Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne yukarıda belirttiğimiz sakıncaları bertaraf etmek için yardım etmek zorunda olduğunu belirtirken bir taraftan da Almanya’nın bu yardımı yapabileceğinden şüpheleniyordu. Zira Almanlar, Rusları Doğu Cephesinde henüz kesin mağlûp etmemiş ve Osmanlı Devleti ile doğrudan demiryolu ve karayolu bağlantısı kuramamışlardı. Bu durumda Almanya’nın, Osmanlı Devleti’ne kısa bir süre içerisinde yardım gönderebilmesi zayıf bir ihtimaldi. Nitekim Büyükelçinin bu endişesindeki haklılığını, 30 Mart 1915 tarihinde Alman Şansölyesi Dr. Bethmann Hollweg’in, Bassermann’a yazdığı cevapta görüyoruz. Alman Şansölyesi, Çanakkale Muharebelerinde Türkiye’nin en büyük probleminin cephane kıtlığı olduğundan haberleri bulunduğunu, ancak bu problemi gidermek için girişilen bütün çabaların sonuçsuz kaldığını belirtmekteydi; Sırbistan’a karşı Avusturya-Macaristan’ın başlatmış olduğu taarruz başarısız olmuş, Romanya üzerinden silâh naklini sağlamak için yapılan diplomatik görüşmeler ise sonuçsuz kalmıştı.[11] Şansölyeye göre, Türkiye’ye cephane yardımını sağlayabilmek için geriye tek bir yol kalmıştı: “…O da yeniden zor kullanarak Sırbistan Ordusunu mağlûp etmekti…” Bu konuda karar verecek merci ise, Alman Orduları Yüksek Komutanlığı (Oberste Heeresleitung) idi. Bu meselenin politik önemi hakkında askeri makamlar bilgilendirilmişti.[12] Böylece Şansölye gayet diplomatik bir dil ile Osmanlı Devleti’ne cephane yardımının yapılabilmesi için Sırbistan yolunun açılması gerektiğini ve buna da askeri makamların karar vereceklerini belirterek çözüm üretmek yerine sorumluluğu üzerinden atmakta ve şu aşamada yapılabilecek bir şeyin olmadığını belirtmekteydi.

Temmuz ayının ikinci yarısında, İtilaf Devletlerinin Çanakkale’ye büyük bir çıkarma yapmaya hazırlandıkları haberleri karşısında, Alman askeri makamların Sırbistan yolunu açmak için herhangi bir girişimde bulunmadıklarını gören Alman İmparatorluk Meclisi’nin bir başka nüfuzlu üyesi Erzberger[13] ise, Çanakkale’de cephane sıkıntısı çeken Osmanlı Devleti’ne yardım konusunda askeri makamları harekete geçirmesi için, 26 Temmuz 1915’te, bu defa doğrudan Alman İmparatorundan (Kaiser) yardım istiyordu. Erzberger’e göre:

“…Alman Orduları tarihte benzeri görülmemiş başarılar elde ettiler. Anavatanımızın (Almanya) hemen hemen tamamını düşman tehlikesinden kurtardık ve düşmandan önemli topraklar elde ettik. Politik açıdan sadece zayıf bir noktamız bulunmaktadır: O da cephane eksikliği sonucu Çanakkale’nin teslim olmak zorunda kalmasıdır. Çanakkale’den sonra İstanbul teslim olacak ve bu da Türkiye’nin savaştan çekilmesi anlamına gelecektir. Bunun sonuçları uzun vadede çok ağır olacaktır. Rusya Büyük Petro’nun (Deli) vasiyetini yerine getirecek; Ayasofya’ya haç işaretini dikecek ve kutsal şehirlere sahip olacaktır. Yine Rusya müttefiklerinden cephane ve yiyecek yardımı alarak yeni bir ordu teşkil edebilecektir. Bu da bizim şimdiye kadar Rusya karşısında kazandığımız bütün zaferlerin boşa gitmesi demek olacaktır… (Bu nedenlerle) Sırbistan yolu mutlaka açılmalı ve Osmanlı Devleti’ne gerekli cephane yardımı sağlanmalıdır”.[14]

Bu satırlardan da anlaşılacağı gibi, Erzberger Çanakkale Cephesine yardım edilmesini Almanya’nın bir iç meselesi gibi telakki etmekte ve bunu Almanya’nın “prestiji” için gerekli görmekteydi. Bir çok Alman siyasetçisi gibi o da yardım edilmediği takdirde İstanbul’un düşebileceğinden endişe ediyordu. Erzberger’in bu raporundan beş gün önce, 21 Temmuz 1915’te Bassermann ve dört arkadaşı tarafından Alman Şansölyesine sunulan bir başka raporda da, aynı düşünceler belirtilerek Türkiye’ye cephane naklinin yapılabilmesi için, yine Sırbistan yolunun açılması gereği üzerinde duruluyordu.[15]

Sırbistan yolunun açılması meselesine geçmeden önce, Alman İmparatorluğu’nun Osmanlı Devleti’ne Çanakkale Savaşları’nda yardım etmesi gerektiğini ısrarla vurgulayan Alman politikacılarının, bu ısrarlarının nedenleri ve dolayısıyla Alman İmparatorluğu’nun Çanakkale’de zor durumda olan Osmanlı Devleti’ne yardım etmekteki çıkarları üzerinde durulması gerektiği kanaatindeyiz.

Yukarıda zaman zaman değindiğimiz gibi, Alman siyasi yetkililerine göre, İtilaf Devletlerinin Çanakkale’yi geçmeleri, İstanbul’un tehlikeye düşmesi ve hatta İtilaf Devletleri tarafından işgali anlamına geliyordu.[16] İstanbul’un işgali ile birlikte Osmanlı Devleti bu savaşa daha fazla devam edemeyecek ve İtilaf Devletleri ile barış imzalayarak savaştan çekilmek zorunda kalacaktı. Bu da Alman İmparatorluğu’nun Doğu[17] ve İslam politikalarının[18] iflası, İngiltere’yi sömürgelerinde vurma çabalarının sonu, dolayısıyla Doğu’yu İngiltere’ye teslim etmek anlamına geliyordu. Zira Almanya’ya göre Doğu ülkelerinin anahtarı Osmanlı Devleti idi. Ayrıca Çanakkale Savaşları devam ederken hâlâ tarafsız olan diğer devletlerin -Bulgaristan ve Romanya- bu savaşlarda müttefiki Osmanlı Devleti’ne yardım edebilecek güçte olmayan bir Alman İmparatorluğu görmeleri, Dünya Gücü olmaya çalışan Almanya’nın bu devletler nezdindeki prestijini düşürecekti. Öte yandan Almanya, Osmanlı Devletine silâh yardımını gerçekleştiremediği takdirde, kendi halkı arasında mevcut olan güçlü Alman İmparatorluğu inancını da sarsmış olacaktı.

Bunların yanı sıra Bassermann’a göre, Almanya’nın yardımı ile Çanakkale’de muzaffer olmuş bir Osmanlı Devleti, aynı yıl içerisinde (1915) Mısır’da İngilizlere karşı da zafer kazanacak ve böylece “İngiltere Doğu’da kalbinden vurulmuş ve bu savaşın en önemli amaçlarından biri gerçekleşmiş olacaktı. Bu başarılardan sonra İslam ülkeleri Halifenin cihat ilanına dayanarak düşmanlarımıza karşı ayaklanacaklardı.”[19] Aksi takdirde, Çanakkale’de mağlûp olmuş ve savaş dışı kalmış bir Osmanlı Devleti’nin, Almanya’ya faturası ağır olacaktı. Bu durumda Almanya’nın neler kaybedeceğini, düşmanlarının ise neler kazanacaklarını Basserman ve dört arkadaşı 21 Temmuz 1915 tarihli raporlarında yazmaktaydılar. Bu rapora göre:.

“…Çanakkale ve İstanbul’un düşmesi Türkiye’nin mağlubiyeti, Almanya’nın ise politik ve askeri açıdan zayıf düşmesi demektir. Böyle bir durum Almanya için telafisi mümkün olmayan zararlar açacaktır. Bu zararlar ne bu savaşın diğer cephelerinde kazanılacak zaferler ile ne de savaş sonunda imzalanacak barış andlaşması ile telafi edilebilir.. .”[20]

Burada söz konusu edilen telafisi mümkün olmayan zarar Almanya’nın politik imaj kaybı zararıdır. Almanya dünya devletleri önünde müttefikine yardım edemeyen zayıf bir devlet olarak algılanacaktır. Almanya’nın ezeli düşmanı Rusya ise Çanakkale’nin düşmesi ile en kârlı çıkacak olan ülke olacaktır. Nitekim boğazların İtilaf Devletlerinin eline geçmesiyle, Doğu Cephesinde Almanlara karşı zor durumda olan Rusya’ya, İtilaf Devletleri savaş malzemesi ulaştırabilecekler, Ruslar Almanlara karşı zafer için tekrar ümitlenebileceklerdi. Ayrıca Rusların son bir kaç yüzyıldır Osmanlı Devleti ile yaptıkları her savaşta hedefleri arasına koydukları İstanbul, böylece Rusların işgaline uğrayacaktı.[21] Öte yandan Osmanlı Devleti’nin yenilmesi ile İngiltere, Mısır ve Hindistan’daki çıkarlarının tehlikede olmadığını görerek, Mısır Cephesinden Batı Cephelerine asker kaydırabilecekti. Henüz tarafsız olan Balkan devletleri ise Rusya’nın yanında yer alacak, böylece hem Almanya Doğu Cephesi için daha fazla asker ayırmak zorunda kalacak, hem de Avusturya-Macaristan sonsuz bir tehlike ile karşı karşıya kalacaktı.

Bassermann ve arkadaşlarına göre İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’yi geçmeleri durumunda en önemli gelişme dış dünyada olacaktı; Türkiye’nin mağlûp olmasının gerekçesi bütün dünyada -İngiliz propagandasının da yardımıyla- Alman İmparatorluğu’nun gerekli yardımı edememesine bağlanacak ve bu durumda, bizzat Alman İmparatorunun yıllardır kazanmaya çalıştığı Müslüman halkların güçlü Almanya’ya olan güveni sarsılacak ve hatta İngilizlerin dağıtacakları altın ve paralar sayesinde, Müslüman halkların Alman İmparatorluğu’na karşı olan sempatisi antipatiye dönüşecektir. Başka bir ifade ile bu halkların gözünde Alman İmparatorluğu, onun gücüne güvenerek bu savaşa girmiş Türkiye’ye yardım edememiş, onu yüzüstü bırakmış, zayıf bir devlet konumuna düşecektir.

Erzberger’de doğrudan İmparatora yazdığı raporunda, yukarıda verdiğimiz Bassermann ve arkadaşlarının düşüncelerine yakın kendi görüşlerini aktardıktan sonra, Alman imparatorunun dikkatini başka bir yöne daha çekiyordu. Erzberger’e göre, İtilaf donanmasının Çanakkale’yi geçmesi ve Osmanlı Devleti’nin yıkılması, Alman İmparatorluğu’nu sadece dışarıda değil, içeride de, kendi halkına karşı, telafisi mümkün olmayan bir prestij kaybına uğratacaktır. Daha da kötüsü, Osmanlı Devleti’nin bu savaşta saf dışı kalması durumunda savaş uzayacak, uzayan savaşı finanse etmek için yeni vergiler konacak, böylece Alman halkının dayanma sınırı zorlanacaktı. Osmanlı Devleti’nin yenilmesiyle birlikte, Alman halkının büyük bir kısmı bu savaşı kaybedilmiş olarak görecekti.[22] İtilaf Devletleri psikolojik bir üstünlük elde edeceklerdi.

Alman ekonomi çevreleri de siyasi çevrelerden farklı düşünmüyorlardı. Alman endüstri ve tarım derneklerinin, Alman Şansölyesi Bethmann-Hollweg’e sunulmak üzere 20 Temmuz 1915’de ortaklaşa hazırladıkları raporda, siyasi çevrelerin kaygı ve endişeleri aynen aktarılmış; buna ek olarak, Çanakkale Muharebelerinde yenilmiş ve İstanbul’u İtilaf Devletlerine bırakmak zorunda kalmış bir Osmanlı Devleti’nin, Alman ekonomisindeki etkileri üzerinde durulmuştur. Bu Alman ekonomi çevrelerine göre:

“Osmanlı Devleti’nin bu savaşta Almanya yanında yer alması, Alman diplomasisinin başarılı çalışmaları sonunda mümkün olmuştu. Şimdi Osmanlı Devleti’ne cephane yardımında bulunmamakla bu başarı ortadan kaldırılacağı gibi, Doğudaki yüzbinlerce Müslümanın sempatisini kazanmak için yıllardır harcanan emek ve paralar da boşa gidecektir. Ayrıca Almanya’nın deniz aşırı ülkelere mal satmak için, bu savaştan sonra da düşmanla mücadele etmek zorunda kalacağı muhakkaktır. Almanya düşmanlarının etkili olduğu bölgelere, ya buralar yöneticilerinin çıkarmış olduğu kanunlar sayesinde, ya da bu bölge halklarının Alman İmparatorluğu’na karşı duydukları nefretten dolayı – Alman mallarını boykot etmeleri sonucu- mal satamıyordu. Alman ekonomi çevreleri, bu bölgelerdeki kayıplarını, Anadolu’ya ve Doğu’daki Müslüman halkların yaşadıkları bölgelere mal satarak telafi edeceklerini ümit ediyorlardı. İstanbul’un düşman işgaline girmesi böyle bir beklentiyi sonuçsuz bırakacaktır. Zira o zaman Müslüman halklar da Alman mallarını boykot edeceklerdir. Öte yandan İtilaf Devletleri tarafından parçalanmış bir Türkiye, Alman düşmanlarının ekonomik çıkarlarına hizmet edecektir. Böyle bir Türkiye ile, Almanya’nın büyük bir ekonomik ve finans gücü kullanarak başlatmış olduğu yatırımlar kesintiye uğrayacak ve daha da önemlisi şu anda Almanya’nın sadece Türkiye’den alabildiği yeraltı madenleri artık Almanların elinde olmayacaktı”.[23]

Buna göre Çanakkale’nin düşmesiyle birlikte Almanya hem Osmanlı İmparatorluğu’ndan ve islam ülkelerinden elde ettiği ham madde kaynaklarını hem de bu ülkeleri pazar olarak kullanma imkanını kaybedecekti. Zira Almanya’nın tahmininden daha uzun sürmüş olan Birinci Dünya Savaşı Alman ekonomisini gün geçtikçe zora sokuyordu. Bu savaş bittiğinde Almanya’nın ham madde ve pazara olan ihtiyacı daha da artacaktı. Bu nedenle müttefik Osmanlı Devleti’ne cephane yardımının mutlaka yapılması belirtilirken, bu yardımın hangi yollarla yapılabileceği üzerinde de duruluyordu. Osmanlı Devleti’ne cephane yardımı ancak Sırbistan mağlup edildikten sonra yapılabilirdi. Alman imparatorunun da belirttiği gibi, bu da Alman Orduları Yüksek İdaresi’nin işiydi. Dolayısıyla askeri makamların kararına bağlıydı.

2. Alman Askeri Makamların Yardım Gayretleri

Birinci Dünya Savaşı başladığında Berlin’i İstanbul’a bağlayan demiryolu Macaristan’ın güney sınırından geçerek ya Sırbistan-Bulgaristan üzerinden ya da Romanya-Bulgaristan üzerinden İstanbul’a ulaşıyordu. Çanakkale Muharebeleri esnasında Bulgaristan ve Romanya tarafsız, Sırbistan ise İttifak Devletleri safında savaşmaktaydı. Romanya’nın kendi toprakları üzerinde cephane nakline müsaade etmediğini ve Almanya’nın bu yöndeki bütün diplomatik çabalarının sonuçsuz kaldığını yukarıda belirtmiştik. Bu durumda geriye tek bir yol kalmaktaydı; oda Sırbistan ordusunu mağlûp ederek, Sırp toprakları üzerinden cephane naklini sağlamaktı. Alman siyasi ve ekonomik çevrelerinin istekleri de bu yönde idi.

Ancak, Sırbistan yolunun açılması meselesine askeri açıdan bakıldığında, durumun pek de iç açıcı olmadığı görülmekteydi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Almanya’nın yardımı olmadan Sırbistan’ı tek başına mağlûp edecek güçte değildi. Alman orduları Yüksek Komutanı General Falkenhayn[24] ise, Türkiye ile demiryolu bağlantısının sağlanması için Sırbistan ordusunun mağlûp edilmesi gerektiğine inanıyor; ancak bunun için gerekli olan şartların henüz oluşmadığını düşünüyordu. Falkenhayn’a göre, Sırbistan ordusunu yenebilmek için en az Sırp ordusu kadar güçlü bir kuvvet oluşturma zorunluluğu vardı. Ayrıca Rus cephesinin ve Romanya sınırının sağlama alınması gerekiyordu. Halbuki müttefik kuvvetleri henüz bu durumda değillerdi. Eğer Almanya, Rusları kesin bir yenilgiye uğratmadan, Sırbistan yolunu açmak için Rus cephesinden, Sırp cephesine asker kaydıracak olursa, kendisini felakete atmış olurdu. Zira bu durumda, Ruslar İttifak Devletlerinin savunma hatlarını geçmeyi başarabilirler, böylece Sırbistan’ı yenmek mümkün olmayabilir ve hatta Bulgaristan, İtilaf Devletleri safına geçebilirdi. Oysaki Ruslar üzerinde kesin bir zafer kazanıldığı takdirde, Sırpları mağlûp etmek çok daha kolay olurdu.

Falkenhayn, Çanakkale konusunda Alman ekonomi ve siyasi çevrelerinden biraz farklı düşünüyordu: Ona göre Çanakkale’de durum ciddi idi, ama çok da kötü değildi. Ve Çanakkale’ye cephane konusunda askeri makamların şu anda yapabilecekleri herhangi birşey yoktu; bu konuyla Alman siyasi yetkilileri ilgilenmeliydi.[25]

Her ne kadar Falkenhayn, Çanakkale’de durumun çok kötü olmadığı düşüncesinde idiyse de, Alman askeri yetkililerinin hepsi Falkenhayn gibi düşünmüyorlardı: Meselâ Alman Deniz Kuvvetleri Komutanlığı (Der Chef des Admiralstabes der Marine), 25 Temmuz 1915’de Bachmann imzasıyla, Pless’deki Alman Genel Karargâhına gönderilen bir yazıda “…Gelibolu’dan gelen haberlerin hepsi Almanya’nın acil ve etkili cephane yardımında bulunması gerektiği…”[26] yönünde idi.

Alman Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Akdeniz’deki Alman Donanma Komutanlığı’ndan Çanakkale’deki gelişmelerden çabuk ve detaylı haberler alabiliyordu. Çanakkale’ye acil ve etkili yardım gönderilmesini istemelerinin en önemli sebebi, bu haberlere göre, İtilaf Devletlerinin Çanakkale’ye sürekli takviye kuvvet göndermeleri idi. Ayrıca İtilaf Devletlerinin cephane sıkıntıları olmadığından aralıksız ve etkileyici top atışında bulunmaları ve İngiliz uçaklarının bombardımanları, Türk tarafını giderek demoralize etmekte ve karamsarlığa itmekteydi.

Alman Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, hem müttefik Osmanlı ordusunun moralini düzeltmek ve hem de Osmanlı Deniz kuvvetlerini biraz olsun güçlendirmek için, Alman donanmasının modern ve iyi donatılmış iki denizaltısını savaş malzemesi ile birlikte Çanakkale’ye göndermek üzere, Alman imparatorundan izin aldığını ve bu iki denizaltıyı birkaç gün içerisinde yola çıkaracaklarını, Alman Genel Karargâhına aynı telgraf ile bildiriyordu. Ancak Türkler Çanakkale savunmasında sadece denizaltılarına değil, savaş uçağına da şiddetle ihtiyaç duyuyorlardı. Çanakkale savunmasında kullanılabilecek savaş uçaklarına ise Alman Deniz Kuvvetleri sahip değildi. Bu uçaklar ancak Alman Kara Kuvvetlerinden temin edilebilirdi. Alman Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Alman Kara Kuvvetleri Komutanlığı nezdinde iki savaş uçağının Çanakkale’ye gönderilmesi konusunda görüşmelerde bulunmuş ve bu konuda Kara Kuvvetlerinin onayını almıştı. Ancak bu onay Alman Genel Karargahı tarafından iptal edilmişti. Bu iptalin geri alınması için Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Genel Karargah nezdinde girişimlerde bulunuyordu.

Alman Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın Çanakkale’ye ısrarla yardım göndermek istemesinin sebepleri açıktı. Bu Komutanlığa göre:

“…İtilaf Devletlerinin bu korkunç baskısı karşısında Türkiye mağlup olursa, bu sadece Rusya’ya şu anda savaş malzemesi, yiyecek ve ticaret ihtiyacını giderecek olan bir başka kapının açılması anlamına gelmeyecek; bu bizim için şimdi ve gelecekte İngiltere’nin dünyadaki üstünlüğünü kabul etme anlamına da gelecektir. Öte yandan kara savaşlarındaki eşi görülmemiş zaferlerimize ve başarılarımıza rağmen, bizim için Dünya Savaşı kaybedilmiş demek olacaktır”.[27]

Buna göre, Çanakkale’nin düşmesi, Almanya’nın bu savaşı kaybetmesi anlamına gelmekteydi. Zira Almanya Birinci Dünya Savaşı’nı İngiltere’nin dünyadaki üstünlüğüne son vermek ve İngiltere’yi sömürgelerinde çökertmek için başlatmıştı. Halbuki Çanakkale’nin düşmesiyle birlikte “Doğu” Almanya için tamamen kaybedilmiş, İngiltere için kazanılmış olacaktı.

Alman İmparatorluğu’nun yetkili siyasi, ekonomik ve askeri kurumları arasında, yukarıda belirttiğimiz üzere cephane yardımı konusundaki yazışmalar devam ederken, Çanakkale’de de kara ve deniz savaşları devam ediyordu. Liman von Sanders’in yazdığına göre, sekiz buçuk ay süren kara çarpışmaları sırasında, Alman yapımı savaş gemileri Göben ve Breslav bir defa dahi olsun Çanakkale’ye gelmediler.[28] Bu iki gemi, Çanakkale Muharebeleri devam ederken, olası bir Rus saldırısına karşın İstanbul Boğazı’nı savunmakla görevlendirilmişlerdir. Çanakkale Savaşlarında hizmet gören ilk ve tek Alman kara birliği ise Haziran ayı sonuna doğru Çanakkale’ye gelerek, Liman von Sanders komutasındaki V. Ordu emrine verilmiş bir istihkâm bölüğü idi. Astsubay ve erleri çeşitli yollardan ve tek başlarına seyahat ederek Türkiye’ye gelmişlerdi. 200 mevcutlu bu bölük Güney grubunda ve Seddülbahir’e karşı kullanıldı. Bu bölüğün mevcudu, sıcak havalı iklimin etkisi, alışamadıkları bir beslenme tarzı ve yemekler, ağır muharebeler ve zayiat yüzünden kısa zamanda 40’a düştü. Bundan sonra da muntazam bir bölük halinde değil, her iki cepheye dağılmış öğretmenler olarak hizmet etmeye devam ettiler.[29] Alman ve Avusturya-Macaristan’dan asıl yardım, Ekim 1915’te Sırbistan’ın mağlûp edilerek Berlin-İstanbul bağlantısının kurulmasından sonra gelmiştir. Kasım ayı başlarından itibaren silâh ve cephane yüklü ilk gemiler Tuna üzerinden yola çıkmaya başladılar. 15 Kasım 1915’te 24 cm çapında mükemmel ve motorlu bir Avusturya bataryası Çanakkale’ye ulaştı. Aralık ayında yine Avusturya’dan 15’lik öbüs bataryası geldi.[30] Çanakkale harp sahnesinde bulunan Alman er, astsubay ve subaylarının sayısı ise 500 kişiye çıkmıştı.[31] Berlin’den savaş malzemesi yüklü ilk tren ise ancak 17 Ocak 1916’da İstanbul’a hareket etmiştir.

Sonuç

Alman İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’na girerken en önemli hedefleri arasında İngiltere’nin dünyadaki üstünlüğüne son vermekti. Bunu da İngiltere sömürgesi altındaki Müslüman halkları, takip edeceği İslam politikası ile, İngiltere’ye karşı ayaklandırarak gerçekleştirmeyi hedefliyordu. Osmanlı Devleti’ni müttefik olarak bu savaşa sokarken, Osmanlı padişahının Halifelik makamından bu yönden faydalanmak istiyordu. Böylece Alman İmparatorluğu, Orta Asya ve Uzak Doğu pazarlarına ulaşmak için Osmanlı Devleti’ni bir atlama taşı olarak görüyor ve Doğu politikasını, Osmanlı Devleti üzerinden yürütmeyi amaçlıyordu. Bu nedenle de Almanya için Osmanlı Devleti Doğu’nun kapısı konumundaydı.

Çanakkale’de Osmanlı Devleti’nin mağlup olması demek, Almanya’nın Doğu politikasının iflası ve İngiltere’nin dünya gücü olmaya devam etmesi demekti. Bu sebeple Osmanlı Devleti’nin Çanakkale savunmasında başarılı olması Alman İmparatorluğu’nun çıkarları doğrultusunda ve Almanya’yı doğrudan ilgilendiriyordu. Zira Çanakkale Muharebeleri Doğu’nun efendisini belirleyecek olan muharebelerdir. Doğu’yu İtilaf Devletlerine bırakmak istemeyen Almanya, Çanakkale Muharebeleri sırasında Osmanlı Devleti’ne yardım etmeye çalışmış, ancak Sırbistan yolunun kapalı olması, Doğu Cephesi’nde Rusları kesin mağlup edememiş olması ve kendi kurumları arasındaki anlaşmazlıklar vb. nedenlerden dolayı bu yardımı istediği boyutta edememiştir.

Sırbistan yolunun 1915 yılı sonlarına doğru açılmasıyla Almanya ve Avusturya-Macaristan’dan Osmanlı Devletine yapılan silah ve malzeme yardımları artmaya başlamıştır. Bu yardım ve destekle güç kazanacak Osmanlı birlikleri karşısında vereceği büyük zayiatı hesaplayan İngilizler 19 ve 20 Aralık gecesi Anafartalar ve Gelibolu bölgesinden kuvvetlerini geri çekmişlerdir.

Almanya’dan beklediği yardımları alamamasına rağmen, Çanakkale Muharebelerini tamamen kendi imkanları ile sürdüren ve muzaffer olan Osmanlı Devleti, muhtelif cephelerde bir milyona yakın düşman kuvvetlerini meşgul etmek ve durdurmakla müttefiklerine en büyük yardımı yapmış oluyordu. Bu nedenledir ki, Çanakkale Muharebelerinden sonra, Osmanlı Devleti’nin askeri ve siyasi ağırlığı hem Balkanlar’da hem de müttefikleri arasında artmıştır.

Yrd. Doç. Dr. Mustafa ÇOLAK

Mustafa Kemal Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 13 Sayfa: 377-383


Dipnotlar:
[1] Walder, David, Çanakkale Olayı (Çev. M. Ali Kayabal), İkinci Baskı, Milliyet Yayınları, Haziran 1970, s. 59.
[2] Pomiankowiski, joseph, Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü, (Çev. Kemal Turan), Kayıhan Yayınevi, İstanbul 1990, s. 108 vd.
[3] Çanakkale Muharebelerinin başlaması, gelişimi, sonuçları ve İtilaf Devletlerinin bu muharebelerdeki hedefleri hakkında geniş bilgi için bkz.: Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Çanakkale Cephesi Harekâtı, V/I (1993), V/II (1978), V/III (1980), Gnkur. Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Askeri Tarih Yayınları, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1993.
[4] Yılmaz, Veli, 1’nci Dünya Harbi’nde Türk-Alman İttifakı ve Askeri Yardımlar, Birinci Basım, İstanbul 1993, s. 120.
[5] Almanya’nın Birinci Dünya Harbi’nde Osmanlı Devleti’nden beklentileri ve 2 Ağustos 1914 Osmanlı-Alman gizli İttifak Antlaşması için bkz. Mühlmann, Carl, Deutschland und die Türkei 1913-1914, Politische Wissenschaft Schriftenreihe der Deutschen Hochschule für Politik in Berlin und des Instituts für Auswärtige Politik in Hamburg, C. VII, Berlin 1929.
[6] Çanakkale’yi savunmakla görevlendirilmiş olan V. Ordu’nun Komutanı General Liman von Sanders, hatıratında Çanakkale Muharebeleri hakkında detaylı bilgi vermektedir. Liman von Sanders, Balkan Harbinden sonra oldukça kötü duruma düşmüş olan Osmanlı ordusunu yeniden ıslah etmek için, 1913 yılında İstanbul’a gönderilmiş olan “Alman Askeri Misyonu”nun başkanı idi. Almanya ile yapılan andlaşma gereği beş sene müddetle ve geniş yetkilerle İstanbul’a gelen von Sanders, önce Osmanlı I. Kolordu Komutanı daha sonraları sırasıyla-Birinci Dünya Savaşı içerisinde-I. ve V. Osmanlı Orduları Komutanlığı ve son olarak da “Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı” görevlerinde bulunmuştur. Bkz., Sanders, Liman von, Türkiye’de 5 Yıl (Çev.: M. Şevki Yazman), Burçak Yayınevi, İstanbul 1968.
[7] Sanders, a.g.e., s. 67.
[8] Bkz., Sanders, a.g.e., s. 97.
[9] Wallach, Jehuda L., Bir Askeri Yardımın Anatomisi, (Çev: Fahri Çeliker), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1977, s. 183.
[10] Bundesarchiv-Berlin (BA), Ausw<rtiges Amt (AA), R 43, Nr. 2458/9, (24. M<rz 1915).
[11] Bu tarihte Romanya henüz tarafsızdı. Almanya tarafından kendi toprakları üzerinde Osmanlı Devleti’ne yapılacak her türlü silâh ve cephane yardımına müsaade etmemekteydi.
[12] BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, (30. M<rz 1915).
[13] Matthias Erzberger, 1903’den beri Alman İmparatorluk Meclisi’nin merkez üyesi idi. Birinci Dünya Savaşı esnasında zaman zaman Türkiye’ye gelerek, Osmanlı Devleti yetkilileri ile görüşmüş ve Osmanlı Devleti’nin genel durumu hakkında kapsamlı raporlar hazırlayarak, bu raporları Alman Dışişleri Bakanlığı’na sunmuştur. 1918’de İtilaf Devletleri ile Compieg’ne Ateşkes Antlaşması’nı imzaladı. Bkz., Çolak, Mustafa, Alman Arşiv Belgelerine Göre Alman İmparatorluğu’nun Doğu Politikası Çerçevesinde Kafkasya Politikası, (Basılmamış Doktora Tezi), Samsun 1999.
[14] Resmi yollardan, kendi toprakları üzerinde silâh naklinin yapılmasına müsade etmeyen Romen yetkililerine rüşvet vererek veya kaçak yollarla Romanya toprakları üzerinde silâh naklinin yapılmasını da Erzberger imkânsız görüyordu (Bkz., BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, (26. 7. 1915).
[15] Basserman ve dört arkadaşı tarafından imzalanan bu raporda, Çanakkale Muharebelerinin sonuna yaklaşıldığı şu günlerde, Osmanlı Devleti’ndeki cephane sıkıntısının devam etmesi halinde bu savaşı kaybedeceği belirtiliyordu (Bkz., BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, 21. Juli 1915).
[16] Liman von Sanders’e göre, İstanbul’un bir Ingiliz-Fransız filosu tarafından işgali, ancak Karadeniz Boğazı ağzına aynı zamanda bir Rus çıkarması yapmakla mümkün görülebilirdi. Üç müttefikin böyle bir harekâta girişmesi, İstanbul’u kazanmaları ile sonuçlanabilirdi. (Bkz. Sanders, a.g.e., ss. 66-67.
[17] Alman İmparatorluğu’nun Doğu politikası (Ostpolitik) kavramı, o dönemde çok geniş bir alanı içeriyordu. Bu kavramdan, Almanya’yanın Rusya, Polonya, Ukrayna, Baltık ülkelerine yönelik politikaları anlaşıldığı gibi, Kafkasya, İran, Hindistan politikaları da anlaşılmaktaydı. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz., Baumgart, Winfried, Deutsche Ostpolitk 1918. Von Brest-Litovsk bis zum Ende des Weltkrieges, Wien-München 1966.
[18] Alman İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı süresince İngiliz himayesindeki Müslüman halkların, İngilizlere karşı ayaklanmalarını para, silâh, askeri personel ve malzeme ile destekleyerek, İngiliz İmparatorluğu’nu zayıf düşürmeye çalışmıştır. Bu konuda en büyük yardımı müttefik Osmanlı Devleti’nden görüyordu. Nitekim Osmanlı Devleti fiilen savaşa girdikten hemen sonra, Osmanlı padişahı halife sıfatı ile 11 Kasım 1914’de sömürge altındaki Müslüman halkları, halifenin düşmanlarına karşı cihata çağırıyordu. Bu konudaki geniş bilgi için bkz., Çolak, a.g.e., s. 19 vd.
[19] Bassermann, Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki ana hedeflerinden birinin de İngiltere’yi Mısır’dan çıkarmak oluğunu belirtmektedir. (Bkz., BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, 24. März 1915).
[20] Bkz., BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, 21. Juli 1915.
[21] Bu sebeple, Çanakkale Muharebeleri devam ederken, İstanbul’a Karadeniz’den yapılabilecek bir Rus çıkarmasına karşı tedbirler alınmıştı (Bkz. Sanders, a.g.e., s. 67).
[22] BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, 26. 7. 1915.
[23] Alman ekonomik çevreleri bu raporunda, Çanakkale’de müttefik Osmanlı Devleti’nin yükünü azaltmak için gerekirse Almanya’nın Mısır’daki İngiliz kuvvetlerine karşı, Türklerin yanında savaşmak üzere Alman askeri göndermesine, Alman halkının sıcak bakacağını belirtmekteydiler (Bkz., BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, 20 Juli 1915).
[24] Erich von Falkenhayn, Alman Ordularının 12 Eylül 1914’te Marne’de durdurulması üzerine, Moltke’nin yerine fiilen “Alman Orduları Yüksek Komutanlığı” görevini üstlenmiştir. Nisan 1916 tarihine kadar bu görevde kalmıştır. Bağdat’ın İngilizlerden kurtarılması için 9 Temmuz 1917’de Türkiye’ye gelmiş ve Mareşal ünvanıyla “Yıldırım Orduları Grub Komutanlığı”na atanmıştır. Türkiye’nin bu mevcut askeri güç ile Bağdat’ı geri alamayacağını ve Filistin Cephesi’nde de savunmada kalması gerektiği şeklindeki düşüncesini Türk Harbiye Nezaretine bildirince, Enver Paşa ile araları açılmış ve Falkenhayn Şubat 1918’de Almanya’ya geri dönmüştür. Yerine Liman von Sanders atanmıştır. (Bkz., NeueDeutsche Biographi, C. V, ss. 11-15).
[25] BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, 23. Juli 1915.
[26] Bu cümlenin belgedeki orijinali şöyledir: “…mündliche und schriftliche Mitteilungen über die Lage der türkischen Verteidigung auf Gallipoli erhalten. Alle betonen übereinstimmend und mit Nachdruck, dass baldige und tatkr<ftige Unterstützung unsererseits nötig ist.”. Bkz., BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, 25. Juli 1915.
[27] BA-AA, R 43, Nr. 2458/9, 25. Juli 1915.
[28] Sanders, a.g.e., s. 90.
[29] Sanders, a.g.e., s. 100.
[30] Bu bataryaların Çanakkale’ye gelişi hakkında geniş bilgiyi, dönemin İstanbul’daki Avusturya-Macaristan Askeri Ateşesi yazmış olduğu hatıratında vermektedir. Bkz., Pomiankowiski, a.g.e., s. 111 vd.
[31] Sanders, a.g.e., s. 121.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.