Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Bölüm: 26 Umut Ve Kırgınlık

0 13.894

Gök Türk ordusu büyük doyumluluklarla Ötüken’e dönüyordu. Çin duvarı aşıldıktan sonra sınırdaki Çin kumandanlarının çıkardığı ordu tepelenmiş; birçok mal, davar ve tutsak alınmıştı.

Onbaşı Urungu’nun içinde gizli bir sevinç vardı. Bu sevincin nereden geldiğini düşünüyor, bulamıyordu. O da herkes gibi mal çarpmış, zengin olmuştu. Fakat bu yalancı dünyanın malı ile sevineceği asla aklına gelmediği için gönlündeki genişliğin sebebini bulur gibi oldu, buldu ve dudaklarından belirsiz birkaç söz döküldükten sonra yüzü kıpkırmızı oldu.

Urungu, farkına varmadan Ay Hanım’ı düşünürken ona vaktiyle yaptığı evlenme teklifini, Ay Hanım’ın da reddedişini hatırladı. Kağan kızı o zaman kendisini “karabudundansın” diye çevirmiş, fakat sonra bir Gök Türk tegini olduğunu öğrenmişti. Şimdi her halde fikrini değiştirmiş olmalıydı. Urungu, birdenbire içinde derin bir bahtıyarlık dalgalanması olduğunu duydu. İşte, hayaline getiremiyeceği kadar zengin de olmuştu. Şüphesiz, bu şartlar altında Ay Hanım’ın karşısında yere diz vurursa başka türlü karşılanırdı. Fakat Urungu’nun yüreğindeki sevinç uzun sürmedi: Kendisinin kim olduğu gizli kalacağı için Ay Hanım onunla yine evlenmezdi. Sonra Dokuz Oğuzlar ne derdi?

Fakat Kür Şad’ın oğlu içinden gelen sese uyacaktı. Ötüken’e varır varmaz kuzeye doğru gidip kağan kızını bulacak, yeniden evlenme teklifi yapacaktı.

Gök Türk ordusu Ötüken’e bir bayram görünüşü içinde vardı. İlteriş Kağan şimdiye kadar yaptığı savaşların en büyüğünü kazanmıştı. Şimdi beğlere ulu bir şölen veriyordu. Her yanda davullar çalınıyor, kımızlar içiliyor, gençler güreşiyor, yiğitler at yarıştırıyordu.

Urungu eğlencelere katılmadı. Oğlu Taçam andası Yüzbaşı Börü’yü gördükten sonra yanına bolca azık alarak kuzeye doğru yola çıktı.

İlk günün sevinci geceleyin sona erdi. Ertesi sabah tasaya benzer bir duygu, anlaşılmaz bir ürkeklik sezinledi. Üçüngü gün içindeki kıpırdanışların korkuya benzer bir hal aldığını anladı.

Bunca tehlikelerin içinde yaşamış, ölüme göz kırpmadan bakmış olan Urungu bu korkuya benzer duygudan rahatsız oldu. Fakat onu içinden atmağa imkân yoktu.

Ay Hanım’a yaklaştıkça yürüyüş hızını azaltıyor, yollarda kendisini eğlendirecek, alıkoyacak sebepler bulunuyordu. Hatta bir geyiği kovalamak bahanesiyle doğuya doğru epey kaydığının farkındaydı.

Bir gün apansızın bir yaralıyla karşılaştı. Böğründen bir okla vurulmuş olan bu adam bir Kıtay’dı. Yerde yatıyor, baş ucunda atı bekliyordu. Urungu yere atlıyarak yaralının başını koluna aldı ve kımız çamçağını ağzına dayadı. Kıtay’da artık hayır kalmamamıştı. Ancak bir iki yudum içebildi. Soluğu kesilerek:

– “Beni sizden biri vurdu” dedi.

İlteriş Kutluk Kağan, Kıtaylarla yedi defa savaşarak onlara baş eğdirmiş, vergiye başlamıştı. Hatta bu savaşlara Urungu da katılmıştı. Şimdi, Kıtaylarla barış içinde yaşandığı bir günde bir Gök Türk’ün onu vurması tuhaftı.

Urungu, işi anlamak istediğinden çok, yaralı Kıtay’a bir şey söylemiş olmak için:

– “Niçin vuruştunuz” diye sordu.

Öteki güçlükle konuşarak:

– “Bilmiyorum” diye cevap verdi ve hafifçe inledi.

Urungu’nun merakı uyanmıştı:

– Bilmeden nasıl vuruştun?

– Aramızda bir vuruş bile olmadı. Şurada yere oturmuş, ağlıyordu. Niçin ağladığını sordum. Yaram sızlıyor dedi. Dağlamak için yanına indim. Yaram gözükmez, gönül yarası dedi. Buna kamlar karışır dedim. Atıma atladım. Gidiyordum. Sıçrıyarak atımı tuttu. Sevgi mi üstündür, öç mü dedi. Öç dedim. Sevgiyi üstün tutmak olmaz mı diye sordu. Böyle şey er kişiye yakışmaz dedim. Hemen yay çekip beni vurdu. Sonra bağıra bağıra batıya doğru at sürdü.

Urungu’nun kaşları çatıldı. Gözleri istemiyerek batıya çevrildi: “Ufkun ardında Ay Hanım’ın yurdu” vardı. Hüzünlü bakışları bir zaman oraya takıldıktan sonra Kıtay’a:

– “Seni ne zaman vurdu” diye sordu.

Yaralı uzun uzun göğe baktıktan sonra “dün” dedi ve artık hiçbir şey söylemedi. Göğe takılı bakışları donuklaştı. Başını sağa çevirerek öylece kaldı. Ölmüştü.

***

Atının üstünde yavaş yavaş batıya doğru ilerliyen Urungu gönlünde bir ağırlık duyuyordu. Şu boşu boşuna öldürülen Kıtay’a acımıştı. Nice ölümler görmüş, nice acıları içine sindirmiş olan Urungu için bu bir tek ölümden duyulan acı anlaşılmaz bir şeydi. Tanımadığı bir Kıtay için böyle üzülmek…. Acaba yüreği mi yufkalaşmıştı? Bu düşünce onu biraz uyarır, sarsar gibi oldu ve o zaman duyduğu acının bu ölümden değil, ölenin anlattıklarından geldiğini anladı: Sevgi mi üstündür, öç mü? Öç! Sevgiyi üstün tutmak olmaz mı? Böyle şey er kişiye yakışmaz!…

Gök Türk onbaşısı, Kıtay’dan erlik dersi mi alacaktı? Birdenbire düşünce yığınları altında ezileceğini anlıyarak atını tepti ve dörtnala her şeyi unutmak istedi. Unuttu da… Görmeden bakıyor, bilmeden gidiyordu.

Sonra, ansızın atını yavaşlattı. Ufka bakarak güneşin batmak üzere olduğunu gördü. Ne kadar zaman yol aldığını bilmiyordu. Fakat bulunduğu yeri tanımış, Ay Hanım’a yaklaştığını anlıyarak yüreği hızla çarpmıştı. Ona ulaşmak için yarım günlük yolu vardı. Şimdi ne yapacaktı?

Bir an bunu düşündü. Kararsızlık içinde sıkılırken geniş bozkırda dalgalanan bir at sesiyle başını çevirdi: güneyden doludizgin bir atlı geliyordu. Bunu doludizgin bir gidiş denemezdi. Sanki ardından canına susamış bir ordu geliyormuş gibi at koşturuyor, yolları geçerek değil, yırtarak yaklaşıyordu.

Urungu bütün bozkırlılar gibi tetikte olmakla beraber atının üstünde kıpırdamaksızın duruyor, onun yaklaşmasını bekliyordu.

Dizgin boşaltan adam yaklaştı, yaklaştı. Urungu’nun tam önünde atını şahlandırarak durdu ve yüzü gözü kan içinde, giyimleri toz toprak içinde, bir er öfkeyle bağırdı:

– De bakalım bahadır! Sevgi mi üstündür, öç mü?

Urungu’nun bakışlarını keskinleştirdi. Kana ve toza bulanmış bir yüz altında Deli Ersegün’ü tanıdı. Tok, fakat üzüntülü bir sesle:

– “Bu soru adam öldürmeğe değer mi” diye cevap verdi.

Ersegün başını kaldırarak yanı başına kadar geldi. Hayretle:

– “Onbaşı! Sen misin” dedi.

Urungu, Deli Ersegün’ün ele, avuca sığmaz bir çocuk olduğunu bilmiyor değildi. Fakat şimdi onda olağanüstü bir hâl olduğunu da muhakkaktı. Belâ arıyor gibi bakışları vardı. Öfkeli sesiyle:

– “Kıtay ölmüş mü” diye sordu.

– Niçin öldüğünü bilmeden öldü.

Ersegün yorgunluktan değil, öfkeden, delilikten çılgınlıktan soluyordu. Urungu da buraya belâ aramak için gelmişti. Fakat o, belâ aradığını gösterişle belli etmiyor, bağırmıyor, delirmiyordu.

Ersegün’ün garip sorusundaki sebebi anlamak kendi içindeki bir düğümü de çözecekti. Deli çocuğa:

– “Sevgi ile öcü niçin ölçüştürüyorsun” diye sordu, “bunlar kılıçla ok gibi ayrı şeylerdir. İkisinin de üstün olduğu zaman vardır.”

Ersegün’ün kanlı gözleri kıvılcım gibi parladı. Bağırarak:

– “Gönlümdeki kördüğümü çözmek istiyorum” dedi.

Urungu, kaşları çatılarak sordu:

– Gönlünde ne var?

– Güzel bir kız seviyorum.

– Bunun için suçsuz Kıtay öldürülür mü? Gider alırsın.

Urungu bu sözleri ciddiyetle söyledikten sonra Ay Hanım’ı hatırladı ve acı acı gülümesedi. “Gider, alırsın” derken gayet samimiydi. Fakat işte kendisi de aynı durumda olduğu halde gidip alamıyordu. Ersegün’ün bir beğ olduğunu düşünerek acı gülüşünü bıraktı ve:

– “Sen yüce bir beğsin. İstediğin kızı alabilrsin” dedi.

Deli Ersegün’ün yüzü bir tipi gibi karıştı:

– Ben beğim ama o da han kızı. Hem de babamı öldürmüş olan bir han kızı…

Urungu her şeyi anlamıştı. Şimdi onun yüzü bir tipi gibi, kasırga gibi olmuştu.

– “Ay Hanım’dan mı bahsediyorsun” diye sordu.

Öteki bağırıyordu:

– Ne sandın ya onbaşı? Kağan kızının karşısında beğlik söker mi? Hem de kılıç kullanan, erleri yenen, öldüren, yaralıyan kağan kızı…

Urungu artık işitmiyordu. Erleri yaralıyan kağan kızından söz açılınca kendi yarasını da hatırlamıştı. Ama bunun, omuzuna saplanan ok yarası mı, yoksa gönlüne saplanan sevgi yarası mı olduğunu ayıramıyordu.

Birdenbire içinin büyük bir acıyla yeniden sızladığını duydu. Bütün acılar karşısında yaptığı gibi dimdik durarak karşısındaki genç beğe baktı ve:

– “Buraya, bana bunları söylemek için mi geldin” diye sordu.

– Hayır, Ay Hanım’ı istemek için geldim.

Urungu’nun gözleri dumanlandı:

– Ne diye ona gitmiyorsun da çevrede dolaşan suçsuzlara saldırıyorsun?

– Babamı öldüren kıza gönül vermek alçaklık olmasın diye korkuyorum.

– Baban tuzakta, pusuda değil, savaşta öldürüldü. Kişi çadırda doğar çayırda ölür. Tanrı’nın koyduğu yasaya karşı gelinmez.

Deli Ersegün’ün sinirli yüzü gülümsedi:

– Güzel dedin be onbaşı! Öyleyse bu geceden tezi yok. Gidip isteyelim.

– Git iste!

– Sen benimle gelmez misin?

– Hayır!

– Neden be onbaşı? Bana bunca us verip yol gösterdin. Gelsen iyi olurdu.

Urungu, atını güneye çevirmişti:

– “Bir beğ, bir kağan kızını isterken karabudundan birisi araya giremez” dedi.

***

Gece inerken bozkırda delicesine koşturulan atların nal sesleri göğe yükseliyordu. Genç bir atlı, bahtıyar bir gülümseme ile kuzeye doğru at koştururken, geçkin bir atlı onun tam aksine uçuyor, mesafeleri yırtarak Ötüken’e doğru gidiyor, boyuna mahmuzlanan eşkin atın görülmemiş bir hızla ileriye atılışı gitgide daha korkunç ve daha tehlikeli bir hal alıyordu..

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.