Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Böriler (Dimaşk Atabeyliği) (1104-1154)

0 16.282

Doç. Dr. Gülay Öğün BEZER

Böriler, Dimaşk Atabeyliği veya Toğteginliler olarak da adlandırılan, Dimaşk merkez olmak üzere, başlıca Hama, Hıms, Banyas, Efamiye, Serhad ve Tedmür gibi şehirlerde hüküm sürmüş bir siyasî teşekküldür.

Kurucusu olan Toğtegin Suriye Selçuklu meliki Tutuş’un hizmetinde bulunuyordu ve oğlu Dukak’ın da atabeyi idi. Tutuş, Büyük Selçuklu Devleti tahtı için girdiği mücadelede hayatını kaybetti (26 Şubat 1095). Tutuş’un yanında bulunan oğlu Dukak kaçarken, Toğtegin esir düştü. Tutuş’un diğer oğlu Rıdvan Halep’te, Dimaşk’a giden Dukak ise burada melik ilan edildiler (1095). Bir süre sonra serbest bırakılan Toğtegin de Dimaşk’a, Dukak’ın yanına döndü ve Tutuş’un karısı Safvetü’l- Mülk Hatun ile evlenip konumunu güçlendirmek suretiyle Dukak adına bütün idareyi eline aldı. Her iki melikin yanında bulunan Türk beylerinin tahrikleriyle tırmanan Halep-Dimaşk mücadelesinde, Dukak’ın ağabeyisinin üstünlüğünü tanımak zorunda kaldığı anlaşılıyor. Bu mücadelelerde ve gelişen diğer olaylarda, Toğtegin de daima Dukak’ın yanında bulunmuş ve onun adına Dimaşk melikliğinin bütün faaliyetlerinde aktif rol oynamıştır.

1096 yılında başlayan ve sonuçları itibarıyla Türk-İslâm tarihini çok yakından ilgilendiren Haçlı ordularının Antakya’yı kuşatması üzerine Yağısiyan’ın yardımına koşan Dukak ve Toğtegin, el-Bara mevkiinde cereyan eden savaşta ağır kayıplar vererek ülkelerine dönmek zorunda kaldılar. Ancak Dimaşk kuvvetleri bir süre sonra Sultan Berkiyaruk’un emriyle Antakya’ya yardıma gelen Kürboğa idaresindeki Selçuklu ordusuna da katıldılar. Ordu ümera arasındaki ihtilaflar yüzünden dağılıp Antakya Haçlıların eline geçince, bir kere daha başarısızlığa uğramış hâlde, Dimaşk’a döndüler (Haziran 1098).

Melik Dukak’ın İbn Ammar ailesinin idaresinde bulunan Cebele’yi kuşatması sırasında yaralanan Toğtegin, Dimaşk’a döndükten sonra Cebele hâkimi ile yaptığı anlaşma neticesinde şehri teslim alarak oğlu Börü’nün idaresine bıraktı (30 Temmuz 1101). Bu olay da başından beri Toğtegin’in Dukak üzerindeki nüfuzuna işaret eden mühim bir örnektir.

Toğtegin Kürboğa’nın ölümünden istifade ile Rahbe’nin ve Hıms valisinin öldürülmesi üzerine de buranın ele geçirilmesi sırasında da hazır bulundu. Bu hizmetlerine karşılık Dukak tarafından Hıms naipliğine atandı.

Melik Dukak uzun süren bir hastalık sonucunda, Haziran 1104 tarihinde ölünce oğlu Tutuş, onun vasiyeti gereği Toğtegin tarafından melik ilan edildi. Ancak atabey bundan üç ay sonra Tutuş’un kardeşi Ertaş’ı melik tayin etti (17 Eylül 1104). Fakat Ertaş atabeyin Selçuklu meliklerini tasfiye edip kendi adına bir idare tesis edeceği endişesini taşıyordu. Ancak Ertaş asker toplamak niyetiyle Dimaşk’tan gizlice ayrıldıktan kısa bir zaman sonra öldü. Yeniden Melik Tutuş adına hutbe okutan Toğtegin, rivayete göre, onun da eceli ile ölmesi üzerine, kendi adına bir siyasî teşekkül kurmaya muvaffak oldu.

Büyük Selçuklu İmparatorluğunun parçalanmasına muvazi olarak ortaya çıkan ve atabeylik adı verilen hakimiyetlerin ilk örneği olan Böriler 1154 yılına kadar, bölge dengeleri içerisinde mühim roller üslenerek, 1154 yılına kadar varlığını devam ettirdi.

Bu arada Haçlılar malûm olduğu üzere Yakın Doğu’da büyük başarılar elde etmiş Urfa, Antakya ve Kudüs başta olmak üzere, Suriye ve Filistin sahil şeridinde müteaddit devletçikler kurmuşlardı. Dimaşk atabeyliği toprakları ise neredeyse bütün Haçlı hakimiyetleri tarafından tehdit altında bulunuyordu. Kudüs’ten sonra Mısır’ın da tehdit altına düşmesi Fatımî yöneticilerini Toğtegin’den yardım istemek zorunda bırakıyordu. Haçlıların en küçük başarılarının kendi aleyhine bir gelişme olacağının şuurunda olan Atabey yardım hususunda tereddüt göstermedi. Emir Sabar idaresinde gönderilen 1300 kişilik bir kuvvet Askalon’da Mısır ordusuyla birleştikten sonra, Remle’ye hareket eden Kudüs kralı Baudouin ile, 27 Ağustos 1105’te karşılaştı. Bir gün süren şiddetli muharebe sonunda her iki taraf da ağır kayıplar vermekle birlikte Dımaşk ve Mısır kuvvetleri çekilmek zorunda kaldılar. Dimaşk askerleri geri dönüş yolunda Melik Ertaş’ın yardım ve himaye gördüğü Busra şehrini zaptedip atabeylik topraklarına kattılar.

Baudouin’in Kudüs krallığının güvenliğini sağlamak gayesiyle inşa ettirdiği ‘Âl-‘Âl kalesi, güvenlik ve ticarî menfaatleri bakımından Dimaşk atabeyliğini tehdit eden bir mevkide bulunuyordu. Toğtegin bu kaleye hücum ettiğinde kendisini şehir dışında karşılayan Haçlı kuvvetlerini hezimete uğrattıktan sonra kaleyi tamamen tahrip ettirdi (24 Aralık 1105).

Toğtegin bundan sonra da hakimiyet alanını ciddi biçimde tehdit eden Taberiye Kontluğu bölgesine, küçük bir kalenin alınmasıyla neticelenen bir akın düzenledi (1106-1107). Fakat bu harekat çerçevesinde sefere devam eden Emir Sabar’ın kuvvetleri Vadi Musa civarında Haçlıların baskınına uğrayarak mağlup oldular (1108). Taberiye kontluğu tamamen ortadan kaldırılmadığı sürece, atabeyliğin topraklarını tehdit etmeye devam etmesi doğaldı. Bu yüzden II. Taberiye seferine çıkmak zorunda kalan Toğtegin, büyük bir gizlilik içerisinde Baudouin’in yeğeni Gervaise’nin idaresinde bulunan bölgeye ulaştı. Taberiye yakınlarında vuku bulan muharebede Haçlı kuvvetleri ağır zayiat verirken, kont ve askerlerinin bir kısmı da esir düştü (1108). Taraflar arasında anlaşma sağlanamayınca kont da öldürüldü.

Bunlara rağmen Haçlılar İslâm topraklarında ilerlemeye devam ediyor, öncelikli olarak da Akdeniz sahil şeridinin zaptını tamamlamak istiyorlardı. Toğtegin Haçlıların bu maksatla karadan ve denizden tazyik ettikleri Sayda’ya yardım göndermiş, Mısır donanmasının da yardımıyla düşman yenilgiye uğratılmıştı. Ancak tarafların birbirlerine karşı kesin üstünlük sağlayamadıkları bu dönemde, Kudüs kralı sahilde yürüteceği harekâtta serbest kalabilmek için Toğtegin’e elçiler göndererek anlaşma teklifinde bulundu. Dimaşk Atabeyliğine dair müstakil bir çalışması bulunan merhum Prof. Dr. Coşkun Alptekin, Dimaşk-Mısır güzergâhında işleyen kervan yolunun emniyeti ve atabeyliğin ticarî çıkarları da bu anlaşmanın yapılmasını gerekli kıldığını söyler. 1108 yılında akdedilen ve Taberiye bölgesindeki bir arazinin mahsulünün Dimaşk ve Kudüs ile bu arazinin sakinleri olan çiftçiler arasında paylaşılmasını öngören; Steven Runciman’ın da tamamen ticarî mahiyette olduğunu düşündüğü bu anlaşma, iki tarafın birbirlerine karşı askerî faaliyetlerine engel olamamıştı. Nitekim söz konusu anlaşma Baudouin’in 1113 yılında atabeylik topraklarına saldırmasıyla ihlâl edilecektir.

Trablus’a tâbi ve İbn Ammar’a ati müstahkem kalelerden birisi olan Arka Haçlılar tarafından tazyik ediliyordu. Kale nâibinin isteği üzerine Arka’ya gönderilen kuvvetler nâibi bertaraf edip kaleye hakim oldular ise de, Toğtegin’in takviye birliklerini göndermekte gecikmesi, Haçlı kuvvetlerini bölmek için onlara ait el-Akma kalesine saldırmasına rağmen, Arka’nın Haçlıların eline geçmesine yol açtı. Atabey, Kont Guillaume idaresindeki Haçlı birliklerinin ani baskınına uğrayarak mağlup oldu (1109).

Bölgedeki Haçlı istilası yayılırken Temmuz 1109’da Trablus da düştü. Bunu Banyas ile Trablus’un eski sahibi İbn Ammar’a ait Cebele’nin kaybı takip etti (Mayıs 1110). Toğtegin kendisine sığınan kale sahibine Dimaşk-Ba’albek yolunda bulunan Zabdanî kalesini ikta etti. Tuğtegin bundan sonra Rafeniye’yi tehdit eden Haçlılar’a karşı harekâta girişerek şehrin muhasara edilmesine imkân vermedi. Bununla birlikte Toğtegin Antakya prinkepsi ile el-Munaytıra ve İbn Akkar kalelerinin Haçlılara terki, el-Bika bölgesi ürününün üçte birinin verilmesi; Masyar, et-Tufan ve el-Ekrad kalelerinin her yıl vergi ödemesi kaydıyla anlaşma yapmak zorunda kaldı.

Haçlıların egemenlik alanlarını giderek genişletmeleri üzerine Selçuklu sultanı Muhammed Tapar, bütün bölge hâkimlerinin Musul valisi Mevdud komutasında sefere çıkmalarını emretti. Ahlatşah Sökmen ve Mardin Artuklu beyi İlgazi’nin de katıldığı Türk ordusu Mayıs 1110’da Urfa’yı kuşatmak üzere geldi. Erzak takviyesi bulunmayan şehir zor duruma düştü. Bunu haber alan Haçlı ve Ermeni kuvvetleri Kudüs kralının emrinde yardıma geldiler.

Türk ordusu taktik gereği Harran’a çekilirken Toğtegin de kalabalık bir orduyla Fırat kenarına gelerek karargâh kurdu. Harran’a doğru gitmekte olan Türk ordusunu takibe koyulan Haçlılar, bunun biri harp hilesi olduğunu anlayıp dönmek istediler ise de Türk birliklerinin baskınından kurtulamadılar. Haçlıların beş bin kadarı kılıçtan geçirilirken, bir kısmı da Fırat nehrinde telef oldu. Türk ordusu buradan Urfa’ya yöneldi, ancak şehir takviye edilmişti. Karargâhından gelişmeleri izleyen Toğtegin kuvvetlerini kuşatmaya katılmak üzere Urfa önlerine gönderirken, kendisi muhtemel bir Haçlı saldırısına karşı Dimaşk’a döndü. Selçuklu ordusu da Urfa muhasarasından bir netice alamadan dağılmak zorunda kaldı.

Toğtegin Kudüs kralının topraklarına saldıracağına dair haberler gelmesi üzerine kuvvetlerini muhtelif mıntıkalara sevk ederek yolları denetim altına aldırdı. Bu sayede taraflar arasında bir çatışma olmadı ise de; Kudüs krallığı ile evvelce yapılmış olan barış anlaşmasının teyidi yoluna gidildi.

Haçlı saldırılarının giderek şiddetlenmesinden dolayı bölge yöneticileri bu sırada Bağdat’ı ziyaret etmekte olan Sultan Tapar nezdinde teşebbüste bulunarak yardım istediler. Selçuklu ordusu sultanın emriyle Emir Mevdud idaresinde Harran’da toplandı. Ordu Tell-Başir’i kuşatmak için harekete geçtiğinde Tapar’ın emrini alan Toğtegin de Halep önlerine geldi. Burada Selçuklu komutanları ile görüşen atabey, onların bu seferi ve Haçlı meselesini gereği kadar ciddiye almadıkları kanaâtine vardı. Gerçekten de Selçuklu ordusu emirler arasındaki çekişmeler ve bazı beylerin hastalıkları dolayısıyla hiçbir netice alamadan dağıldı. Toğtegin buna rağmen orduyu Trablus’a sevk etmeye gayret etti ise de başaramadı.

Selçuklu ordusunun çekildiğini öğrenen Kudüs, Ankakya ve Trablus Haçlı kuvvetleri taarruza geçtiler. Toğtegin ve Emir Mevdud, Haçlıların kuşattığı Şeyzer şehri sahibinin yardım çağrısına uyarak harekâta devam ettiler. Ancak ufak çaplı bazı çatışmalardan sonra kışın yaklaşması üzerine ülkelerine döndüler (Eylül 1111).

Bu müdahale dolayısıyla Şeyzer kuşatmasında başarısızlığa uğrayan Kudüs kralı Baudouin, bu defa da Fatımîlere bağlı Sur liman şehrini kuşatmaya karar verdi. Şehrin valisi Anuştegin Mısır’dan yardım gelmesi ihtimalinin zayıf olduğunu görerek Toğtegin’e, yardım ettiği taktirde şehri kendisine vereceğini bildirdi. Toğtegin’in gönderdiği 200 kişilik yardım kuvveti muhasaradan önce şehre girmeye muvaffak oldu. 29 Kasım 1111 ’de Sur kuşatıldığında atabey de Haçlıların dikkatini kendi üzerine çekmek için önce Banyas’a, sonra da Savad’daki el-Habis’e saldırdı. Sonuncu kale şiddetli bir savaşla alındı ve içindekilerin tamamı kılıçtan geçirildi. Atabey Haçlıların kara ikmâl yollarını kestikten başka, Sayda limanına taarruz ederek, bir çok gemiyi tahrip edip denizden aldıkları takviyeyi de engelledi. Baudouin, seyyar kulelerle taşınan muhasara araçları da müdafiler tarafından imha edilince sonuç alamayacağını anlayarak çekildi (Nisan 1112). Dimaşk’a dönen Toğtegin valinin şehrin kendisine teslim edileceği yolundaki vaadine rağmen Sur üzerinde bir hak iddiasında bulunmadı.

Ancak Toğtegin’in çekilmesinden sonra Baudouin yeniden Sur’u kuşatma hazırlıklarına girişti. Sur halkı ise önceki yardıma ve sonuçlarına bakarak yine ona müracaat etmeyi kararlaştırdılar. Ayrıca şehrin atabeye verileceğine dair yazılı bir belge de verdiler. Atabey bu sırada Hama’da Meliki Rıdvan ile görüşmekte olduğundan, Dimaşk’ta yerine bıraktığı oğlu Böri ve Banyas valisi Mesud ile görüşen Sur heyeti, bu defa da destek almaya muvaffak oldu. Sur, Banyas valisi tarafından teslim alındıktan sonra Toğtegin de büyük bir yardım birliği gönderdi. Atabey şehrin kritik mevkiinden dolayı Fatımîlere karşı tavır almayı uygun görmedi. Hattâ Mısır’a heyet göndererek şehrin kendilerine bırakılacağını, ancak donanma ile takviyenin şart olduğunu bildirdi. Gerçekten de Ağustos 1113’te Sur’a gelen Mısır donanması yiyecek ve malzeme takviyesi yaptı. Kral bunun üzerine kuşatmayı kaldırdığı gibi, Sur valisi ile bir anlaşma da yapmaya mecbur oldu.

Baudouin 1113 ilkbaharında Dimaşk atabeyliğine bağlı el-Besaniye bölgesini yağmalayarak 1108 yılında yaptıkları anlaşmayı bozdu. Daha önce de Dimaşk’tan Mısır’a gitmekte olan bir ticaret kervanı vurulmuş, yolların güvenliği iyice bozulmuştu. Toğtegin bu gelişmeler üzerine Emir Mevdud ve Melik Rıdvan’a müracaatla yardım isteğinde bulundu. Mevdud bu çağrıya derhâl olumlu cevap verdi. Yanında Artuklu İlgazi’nin oğlu Ayaz ve Sincar sahibi Arslantaş’ın oğlu Temirek olduğu hâlde Suriye’ye hareket etti. Kral Bunun üzerine Tell-Başir kontundan yardım isterken, bazı tavizler vermek suretiyle, Toğtegin’i bu harekâtın dışında tutmak istiyordu. Bu mümkün olmayınca ordusunu Antakya ve Trablus kontlarının katılımıyla takviye etti. Haçlı ordusu Taberiye’nin güneyinde ilerlemekte iken Türk ordusunun ani baskınına uğradı. Haçlılar iki bin kadar kayıp verirken kral da esir düştü. Fakat Türk askerlerince tanınmadığı için kaçarak ordusunun bakiyesiyle Taberiye’ye sığındı. Haçlılar etrafları sarıldığı için birkaç gün burada mahsur kalırken, Türk birlikleri Kudüs ve Yafa havalisine akınlar yaptılar. Etraftaki ekili arazi tahrip edilirken Haçlılara ait hayvan sürüleri götürüldü. Mevdud bu sefer sırasında pek çok ganimetler kazanan ordusunun yardımcı birliklerini ülkelerine görderirken kendisi Suriye’de kaldı.

Bu seferden sonra Haçlılara tâbi olan bazı Arap kabileleri, saygınlığı artan Toğtegin’e itaat arz ettiler. Ancak Melik Rıdvan’ın bu çağrıya, sefer sona erdikten sonra sadece yüz kişilik sembolik bir kuvvet göndermesi atabeyi kızdırdı. 1112 yılında yaptıkları anlaşma gereği konulan Melik Rıdvan’ın adını, Dimaşk’ta okunan hutbeden çıkardı. Atabey Toğtegin ile Mevdud birlikte Dimaşk’a döndüler (5 Eylül 1113).

Toğtegin tarafından bir müddet Dimaşk’ta misafir edilen Mevdud, şehir dışında Babü’l-Hadid önündeki ovada ordugâhını kurduktan sonra da, her Cuma namazı için Dimaşk’a geliyordu. Mevdud, 10 Ekim 1113 Cuma günü namazı müteakip yanında Toğtegin ve kalabalık bir maiyetle camiden çıkarken, sadaka istemek bahanesiyle kendisine yaklaşan bir Batınî tarafından şehit edildi. Bu ölüm muhtelif dedikodulara sebep olurken, atabey de töhmet altında kaldı ve Sultan Tapar ile ilişkileri gerginleşti.

Bu arada Kudüs kralı da Taberiye seferinden sonra, Dimaşk atabeyliği ile 1108 yılında yaptıkları, fakat kendisinin ihlâl ettiği barış anlaşmasını yenileme talebinde bulundu. Eski anlaşma, Taberiye seferi sonunda Toğtegin’in ele geçirdiği yerlerin kendisinde kalması şartıyla, aynen yenilendi (1114).

Atabeyi Baudouin ile anlaşmaya icbar eden bazı sebepler de vardı. Halep meliki Rıdvan 10 Ağustos 1113 tarihinde ölünce yerine geçen 16 yaşındaki oğlu Alp Arslan düzeni sağlayabilmek için atabeyden yardım talep etmiş; hattâ şahsen Dimaşk’a gelmek zorunda kalmıştı. Meliki hürmetle karşılayıp hutbeye Sultan Tapar’dan sonra onun adını da koyduran Toğtegin, Melik ile birlikte Halep’e geldi (Mart 1114). Atabey şehirde bazı düzenlemeler yaptı ise de, muhalif ümeranın tahriki ile büyüyen karışıklıklar yüzünden Dimaşk’a dönmeyi tercih etti. Halep’te devam eden olaylar ise bir müddet sonra melikliğin yıkılması ile sonuçlandı.

Mevdud’un öldürülmesinden sonra Musul valiliğine Aksungur Porsukî’yi tayin eden Sultan Tapar, bölge hakimlerine de onun emrinde Haçlılara karşı yürümeleri emrini verdi. Sultan kendisi de oğlu Mesud komutasında bir miktar asker gönderdi (1114). Mevcudu 15.000’i bulan Türk ordusu Mardin civarına geldiğinde, İlgazi Bağdat şahneliğinden azli dolayısıyla kırgın olduğu sultana karşı tavrını, bu orduya oğlu Ayaz idaresinde yalnızca üç yüz kişilik bir birlik göndermek suretiyle izhar etti. Aksungur Urfa havalisine düzenlediği akınlarını tamamladıktan sonra Ayaz’ı hapsedip Mardin çevresini yağmalattı. İlgazi, Melik Mesud idaresindeki Selçuklu ordusuna baskın düzenleyerek oğlunu kurtardı, Porsukî ağırlıklarını dahi bırakmak suretiyle kaçtı (1115).

Sultana karşı giriştiği bu cüretkâr tavrının cezasız kalmayacağını bilen İlgazi, Mevdud’un öldürülmesi dolayısıyla şaibe altında kalan Toğtegin’e ittifak teklif etti. Dimaşk’a gelen İlgazi atabeyle anlaşmakta güçlük çekmedi. Toğtegin’i İlgazi ile birlikte hareket etmeye sevk eden en mühim amil hiç şüphesiz, Haçlılara karşı mücadelede bundan önceki seferlerde tecrübe ettiği Selçuklu ümerasından ümidini kesmiş olması ve İlgazi’nin bu ittifak sayesinde kendisine sağlayabileceği Türkmen gücüne duyduğu güven ve ihtiyaçtır. Fakat Toğtegin ve İlgazi, yalnızca ikisinin gücünün sultana karşı koymaya yetmeyeceği düşüncesiyle Haçlıları da içine almak suretiyle ittifak çemberini genişlettiler. İlgazi bunun üzerine daha fazla kuvvet toplamak için Mardin’e gitti.

Sultan Tapar Haçlılara karşı savaşması ve asi ümeranın tedibi gayesiyle bu defa Porsuk b. Porsuk’u görevlendirdi. Bu sırada Halep’in yönetimini ele geçirmiş olan Lu’lu el-Hadim’in, şehri Sultan Tapar’a teslim etmek istediğini bildirmesi üzerine Porsuk Halep önlerine geldi. Lu’lu bu defa Toğtegin’i davet ile şehri teslim etmeyi teklif etti. Atabey ve İlgazi iki bin kişilik bir kuvvetle Haleb’i Selçuklu ordusuna karşı korudular. Toğtegin Lu’lu ve adamlarına Halep karşılığında Dimaşk havalisinde iktalar verdi. Emir Porsuk bunun üzerine Dimaşk’a bağlı Hama ve Rafeniye’yi zapt ederek buraları Kırhan b. Karaca’ya verdi. Bu gelişmelerden endişeye kapılan Toğtegin ve İlgazi Antakya prinkepsi Roger de Salerne’ye giderek yardım istediler. Durumu menfaâtleri açısından uygun bulan Kudüs kralı ve Trablus kontunun da katılımıyla kalabalık bir Haçlı ordusu harekete geçti. Bu, bundan önceki ve sonraki çeşitli ittifaklar, Müslüman veya Hıristiyanlar için, Haçlı Seferinin yarattığı dinî havaya rağmen, çoğu kere siyasî menfaatlerinin daha öncelikli olduğunu ortaya koymaktadır.

Antakya’da toplanan müttefik ordu Selçuklu ordusuna saldırmaya cesaret edemedi. Ordular iki ay kadar karşılıklı bekledikten sonra ülkelerine döndüler. Selçuklu ordusu Haçlılara karşı harekâta devam etmek isterken Tell-Danis mevkiinde mağlup olup çekilmek zorunda kaldı (14 Eylül 1115). Haçlılar seferlerine devamla Toğtegin’i ait Rafeniye’yi de işgâl ettiler. Ancak Selçuklu ve Haçlı ordularının bölgeden ayrılmasından sonra şehre ani bir baskın düzenleyen atabey, burayı geri almaya muvaffak oldu (22 Ekim 1115).

Bu son seferde Selçuklu ordusu atabeyliğe bağlı Hama, Rafeniye ve Haçlılara ait birkaç küçük kaleyi zapt ettikten sonra geri çekilmiş; fakat Toğtegin de maksadının sınırlarını aşan bu faaliyetlerinden dolayı pişman olmuştu. Atabey bu sırada Bağdat’ta bulunan Sultanın muhtemel bir tedip seferine karşı, özür dilemek için 9 Nisan 1116’da Bağdat’a hareket etti. Şehrin dışında Sultanın adamları tarafından karşılanan ve affa mazhar olan Toğtegin, hil’at ve hediyelerle de taltif edildi. Toğtegin bu ziyaret sırasında Suriye valiliğine tayin edildiğine dair bir menşur da aldı. 29 Temmuz 1116’da Dimaşk’a dönen Toğtegin bu menşur ile kendisinin ve oğullarının Suriye’deki hakimiyetinin temellerini atmış oldu.

Musul valisi Aksungur Porsukî 1116 yılında Haçlılar’a karşı düzenleyeceği sefer için Toğtegin’in yardımını istemek üzere Dimaşk’a geldiğinde saygıyla karşılandı. Bikâ havalisine saldıran Trablus kontu Pons’un üzerine yürüyen Aksungur ve Toğtegin idaresindeki Türk ordusu, hazırlıksız yakaladığı Haçlı ordusuna ağır kayıplar verdirdi. Üç binden fazla şovalye kılıçtan geçirilirken pek çok esir ve ganimet elde edildi Toğtegin ve Aksungur birlikte Dimaşk’a döndüler ve bundan böyle de Haçlılara karşı birlikte hareket etmeyi kararlaştırdılar.

Bu arada 1117 yılı başlarında Musul valiliğinden alınarak kendisine Halep ve Rahba ikta edilen Aksungur Porsukî’nin Halep’e sahip olması mümkün olmadı. Şehir bir ara İlgazi’nin eline geçti ise de oğlunu rehin bırakarak şehirden ayrılmak zorunda kaldı. Aksungur’a yardım etmek üzere onunla birlikte Halep önlerine gelen Toğtegin de, Haleplilerin Antakya’daki Haçlılardan yardım istemesi yüzünden çekilmek zorunda kaldı. Ancak bu defa Haçlıların Halep çevresini yağmalamaları Haleplilerin Toğtegin’den yardım istemesine sebep oldu. Dimaşk’tan ordusuyla ilerleyen atabey Haçlıları buradan ayrılmaya icbar etti.

Kudüs kralının Mısır’a tâbi Askalon’u hedef alması Mısırlıların Toğtegin’den yardım istemesine yol açtı. Atabey, kralın Mısır seferine çıkmasının ardından Yermük bölgesine indi. Bu sefer sırasında hastalanan kral ise Kudüs’e döndükten sonra öldü. Yeni kral seçimi dolayısıyla zamana ihtiyaç duyan Haçlılar Baudouin’in ölümünü ancak 15 gün sonra haber alan Toğtegin ile anlaşmak istediler. Ancak Haçlıların müşkil durumunun farkında olan atabeyin ileri sürdüğü ağır şartların reddedilmesi üzerine anlaşma mümkün olamadı. Bunun üzerine Taberiye’ye yürüyen Toğtegin yedi bin kişilik Mısır ordusuyla birleştikten sonra savaşa hazır vaziyette iki ay bekleyip, hiçbir çatışmaya girmeden Dimaşk’a döndü (1118 Haziran). Urfa kontu Baudouin’in Kudüs krallığına seçilmesiyle yeniden herekete geçme imkânı bulan Haçlılar Habîs kalesini ele geçirip etrafı yağmalamaya devam ettiler. Atabeyin bu küçük düşman birliğine karşı görevlendirdiği oğlu Böri, girdiği çarpışmada kuvvetlerinin bir kısmını kaybedip mağlup olarak Dimaşk’a döndü.

Atabey Toğtegin oğlunun yenilgisi ve Haçlıların yeni taarruz hazırlıkları karşısında Halep’te bulunan İlgazi’den yardım istedi. Dimaşk’ta buluşup görüştükten sonra İlgazi ve Toğtegin Mardin taraflarından Türkmen birlikleri toplamak için oraya gittiler (Aralık 1118). Bölgede bu çerçevede görüşmeler yapan Toğtegin Mayıs-Haziran 1119’da ülkesine dönerek yardımcı güçlerin gelmesini beklemeye başladı. İlgazi harekete geçtiği sırada Haçlıların Halep’i kuşattığı haberini alarak buraya yöneldi. İlgazi Kınnesrin’de atabeyi beklemekte iken Antakya sahibi Roger, Kudüs ve Trablus askerinin iltihakını beklemeden dört bin yedi yüz kişilik bir kuvvetle Tell-Afrin önlerine geldi. İlgazi bu fırsatı değerlendirerek Roger’in ordusuna ani bir baskın düzenledi. Ordugâhında kuşatılan Roger yarma harekâtında başarılı olamayınca savaşı kabule mecbur oldu. Antakya prinkepsinin ordusu bozguna uğrarken, kendisi dahil askerlerinin büyük bir kısmı imha edildi.

Toğtegin Artah kalesini kuşatmakta olan İlgazi’yi bir müddet bekledikten sonra ona katıldı. Birlikte Esarib’e yürüyüp şehri amânla teslim aldılar. Akabinde Zerdana kalesi de ele geçirildi. Türk ordusu bu savaşlarda muazzam ganimetler elde etti. Türk kuvvetleri bu başarılarına mağruren etrafa dağılarak harekâta devam etmek istediler. Ancak durumdan haberdar olan Kudüs kralı Trablus kontunun da yardımını alarak Tell-Danis’e geldi (13 Ağustos 1119). Atabey ve İlgazi yanlarındaki askerin azlığına rağmen savaşı kabule mecbur kaldılar. Toğtegin Trablus kontluğu askerini püskürttükten sonra, Zerdana kalesini geri almayı planlayan bir başka Haçlı birliğini de pusuya düşürüp hezimete uğrattı. Ordular bir süre daha çarpıştıktan sonra, geneli itibarıyla Türk ordusu açısından başarılı, fakat kesin bir sonuç alınamayan bu seferi tamamlayarak ülkelerine döndüler.

Dimaşk’a dönen Toğtegin Melik Dukak’ın annesi olan karısı Safvetü’l-Mülk Hatun’u kaybetti. Atabey buna rağmen 1120 yılı baharında Antakya prinkepsliği topraklarına hücum eden İlgazi’ye katıldı. Ordusuyla Tell-Danis’te konaklamakta olan Kudüs kralı Türk birliklerince kuşatılınca Tell- Mısrin’e çekildi. İki tarafın kuvvetleri birbirine denk idi. Atabey bu durumda onlarla savaşmaktansa çekilmelerine imkân tanınmasını istiyordu. Nitekim bir süre sonra iki ordu da savaş alanından ayrıldılar.

Yalnızca İbnül’-Esir’de (X, 594) yer alan bir kayda göre, Toğtegin ertesi sene Tem muz-Ağustos 1121’de Haçlılara karşı çok başarılı bir sefer daha tertip etti. Pek çok ganimetler elde eden atabey bunlardan Halife ve Sultan Sancar’a da gönderdi.

Toğtegin 1123 yılı Nisan ayı sonunda Hıms’ı geri alma girişiminde bulundu. Ancak Kırhan b. Karaca’nın Erzen beyi Toğan Arslan’dan temin ettiği yardım yüzünden bu teşebbüsü akamete uğradı. Ancak aynı sene içerisinde daha önce Porsuk b. Porsuk tarafından zapt edilmiş olan ve Mahmud b. Karaca’nın idaresinde bulunan Hama’yı istirdat etti.

Toğtegin’in Haçlıların evvelce defalarca muhasara ettiği Sur’un müdafaasına etkin bir şekilde katıldığı ve 1113 yılında Banyas valisi Mesud’u buraya vali tayin ettiği görülmüştü. Ancak vezirinin değişmesiyle Sur’la ilgili politikaları da değişen Fatımîler, valiyi azl ve hattâ hapsettiler. Toğtegin bu hususla ilgili olarak Mısır’a bir elçilik heyeti gönderdi. Haçlılar ise bu gelişmeyi değerlendirerek şehri yeniden kuşatmaya karar verdiler. Durumdan haberdar olan Fatımî halifesi ise, şehrin valilik menşurunu bir kere daha atabeye gönderdi. Böylelikle mesuliyeti Toğtegin’e yüklemiş oluyor ve Dimaşk atabeyliğinin emniyeti bakımından da çok önemli olan bu şehir için gereken her şeyin yapılacağı biliniyordu. Nisan-Mayıs 1124’te denizden de takviye alan Haçlılar Sur’u muhasara ettiler. Sur ağır muhasara araçları ile tazyik edildiği sırada Toğtegin Banyas’a geldi. Mısır’a durumu bildiren ve acil yardım çağrısı ihtiva eden mektuplar gönderdi ise de bir sonuç alamadı. Toğtegin şiddetle muhasara edilen şehirde kıtlık başlaması sebebiyle Haçlılara teslim edilmesine karar verdi. Yapılan anlaşmaya göre isteyenler taşınabilir malları ile şehri terk edebilecek, isteyenlerse kalacaktı. Toğtegin şehir halkının emniyet içerisinde çıkışını sağlamak üzere, Haçlı ordusunun karşısındaki ordugâhında duruma nezaret etti Böylece Sur, 8 Temmuz 1124 tarihinde, düşmanların eline geçmiş oldu.

Aksungur Porsukî ikinci defa Musul valiliğine tayin edilmesinden sonra, 1125 yılında Halep’i ele geçirmiş; böylelikle Haçlılar ile yakın temas kurmuştu. Halep’in güvenliği açısından Haçlılara karşı daha aktif bir politika takip etmek isteyen Aksungur Porsukî bahar aylarında ileri harekâta başladı. Yardımını istediği Toğtegin ile Hama’da birleştikten sonra birlikte Kefertab’ı aldılar. Buradan Halep yakınlarındaki el-‘Azaz’a geldikleri zaman Kudüs kralı II.Baudouin karşılarına çıktı. Birkaç küçük çatışmadan sonra Haçlıların taktik gereği çekilmesi Türk ordusunun düzenini bozdu. Buna rağmen şiddetli çatışmalarda iki taraf da ağır kayıplar verdiler. Türk ordusu mağlup olarak çekilirken, Haçlılar verdikleri zayiat sebebiyle kendilerinde onları takip edecek gücü bulamadılar. Ancak kral Kudüs’e dönmeyerek Dimaşk atabeyliği topraklarına saldırılara girişti. Etraftan acil yardım talebinde bulunan Atabey, 25 Ocak 1126’da Mercü’s-Suffar’da Haçlılar’la savaşa girdi. Haçlı piyadelerinin büyük kayıplarına karşılık Türk süvarileri bozguna uğradılar. Toğtegin salimen Dimaşk’a dönebildi ise de; bu yenilgi yüzünden Trablus kontu Pons Rafeniye’yi muhasara ettiğinde yardım için müdahale imkânı bulamadı. Dolayısıyla atabeyliğe ait bu mühim hudut şehri de Haçıların eline geçmiş oldu.

Toğtegin bu arada 1126’da Haçlılarla mücadelesinde işbirliği yapmak zorunda kaldığı Batınîlere, Haçlılara karşı bir üs olması ümidi ve arzusuyla Banyas kalesini vermişti (17 Aralık 1126).Bu husus Toğtegin’in inançlarıyla ilgili bir tercih olmayıp, çok müşkil bir durumda iken, kerhen yapılmış bir anlaşma idi. Kaynaklar atabeyin onlarla Batınîlerle tanışıklığı olan veziri ve İlgazi’nin tesiri ile yakın ilişki içerisine girebildiğini söylemektedirler.

El-‘Azaz savaşından döndüğünden beri hasta olan Toğtegin, artık hayatından ümidini kesince atabeyliğin ileri gelenlerini toplayıp, yerine oğlu Tacü’l-Mülk Böri’nin geçmesini vasiyet ettikten sonra, 11Şubat 1128 tarihinde vefat etti.

Toğtegin’in yerine Dimaşk atabeyliği tahtına oturtulan Böri, onun sağlığında Ba’albek valisi ve Dimaşk nâibi olarak idarî tecrübe kazanma fırsatı bulmuştu. Yukarıda ifade edildiği gibi Toğtegin, veziri Tahir b. Sa’d el-Mezdakanî’nin de teşviki ile, Banyas şehrini Haçlılar’a karşı bir üs olmak üzere Batınîler’e vermişti. Ancak Batınîler atabeyin ölümü üzerine bu ümitleri boşa çıkardılar. Haçlıların Dimaşk’ı zapt etmesine yardım etmelerine karşılık kendilerine Sur’un verilmesi kaydıyla onlarla gizli anlaşma yaptılar. Böri bu gelişme ve Batınîlerin Dimaşk’da taşkınlıklarını arttırmaları sebebiyle, bazı mutemed adamlarıyla gizli bir plan yaptı. Bu çerçevede öncelikle vezirini ortadan kaldırdı, sonra da Batınîlere karşı şiddetli bir tenkil hareketinde bulundu (Eylül,1129). Onların Dimaşk’taki etkinlikleri böylece önemli ölçüde azaltıldı ise de Böri’ye karşı düşmanlıkları, intikamlarını alana kadar devam etti.

Haçlılar Batınî desteğinden mahrum kalmalarına rağmen ilerlemeye devam ettiler. Trablus, Antakya ve Urfa kontluğuna bağlı birleşik kuvvetler Dimaşk yakınında konakladılar. Onların Havran civarını yağmalamak üzere çıkardıkları bin kişilik kuvvet Böri’nin zamanında müdahalesiyle imha edildi (Ekim-Kasım 1129). Bu başarı Haçlıların Dimaşk kuşatmasını kaldırmalarına yetti.

1127 yılında, Selçuklu sultanı tarafından Musul valiliğine tayin edilen İmadeddin Zengi, çok kısa bir zamanda, Halep başta olmak üzere bütün Suriye’ye egemen olma mücadelesine girmiş ve Toğtegin’in ölümü de onu bu isteğini gerçekleştirme yolunda bir hayli umutlandırmıştı. Zengi’nin Halep’te idareye el koyduktan sonra, diğer Musul valileri gibi, karşı cihat ve yardım çağrısında bulundu. Dimaşk’tan beş yüz kişilik bir kuvvet gönderen Böri, Hama valisi olan oğlu Sevinç’e de kendi askerini de alarak Zengi’ye katılması emrini verdi. Zengi tarafından önce iyi karşılanan Sevinç ve adamları daha sonra tutuklandılar. Zengi böylece korunaksız bir duruma düşürdüğü Hama’ya yürüdü ve şehri kolaylıkla zapt etti (24 Eylül 1130). Böri’ye ihanet edip kendi emrine giren Hıms hakimi Kırhan b. Karaca’yı da hapseden Zengi, onu Hıms’ı teslim etmeye zorladı ise de kışın yaklaşması üzerine muhasarayı kaldırmak mecburiyetinde kaldı.

Bu sırada Halife’ye isyan etmiş olan Arap emiri Dübeys b. Sadaka, Böri’ye tâbi Serhad şehrinin ölen valisi Gümüştegin’in karısıyla evlenmek ve burayı ele geçirmek üzere ilerlerken yolunu şaşırarak Böri’nin askerlerince yakalandı. Halifenin Dübeys’i kendisine göndermesi yolundaki isteğine rağmen; Böri, Zengi’nin elli bin dinar para ve oğlu Sevinç’i serbest bırakma teklifini cazip bularak Dübeys’i ona teslim etti (1 Kasım 1131). Bu olay Halife-Sultanlar mücadelesinin dengeleri açısından önemli olup, Dübeys daha sonra Sancar’ın emriyle, Halifeye karşı serbest bırakılacaktır.

Böri hakimiyetinin başından beri oldukça başarılı bir çizgi takip ediyordu. Ancak Dimaşk’ta giriştiği Batınî temizliği dolayısıyla onların hedefi haline gelmişti. Şehirde alınmış olan bütün tedbirlere ve devamlı zırh giymesine rağmen, 7 Mayıs 1131 tarihinde bir suikaste uğramaktan kurtulamadı. Boynundan ve böğründen aldığı yaraların tesiri ile ömrünün son biri yılını hasta olarak geçirdi ve 6 Haziran 1132’de Dimaşk’ta vefat etti.

Böri’nin ölümünden sonra yerine veliaht gösterdiği oğlu Şemsü’l-Mülük İsmail geçti. Ancak hakimiyetinin hemen başında, bazı kalelere el koyma girişimi yüzünden kardeşi Muhammed ile çatışmak zorunda kaldı. İsmail onu mağlup etti ise de affederek görevinde bıraktı (Kasım 1132).

Atabey İsmail’in bundan sonraki icraatı, Toğtegin tarafından Batınîler’e verilen, ancak onların Haçlılar’a terk ettiği Banyas şehrinin geri alınması oldu. Şehrin mukavemetini kıracak teçhizatla girişilen bu kuşatma kısa sürede sonuçlandı ve Banyas yeniden atabeylik topraklarına katıldı (15 Aralık 1132). İsmail bundan sonra da Atabey Zengi’nin Haçlılar ile meşgul olmasından istifade ederek Zengi tarafından daha önce zapt edilmiş olan Hama’yı da istirdat etti (Ağustos 1133).

İsmail’in Şeyzer’i muhasara etmesi Haçlıların dikkatini yeniden Dimaşk’a çekti. Kudüs kralı Fulk’un Havran’ı yağmalamasına mukabil, Atabey İsmail de Akkâ, Nasıra ve Taberiye bölgelerine akınlar tertip etti. Haçlılar bunun üzerine Havran’dan çekilmek zorunda kalırken, Türk ordusu zengin ganimetler elde etti.

Atabey İsmail başarılı bir dış siyaset yürütmesine rağmen, sert yönetimi ve koyduğu ağır vergiler yüzünden halk tarafından pek sevilmiyordu. Bir av partisinde başarısız bir suikaste uğraması onu daha da şüpheci ve acımasız bir hâle getirdi. Atabeyliğinin bazı ileri gelenleri ve hattâ kardeşi Sevinç’i ortadan kaldıran İsmail, ölüm korkusu ile ne yapacağını bilmez bir durumda, şehri teslim etmek üzere Zengi’yi davet etti. Halkın endişeye kapılmasına yol açan bu teşebbüs, İsmail’in annesi Safvetü’l-Mülk Zümürrüt Hatun’un emriyle giderilmesine sebep oldu (30 Ocak 1135).

İsmail’in yerine kardeşi Şihabeddin Mahmud getirildi. Ancak Zengi’de bu arada İsmail’den gelen daveti fırsat addederek, hazırlıklarını tamamlayıp süratle yola çıktı. Zengi’nin şehre gönderdiği elçilere iyi muamelede bulunan Mahmud, bu davetten kendisinin mesul olmadığını beyan ederek geri dönmesini istedi. Ancak Zengi Dimaşk’ın 15 km. kadar güneyinde kamp kurup kuşatma hazırlıklarına başladı. Şehirde de gerekli savunma tedbirleri alınıyordu. Dimaşk’ın dış mahallerinde cereyan eden küçük çaplı çarpışmalardan bir netice alamayacağını anlayan Zengi, yanındaki Selçuklu meliki Alp Arslan adına hutbe okutulması şartıyla çekilmeyi kabul etti. Ancak Zengi’nin ayrılmasından sonra bu şarta uyulmadığı anlaşılıyor.Zengi’nin bu isteği, Selçuklu meliklerinin atabeylerin kendi hakimiyetlerini güçlendirmek için nasıl kullanıldıklarını da açıklamaktadır.

Bu olaydan bir müddet sonra Hıms hâkimi Humartaş, Zengi tarafından tehdit edildiği için şehri Atabey Mahmud’a teslim etmeye karar verdi. Görüşmeler neticesinde Tedmür’ün Humartaş’a verilmesi karşılığında Hıms yeniden Dimaşk atabeyliğine bağlandı. Hıms Zengi’nin Halep nâibi Savar’ın müdahalesine rağmen, kuvvetli bir garnizon ve erzak stoklarıyla takviye edildi (29 Kasım 1135). Bununla birlikte bütün Suriye’yi kendi idaresinde birleştirmek isteyen Zengi bundan sonra da zaman zaman şehri taciz etmeyi sürdürdü.

Zengi bu hayalini savaşla gerçekleştiremeyeceğine kani olunca, sulh yoluyla bazı teşebbüslerde bulunmaya karar verdi. Atabey Mahmud’a sürekli elçiler gönderen Zengi, onun annesi Zümürrüt Hatun ile evlenme teklifinde bulundu. Nihayet Zengi’nin teklifi Dimaşk’ta uzun müzakereler sonunda kabul edilirken, Hıms da Hatun’un çeyizi olarak, Musul atabeyliğine bırakıldı (31 Mayıs 1138).

Dimaşk atabeyliği ümerasından isfahsâlâr Bazvac 1137 yılı ilk baharında Türkmenler ile takviye edilmiş bir orduyla Trablus kontluğu topraklarına girdi. Trablus kontu Pons ile Bişhop Gerald’in de esir düştüğü, pek çok ganimetlerin elde edildiği bir akın düzenlendi. Emir Bazvac Temmuz 1137’de ise Kudüs krallığı topraklarından Nablus’a, iç kaleye sığınanların ancak canını kurtarabildiği ve şehrin büyük ölçüde yağmalandığı bir sefer daha düzenledi.Atabey Mahmud da Haçlıların Banyas çevresini yağmalamaları üzerine sefere çıktı, ancak Haçlılar geri çekildiği için herhangi bir savaş vuku bulmadan Dimaşk’a döndü.

Atabey bundan çok kısa bir zaman sonra Ermeni asıllı üç hizmetkârı tarafından, uyurken katledildi (23 Haziran 1139). Bu olayın isfahsâlâr Muineddin Üner ile atabeyin kardeşi Cemaleddin Muhammed’in tertibi olduğuna dair bazı ip uçları vardır.

Üner ölen atabeyin Ba’albek valisi olan kardeşi Cemaleddin Muhammed’i süratle Dimaşk’a getirterek tahta oturttu. Kendisi ise atabey tarafından vezirliğe atandı. Üner ayrıca neredeyse adetten olduğu üzere atabeyin annesi ile evlenmek suretiyle konumunu güçlendirdi. Bunun üzerine atabeyin kardeşi Behramşah Zengi’ye iltica etti. Melik’in annesi Zümürrüt Hatun da onu Dimaşk’ı zapt etmeye teşvik ediyordu. Bu müsait durumu değerlendiren Zengi hemen Dimaşk atabeyliği topraklarına girerek şiddetli bir muhasara neticesinde Ba’albek’i zapt etti (20 Ekim 1139). Buradan Dimaşk’a yürüyen Atabey, karşısına çıkan kuvvetleri mağlup edip Muhammed’e, Dimaşk mukabilinde istediği bir yeri vermek şartıyla anlaşma önerdi, ancak teklifi reddedildi. Zengi içeri soktuğu casusları vasıtasıyla sahip olmayı tasarladığı şehirde kendisine karşı şiddetli bir direniş olacağını anlayarak, kuşatmadan şimdilik vazgeçti. Atabey Muhammed bu hadiseden kısa bir süre sonra yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak 29 Mart 1140 tarihinde öldü.

Vezir Üner atabey Mahmud’un yerine onun oğlu Mücireddin Abak’ı geçirdi. Bu sayede atabeylik üzerinde zaten mevcut olan nüfuzunu arttırma imkânı buldu. Ancak Dimaşk’ta meydana gelen bu değişiklik Zengi’yi bir kere daha şehri zapt etme hususunda ümitlendirdi. Zengi’nin Dimaşk yakınlarında karargâh kurması atabeyliğin ileri gelenlerini Haçlılar ile ittifak etmeye zorladı. Üner Kudüs kralı Fulk ile, senede yirmi bin dinar ödemek ve Zengi’nin zapt ettiği Banyas’ın istirdat edildikten sonra Haçlılara terk etmek şartıyla anlaşma yaptı. Kral da bunun karşılığında Zengi’ye karşı askeri yardımda bulunacaktı. Üner’in vaat ettiği paranın bir kısmı hemen ödenirken, Zengi’yi kendileri için tehdit olark gören Haçlı liderlerinin hemen hepsi ona karşı harekete geçtiler. Banyas şehri Dimaşk, Antakya ve Trablus kuvvetlerinin müşterek harekâtı sonunda alındıktan sonra anlaşma gereği Haçlılara bırakıldı (Haziran 1140). Zengi bu durumda Ba’albek’i de tehdit altında görerek Şehrizor havalisinden getirdiği Türkmenlerle şehri takviye etti. Ancak Zengi Dimaşk’ı kuşatmaktan vazgeçmedi. Haçlı desteğine rağmen şehrin iaşe imkânlarının neredeyse yok edilmesi Abak’ı, Zengi’nin hakimiyetini kabule mecbur bıraktı. Adının Dimaşk’ta hutbede okunmasını kabul ettiren atabey bir kez daha istediği sonucu alamadan ülkesine döndü.

Zengi’nin 1144 yılında Urfa’yı fethi Avrupa’da yeni bir Haçlı seferi tertiplenmesine sebep olurken, Atabeyin 14 Eylül 1146’da şehit edilmesi ülkesinin Musul ve Halep merkez olmak üzere ikiye bölünmesine yol açtı. Dimaşk atabeyliği veziri Üner, bu durumdan yararlanarak Ba’albek’i geri aldı (Ekim 1146).

Babasının Halep ve havalisindeki topraklarına egemen olan Nureddin Mahmud, Haçlıların büyük bir tehlike oluşturmasından dolayı, kendisini Dimaşk cihetinde emniyette hissetmek istiyordu. Bu yüzden Atabey Abak ile bir dostluk anlaşması yaptı.Bu anlaşma mucibince, Üner’in Havran bölgesinde bulunan Serhad kalesini muhasarası sırasında, Nureddin Mahmud bizzât yardıma geldi. Şehrin valisi Altuntaş’ın Kudüs kralından yardım istemesi üzerine harekete geçen Haçlılar, Bara’da müttefik Türk kuvvetlerince mağlup edildiler. Bosra, ardından da Serhad atabeylik topraklarına katıldı (Haziran 1147).

Urfa’nın fethi dolayısıyla yola çıkan II. Haçlı orduları Türkiye Selçuklu topraklarında büyük kayıplar verdikten sonra kutsal topraklara ulaştıklarında hem Nureddin Mahmud, hem de Dimaşk atabeyliği ile savaşmak kararına vardılar. Zira Haçlıların Nureddin Mahmud ile savaşları; böyle bir durumda Dimaşk-Halep atabeylikleri arasındaki dostluk anlaşması gereği Abak’ın da Nureddin Mahmud’un yanında yer alması kaçınılmazdı. O halde iki düşmana karşı da savaş açılmalı idi. Haçlı ordusunun ilk hedefinin Dimaşk olması ihtimâline karşı surlar tahkim edilirken, düşmanın yolu üzerindeki iaşe imkânları da yok ediliyordu. Nihayet Temmuz 1148’de kalabalık bir Haçlı ordusu şehri muhasara etti. Emir Üner bir yandan komşu hâkimiyetlerden yardım isterken, diğer yandan da artık birer doğulu olan Hıristiyan liderlere verdiği rüşvetlerle muhasaranın gevşemesini sağladı. Dimaşk önlerinde gereğinden fazla zaman harcayan Haçlılar, yiyecek stoklarının da azalması üzerine buradan çekildiler. II. Haçlı ordusuna büyük ümitlerle katılan Alman imparatoru ile Fransa kralı ülkelerine döndüler.

Dimaşk, Halep ve Musul atabeyliği kuvvetleri, zaten Haçlılara karşı bir sefer hazırlığı içerisinde iken Trablus kontunun Toulouse kontuna karşı yardım istemesi üzerine Arima’ya yürüdüler. Toulouse kontunun zapt etmiş olduğu kale fethedilerek yıkıldı.Nureddin Mahmud Antakya bölgesinde akınlarına devam ettiği sırada, Kudüs krallığına bağlı kuvvetler de Dimaşk’a tâbi yerleri yağmaladılar. Atabey Abak hâlihazırda Musul ve Halep atabeylikleri ile barış yapmış olmasına rağmen, ilk fırsatta onlar tarafından da tehdit edileceğini biliyor ve Haçlılarla olan ilişkilerini biraz düzeltmek istiyordu. Kral III. Baudouin ile yapılan görüşmeler sonucunda iki yıllık bir barış anlaşması imzalanmış; fakat atabeyliğin güç kaybının bir göstergesi olarak da her yıl vergi ödeme şartı reddedilememişti (Mayıs 1149).Bununla birlikte Dimaşk’tan Nureddin Mahmud’un Antakya’ya karşı düzenlediği sefere de yardım birlikleri gönderilmişti.

Bu sırada kuvvetli şahsiyeti ve idare kaabiliyeti ile atabeyliğe güç kazandırmış olan Muineddin Üner 28 Ağustos 1149’da dizanteriden öldü. Atabey Abak’ın, Üner’den sonra başka bir emirin böylesine güçlenmesini istemeyerek, onun bütün yetkilerini uhdesinde toplaması Dimaşk’ta şehir reisinin başlattığı bir isyana sebebiyet verdi. Bu gelişme Nureddin Mahmud için bulunmaz bir fırsattı. Atabey bir yandan Abak’ın emirlerini kendi saflarına çekmeye çalışırken; diğer yandan da Haçlılara karşı bir sefere çıkıyormuş intibaı vererek Abak’dan bin kişilik bir kuvvet talep ediyor; böylelikle şehrin savunmasını zayıflatmayı umuyordu. Ancak Abak, Nureddin’in gerçekten böyle bir tasavvuru varsa bile, ona yardım etmesi halinde Kudüs kralı ile yapmış olduğu anlaşmayı ihlâl edeceği için olumsuz cevap verdi.

26 Nisan 1150’de Dimaşk’ı kuşatan Nureddin Mahmud, Haçlıların da yardım etmesi durumunda şehre girmenin imkânsızlığını anlayarak, hâkimiyetinin tanınması kaydıyla Abak ile anlaşma yaptı. Böylece, görünüşte Dimaşk atabeyliği Nureddin Mahmud’un tâbiyetine girmiş oluyordu.Fakat bu kadarını kâfi görmeyen Nureddin ertesi sene yeniden Dimaşk önlerinde göründü (Mayıs 1151). Bu defa şehri kesinlikle topraklarına katmak istiyordu. Ancak Kudüs krallığı askerinin yardıma gelmesi üzerine bu teşebbüsünde de başarısızlığa uğradı. Bununla birlikte Dimaşk-Kudüs birleşik kuvvetleri onun henüz bölgeden ayrılmamış olması dolayısıyla hiçbir karşı girişimde bulunamadılar.

Nureddin Mahmud ise Dimaşk’tan çekildikten sonra Temmuz 1151’de Havran’dan başlayarak şehrin yakınlarına kadar akınlar yapmaya devam etti. Birkaç başarısız huruç hareketi sonunda direnmenin mümkün olmadığını gören Dimaşk ileri gelenleri Nureddin Mahmud’un görüşme teklifini kabul ettiler. Görüşmeler sonunda atabeyin Dimaşk üzerindeki egemenlik hakkını güçlendiren, Abak’ı onun nâibi konumuna düşüren bir anlaşma yapıldı (26 Temmuz 1151).

Abak bundan sonra Nureddin Mahmud’un, Fatımîlerin elinde kalan son şehir olan Askalon’a yardım seferinde onun yanında yer almış; fakat kararsız ve tutarsız davranışlarıyla dikkat çekmişti. Askalon’un düşmesi üzerine Dimaşk’ın büsbütün tehdit altına girdiğini gören Abak, Kudüs kralı ile yeniden temasa geçti. Ancak bu teşebbüsüyle metbûnu ve bir bakıma da haddini aşmış oluyordu. Abak’ın tutumu şehirde huzursuzluk yaratırken adamları vasıtasıyla olayları yakından takip eden Nureddin Mahmud, 25 Nisan 1154 şehre girip kendi topraklarına kattı. Abak’a önce şahsi mallarını da alarak Hıms’a gitmesi için izin verdi ise de, sonradan vazgeçip Balis’i teklif etti. Bunun üzerine Dimaşk’tan ayrılan son atabey Abak, Bağdat’a giderek Halifenin himayesine girdi.1169’da vefat edene kadar burada yaşadı. Fakat Nureddin Mahmud’un Dimaşk’ı ele geçirmesi ve atabeyliğe bağlı diğer şehirlerin de teslim olmasıyla elli yıllık Böriler hanedanı tarihe intikal etti.

Dimaşk atabeyliği elli yıllık kısa siyasî hayatında Suriye ve Filistin’de kurdukları hâkimiyetler vasıtasıyla İslâm toprakları içerisine bir nifak unsuru olarak giren Haçlılara karşı bir kalkan vazifesi yaptı. Böylece Antakya’dan Kudüs’e kadar uzanan bölgenin bütünüyle Haçlıların elinde birleşmesine engel oldu. Bununla birlikte Böriler Haçlılara karşı verdikleri bu yoğun mücadelenin yanında Halep ve Musul’un Türk hâkimleri tarafından da sürekli tehdit edilmekten kurtulamadılar.

Dimaşk atabeyleri bu kadar yoğun mücadeleler içerisinde olmalarına rağmen ülkelerinde iktisadî ve sosyal kalkınmayı da başardılar. Büyük Selçuklu İmparatorluğu zamanında ivme kazanan medrese inşası geleneği atabeyliğin ileri gelenleri tarafından da devam ettirildi. Bu dönemde inşa edilmiş olan on üç medrese yanında mescitler, hamamlar ve su kanalları gibi eserlerin varlığı da bilinmektedir.

Dericilik ve kumaş dokumacılığı Dimaşk’ta çok gelişmiş olan iş kollarından idi. Her zenaat erbabının şehirde ayrı çarşıları bulunmakta idi. Böriler zamanında Dimaşk’ta buğday sapından kâğıt yapılan bir imâlâthane ile cam ve demir eritme fırınlarının varlığı atabeyliğin iktisadî seviyesi hakkında bir fikir vermektedir. Dimaşk’ın ayrıca etrafındaki zengin su kaynakları dolayısıyla canlı bir ziraat hayatı vardı.

Kısaca söylemek gerekirse Toğteginliler de Büyük Selçukluların halefi olan diğer atabeylik ve beylikler gibi, yüksek bir medenî gelişmenin temsilcileri olarak, Türk ve İslâm tarihinde son derecede önemli bir rol oynadılar.

Doç. Dr. Gülay Öğün BEZER

Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 4 Sayfa: 846-855

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.