Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Bulgaristan Türklerinin Siyasî Ve Kültürel Tarihine Dair Genel Bir Çerçeve

0 10.594

Vedat Sabri AHMED

A. Siyâsî Tarih

45 yılında parçalanan Kubrat Han’ın Büyük Bulgarya Devleti’nin bir bölüğü Asparuh’un önderliğinde Balkanlar’a yöneldi. Bizans ile yıllarca süren savaşlar neticesinde Bulgarlar 681 yılında Koca Balkan’ın kuzeyinde yaşayan Slavları hakimiyeti altına alarak yeni bir devlet kurdular. Bu kurulan yeni Bulgaristan Devleti’ni yönetenler Türkî Bulgarlardı. Fakat VIII. asırdan itibaren aristokrasi arasına girmeye başlayan Hıristiyan Slavlar adım adım ülkeyi Slavlaştırmaya başladılar.[1] Bu akım Omurtag (814-831) zamanında iyice hızlandı. 865 yılında Hıristiyanlığın devletin resmî dini olarak kabul edilmesiyle Protobulgarlar eritilmeye başlandı. Slav alfabesinin mûcitleri olan Kiril ve Metodiy kardeşlerin gayretleriyle dinî edebiyat da Slavlaştırıldı. Bunun neticesinde bir milletin en önemli unsuru olan dil de Slavlaştı.

Birinci Simeon zamanında güç ve kültürel açıdan “altın çağ”ını yaşayan Bulgar Devleti bunu fazla sürdüremeyerek X. yüzyılın ikinci yarısında içeriden çökmeye başladı. Bizans, hemen yanında bulunan güçlü bir ülkeye tahammül edemezdi. Bu yüzden yaklaşık otuz yıl süren bir Bulgar-Bizans mücadelesi sonucunda 1018 yılında Bulgaristan Bizans esareti altına girdi.

Bu esaret yıllarında Karadeniz’in kuzeyinde bulunan bir çok Türkî kabile Balkanlar’a inerek Bizans’a saldırıyordu. Bunların en etkilisi Kumanlar/Kıpçaklar oldu. Onlar yalnız saldırmakla yetinmeyip yerleşmeye çalıştılar ve bunu başardılar. Zamanla da İkinci Bulgar Devleti’nin kurulmasında temel faktör oldular. 1185 yılında Asen’in kurduğu İkinci Bulgar Devleti Osmanlı egemenliğine dahil oluncaya kadar Asenler, Şişmanlar, Terterler gibi Türkî asıllı hanedanlar tarafından yönetilmiştir.[2]

1299 yılında Anadolu’da Osmanlı Devleti kuruldu. XIV. asırda Balkanlar Anadolu’dan gelen Türklerin/Müslümanların akınlarıyla karşı karşıya kaldılar. Gittikçe artan akınlar neticesinde 1362 yılında Edirne fetholundu, 1363’te Sırpsındığı Savaşı kazanıldı, 1364’te ise Filibe ve Eski Zağara fethedildi. Ali Paşa Kuzey Bulgaristan’ı fethetti. Zamanın hükümdarı olan Şişman mağlûp olunca kız kardeşi Maria’yı Birinci Murad’a nikahladı. 1389 yılında Bulgaristan tamamen Osmanlı sınırları içine dahil edildi.

Bulgaristan’a Müslüman unsurun yerleşmesi daha XIII. asrın başlarında oldu. Çünkü o zamanlar Tuna’nın kuzeyinde 12.000 Kıpçak İslam dini ile müşerref olmuştu. Bunlardan başka Osmanlı’nın Bulgaristan’ı daha fethetmesinden önce ve sonraları Anadolu’dan buralara gelen dervişler yerli Bulgar halkının kalplerini fethetmeye başlamıştır.[3] Böylece Bulgaristan topraklarında bir Müslüman kitlesi oluşmaya başladı. Bu kitlenin oluşumu tabii ki, Anadolu’dan buralara göç eden/ettirilen kimselerle ve yerli halktan ihtidâ edenlerle tamamlandı. Bununla Bulgaristan toprakları bir zorlama olmaksızın İslamîleşti.[4]

Bu Müslümanlar Osmanlı hakimiyeti altında Hıristiyanlar ile iyi münasebetler içerisinde yaşadılar. 400’ü aşkın yıl yerli Hıristiyanlar Osmanlı Devleti’ne isyan etme teşebbüsünde bulunmadılar. Osmanlı Devleti’nin gittikçe gelişmesine ve güçlenmesine Müslüman Hıristiyan hep birlikte destek oldular. Bu XIX. asrın ortalarına kadar böyle sürdü.

XIX. asrın başlarından itibaren Bulgar halkı arasında millî duygulardan kaynaklanan bir hareketlilik başladı. Bundaki haricî tesir göz ardı edilemez-özellikle Rusya’nın tesiri. Bunun neticesi olarak isyan teşebbüsleri başladı. 1850 Vidin isyanı ilk önemli isyandır.[5] Bundan sonra isyan denemeleri devam etti. Ama başarıya, Avrupa’ya seslerini duyurmaya ancak 1876 Nisan ayaklanmasıyla ulaşabildiler.[6] Bu isyanların arkasında hep -boğazlarda gözü olan- Rusya duruyordu.

Nitekim bu amacına nail olmak için 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi başlatıldı. Bunun sonucunda Bulgaristan bağımsız bir prenslik haline geldi. İşte bununla da Bulgaristan Müslümanlarının bitmez tükenmez dertleri başladı.

B. 93 Harbi Sonrası Bulgaristan Türklerinin Durumu

  1. Sosyal Durum

Bulgaristan Müslümanları yüzyıllarca Osmanlı İmparatorluğu bünyesinin ayrılmaz bir unsuru olarak yaşadılar. Bu da aynı dertleri, aynı sevinçleri, aynı kaderi paylaşmak demekti. Osmanlı 1699 Karlofça Antlaşması’yla “kan kaybetmeye” başladı. Geriye atılan bu adım tek adım olarak kalmadı. Bunun neticesinde Balkanlar elden gitti, hatta bütün Osmanlı toprakları parçalanıp dağıtıldı; bugünkü Türkiye toprakları hariç.

İki yüz yıl hep zayıflayan, gücünü kaybeden bir imparatorluğun -hangisi olursa olsun- halkını, tebaasını mutlu etmesini düşünmek ve istemek gayr-i kâbildir. Bulgaristan Müslümanları, güçsüz bir hükümdarlığın uyruğu olarak son dönemlerde yeterince zahmete katlandı, 93 Harbi neticesinde de birdenbire azınlık haline geldi. Bunun insan üzerine bir çok psikolojik ve sosyolojik etkisinin olmaması imkansızdır.

Azınlık durumuna düşme bir tarafa, bunun yanında bir de yeni kurulmuş olan Bulgar Devleti’nin baskıları ve “özgürlüğe” kavuşan Bulgar çetecilerinin, Müslüman-Türk düşmanlarının zulümleri başladı. Halka en vahşiyâne eziyet metotları uygulandı.[7] Bu baskı ve zulüm olayları üç önemli sonuç verdi:

  • Ekonomik problemler arttı; zaten fakir olan Müslüman halk iyice “battı”.
  • Tedhîş ve zulümlerle halk sindirildi; bu çok önemli bir problem. Bir topluluğun hakkını arayamama, yükselememe bunun neticesinde doğar.
  • Göçler-İslam dininde göç/hicret kutsal bir olaydır. Bu sebeple veya böyle kutsallık anlayışı olmaksızın yapılan göçler Bulgaristan, genel olarak da Balkan ve Kafkas Türkleri arasında görülmektedir.

Bu göçlerin temel faktörü yapılan baskılardır. İkinci faktör de millî duyguların doğurduğu Anavatan’da olma isteği. Göçler, baskının bardağı taşırmasının bir neticesidir. Bulgaristan Müslümanları arasından Türkiye’ye yapılan göçlerin sonucu Müslümanlar açısından çok acıklıdır. Bu kötü sonuçları şöylece sıralayabiliriz:

  • Ekonomik kayıplar,
  • Sosyal kayıplar,
  • Müslüman unsurun azalmasından doğan siyasî kayıplar,
  • Aydınların göç etmesinden/ettirilmesinden doğan beyin kaybı (beyin göçü).

Bu sonuncusu kayıpların en vahim olanıdır. Çünkü bir aydın tabakanın yok edilmesi gelecek bir- iki neslin yok edilmesidir. Bunu bilen Bulgar hükümetleri de tabii ki, bu hususu hiçbir zaman ihmal etmemişlerdir. Göçlerde ön sırada yer alanlar öğretmenler, hocalar, millî ve dinî şuura sahip kimseler, halka önderlik edebilecek kimseler olmuştur. 1878-1944 arası Bulgaristan’dan yaklaşık 1.500.000[8] Müslüman Türkiye’ye göç etmiş/göç etmek zorunda kalmıştır.

  1. Siyasi Durum

Bulgaristan Müslümanları, daha önce de söylediğimiz gibi 93 Harbi sonrasında azınlık, yönetilen halk durumuna düştü. Yönetenden yönetilen durumuna düşmenin verdiği maddî ve manevî sıkıntıları bir ölçüye kadar hepimiz anlayabiliriz.

Yönetmek, devletin değişik kademelerinde eleman bulundurmak bir toplumun gücünü göstermektedir. Bulgaristan Müslümanları 1878 sonrasında potansiyel olarak yeterli güce sahipti, ancak bu gücü hiçbir zaman tamamen harekete geçiremedi, geçirmeye fırsat bulamadılar. İster Bulgar Prensliği’nde, ister Bulgar Çarlığı’nda veya Halk İdaresinde olsun Müslümanlar lâyık-ı veçhile seslerini duyuramadılar. Seslerini duyuramayınca da ezilenlerin en ezileni, hakları en çok gasp edilen topluluk oldular.

Olaylara eğer daha konkre olarak bakılırsa şu gerçekler göz önüne serilmiş olur:

Bulgar Prensliği’nin kurulmasıyla 10 Şubat 1879 yılında kurucu meclis küşat olundu. Bu Meclise Müslüman saflarından en az 24 kişinin katılması gerekirken, ancak 13 kişi katılabilmiştir.[9] Bulgaristan Müslümanları 1989 yılına kadar bir siyasî teşkilat kuramamaları sebebiyle her zaman Bulgar partilerine oy veriyor veya o partilerden aday gösteriyorlardı. Fakat Müslüman adaylar, partileri ne kadar güçlü olursa olsun, sık sık haksızlığa uğruyorlardı. Ya seçilmeleri onaylanmıyor, ya seçildikleri halde yerlerine başkası giriyor veya seçim kağıtlarında karışıklık çıkarılıyor.[10] Ayrıca seçim öncesinde korkutmalar, tehditler ve buna benzer yıldırma olayları da az olmuyor. Bu seçilme engellerine bir de 1878 sonrası ilk yıllardaki Bulgarca bilmeme, ikamet şartı gibi sudan bahaneler katılınca Müslümanların acınacak durumu ayan beyan oluyor.[11] Bu sebepler yüzünden Parlamentodaki Müslüman mebusların sayısı yirmiyi pek nadir aşabilmiştir.[12] Müslümanların idareye aktif olarak katılmaları ancak yerel yönetimde mümkün oluyor. Fakat bu da yetersiz kalıyor, çünkü bir Müslümanın belediye reisi olması ancak tamamı Türk- Müslüman bir belediyede mümkün oluyor. Köy muhtarları Müslümanların çoğunlukta bulunduğu köylerde Müslümanlardan seçiliyor. Fakat bunları da iktidarda bulunan hükümetler keyfî iradelerine göre değiştiriyorlar. 2001 yılına dek Müslümanlar arasından birine bakanlık verilmediği de tarihin sayfaları aktarılınca teessüfle müşahede ediliyor.

Velhasıl, Müslümanların idareye, büyük politikaya katılımları sadece göz boyamak, halkı yatıştırmak ve değişik zamanlarda ortaya çıkan menfaatler için olmuştur.

Bulgaristan Müslümanlarının siyasi durumunu bir polis raporundaki şu ifadeler en güzel bir şekilde ortaya koyuyor: “Türklerin cehalet içinde boğulmaları, kültür düzeylerinin olabildiğince düşük olması için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız, iktisadî bakımdan ise ayakları üzerine basmalarına fırsat tanımamalıyız. Bu şekilde onlar siyaset yapamayacak ve siyasî meselelerle uğraşamayacak hale geleceklerdir.”[13]

Müslümanlar faal olarak siyasî hayata iştirak edemedikleri için bir çok zulüm ve sıkıntıya maruz kalmışlardır. Bu problemler Rusların Bulgaristan topraklarını işgal etmesiyle başlamıştır. Savaş mültecileri problemi Türk toplumunun ekonomik gücünü yok etmiştir. Türkiye’ye giden ve daha sonra dönen mülteciler “çırıl çıplak” bırakılmışlardır. Müslüman-Türk köyleri sık sık eşkıyaların saldırısına uğramış, devlet de bu gibi olayların çoğuna göz yummuştur.[14] Devlet Müslümanların mal varlığının bel kemiğini teşkil eden vakıfları yoktan sebeplerle yok etmiştir. Savaşlar esnasında şovenistler masum Müslüman halka etmediği zulmü bırakmamışlardır. Daha sonraları “Rodna zaştita” teşkilatının devlet desteğiyle yaptığı vahşice hareketler halkı çok zor durumda bırakmıştır. Bu zulümler otuzlu yıllarda bardağı taşırmıştır.[15] Özellikle Razgrad mezarlığını yıkma, Kesarevo katliamı gibi olaylar tarihin en karanlık sayfalarını 20. asırda medenî dünyanın seyrine sunmuştur.[16] Burada kaydetmeden geçemeyeceğimiz bir gerçek de Müslümanların isimlerini değiştirme olayları ve Hıristiyanlaştırma çabalarıdır. 1878 sonrasında bir çok defa Rodoplar’daki Türkî asıllı Pomak Müslümanların isimleri değiştirilmiş, zorla “Hıristiyanlaştırılmışlardır.”[17] Aynı olaylar Çingene asıllı Müslümanların başından da eksik olmamıştır.[18] Esefle söylemek gerekiyor ki, bunları 20. yüzyılda medenî olmayı hedefleyen bir devletin idaresi yapmaktadır.

Özetle şunları söyleyebiliriz: Bulgar hükümetlerinin Müslümanlara yaklaşımları her zaman aşırı pragmatist, menfaatçi bir biçimde olmuştur. Hakları lâyık-ı veçhile ancak zaruret hasıl olunca tanınmıştır. Bu gibi yaklaşımlar ve yukarıda zikrettiğimiz kanunsuzluklar Müslümanları her zaman sinmiş, kompleksli bir durumda bırakmıştır.

  1. Sosyo-Kültürel Durum

Bulgaristan topraklarında İslâmî kitlenin oluşumu hakkında daha önce söz etmiştik. Buralarda 1400 yıllık geçmişe sahip olan İslâmî kültür ve ondan da eski olan Türk kültürünün mirasçısı olan Müslüman-Türkler yaşamaktadır. Bulgaristan Müslümanlarının kültürü bu iki kültürün bileşimi ve etkisiyle oluşmuştur.[19] Bu nedenle onların kültürünü çok iyi bilmemiz gerekiyor.

Osmanlı Devleti kültürel kalkınmaya büyük önem vermiştir. Özellikle Balkanlar’ı fethetmeye başlayınca buraların imarı, kültürel inkişafı için akla gelmeyecek yatırımlar yapılmıştır.

Bunun temel nedeni İslam dini, İslam dininin ilk buyruğu olan “İkra”dır. Bulgaristan Devleti’ne Osmanlı’dan çok büyük kültürel miras kalmıştır. Bunları vakıf adı altında toplamak mümkünse de biz şöyle sıralamaya çalışacağız:

A. Kütüphaneler

Osmanlı okuyup okutmaya büyük önem verdiğinden Bulgaristan topraklarında da bir çok kütüphane kurmuştur. Bunların en önemlileri şunlardır:

A.1. Şumnu Şerif Halil Paşa Kütüphanesi

1744 yılında Tombul Cami’nin külliyesine dahil olarak kurulmuştur. Buradan alınan yaklaşık 2300 cilt kitap 1993 yılına kadar Şumnu Bölge Kütüphanesinde, 1993’ten sonra da Sofya Milli Kütüphanesi’nde korunmaktadır.[20]

A.2. Vidin Pazvantoğlu Kütüphanesi

Osman Pazvantoğlu’nun Vidin’i 1794 yılında işgalinden sonraki yıllarda kurulmuş olması muhtemeldir. Bu kütüphaneden 1888 yılında Sofya’ya 2664 cilt kitap getiriliyor. Bunların 2014 cildi bir anlaşma ile Türkiye’ye veriliyor, 650’si ise Sofya Milli Kütüphanesi’ne kabul ediliyor.[21]

A.3. Samokov Vakıf Kütüphanesi

Şehir yöneticisi Mehmed Hüsrev Paşa’nın (ö.1847) Samokov’ta mevcut olan küçük kütüphaneleri birleştirerek kurduğu kütüphanedir. Orada mevcut olan 2845 cilt kitap 1879 yılında Sofya Milli Kütüphanesi’ne teslim edilmiştir.[22]

4. Köstendil Vakıf Kütüphanesi

Mollazade Mehmed Ağa (ö.1876) tarafından küçük kütüphaneleri birleştirerek muhtemelen 1854-1855 yıllarında kurulmuştur. 1909 yılında mevcut olan 264 cilt kitaptan 250’si Sofya Milli Kütüphanesi’ne getirilmiştir.[23]

Bulgaristan Müslümanları bunlar büyüklüğünde olmasa da daha birçok şehir veya köy, medrese, okul, cemiyet ve tekke kütüphanesine sahipti.[24]

B. Cami ve Tekkeler

Osmanlı Devleti’nin Bulgaristan topraklarında bıraktığı en büyük zenginlik camiler ve tekkelerdir. Bu mabetlerin sayısını tam olarak tespit etmek zor olsa da, fikir verme açısından Evliya Çelebi’nin “Seyahatnamesinde zikrettiği bazı önemli sayıları buraya dercetmek faydalı olur kanısındayım: Eski Zağara-17 cami, Yeni Zağara-7 cami, Filibe-53 cami ve 11 tekke, İslimiye-12 cami, Lofça-30 cami, Sofya-53 cami vesaire. Şehir ve kasabalardaki bu cami sayısı ve her Müslüman köyünde en az bir caminin bulunması ne büyük dinî-harsî bir varlıktır. Ancak bu kadarla da kalmıyor, zira bu sayının daha sonraki Osmanlı yıllarında arttığı tarih sayfalarında görülmektedir.

Bulgaristan’da İslam’ın egemen olduğu yıllarda hal böyle iken Müslümanların 93 Harbi neticesinde ekalliyet durumuna düşmeleriyle vaziyet de birden bire değişti. Minareler birer birer düşmeye, ezanlar birer birer susmaya başladı. İmar projeleri, her nasılsa, hep camilerin yıkılmasını gerektirdi (!). Yapılacak yollar hep camilerin üstünden (!) geçti. Böylece camilerin sayısı düştükçe düştü. 1932-1933 yıllarında şu sonuçlar doğdu: Filibe-9 cami ve mescit,[25] Vidin-7 cami,[26] Rusçuk-4 cami, 5 mescit ve 1 tekke.[27] Mesele bu kadarla da bitmedi. Bugün Filibe’de 2 cami, Vidin’de 1 kullanılmayan cami, Rusçuk’ta da 2 cami ancak ayakta kalabilmiştir.

Tekkeler de aynı akıbete uğradı. Bugün var olan tekkelerin sayısı parmaklarımızın sayısını aşmıyor. Akyazılı Baba, Osman Baba, Demir Baba bunların en meşhurlarıdır.[28] Demir Baba Tekkesi’ni Müslümanların elinden almak için büyük çabalar sarf edilmesine rağmen, her nasılsa, bunu başaramamışlardır.[29]

Bu konuda daha derli toplu bir sayı ortaya koyması açısından yirmi eserin özeti olan şu çizelge büyük önemi haizdir.[30]

            Yıllar              Camiler          Tekkeler        Türk okulları

1876               4860               680                 4112

1915               2640               346                 2932

1945               1512               84                   1340

1955               1230               12                   2116

1980               1180               10 kadar        yok

C. Cemiyetler

93 Harbi Bulgaristan’da yaşayan Müslüman toplumun sosyo-kültürel hayatına büyük bir darbe vurdu. Öyle ki, kendine gelmeye başlayana kadar on yıldan fazla sürdü. Daha önce de söylediğimiz gibi göçler Bulgaristan Türklerinin elit tabakasını alıp götürüyordu. Halka ön ayak olacak kimselere tek tük rastlanıyordu. Buna rağmen bu birkaç kişi daha iyi çalışmalarda bulunabilmek için birleşmeyi, yardımlaşmayı, güçlü olmayı sağlayacak kurumlar tesis etmeye gayret etmişlerdir. Bu gayretlerin bir neticesi olarak 1906 yılında Muallimîn-i İslâmiyye Cemiyet-i İttihâdiyyesi kurulmuştur. Bu derneğin amacı Türk muallimlerini bir çatı altında toplayarak Türk eğitiminin güncel meselelerini müzakere etmektir. Cemiyetin her yıl yapılan toplantılarında bir çok önemli kararlar alınmış, ama maalesef bu kararların bir çoğu çeşitli nedenlerle yürürlüğe geçirilememiştir.[31] Cemiyet 1928 yılından sonraki faaliyetlerini Bulgaristan Türk Muallileri Birliği adı altında daha birkaç yıl sürdürebilmiştir.

1911 yılında Sofya’da Müslümanların hukukunu muhafaza etmek, toplumsal haklar elde edebilmek için İttifâk-ı İslâm adında bir cemiyet kurulmuştur.[32] Bulgaristan Müslümanları iki Dünya Savaşı arasında daha bir çok cemiyet kurmuşlardır. Şunları sayabiliriz: Rusçuk Yârânı Cemiyeti, Rusçuk Sahâbet Cemiyeti, Vidin Şefkat Cemiyeti, değişik kasabalarda kurulan Cemiyet-i Hayriyyeler, Nüvvab mezunları ve öğrencilerinin kurduğu Ahlâk-ı İslâmiyye Cemiyeti (Uhuvvet-i İslâmiyye), yine Nüvvab öğrencilerinin kurduğu Müsterşiler Cemiyeti, Altınordu, Şenyurt, Bozkurt, Alparslan, Turan[33] ve Din-i İslâm Müdâfileri Cemiyeti.[34]

Bu son iki kuruluş Bulgaristan Türklerinin hayatında önemli rol oynamıştır. Turan gençlik teşkilâtının Türklerin ulusal benliğinin oluşumunda yeri çok büyüktür. Yaptığı ilmî, kültürel ve sportif etkinlikler, neşrettiği “Yenilik”, “İstikbal”, “Turan” gibi gazetelerle bütün Bulgaristan’ı kapsayan bir hareket olmuştur. Ancak derneğin İslâmî kaygıya sahip olmayışı, hatta İslâm karşıtı amacının bulunması büyük fitnelere, tefrikalara neden olmuştur. İtidâl çizgisine dikkat etmeyen cemiyet 1934 darbesinden sonra kapatılmıştır.

Din-i İslâm Müdâfileri Cemiyeti 1933 yılında zamanın Başmüftüsü Hüseyin Hüsnü Efendi tarafından kurulmuştur. Adından da anlaşıldığı gibi cemiyet İslâm’ı koruma esasına dayanarak kurulmuştur. Amacı Türkiye’de yapılan Kemalist reformların Bulgaristan Müslümanları arasına nüfuz etmesini önlemektir. Yayın organı olan “Medeniyet” gazetesinde bu yönde yazılan makaleler pek çoktur. Derneği Bulgar hükümetleri de desteklemiştir. Cemiyet Müslümanlar arasında çıkan bazı tefrikalara neden olmuştur. Eğer bu cemiyet ve diğer bazılarının üyeleri, taraftarları uzlaşma yolları aramış olsalardı Müslüman toplumu o kadar parçalanmaz, kendi içinde didişerek kan kaybetmez, pusuda bekleyenleri memnun etmezlerdi.

D. Neşriyat

Balkanlar’ın ilk Türkçe gazetesi olan Tuna Bulgaristan topraklarında, Rusçuk’un Tuna Vilâyeti matbaasında 1865 yılında yayınlanmaya başlamıştır.[35] Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra bu topraklarda daha bir çok gazete ve dergi yayınlanmıştır. 1882 yılında yayınlanmaya başlayan Tarla gazetesini yaklaşık 150 gazete ve dergi takip etmiştir. Bunların arasında uzun süre yayınlanmaya devam eden ve 1000 adedi aşan nadir olsa bile bu zengin kültürel varlığın günümüz araştırmacılarına kaynak teşkîl etmektedir. Bu gazete ve dergiler Bulgaristan Türklerinin fikir hayatını en güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Zira bunlar değişik toplumsal cereyanlar, fikri gruplar ve siyasi güçler tarafından neşredilmiştir. Gazetelerin nâşirleri birbirileriyle kavgalı olmasalar, sayfalarının büyük kısmını bir birilerine iftira ve hakaret etmeye ayırmamış olsalardı daha hayırlı hizmetleri olurdu kanısandayım.

Bulgaristan Türkleri ele aldığımız dönemde yalnız gazete yayınlamakla kalmayarak, sayısı az olmasına rağmen kitaplar da yayınlanmışlardır. Ders kitaplarının yanı sıra dinî, edebî, içtimâî ve tarihî içerikli kitaplar yayınlanmıştır. Bu sıkıntılı dönemde 100 civarında kitap kaleme alınmıştır.[36] Zamanına göre çok hareketli olan bu yayın hayatını Müslümanlar faaliyette olan yayınevlerine borçludurlar. Bunların bazıları şunlardır: İntibah, Nüvvab, Terakkî, Ümit, Hurşit, Tefeyyüz, Ehali vesaire.

E. Dinî İdare

Bulgaristan Müslümanları ayakta kalabilmelerini dini idarelerine borçludurlar. Onların hakları daha ilk uluslararası anlaşmalar ve dahilî kanunlarda Müslüman azınlığı olarak tespit edildi. 1878 Berlin Antlaşması, 1909 İstanbul Protokolü, 1913 İstanbul Muâhedenamesi, 1919 Nöy ve 1925 Bulgaristan-Türkiye Antlaşmaları, Tırnova Anayasası ve Muvakkat İdare Kuralları Bulgaristan Müslümanlarının dinî idarelerini genişçe ele aldılar. Buna göre daha 1880 yılında Dinî Cemaatlerin İdaresine Dair Muvakkat Kurallar[37] gereğince Sofya’da merkez ve bölge müftülüğü ve bununla beraber 9 bölge müftülüğü kurularak Müslümanlara Hâriciye ve Mezâhip Nezâreti kontrolünde özerk bir dinî idare verildi. Merkez müftülüğü daha sonra başmüftülüğe dönüştü, müftülüklerin sayısı ise zaman zaman değişikliklere uğradı. Müslümanların dinî idaresi devletin tespit ettiği hatlar doğrultusunda kendi hazırladıkları tüzükler ile gerçekleştirildi. Bu tüzüklerin benzer tarafları olduğu gibi farklılıkları da vardır.[38] Bizim ele aldığımız dönemde üç tüzük hazırlanmıştır: 1895,[39] 1919[40] ve 1945[41] yıllarında.

Başmüftü, Bulgaristan Müslümanlarını yurt içinde ve yurt dışında temsil ediyor, şer’î mahkemelerin ve medreselerin kontolünü yürütüyor, Müslüman halkın ahlâkını yüceltmeye, hayırseverliğini arttırmaya gayret ediyor ve şer’î konularda fetva veriyor. Yüksek Şer’î Mahkemeye başkanlık ediyor.

Bölge müftüleri ise imam, hatip, vaiz ve cemaat-i islâmiyeleri kontrol ve idare ediyor ve şer’î konularda gerek duyulunca fetva veriyor. Bölge Mahkeme-i Şer’iyyesinde kadılık vazifesini de yürütüyor.

Müftülüklerin yanı sıra her bölge müftülüğünde bir şer’iyye mahkemesi mevcuttur. Bu mahkemelerin yetkileri değişik devlet kanunlarıyla düzenlenmiştir. Bölge şer’îyye mahkemelerinden başka Rusçuk ve Filibe’de olmak üzere iki temyiz şer’iyye mahkemesi ve Başmüftülükte Dîvân-ı Âlî-i Şer’î (Yüksek Şeriat Mahkemesi) Müslümanların davalarına bakmaktadır.

F. Vakıflar

Bulgaristan Müslümanlarının millî ve manevî değerlerinin oluşumu ve korunmasında vakıfların rolünü tarif etmek imkansızdır. Zira müftülükler, okullar, cami ve tekkeler ancak ecdadımızın miras olarak bıraktığı vakıflardan hasıl olan gelirler sayesinde bunca zorluğa karşı direnebilmişlerdir. Bu yüzdendir ki, dün de, bugün de bütün gözler milletin vakıflarındadır. Vakıf deyince Müslümanların maddî ve manevî varlığı akla gelmektedir. Çünkü vakıflar apayrı bir medeniyettir. Camiler, mektepler, tekkeler, zaviyeler, kütüphaneler, çeşmeler, bedestenler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, köprüler, kuleler ve daha bu kadar emlâk ve emvâl hep vakıf medeniyetini oluşturan cüzlerdir.

1878 sonrasından bugüne kadar vakıflar hep soyulmuş, çarçur edilmiş, malûm ve meçhul, Müslim (!) ve gayrimüslim ceplere indirilmiştir. Bu, kimi zaman devletin gizli veya açık desteği, kimi zaman ise bizim saflığımız veya vurdumduymazlığımız nedeniyle olmuştur. Allah’ın işine bakın ki, vakıflar bu kadar pervâsızca uzanan ellere karşın hâlâ, az bile olsa, ayakta durmaktadırlar.

Vakıfların muhafazası daha Berlin Antlaşması’yla teminat altına alınmıştı. Fakat daha o zamanlar bir çok vakıf durağanlığını kaybetti. Misal olarak Vidin şehrini zikredebiliriz: Bir sürü nâmahrem elin uzanmasına, tecavüz etmesine rağmen yüzlerce Vidin vakfından 1932 yılında 60 kadarı ayakta kalabilmişti. Ama saldırılar o kadarla da kalmayarak tâ bugünün Müslümansız ve vakıfsız Vidin’e gelindi. Durum böyle iken Gâzi Mihaloğulları’nın, Pazvantoğlu’nun, Şerif Halil Paşa’nın, Mahmud Paşa’nın kemikleri hiç sızlamaz mı? Bunlar haleflerinden Allah için hesap sormazlar mı?

Vakıfların üzerinde o kadar göz var ki, onların merkezîleştirilmesi ve daha işlek hale getirilmesi için kurulan Müessesât-i Diniyye ve Vakfiyye Müdüriyeti bile onlara sahip çıkamadı, bazen de çıkmadı. Böylece vakıflar 120 yıldır devamlı kanlı bir mücadele içinde olmaya devam etmektedirler. İnşaallah bugünün demokrasisi gerçek bir demokrasi olur da 400-500 yıllık o vakıflar da rahat bir nefes alır.

  1. Eğitim Durumu

İslâm dini eğitime çok büyük önem vermiştir. Bunun Kur’ân-ı Kerim’in ilk ayetlerindeki “oku!” emrinin bir gereği olduğu muhakkaktır. Kur’ân-ı Azîmüşşân veya Sünnet-i Nebevî Müslüman toplumun okumuş, bilgili, düşünen ve üreten bir toplum olmasını ister. Bu nedenle daha Peygamberimizin nur saçtığı Asr-ı saadetinde ortaya çıkan Suffa’yı günümüz anlamındaki en güzel bir eğitim kurumu olarak nitelendirebiliriz.

Eğitime verilen önem daha sonraki yıllarda da az değildi. Ancak bu hususta zaman zaman aksaklıkların olduğu gerçeğine de göz yummak imkansızdır. Gazalî, Zernucî gibi bir çok İslâm alimi Müslümanların eğitim düzeylerinin yükselmesi için fikrî mücadele yürütmüşlerdir. Özellikle Bağdat, Kurtuba, Kahire ve İstanbul gibi İslâm merkezleri değişik zamanlarda büyük ilim merkezleri durumuna gelmişlerdir.

Bununla birlikte Balkanlar’da İslâmî kitlenin oluşmaya başlamasından itibaren eğitim merkezlerinin teşekkülü de başlamıştır. Bu, tabii Osmanlı döneminde olmuştur. Osmanlı Devleti’nin 14. yüzyıldan itibaren genel anlamda Balkanlar, dar anlamda ise Bulgaristan topraklarında gerçekleştirdiği fetihlerle fethedilen yerlerde Müslümanlara eğitim imkanı sağlayacak okullar kurulmuştu. Bugünkü Bulgaristan topraklarında kurulan ilk Müslüman okulları -medrese ve mektepler- şu şehir ve kasabalardadır: Yanbol, Filibe, Eski Zağra, Kazanlık, İhtiman vesaire.[42]

Bu okullar medrese ve mekteplerden oluşmaktaydı. Bulgaristan’daki medreseler üç çeşitti: Dârü’l-hadîs-Vidin, Dârü’l-kurrâ-Filibe ve Dârü’t-tıb-Sofya’da Sofu Mehmed Paşa külliyesinde mevcuttur. Bulgaristan topraklarındaki medreselerin dereceleri yüksek değildir. Bunlar genellikle yirmili ve otuzludurlar, kırklı, ellili ve altmışlı olanlara az rastlanmaktadır.[43] En yüksek dereceli medreseler Tırnovo, Sofya, Filibe ve Niğbolu’da bulunmaktaydılar.[44] Bu okullardan başka 16-17. asırdan itibaren bir de cami ve mescitlere bitişik olarak dersiye adındaki eğitim kurumları açılmaya başlanmıştır.

1839 yılndaki Tanzimat reformlarıyla eğitim sisteminde bir çok değişiklikler yapılmıştır: İbtidâî okulların (bunlar daha önce var olan dersiye ve sıbyân okullarının düzenlenmiş halidir), ruşdiyelerin teşekkülü, okul programlarının zenginleştirilmesi, yeni ders kitaplarının basılması gibi.

Ayrıca Bulgaristan topraklarını içeren Tuna Vilâyeti’nin yöneticisi Midhat Paşa buraların eğitiminin kalkınmasında büyük rol oynamıştır. Onun önemli girişimleri neticesinde Rus-Türk savaşı öncesinde Tuna Vilâyeti’ndeki okul manzarası şöyledir: 2700 sıbyân okulu (ilkokul), yaklaşık 150 medrese ve 40 ruşdiye.[45]

Osmanlı idaresinde bulunan Bulgaristan topraklarındaki eğitim ağı bu vaziyetteydi. Ancak Rus- Türk savaşının başladığı andan itibaren durum büsbütün değişti. Savaş yıllarında meydana gelen göçlerde Türklerin aydın tabakasını teşkil eden bini aşkın öğretmen göç etti. Bu durumda okullar başıboş kaldı. Aynı zamanda okulların maddi ihtiyaçlarını karşılayan zenginler vatanlarını terkettiler, vakıfların büyük bir kısmı ise gasp edildi. Büyük bir fakirliğe müptelâ olan Müslüman toplumu çocuklarını okullara gönderemez oldu. Ayrıca eğitim prosesinin gerçekleştirileceği yerler olan okullar da yakıldı, yıkıldı, gasp edildi. Birçok okul “devletin ihtiyaçları için devletleştirilerek” resmî daire, kışla, postahane, tiyatro ve balo salonu, müze olarak kullanılmıştır. Olaylar daha sonraki yıllarda da bu şekilde devam etmiştir, yalnız fazla dikkat çekmeyecek, göze batmayacak bir şekilde.[46]

Durum bu minval üzere olduğu halde A. Pavlova gibi araştırmacılar hiç sıkılmadan “Bulgaristan devlet idaresinin bütün okullar arasında Türk okullarına karşı en âlicenap, cömert ve hoşgörülü” olduğunu iddia edebiliyorlar.[47] Oysa, Tırnova Anayasası’nın 78. maddesi -ilkokulun bütün Bulgaristan vatandaşları için mecburî ve ücretsiz oluşu- 1947 yılına kadar hiç bir zaman uygulanmamıştır.

Ayrıca Bulgar hükümeti 1891 Eğitim Yasası’nın 192. maddesi gereğince Müslüman okullarına belediyeler tarafından yıllık yardımlar sağlanması gerekiyor. Ancak daha 1880 Eğitim Kanunu Tasarısının 1. maddesi ile “özel okullar” olarak nitelendirilen Müslüman okulları, Stamboliyski hükümeti hariç, hiç bir zaman devlet eliyle yeterince finanse edilmemiştir. Malî destek her zaman sembolik olarak kalmıştır. Bu, 1894-1895 yılı okullara yapılan ortalama harcamalarda çok belirgin bir şekilde görünmektedir:

Türk okulları-            208 leva

Pomak okulları-       312 leva

Tatar okulları-           144 leva

Bulgar okulları-        2485 leva

Yahudi okulları-       5074 leva

Ermeni okulları-       2946 leva

Rum okulları-           3007 leva [48]

Bulgaristan hükümetlerinin hazırladıkları kanunlar Müslüman okullarına karşı bir dereceye kadar hoşgörülüdür, fakat bu hoşgörü sadece yazılı olarak kalmış demek daha doğrudur kanaatimce. Bulgaristan Müslümanlarının eğitiminin inkişafını bir yandan yönetim çevreleri engellerken, bir yandan da Müslümanların kendileri engellemektedirler. Çünkü öğretmen kadrosu yetiştirememektedirler. Okullarda modernizasyon, yeniden bir yapılanma gerçekleştirilemiyor, programlar, usuller hep eskiden var olagelenlerdir. Tabii ki, bunun tek nedeni Müslüman toplumun kendisi değildir. Kurulan hükümetler bu hususta da -çöküşte- Müslümanlara ellerinden geldiğince değişik kanun ve yönetmeliklerle “destek” vermekten geri durmadılar. Bu, 1880 yılında İvan Güzelev’in hazırladığı “Eğitim Yasası”ndaki Bulgarca dersinin mecburî oluşuyla ilgili hususta görülmektedir. Bu yasa ile Türkler arasında Bulgarca öğretmenlerinin yetişmesine imkân verilmiyor.[49] Aynı zamanda öğretmenlerin sayıca ve vasıfça yetersizliği nedeniyle bir çok Müslüman okulu kapatılıyor. Fakat yine de öğretmen yetiştirme imkânları sunulmuyor.

Müslüman-Türklerin eğitim hayatı, elbette, bahsettiğimiz gibi kapkaranlık devam etmemiştir. Stamboliyski başkanlığındaki Çiftçi Birliğinin kurduğu koalisyon hükümeti Müslüman eğitim sistemine rahat nefes alma imkanı sağladığı kuşkusuzdur. Bu hükümetin kurulmasından bir yıl evvel (1918) öğretmen yetiştirmek için bir devlet okulu olan “Daru’l-Muallimîn” kurulmuştur. Bu okulun 1928 yılına kadar sürdürdüğü faaliyeti neticesinde verdiği mezunlar Bulgaristan Türkleri arasında ulusal bilincin gelişmesinde önemli rol oynamışlardır.[50]

Stamboliyski hükümetinin Eğitim Bakanı Stoyan Omarçevski’nin 21.07.1921’de hazırladığı Eğitim Yasası’yla Bulgaristan Türk okullarına bir çok güzel imkân sunulmuştur: Türk okulları için Eğitim Bakanlığı’nda ayrı bir Başmüfettiş atanmıştır. İlk başmüfettiş Ethem Ruhi olmuştur.[51] Bir çok okul yeniden hayata dönmüş, okul fonları oluşturularak Türk okullarının da mal-mülk sahibi olmasına imkân verilmiş, parasal destekte bulunulmuştur. 1922 yılında Medresetü’n-Nüvvab açılmıştır. Ayrıca bu birkaç yıl içinde Öğretmenler Birliği etkinliklerini hızlandırmış, öğretmen kursları düzenlemiştir.[52]

Ne var ki, bu güzel gelişmeler çok fazla sürmüyor. 9.06.1923 darbesiyle iktidara gelen “Demokratiçeski sgovor” koalisyonu daha önceki hükümetin genişlettiği imtiyazları daraltmaya başlıyor. Bu koalisyonun iktidarda kaldığı 8 yıl ve daha sonraki seneler içinde Bulgaristan Türklerinin eğitim hayatında bir çok değişiklikler meydana gelmiştir. Bunda Türkiye’de yapılan yeniliklerin[53] etkisinin çok büyük olduğu şüphesizdir.[54]

Bu etkilenme neticesinde eğitim alanında görülen başlıca problemler: Öğretmenler arasında patlak veren yenilikçi-muhafazakâr,[55] Kemalist-şeriatçı kavgası. Bu ikilik Bulgaristan’da daha önceleri ittihatçılık-itilâfçılık şeklinde var olmuştur. Ancak bu dönemdeki ikilik bütün halkı içine alacak bir dereceye gelmişti. Bu ikilik neticesinde birbirine zıt cemiyetler kuruldu ve gazeteler neşre başladı, medreseler ile ruşdiyelerin daha önce var olan küskünlükleri arttı,[56] okullarda program ve alfabe kargaşası son haddine yükseldi. Okullarda bir Türkçe, bir eski Türkçe okundu. 1930 yılında okullarda Lâtince ile eğitim görülmesi mecbur olurken 1936 yılında Arap harflerine dönüldü, iki yıl sonra, yani 1938’de Lâtin alfabesine katî bir dönüş yapıldı.[57]

Bulgaristan Türklerinin eğitimi en büyük darbeyi 1934-1944 yıllarındaki diktatör rejim döneminde yedi. 19.05.1934 darbesini yaparak iktidarı işgal eden diktatörler Türk eğitimini tazyik ede ede minimuma düşürdüler. Bu on yıl içinde okullar teker teker kapandı, öyle ki 1943-44 eğitim yılında bini aşkın sırf Müslüman köyünde ancak 344 ilk ve 23 orta dereceli Müslüman okulu kalmıştı.[58]

Bu dikta hükümetlerin izledikleri politikayı 1937 yılında bölge müfettişleri komisyonunun hazırladığı rapor çok güzel bir biçimde yansıtmaktadır. Raporda şöyle denmektedir: “Türk eğitiminin en alt seviyede kalması için bütün kanûnî yollar kullanılarak tedbir alınmalıdır…”[59]

Bulgaristan Müslümanları bu sıkıntılı dönemi yaşamakta iken gerçekleştirilen 9.09.1944 Komünist Devrimi kendileri için uzatılan bir dost eli olmuştu. Ancak ayaklarının üzerine dikilir dikilmez “dostlar” ellerini “şamara” çevirerek Müslüman halkın yüzüne yüzüne vurmaya başladılar.

Eğitim alanında büyük atılımlar yapmayı uman Müslümanlar 1-2 yıl içinde işin iç yüzünü anladılar. Özellikle dini eğitim hususunda hiç umulmadık menfi gelişmeler meydana geldi. Din dersi önce fakültatif (seçmeli) ders oldu, ancak 1951 yılında bir-iki medrese hariç, bütün okullarda dini eğitim tamamen yasaklandı.[60]

Görüldüğü gibi Bulgar hükümetlerinin Bulgaristan Müslümanlarının dar anlamda eğitim alanına, geniş anlamda ise bütün alanlarına karşı yaklaşımları çok az istisna ile, iyi niyetle olmamıştır. İlişkileri günübirlik menfaatler belirlemiş. Gerek resmî, gerekse gayr-i resmî yollarla her türlü engelin öne sürülmesinden çekinilmemiştir. Bu nedenle Müslüman halk rahatça bir nefes alarak, bu ülkenin normal vatandaşı olamamıştır. Ancak bu kadar içten ve dıştan gelen darbeye yiğitçe karşılık veren, Bulgaristan Müslümanının ne denli metanet ve direnç sahibi olduğu ortaya çıkmaktadır. Bulgaristan Müslüman-Türkleri o mahrumiyet günlerinde gösterdiği salâbet-i diniyye ve sadâkat-i milliyyeyi keşke bugünkü rahat ve demokratik şartlarda da gösterebilseler.

Vedat Sabri AHMED

Kalem Dergisi YayınYönetmeni,Sofya Yüksek İslâm Enstitüsü /Bulgaristan

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 20 Sayfa: 385-393


Dipnotlar:
[1] Halil İnalcık, Tanzimat ve Bulgar Meselesi, İstanbul 1992, s. VI.
[2] Mehmet Çavuş, Bulgaristan’da Soykırım, İstanbul 1984, s. 13.
[3][3] Ş. Haluk Akalın, Sledite na Sarı Saltuk v Rumeliya i svetata obitel na Sveti Naum/Sarı Saltuk v Ohrid, (İslâm i kultura), Sofya 1999, s. 28.
[4] Maykıl Kil, “Razprostranenie na islama v bılgarskoto selo prez osmanskata epoha (15-18v.): Kolonizatsiya i İslamizatsiya”, (Müslümanskata kultura po bılgarskite zemi), Sofya 1998, s. 56-105; Aleksandır Popoviç, Balkanlar’da İslam, İstanbul 1995, s. 69.
[5] Geniş bilgi için bk. H. İnalcık, a.g.e., s. 1-107.
[6] TDV-İslam Ansiklopedisi, c. VI, s. 398.
[7] Osman Keskioğlu, Bulgaristan’da Türkler, İstanbul 1985, s. 10-13; Mehmet Şeref (Aykut), Bulgarlar ve Bulgar Devleti, Ankara 1934, s. 25-30; Bilal Şimşir, Bulgaristan Türkleri, İstanbul 1986, s. 20.
[8] Hayriye Süleymanoğlu Yenisoy, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi-8, Ankara 1997, s. 14-15; Valeri Stoyanov, Turskoto naselenie v Bılgariya mejdu polüsite na etniçeskata politika, Sofya 1998, s. 63-64; Bulgaristan’da Türkler Semineri (Ankara Üniversitesi), 10.04.1985, s. 4, 11; Bilal Şimşir, “Etrâku bulgâriyâ ve mevzûu’l-hicreti” (Dirâsâtu Havle’l-kiyâni’t-Türkiyyi fî Bulgâriyâ), Ankara 1987, s. 64-92.
[9] Vedat S. Ahmed, “Bulgaristan Müslümanlarının Durumu (1878-1885)”, Kalem Dergisi, Sofya, Şubat-Mart 2001, sa. 2, s. 33.
[10] Jorjeta Nazırska, Bılgarskata dırjava i neynite maltsinstva (1879-1885), Sofya 1999, s. 211, 216.
[11] Vedat S. Ahmed, a.g.m., s. 33-35.
[12] Bazı yıllarda Müslüman mebusların sayısı şöyledir: 1879-14, 1880-17, 1882-20’ye yakın, 1884-26, 1908-15, 1910-10, 1920-9, 1923-10, 1925-5, 1933-4.
[13] MDTA (Merkezi Devlet Tarih Arşivi), f. 370, op. 1, a. b. 860.
[14] J. Nazırska, a.g.e., 156-157, 179-180.
[15] V. Stoyanov, a.g.e., s. 89.
[16] M. Necmettin Deliorman, Çanlar ve Zindanlar-Bulgaristan Türklerinin Bitmeyen Çilesi, nşr. R. Özdek, İst. 1985, s. 43-125.
[17] Ulrih Büksenşuti, Maltsinstvenata politika v Bılgariya, Sofya 2000, s. 76-78.
[18] U. Büksenşuti, a.g.e., s. 60-64.
[19] İbrahim Yalımov, “Kültürümüzü Yeterince Tanımıyoruz!”, Kalem, Şubat-Mart 2001, sa. 2, s. 9-10. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Vedat S. Ahmed, Medresetü’n-Nüvvab ve Eğitim Sistemi, Sofya Yüksek İslâm Enstitüsü, bitirme tezi, Sofya 2001.
[20] S. Kenderova ve Z. İvanova, İz sbirkite na Osmanskite biblioteki v Bılgariya (18-19 v.), Sofya 1999, s. 15-16.
[21] S. Kenderova, a.g.e., s. 21-22.
[22] S. Kenderova, a.g.e., s. 27-29.
[23] S. Kenderova, a.g.e., s. 33-35.
[24] O. Keskioğlu, Bulgaristan’da Türkler, Ankara 1985, s. 127-128; S. Kenderova, a.g.e., s. 38.
[25] “Filibe Vakıflarının Durumu”, Tebligat, Sofya 30. 11. 1932, sa. 5.
[26] “Vidin Vakıflarının Durumu”, Tebligat, Sofya 31. 12. 1932, sa. 6.
[27] “Rusçuk Vakıflarının Durumu”, Tebligat, Sofya 31.01.1933, sa. 7.
[28] Osman Keskioğlu, Bulgaristan’da Türkler, Ankara 1985, s. 51-55.
[29] MDTA, f. 471, op. 1, a. e. 18; “Demir Baba Tekke bılgarska starina”, Razgradsko slovo, 15.09.1927, sa. 211-212, s. 2; “Tursko predizvikatelstvo”, Rusenska poşta, 26. 01. 1928, sa. 1943, s. 2; “Demir Baba”, Rehber, s. 246, s. 1.
[30] Mehmet Çavuş, Bulgaristan’da Soykırım, İstanbul 1984, s. 10-11.
[31] O. Keskioğlu, a.g.e., s. 99-109; A. Hamdi Akseki, Bulgaristan Mektupları, Hazırlayan: Ferhat Koca, İstanbul 2000, s. 25-27; Ahmed İhsan, Bulgaristan Türkleri ve Hayât-ı İlmiyye ve Fikriyye, Şumnu 1922, s. 18-31.
[32] A. Popoviç, a.g.e., s. 76.
[33] D. Danailov, Sıyuz na turskite mladejki i kulturno-prosvetni i gimnastiçeski drujestva “Turan”, Dırjavni Arhivni İzvestiya, c. 60, 1990, s. 358-366; O. Keskioğlu, a.g.e., s. 113-123.
[34] Medeniyet, sa. 15, 16, 18.
[35] Yusuf Kerim, “Bulgaristan’da Türkçe Süreli Basın (1865-1944), (Balkan Ülkelerinde Türkçe Eğitim ve Hayat Bilgi Şöleni), Türk Dili Kurumu, Ankara 1999, s. 167.
[36] Yayınlanan kitapların büyük bir kısmı Sofya Milli Kütüphanesi’nin Şarkiyat Bölümü ve Plovdiv Bölge Kütüphanesi’nde mevcuttur. Ayrıca bk. O. Keskioğlu, a.g.e., s. 134-138.
[37] Dırjaven vestnik (Bulgar Resmi Gazetesi), Sofya 9.07.1880, sa. 56, s. 1-2.
[38] İsmail Cambazov, Bulgaristan’da Başmüftülük Tüzükleri, Ümit, Eylül-Ekim 1995, sa. 4, s. 6-8.
[39] İttifak, 9 ve 16 Teşrîn-i Evvel 1895, sa. 60-61, s. 4.
[40] Bulgaristan Müslümanları Müessesât-ı Diniyye İdâre ve Teşkilâtı Nizamnâmesi, Sofya 1924.
[41] Ustav za duhovnoto ustroystvo i upravlenie na müsülmanite v Bılgariya, Sofya 1945.
[42] Orlin Sıbev, Osmanski obrazovatelni instutsii v bılgarskite zemi (XV-XVIII vek), (Yayınlanmamış doktora tezi), Sofya 1999, s. 58-74.
[43] O. Sıbev, a.g.e., s. 134.
[44] O. Sıbev, a.g.e., s. 72.
[45] B. Şimşir, a.g.e., s. 29; H. Memişoğlu, Bulgaristan’da Türk Kültürü, Ankara 1995, s. 74-78; İ. Yalımov, Bulgaristan Türklerinin Eğitim Düzeni, Ümit, Sofya 1997, sa. 16, s. 12.
[46] B. Şimşir, a.g.e., s. 32-35; Hayriye Süleymanoğlu Yenisoy, Başlangıcından Bu Yana Bulgaristan’da Türkçe Eğitim, Balkan Ülkelerinde Türkçe Eğitim ve Hayatı Bilgi Şöleni, Türk Dili Kurumu, Ankara 1999, s. 110.
[47] Antoaneta Pavlova, İstoriya na turskite uçilişta v Bılgariya (1878-1959), Magistır “M”, 1993, s. 37.
[48] B. Şimşir, a.g.e., s. 39.
[49] J. Nazırska, a.g.e., s. 82.
[50] İbrahim Tatarlı, Şumen Devlet Türk Öğretmen Okulu (Daru’l-muallimîn), Ümit, Sofya, Kasım 1995, sa. 5, s. 16-18; O. Keskioğlu, a.g.e., s. 76-81.
[51] MDTA, f. 471, op. 2, a. b. 3 ve 4’e bakılırsa Bulgaristan’daki Müslüman Okulları Başmüfettişliği daha 1920 yılında 01.01.1920 tarihli genelge mucibince merkezi Sofya’da, Şumen ve Plovdiv’de de şubeleri olmak üzere kurulmuştur. İlk başmüfettiş de eski Suhindol Ruşdiyesi müdürü Mustafa Ceyhun tayin edilmiştir.
[52] İ. Yalımov, a.g.m., s. 13.
[53] Yenilikler hakkında bk. Cengiz Hakov, İstoriya na Turtsiya prez XX vek, Ankara 2000, s. 75-96.
[54] V. Stoyanov, a.g.e., s. 81.
[55] Yenilikçi-muhafazakar çatışmasının boyutları ve Bulgaristan Türklerinin fikri tarihindeki boyutları için bkz. İbrahim Hatiboğlu, “XX. Yüzyılın İlk Yarısında Bulgaristan Müslümanları Arasında Dini Islahat Çabaları”, IRCICA tarafından 21-23 Nisan 2000 tarihli uluslarası sempozyumda sunulmuş tebliğ, Proceedings of the International Symposium on Islamic Civilization in the Balkans adlı bildiri kitabında yakında yayımlanacak.
[56] Gruplar arası tartışmalar hakkında geniş bilgi edinmek için bu dönemde neşredilen “Deliorman”, “Rehber”, “Savaş”, “Turan”, “Rodop”, “Dostluk”, “İntibah”, “Medeniyet” ve başka gazetelere bakılmalıdır.
[57] Bilal N. Şimşir, Türk Harf Devriminin Türkiye Dışında Yayılması: Bulgaristan Türkleri Örneği, Harf Devriminin 50. Yılı Sempozyumu, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1991, s. 187-206; Cengiz Hakov, Bulgaristan Türk Okullarında Yeni Türk Alfabesinin (Latin Alfabesi) Uygulanması, (Orjinalden fotokopi), s. 1-7; MDTA, f. 176, op. 1, a. b. 888.
[58] H. S. Yenisoy, a.g.m., s. 133.
[59] MDTA, f. 177, op. 2, a. b. 835.
[60] Yuliyan G. Markov, Razvitie na obrazovanieto sred turskoto naselenie v Bılgariya (1944-1952 g.), İstoriçeski pregled, yıl 26, 1970, sa. 1, s. 73-74.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.