Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Birinci Dünya Harbinde Irak Cephesinde Türk-İngiliz Mücadelesi

0 18.925

Dr. Öğ. Kd. Alb. Zekeriya TÜRKMEN

A. I. Dünya Savaşına Uzanan Süreçte Irak Coğrafyasında Yönetim-Toplum ilişkileri ve Irak’a Yönelik Sömürgeci Devletlerin Politikalarına Bir Bakış

Türklerin, Irak coğrafyası ile ilk tanışmaları Abbasî Halifeliği dönemine rastlar. 9. yüzyılın başlarından itibaren Abbasî ordularında görev alan Türkler, önceleri Bağdat yakınlarındaki ordugâhlara yerleştirilmişler; zaman geçtikçe sadece Abbasî ordusunda değil, devlet yönetiminde, bürokratik alanlarda etkin roller üstlenmişlerdir.[1] 11. asırda Büyük Selçuklu Devletine bağlı Irak Selçukluları yönetiminde bulunan ve Irak-ı Arap adıyla anılan coğrafya, IV. Murat döneminde imzalanan Kasr-ı Şirin antlaşmasından (1637) sonra yaklaşık 300 yıl (30 Ekim 1918) Osmanlı idarî ve mülkî yönetiminde Irak/Bağdat eyalet/vilayeti olarak halkın huzur ve güvende yaşadığı bir coğrafya olmuştur.

Irak coğrafyası İslamiyet’in ilk fetih yıllarında (7. yüzyıl ortaları) İslam devlet yönetimine girdiğinden 16. yüzyılda Osmanlı idaresine bağlanmış olmasına rağmen mirî (tımar sistemi) rejimi burada uygulanamamış; bundan dolayı da merkezî otorite tam anlamıyla kurulamamış, ancak 1864’teki vilayet kanunuyla yapılan düzenlemelerden sonra Irak coğrafyası idarî-siyasi anlamda denetim altına alınabilmiştir.[2] Etnik ve dinî açıdan bakıldığında, tarih boyunca Irak’ın güney kesiminde Şiî-Araplar, kuzeyinde ise Sünni/Şiî Türkler çoğunluğu teşkil etmiştir. Diğer yerel unsurların nüfusu ise azınlıkta kalmıştır.[3]

Osmanlı Devleti, 1914 yılı istatistik rakamlarına göre, 1.937.900 km2’lik yüzölçümüne sahip, tahminlere göre 26.372.000 nüfusu barındıran bir ülke konumundadır. Musul, Bağdat ve Basra vilayetlerinin dahil olduğu Irak arazisi 326.300 km2’lik bir alandır ve bu coğrafyada 2.403.000 nüfus yaşamaktadır.[4] Bu dönemle ilgili nüfus hakkında tahmini hesaplamalar yapıldığından rakamlarda çelişkiler olabilmektedir.[5] Nitekim bir başka araştırmada Irak’ın genel nüfusu 3.650.000 gösterilmektedir.[6] 19. yüzyılda iktisadi, siyasi, askerî ve toplumsal alanda büyük sorunlarla baş etmesine rağmen Osmanlı Devleti, uluslararası alanda yine de etkinliği olan bir devlet konumunda idi. 1881 yılında iktisadi yönden iflasını ilan eden devletin, 1914 yılındaki dış borçlarının itibari kıymeti 162.000.000 (162 milyon) Osmanlı lirası olarak tahakkuk etmiş; gelir-gider dengesindeki uçurum daha da açılmış; paranın diğer ülke paraları karşısındaki değeri düştüğünden alım gücü de azalmıştır. Birinci Dünya Harbine tekabül eden yıllarda ihracat ithalat dengesi bozulmuş; ithalat ihracatın hemen hemen iki katına yaklaşmıştır.[7] 1914’ten 1918’e uzanan dört yıllık harp boyunca Almanya’dan alınan avanslarla birlikte dış borç 476.900.000 Osmanlı lirasına ulaşmıştır.[8] Öte yandan harp ekonomisi, üretim-tüketim ilişkilerini derinden etkilemiş; fiyat artışları fakir halkı derinden sarstığı gibi, üretimdeki durgunluk zorunlu ihtiyaç maddelerinin teminindeki sıkıntıyı daha da artırmıştır. Özellikle iaşe meselesinin çözümlenmesi konusu savaş yıllarının başlıca sorunu haline gelmiştir.[9]

Sanayi Devriminin ardından 19. yüzyılda devletler arasında giderek artan ekonomik çıkar savaşları, buna bağlı Avrupa’nın büyük devletlerinin sömürgeci politikaları, Osmanlı Devleti gibi hammadde kaynakları üzerinde bulunan, gelişmemiş bir sanayiye sahip devletleri hem pazar, hem de işgal amaçlı hedef haline getirmiştir. Sahip olduğu zengin petrol kaynaklarından dolayı Irak coğrafyası, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren emperyalist devletlerin ilgi alanı olmuştur. Başta İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeler, Orta Doğu’ya yönelik siyasetlerinde Osmanlı Devleti idaresindeki Irak coğrafyasının petrol kaynaklarına sahip olmak için çok yönlü politika uygulayarak harekete geçmişlerdir. Irak’ın kuzeyinde yer alan Musul-Kerkük coğrafyası zengin petrol kaynaklarıyla sanayi devrimini gerçekleştiren Avrupa devletlerinin iştahını kabartan bir mekan olmuştur.[10]

Irak coğrafyası, 19. yüzyılda Hindistan’da denetimi ele geçiren İngiltere’nin Orta Doğu politikasının esası olan petrol kaynakları bakımından ekonomik, hem de doğu ile ulaşım bağlantısı açısından stratejik önem taşıyan sömürgesi Hindistan’ı güvencede tutmak için elde tutulması gereken önemli bir jeopolitik hedef idi.[11] Gerçi Birinci Dünya Savaşı öncesi Avrupa’nın sömürgeci devletleri arasında yapılan gizli protokollerde paylaşımı güç mekanlardan biri olarak Irak coğrafyası olmuştur. Ancak geleceğin önemli enerji kaynağı olan petrolü ele geçirme hırsından kaynaklanan gizli antlaşmalarda Irakla ilgili çeşitli senaryolar gündeme getirilmiştir. Osmanlı hükümetleri çıkarılan kanunlarla Musul ve Bağdat petrollerini Hazine-i Hassa idaresine bağlayarak padişahın mülkü haline getirmiştir.[12] Bölgeyi Osmanlı idaresinden koparmak için başta İngiltere, Fransa olmak üzere Osmanlı Devleti’nin müttefiki Almanya dahi araştırmacı görüntüsü altında casuslar göndererek yerel halkı kendi yanına çekmeye gayret etmiştir. Özellikle 1900’lerin başlarından itibaren bölgede giderek artan arkeolog ve doğa bilimcilerinin asıl hedefleri, mensubu oldukları devletlerin ihtiyacı olan petrol kaynaklarının yerlerini tespit etmeye yönelik çalışmalar yapmaktı.

B. Irak Cephesinde Harekât Bölgesinin Coğrafî Durumu ve iklimi

Coğrafî terim olarak Irak; Şam Çölü ile İran sınırı arasında kalan yaklaşık 200 km eninde, Basra Körfezinden kuzeybatı istikametine ortalama 700 km uzunluğundaki bölgedir. Irak adı 1921’den itibaren uluslararası hukukta devlet adı olarak kullanılagelmiştir.[13]

Osmanlı dönemi kaynaklarında Irak-ı Arap olarak adlandırılan bölge, Dicle, Fırat havzasında tarihteki Mezopotamya’yı (Verimli Hilal) içine alır ve Basra Körfezine kadar uzanır. Irak-ı Arap bölgesinde nehirlerin etrafında tarım alanları mevcuttur. Dicle Nehrinde nehir gemileriyle taşımacılık da yapılmaktadır. Bağdat’tan Basra’ya kadar yolcu taşıyan Linç kumpanyasına ait vapurlar düzenli seferler yaparak hem yolcu, hem de malzeme taşıyarak ticarî hayata da canlılık getirmiştir. Arazinin diğer bölümleri ise çöldür. Basra’dan Bağdat’a kadar olan kesimde rakım, genelde 30-40 metre arasında değişmektedir. Dicle ve Fırat nehirleri boyunca uzanan arazide 1 -7 kilometrelik bir arazi taşkın mevsimlerinde (yağmurun çok yağdığı kış ve ilkbaharda) sular altında kalmakta; Kurna ile Basra arasındaki kesim ise tamamen bataklıklarla örtülü konumdadır.[14]

Kuzeyinde karasal iklim, batı ve güneyinde ise çöl iklimi görülmektedir. Kasım-Nisan ayları arasında yağış alan Irak’ta bu dönemde nehirlerde sıkça taşkınlar ve sel felaketi yaşanır. Bundan dolayı Mezopotamya havzasında bataklıklar pek çoktur; bu ise bulaşıcı hastalıklara özellikle de sıtmaya yol açan bir durumdur. Diğer taraftan yöre halkının zorunlu su ve temizlik ihtiyacını Dicle ve Fırat’tan karşılaması kolera hastalığına da yakalanma riskini artırmıştır.[15] VI. Ordu Sıhhiye Reisi vekili olan Tabip Yüzbaşı Abdülkadir (Noyan) Bey, bölgede temizlik konusuna yeterince önem verilmediğinden kolera ve sıtma gibi hastalıkların yoğun olarak görüldüğünü belirtir.[16] Temizliğe yeterince önem verilmemesinden dolayı bulaşıcı hastalıklar kısa sürede geniş alanlara yayılabilmektedir. Çöl iklimine sahip olan bölgede sıcaklık Nisan ortalarında artmaya başlar Temmuz-Ağustos aylarında tahammül edilmez bir hal alır ve gölgede 50 dereceyi aşar; bu dönemde gölgede sıcaklık ortalaması 46 dereceye ulaşır. Bu bakımdan yaz döneminde askerî harekâta kalkışmak oldukça külfet gerektiren bir durumdur. Irak’ın güney kesiminde yaz mevsiminde düzenlenecek askerî harekâtta bu yüzden geceleyin yapmak tercih edilir.[17]

Arazi genel olarak kuzeyden güneye, doğudan batıya alçalan, kuzey ve kuzeydoğu kısımları dağlık, batı ve güneybatı kesimleri çöl, orta ve güney bölgeleri ise içinden geçen Fırat ve Dicle nehirlerinin meydana getirdiği geniş bir çöküntü görünümündedir. Fırat ve Dicle Nehirleri Irak topraklarını kuzey-güney istikametinde bölerek, Kurna Mevkiinde birleşip Şattü’l-Arap adını alarak Basra Körfezine dökülür.

C. Harekât Bölgesinin Jeopolitik ve Stratejik Önemi

Osmanlı Devleti’nin üç vilayetini (Musul, Bağdat ve Basra) içine Irak-ı Arap bölgesi, jeopolitik ve stratejik bakımdan son derece önemli bir konuma sahipti. Yaklaşık 11 asır Türk egemenliğinde kalmış olan bu coğrafya, iktisadi ve stratejik öneminden dolayı Alman- İngiliz rekabetinin en yoğun yaşandığı bir bölge olmuştur.

Irak bölgesi, Orta Doğu’yu Uzak Doğu’ya bağlayan yolların üzerinde yer almasından dolayı, Arap yarımadasını kuzeyden kontrol etmek isteyenlere avantaj sağlayacak bir konumdadır. Basra, Körfez’den yani Hindistan istikametinden yapılacak bir askerî harekâtın başlangıç noktası olma özelliğine sahiptir. 19. yüzyılda petrolün en çok bulunduğu yerlerden biri olması, Irak’a sömürgeci devletlerin ilgisini artırmıştır. Irak’ta, özellikle Musul vilayeti, büyük güçlerin, petrol arama ve işletme imtiyazları elde etme yarışına giriştikleri bölge olmuştur. II. Abdülhamit döneminde temelleri atılan, Osmanlı-Alman yakınlaşması sonunda Berlin-Bağdat demir yolu yapım işinin Almanlara verilmesi Irak bölgesinde Alman etkisinin artmasına yol açmıştır.[18] Bu sırada İngilizler de bölgeye gönderdikleri biyolog, tarihçi, diplomat, zoolog vs. meslek gruplarından casuslar aracılığıyla kendi siyasetlerini kalıcı kılmaya, diğer taraftan küçük menfaatler temin ederek bölge halkı üzerinde -özellikle de aşiret reislerinde- İngiliz hayranlığını artırmaya gayret etmişlerdir. Hatta İngiltere bölgeye gönderdiği Yüzbaşı WHI Shakespeare aracılığıyla daha 1910’larda Basra Körfezi civarında tampon bir Vahabî devleti kurmayı ve onun aracılığıyla doğal kaynakları kullanmayı düşünmüştür.[19] Aslında İngiltere, petrol bakımından çok zengin olan bu bölgede işi şansa bırakmak istememiştir. Nitekim uzun yıllardır Irak ve Hicaz coğrafyasında uzun yıllar faaliyet gösteren ünlü kadın casus Gertrude Bell kendisine aşkla bağlanan aşiret reisleri üzerinde çok büyük etkiler bırakmış, İngiliz idaresine karşı önemli bir ilgi-alâka uyandırmıştır. Bu sırada bir yandan Kuveyt Emiri, diğer yandan İbn-i Suud ve Basra’da Seyyid Talip ile görüşülerek bu bölgede güçlü bir aşiret çoğunluğunun İngiltere’yi desteklemesi sağlanmıştır.[20]

Ç. İngilizlerin Irak’a Yönelik Askerî Harekâtı

19. yüzyılda petrolün en çok bulunduğu yerlerden biri olması, Irak’a sömürgeci devletlerin ilgisini artırmıştır. Irak’taki petrollerin işletilmeye başlanması ve Almanların elde ettiği imtiyazlar, İngilizleri harekete geçirmiştir. İngiltere, Basra körfezi sahillerinde elde ettiği petrol imtiyazını yeterli görmüyor; Arap kabilelerini de yanına çekerek daha kuzeydeki petrol sahasına da egemen olmak istiyordu. Alman nüfuzunda inşa edilmeye başlanan Bağdat demir yolunun Hindistan’daki İngiliz varlığını tehdit edebileceği endişesinin yanı sıra asıl önemli husus, Irak’ta zengin petrol yataklarının varlığı idi. Petrol aslında İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne karşı izlediği siyaseti yönlendiren en önemli etkenlerden biriydi. 1914’lerde İngiliz Hükümeti, Basra Körfezi ile Güney Irak’a müdahale ederek Bağdat’ın ele geçirilmesinden şu faydaları sağlamayı umuyordu[21]:

  1. Osmanlı Devleti ile müttefiklerinin Irak ve İran petrollerinden faydalanmalarına engel olunacak,
  2. İran üzerinden güneye inecek Rus Kafkas Ordusu ile birleşerek, Türklerin Irak-Suriye ve Kafkas cephelerinin gerilerine düşülecek, böylece Türk Ordusu’nun imhası sağlanacak,
  3. Arap Yarımadası’ndaki Arap emirlikleri üzerinde kurulan İngiliz etkisi pekiştirilecek,
  4. Irak’taki Arap kabileleri Osmanlı Devleti aleyhine ayaklandırılacak, bölgedeki birliklerin lojistik tesislerine ve ikmal üstlerine saldırılar düzenlenecek,
  5. Türk Ordusunun Irak ve İran cephelerinden Hindistan’a ulaşma, Hindistan’daki Müslüman halkı ayaklandırma düşünce ve tehlikesi bertaraf edilecek,
  6. Osmanlı padişahı tarafından ilan edilen Kutsal Cihat (Cihâd-ı Mukaddes)’ın etkisiyle Arabistan, İran, Afganistan ve özellikle Hindistan’daki Müslümanların harekete geçmeleri önlenecek,
  7. Alman denizaltılarının, Basra Körfezi’nde üslenip Hint Denizi’ni kontrol etmelerinin önüne geçilecek,
  8. İngilizlerin, Güney Irak’a egemen olmasıyla, Kuzey Irak ile Doğu Anadolu’daki Kürt, Nasturi, Süryani ve Ermenilerin ayaklanmaları sağlanacaktı.

İngilizlerin Irak Cephesini açmalarının bir değer nedeni ise İttifak Devletlerinin Hindistan’a yönelik bir harekâtının önünü kesmekti. Britanya Krallığı’nın bu öngörüsünü, askerî stratejide”dolaylı tutum” olarak bilinen ve düşmanın dengesini bozmak suretiyle yenilgiye uğratılmasını öngören strateji çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Bu harekâtla ayrıca İngilizlerin Çanakkale yenilgisiyle kaybetmiş oldukları psikolojik üstünlüğün yeniden ele geçirilmesi amaçlanmıştı. Görüldüğü üzere İngilizlerin Irak seferi, onlara askerî açıdan olduğu kadar, politik ve ekonomik yönlerden stratejik çıkarlar sağlamayı hedefliyordu.

Osmanlı ordularını ıslah için gelen Alman askerî heyetlerinin çalışmaları sonucu[22] imzalanan 2 Ağustos 1914 tarihli Türk-Alman gizli ittifak antlaşmasının[23] hemen ardından ertesi günü (3 Ağustos 1914) Türk orduları seferber duruma geçirilmişti. 25 Eylül 1914 tarihine gelindiğinde -seferberlikten 53 gün sonra- her alanda görülen büyük eksikliklere rağmen ordunun yığınaklanma planları, iaşe ve ikmal konuları büyük ölçüde tamamlanmış kabul edildi.[24] Bağdat’ta konuşlu bulunan IV. Ordu Müfettişliği[25], seferberliğin ilanından sonra yeniden düzenlendi ve Irak ve Havalisi Genel Komutanlığı adını aldı. Irak ve Havalisi Genel Komutanlığına Mirliva Cavit Paşa[26] atandı.[27] Savaşın başında Irak’ta bulunan Türk kuvvetlerinin mevcudu 38. Piyade Tümeni (8 taburlu), 6 hudut taburu, 9 seyyar jandarma taburundan ibaretti. Ayrıca Marmaris gambotuyla altı silahlı motor ve altı nehir vapurundan oluşan bir de nehir filosu vardı. Irak ve Havalisi Genel Komutanlığının 1914 Eylül sonundaki personel mevcuduna bakıldığında idari personel dâhil 23.334 kişiydi. 15.963 tüfek, 3 ağır makineli tüfek, 36 top ve 1.099 koşum hayvanı bulunuyordu. Irak’taki ordu birliklerinde Martin, Mavzer ve Şinayder marka piyade tüfekleri bunuyordu ve her bir tüfeğe 211 mermi düşecek kadar cephane mevcuttu. Son derece kısıtlı olan toplar için de top başına 110 mermi düşmekte idi. Irak cephesindeki birliklerimiz personel ve silah bakımından son derece yetersiz durumdaydı.[28] Kaynaklar, ordunun o sırada donatım ve giyim kuşam yönünden de yetersiz olduğunu belirtmektedir.

İngilizler, Irak bölgesinin önem kazanması üzerine Avrupa’ya gönderilmek üzere Hindistan’daki takviyeli 16. Tugayı, 23 Ekim 1914 tarihinde Bahreyn adasına gönderdi.[29] Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eden İngiltere, 6 Kasım 1914 tarihinde Şattü’l-Arap Havzası’ndaki/ kıyılarındaki Fav mevkiine asker çıkararak Irak harekâtını başlatmış oldu.

D. Kutü’l-Ammare Kuşatmasına/Muharebelerine Kadar Irak Cephesindeki Gelişmeler

Mahmut Şevket Paşa’nın sadrazamlığı döneminde (Ocak-Mayıs 1913) müttefik arayışında bulunan Osmanlı idarecileri gelecekte İngiltere’nin yanında yer almayı düşünmüşler bu amaca hizmet eder düşüncesiyle Basra Körfezinin batı kesiminde küçük bir takım üsler İngiltere’ye verilmiştir. Hindistan yolunu emniyete almak, diğer yandan petrol bölgesine yönelik yakın gelecekte yapılması muhtemel harekâtta ordularını desteklemek isteyen İngilizler, Bahreyn, Katar ve Kuveyt’te konuşlandıkları arazide aşiret reisi şeyhlerle yakın ilişkiler kurarak her geçen gün daha fazla yığınak yaparak silah, teçhizat ve personel yönünden bölgedeki kuvvetlerini artırdılar.[30] O sırada Musul valisi bulunan Süleyman Nazif Bey, Basra’da bulunan Irak ve Havalisi Komutanı Cavit Paşa’ya 4 Ağustos 1914’te gönderdiği bir yazıda, özellikle Basra Körfezi’ndeki aşiret reislerine güvenilemeyeceğini hatırlattıktan sonra, İngilizlerin yanında yer alan bu şeyhlerde ne din gayreti ne de milliyet haysiyeti bulunmadığını ifade ederek uyanık davranmasını öğütlüyordu.[31] Orta Doğu’nun petrol zenginliklerine sahip olmak, üzerinde güneş batmayan İngiliz İmparatorluğunun egemenlik sahasını daha da genişletmek düşüncesinde olanların planlayıp hazırladıkları kurtlar sofrası kurulduktan sonra”Büyük Oyun” böylece sahneye konuldu.

İngiltere’nin Irak’ı işgale yönelik girişimlerini yakından takip eden Hindistan Politik Sekreteri Sir Percy Cox 8 Ekim 1914 tarihinde Bombay’dan Londra’ya gönderdiği raporunda;”Bugün Bahreyn sevkiyatı başladı. Bana göre İran körfezine asker göndermek ve Türkiye ile savaşmak asla lehte bir olay değildir… Bana göre bizim aleyhimize bir durum ortaya çıkacaktır. Şattü’l-Arap’ta zayıf duruma düşeceğiz, yerel güçler bize düşmanca tavır alacaktır,”[32] diyordu. Bütün bunlara rağmen, İngiliz hükûmeti kararından vazgeçmemişti. İngiliz öncü birlikleri 3 Kasım 1914 günü Fav açıklarına geldiler, buradaki hudut taburu gelişmeleri 38. Tümen Komutanlığına bildirdi. 6 Kasım günü çıkarılan İngiliz öncüleriyle Türk ordusuna bağlı hudut birlikleri arasında ilk sıcak çatışma karşılıklı top ve tüfek atışlarıyla başlatılmıştır. 16. İngiliz Tugayı, 8-10 Kasım 1914 tarihleri arasında gemilerle Şattü’l-Arap’a girerek kuvvetinin büyük kısmını Abadan’ın güney kıyılarına çıkarmıştı. Basra’yı savunmak isteyen Türk kuvvetleri ise, İngiliz birliklerinin ve özellikle nehir filosunun üstün ateş gücü karşısında ağır zayiat vererek kuzeye doğru çekilmişlerdi.[33]

Kuvvet kaybından doğan hassasiyet nedeniyle, Irak ve Havalisi Genel Komutanı Cavit Paşa, mevcut kuvvetlerle daha iyi koşullarda muharebe edebilmek maksadıyla, Basra’yı savunmaktan vazgeçip elindeki çok zayıf Türk kuvvetleriyle taktik geri çekilme planını uygulamaya koyarak Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği Kurna bölgesine geri çekilmiştir. Cavit Paşa, bu sırada İngilizleri Basra’ya davet eden kimi Arap aşiretlerini Bağdat’taki üst komutanlığa şikâyet etmiş, mücadeleyi sürdürebilmesi için kendisine takviye kuvvet gönderilmesini istemişti. Bu talebi olumlu karşılanmış bir alay ile bir makineli tüfek bölüğü gönderileceği bildirilmiş, ancak talep edilen kuvvetler zamanında bölgeye ulaştırılamamıştı. Ayrıca Başkomutan Vekili Enver Paşa tarafından yerli halktan yararlanmak amacıyla Hicaz’da İbn-i Suud ile İbnurreşid’e hediyeler gönderilmişse de bundan bir sonuç alınamamış[34], bu sırada ikili oynayan Arap aşiret reisleri İngilizlerin yanında yer almayı uygun bulmuşlardı. Talep ettiği takviye birliklerin gelmemesi üzerine daha fazla kayıp vermek istemeyen Cavit Paşa, 20 Kasımda Basra’dan kuzeye çekilmek zorunda kalmıştır. Bu fırsatı değerlendiren İngiliz ordusu, 23 Kasım 1914’te Basra’yı işgal etmiş, hepsi olmasa da bölgedeki kimi Arap aşiretleri şehre giren İngiliz askerlerini sevinç gösterileriyle karşılamışlardı.[35] İngilizler Basra’ya girdikten sonra yerel halka hitaben yayımladıkları bildiride şunları yazmışlardır:”Bilirsiniz ki İngiltere’nin öteden beri dünyadaki bütün öbür devletlerden ve hatta Türkiye’den çok, milyonlarca Müslüman uyruğu vardır. İngiltere, Türkiye’ye dostluk göstermiş ve bir kaç ay önce savaş çıkınca ona yansız kalması öğüdünde bulunmuştur… Ancak Almanlarca yanlış yola sürüklenen Türkiye öğütlerimizi dinlemedi ve arada savaş çıktı. Şimdi İngiltere hükümeti Basra’yı ele geçirdi. Osmanlı ile savaş durumu varsa da halka karşı düşmanlığımız ve kötü niyetimiz yoktur. Halka dost ve komşu olduğumuzu ispat etmeyi umuyoruz. Artık bölgede Türk yönetiminden eser kalmamış; İngiliz yönetimi kurulmuştur. Onun altında hem din, hem de dünya işleriniz de hürriyet ve adaletten faydalanacaksınız.”[36].

Basra’nın ele geçirilmesinden sonra İngilizlerin ilerlemeleri Kurna’ya kadar devam etti. Aslında Kurna; Basra’nın güvenliğini sağlamak için stratejik öneme sahip bir yerdi. 4 Aralık 1914’te üstün kuvvetlerle Kurna mevziine taarruza başlayan İngilizler beş gün devam eden çetin muharebelerden sonra 9 Aralık 1914’te Türk kuvvetlerinin kuzeye çekilmesi ile Kurna bölgesinde üstünlüğü ele geçirmişlerdi. 4 Aralık tarihinde cereyan eden Birinci Müzeyra ve 7 Aralık günü yapılan İkinci Müzeyra Muharebesinde İngilizler galip gelmiştir. Türk kuvvetleri bu sırada sadece İngilizlerin değil, bölgedeki Arap aşiretlerinin de saldırısına maruz kalmıştır. İngilizler Dicle Nehri’ni geçip Kurna Kasabası’nı kuzeyden ve batıdan kuşatmışlar; bundan dolayı Irak ve Havalisi Genel Komutanlığı Kurna’ya yardım gönderememiştir. Geri çekilme yollarının düşman tarafından kesilmesi nedeniyle 38. Tümene bağlı birliklerin önemli bir kısmı başlarında tümen komutanları Albay Suphi olmak üzere 45 subay, 989 er İngilizlere teslim olmak zorunda kalmış[37]; kalan birlikler parça parça geri çekilmişlerdir. Bu geri çekilme esnasında Arap aşiretlerinin saldırısı ve soygunundan sağ kalanlar Çatratü’l-Ammar ve Nasıriye hattına ulaşmışlardır.

Bu sırada Türk Kuvvetlerinde yeniden teşkilatlanmaya gidilmiştir. Jandarma, hudut, depo birlikleri, yerli halk ile Türk Kuvvetlerinden ayrılmayan Müntefik Aşiretinden teşkil edilen birlikler ve 1915 yılı Ocak ayında Halep’ten gönderilen 35. Tümen’le birlikte yeniden bir düzenlemeye tabi tutulmuştur.

Bundan sonraki günlerde her iki taraf da Irak’taki kuvvetlerini takviye etmekle meşgul oldu. 2 Ocak 1915’te Irak ve Havalisi Genel Komutanı Cavit Paşa’nın teklifiyle rütbesi yarbaylığa yükseltilen Süleyman Askerî Bey[38] tayin edilmiştir.[39] Enver Paşa, Süleyman Askerî Bey’in Irak cephesinde yerel kuvvetlerle İngiliz ilerleyişini durdurabileceğini düşünüyordu. Bu sırada Irak’ta aşiretler üzerinde güçlü bir otoritesi bulunan Uceymî Sadun Paşa, Süleyman Askerî Bey’in yanında yer aldı. Uceymî Sadun Paşa Irak cephesinde cereyan eden bütün muharebeler sırasında kendine bağlı aşirete güçleriyle Türk ordusuna destek verdi. Nitekim, Mondros Mütarekesinden sonra da Urfa’ya yerleşerek kalan ömrünü Türkiye’de geçirmiştir.

Irak ve Havalisi Komutanı Süleyman Askerî Bey, aslında Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluşunda faal görevler almış, gayr-i nizami harp yöntem ve usullerini bilen ve bunu Trablusgarp’ta Türk-İtalyan harbinde, daha sonra da Balkan harbinde uygulayan vatanperver bir subay idi. Bağdat’ta Jandarma Komutanlığı yaptığından bölgeyi biliyordu. Dönemin önde gelen şahsiyetlerinden Ahmet İzzet Paşa’ya göre kıvrak zekalı, cesaretli ve bilgili bir subay olmasına rağmen tecrübesi azdı.[40] Süleyman Askerî Bey’in emrindeki Türk ordusu, personel ve silah bakımından üstün İngiliz kuvvetleri karşısında tutunamayınca taktik geri çekilme planı uygulamaya konularak birlikler bir miktar kuzeye doğru kaydırılmıştır. Süleyman Askerî Bey, göreve gelir gelmez Rota köyü ve civarında 7 Ocak 1915 tarihinde İngilizlerle yapılan muharebelerde Türk birlikleriyle aşiret kuvvetleri geri çekilmişler ancak daha sonra yapılan muharebelerde İngilizlere ağır kayıplar verdirmişlerdir. Süleyman Askerî Bey 5 Şubat 1915 tarihli raporunda 2 subay 17 asker şehit, 5 subay 68 asker yaralı verdiklerini açıklarken İngilizlerin 400 ölü 1000’in üzerinde yaralı verdiklerini bildirmiştir.[41] Süleyman Askerî’ye bağlı birlikler bundan sonraki süreçte zaman zaman Kurna’ya kadar akınlar yaparak İngilizlere zayiat verdirmişlerdir. Taşkınlardan dolayı bu sırada Dicle ve Fırat’ın sularının kabarması her iki tarafın hareket kabiliyetini büyük ölçüde kısıtlamıştır.

Teşkilat-ı Mahsusa’nın meşhur”Osmancık Taburu”nun[42] da savaştığı bu muharebelerde Süleyman Askerî Bey, ayağından yaralanmasına rağmen muharebe meydanından ayrılmamıştır.[43] 1915 yılı Ocak ayından Mart ayına kadar takip eden aylar boyunca, İngilizler Bağdat’ı işgal etmek, Türkler ise İngilizlerin işgalindeki Basra’yı geri almak amacıyla Dicle nehri boyunca birkaç kez ileri harekâta girişmişlerse de bir sonuç alamamışlardı. Ancak İngilizler bu sırada boş durmamışlar Arap aşiretlerine yönelik olarak yayımladıkları beyannamelerle onlar üzerinde etkili olmaya çalışmışlardır. Yayımlanan bildirilerde özet olarak İngilizlerin”Arapları Türk zulmünden kurtarmak” amacıyla bölgeye geldiği vurgulanmıştır.[44] İngilizlerin Irak’ta otoritelerini güçlendirmeye yönelik çabalarının arttığı bir dönemde İstanbul’daki Alman büyükelçisi Wangenhaim ise Berlin’e gönderdiği 12 Şubat 1915 tarihli raporunda;”İngilizlerin Basra’dan çıkarılmasının önemi, Almanya için Mısır seferinden daha da mühimdir” derken Alman yöneticilerin dikkatini bu bölgeye çekmeye gayret etmiş; bu uyarı üzerine Yüzbaşı Klein başkanlığında 16 kişilik bir Alman özel müfrezesi İran’ın Karun bölgesinde İngiliz donanmasının petrol ihtiyacını karşılayan kuyuları etkisiz hale getirmek üzere görevlendirilmiştir.[45]

12 Nisan 1915 tarihinde Fırat Havzası’ndan Basra’ya yöneltilecek kesin bir taarruzla Basra’nın ele geçirilmesini planlayan Süleyman Askerî Bey’in bu taarruzu, aşiret kuvvetlerinin kısa sürede dağılmasından dolayı başarısız olmuştur. Bu başarıdan yararlanmak isteyen İngilizler 14 Nisan 1915’de Türk savunma hatlarına doğru taarruza geçtiler. Üç gün süren muharebelerde Türkler çok kayıp verdikten sonra nehrin 120 km kadar kuzeyine Hamisi’ye çekilmişlerdir.[46] Şuayyibe Meydan Muharebesi’nde yenilgiye uğramanın büyük üzüntüsü içerisinde bunalım geçiren Süleyman Askerî Bey, 14 Nisan 1915 günü arabasında iken intihar etmiştir.[47] Bu muharebede Türk Kuvvetleri 3000’den fazla kayıp vermiştir. Dicle Mürettep Tümeninin ve Kerha Grubunun planlanan taarruzları da çoğunluğu yerli halk ve aşiretlerden teşkil edilmiş birliklerin disiplinsizliği, eğitimsizliği ve planlanan şekilde hareket etmemeleri neticesinde başarısız olmuştur. Aşiretler kim daha fazla para verirse onların yanında yer aldıklarından, kısa sürede fazla para verdiklerinden dolayı İngilizlerin safına geçtikleri görülmüştür. Nitekim aşiret kuvvetleriyle yerli halka aşırı güven duyan Süleyman Askerî Bey, bu güveninin bedelini kimilerine göre 3000, kimilerine göre de -abartılı bir rakam olan- 5000-16.000 asker ve aşiret mensubunun kaybı ve kendi canıyla ödemek zorunda kalmıştır.[48] Süleyman Askerî Bey’in yerine geçici olarak Mehmet Fazıl Paşa getirilmiş, bir süre sonra da Irak ve Havalisi Komutanlığına Albay Nurettin Bey (Sakallı Nurettin Paşa)[49] atanmıştır.

İngiliz istihbaratı, Şuayyibe muharebesinden sonra özellikle Şiilerin çoğunlukta oldukları bölgelerde Türklere karşı ayaklanmalar çıkartarak Irak’taki devlet otoritesini sarsmaya çalışmışlardır. Nitekim ilk ayaklanmalar Necef ve Kerbela’da gerçekleşmiştir. Şuayyibe muharebesi yenilgisinin yarattığı moral çöküntüsü yaşanırken, Necef halkı kaymakamlık binasına yürüyerek Türk idareci ve memurlarına baskı yaparak kasabadan çıkarmışlardır. Kerbela’da da aynı şekilde halk kışkırtılarak devlet binalarına karşı yürüyüşe geçilmiş, memurlara tazyikte bulunularak şehirden uzaklaşmaları istenmiştir.[50] İngilizler işgal hedefleri arasında bulunan yerlerin halkının inanç ve mezhep farklılıklarını da kullanarak psikolojik harbi daha sonraki muharebe harekâtına destek verecek şekilde yönlendirerek Irak harekâtında kesin sonuç almaya yönelik teşebbüslerin her türlüsüne başvurmakta idiler.

İngiltere’nin büyük ümitler bağladığı Irak Seferi, Hindistan’daki İngiliz karargahı tarafından yönetilip yönlendirilmekteydi. Irak’taki İngiliz seferî kuvvetlerinde görevli General Barret sağlık nedeniyle Nisan 1915’te görevden ayrılmıştır. Öteden beri Irak’ta kendisine bir görev verilmesini arzulayan General Sir Charles Vere Ferrers Townshend[51] bu sırada Irak’taki 6. Tümen Komutanlığına atanmıştır. Londra’daki İngiliz yönetimi ve askerî erkânı Irak konusunda temkinli hareket ederken, Hindistan’daki İngiliz karargahı o kadar da temkinli değildi. Aslında İngiliz yetkililer, Türkler karşısında Çanakkale deniz savaşında düştükleri kötü duruma Irak Cephesinde de düşmek istemiyorlardı. Bu bakımdan endişeli, bu yüzden temkinliydiler. O sırada Hindistan Pencap’ta Ravalpindi tümen komutanı bulunan Tümgeneral Charles Townshend 18-19 Nisan 1915 gecesi yola çıkarak Karaçi üzerinden Hind Buharlı Gemicilik Şirketinin Dwarka adlı vapuruyla hareket edip beş günlük yolculuktan sonra Basra’ya ulaşmıştır. 23 Nisan 1915 sabahı günün ilk ışıklarıyla Fav’a, öğlene doğru da Şattü’l-Arab’ın denize döküldüğü yerden yaklaşık 100 km. kuzeyde bulunan Basra’ya gelip görevi devralmıştır.[52]

Bağdat’a 19 Mayıs 1915’te ulaşan yeni Irak ve Havalisi Genel Komutanı Albay Nurettin ilk iş olarak Kurna kuzeyi ile Nasıriye istikametinde çekilen birlikleri tertipleyerek burada bir savunma hattı oluşturmaya gayret etmiştir. Ancak Şuayyibe Muharebesinde yaşanan bu ağır yenilginin yarattığı psikolojik baskıya boyun eğen Türk birliklerinin düzensizliği İngilizlerin Dicle ve Fırat cephesinde ilerleyebilmeleri için çok elverişli bir ortam yaratmıştır. Muharebeden sonra dağınık bir şekilde Nasıriye istikametinde çekilen Türk Kuvvetlerine karşı hazırlıklarını tamamlayan İngilizler; General Townshend komutasındaki 6. Piyade Tümenleri ile 31 Mayıs 1915’te Kurna’nın kuzey istikametinde taarruza geçince[53] burada İkinci Rot muharebesi yapıldı; ancak Türk birlikleri üstün İngiliz kuvvetleri karşısında tutunamadılar.[54] Bu muharebede Arap aşiretlerinin olumsuz tavırları da eklenince Türk birlikleri bölgeden çekilmek zorunda kalmıştır. Nitekim bu sırada Ammare Komutanı ve Mutasarrıfı aralarında konuşarak İngilizlere teslim olmaya karar vermişler, bunun üzerine İngilizler 03 Haziran 1915’de Ammare’yi işgal etmişlerdir.[55] İngiliz birlikleri bu bölgedeki ilerlemelerine bağlı olarak 12. Piyade Tümeni ile Fırat cephesinde 13 Temmuz 1915’te taarruza başlayarak Nasıriye’yi ele geçirdiler. Türk Kuvvetleri ise bu taarruzlar karşısında tutunamayarak Kutü’l-Ammare bölgesine çekilerek bu bölgede savunmak için tahkimat faaliyetlerine başladılar. Nasıriye’de savaşı hakkında Osmanlı Mebusan Meclisinde Divaniye mebusu Mehmet Tevfik tarafından konu hakkında izahat verilirken, Müntefik aşiretinin ve Uceymi Sadun Paşa’nın Türklerin yanında yer aldığı ve pek çok kayıplar verdiği ifade edilmiştir.[56]

Bu sırada bir kısım Arap aşiretlerinin ihanetine engel olmak üzere Irak ve Havalisi Komutanlığı sert tedbirlere başvurmuş; Basra’nın İngilizlerce işgaline içten destek verdikleri, ayrıca Basra kumandanı Ferid ile Müntefik mutasarrıfı Bedir Nuri’nin öldürülmesine sebep oldukları gerekçesiyle yargılanan Basralı Seyit Talip ile Sait Efendi 45 yıl kürek cezasına çarptırılmıştır. İngilizlerle iş birliği yapanlara engel olmak amacıyla gerçekleştirilen bu tahkikat ve yargılamaların amacı bölgedeki Arap aşiretlerine gözdağı vermek içindi.[57]

Irak cephesinde muharebeler olanca şiddetiyle devam ederken, savaşın yarattığı olumsuz etkilere açlık, kıtlık ve salgın hastalıklar da eklenmişti. Irak havalisinden Dahiliye Nezaretine gönderilen telgraflarda aylardır süren kolera, veba ve tifüs hastalığından pek çok insanın öldüğü; halkın temizliğe dikkat etmediğinden ölü sayısının her geçen gün arttığı bildirilmiştir. Sıhhiye Nezaretine bağlı doktorlar tarafından ölümlerle ilgili tıbbî teşhiste bulunma girişimlerine ailelerin izin vermedikleri ifade edilmektedir. Dahiliye Nezareti, ölümlerin gizlenmemesi gerektiğini mülkî amirlere ihtar ederken, Sıhhiye Nezaretince tedbir alınmazsa daha da geniş alanlara hastalıkların yayılma ihtimalini dile getirilmiştir.[58] Irak cephesinde yer alan iki nehrin arasındaki geniş bataklıklar özellikle sıtma hastalığı, kirli sular da koleranın tetikleyicisi olmuştur. Gıdasızlıktan dolayı zayıf düşmüş olan yöre halkı kadar askerler arasında bu hastalıkların yaygın olduğu bir gerçektir.[59] Dönemle ilgili belgelere bakıldığında 1914-1918 yıllarında hasta olup tedavi amaçlı olarak hastaneye gelen 218.826 askerin 34.133’ü; yaralandıktan sonra tedavi edilmek üzere gelen 41.897 askerin 2.926’ı hayatını kaybetmiştir.[60] Osmanlı ordusuna ait hastane kayıtlarına göre hastalıktan ölenlerin sayısı 330.796 kişi[61] iken salgın hastalıklardan dolayı kaybedilenlerin sayısı ise 388.000 kişi olarak verilmektedir.[62]

General Townshend da hatıratında Ammare’yi ele geçirip Nasıriye hattından ilerledikten sonraki süreçte hummaya (sıtma) yakalandığını ve tedavi için Hindistan’a gitmek zorunda kaldığını belirtir ve Ağustos ortasında ancak Irak cephesine dönebildiğini ifade eder.[63]

Bu arada Irak’ın özellikle Şiilerin çoğunlukta olduğu Necef ve Kerbela’da İngiliz propagandasının etkisiyle Osmanlı idaresine karşı yer yer ayaklanmalar başlamıştır. İngilizler burada işi şansa bırakmamışlar, halka yüklü miktarlarda paralar dağıtarak Türk idaresine karşı kışkırtmışlardır. İngilizlerin kışkırtmasıyla başlayan bu ayaklanmalar Irak ve Havalisi Genel Komutanlığınca tasarlanan askerî harekâtı olumsuz yönde etkilemiştir.[64] 2 Temmuz 1915 tarihinde yeniden ileri harekâta geçen İngilizler, Nasıriye’de Türk ordusuna ağır kayıp verdirdiler. Ağustos ve Eylül ayları her iki tarafın birbirlerine küçük çaplı tacizlerde bulundukları bir dönemi içinde barındırır. Bu dönemde her iki taraf karşılıklı istihbarat toplayarak hasım tarafın kuvvetini tespit etmeye çalışmıştır. Nitekim Townshend hatıratında Nurettin Bey’in 6 nehir gemisi, 3 motorbot ve 30 kadar topa sahip olduğu yönünde bilgi edindiğini ancak yine de ne kadar kuvvetinin olduğu konusunda net bir tahminde bulunamadığını belirtmektedir.[65] İngilizler bu sırada hava keşiflerine önem vererek Türk tarafının faaliyetlerini daha belirgin bir şekilde tespit etmeye çalışmışlardır. Ancak bu keşifler sırasında İngilizlerin uçakları taciz ateşiyle Türk siperlerine yaklaşması men edilmiş; hatta bir İngiliz uçağı da Türk tarafına inmeye mecbur bırakılmıştır.[66]

Irak ve Havalisi Genel Komutanı Albay Nurettin Bey, kalabalık İngiliz ordusu karşısında daha fazla yıpratmadan birlikleri taktik geri çekilme planıyla kuzeye çekmeye karar verdi. 26 Eylül 1915’de General Townshend, -kuzeye giderken nehrin sağında kalan- Kutü’l-ammare’ye hücum pozisyonu alarak harekete geçmiş; 27 Eylül günü İngilizler taarruza başlamıştır.[67] Türk birlikleri ileri harekete geçen İngilizler karşısında fazla kayıp vermeden Kutü’l-Ammare’yi boşaltıp daha da kuzeye çekilmeyi uygun buldular. Nurettin Bey İngilizlerin Kutü’l- Ammare’yi bir çembere alarak Türk birliklerini kuşatıp imha etme planını suya düşürmüş, şehri iki gün evvel İngilizlere de sezdirmeden boşaltmıştır.[68] Nitekim o, 28 Eylül 1915’de emrindeki Türk kuvvetlerine kuzeye doğru taktik geri çekilme emri vermiştir. General Townshend çekilmekte olan Türk kuvvetlerini takip etmiş, 5 Ekim tarihinde Kutü’l-Ammare’nin 100 km kuzeyindeki Aziziye’ye (Bağdat’a 80 km) ulaşmıştır. Townshend aslında Kutü’l-Ammare muharebesinden sonra düzenli bir şekilde taktik geri çekilme planını uygulayan Albay Nurettin Bey emrindeki Türk birliklerini takip ederek tamamen imha etmeyi planlamıştı. Ancak İngiliz komutan hiç bir zaman aradığı fırsatı bulamadı. Albay Nurettin Bey yaptığı yeni plana göre, Aziziye ile Bağdat arasındaki Selmanpak’ta birliklerini konuşlandırdıktan sonra İngiliz ordusuna son darbeyi indirmek düşüncesinde idi. Nitekim hasmı Townshend da bu ihtimalden bahsederek şimdilik daha fazla ilerlemeyi uygun bulmadığını ancak General Nixon’un zayıf kuvvetlerle de olsa kendisini Bağdat’a taarruz ettireceğine kanaat getirdiğini, bu durumun ise İngiliz ordusu için bir felaket olacağını yazmaktadır.[69]

İngilizlerin Kutü’l-Ammare’den kuzeye doğru başlattıkları askerî harekâtta çok az zayiat vermişlerken, Türklerin kaybı 4.000 personel ve 14 toptur. Netice itibariyle Birinci Kut muharebesi İngilizlerin başarısıyla sonuçlanmıştır.[70] İngiliz ordusu, Türk birliklerinin bölgeden geri çekilmesinden sonra, 29 Eylül 1915 günü Kutü’l-Ammare’yi işgal edebildiler.[71] Kutü’l-Ammare’nin işgaliyle birlikte İngilizler Basra vilayetinin ve güneydeki su yollarının tamamına yakınını kontrol altına almış oldular. Townshend bundan sonraki nihai hedef olarak Bağdat’ı gördüğünü ancak birliklerinin de fazla yıpranmaması için şimdilik işgal edilen mıntıkanın kuvvetlendirilmesinden yana olduğunu üst komutanlığa bildirerek verilecek emri beklemiştir.[72]

İngilizlerin bu baskın tarzındaki taarruzları karşısında 35. ve 38. Piyade Tümenleri oyalama muharebeleri yaparak daha da kuzeye çekildiler. Türk birliklerinin Kutü’l-Ammare’yi boşalttıktan sonraki teşebbüsü aslında kuzey yönünde ve yaklaşık 150 km’lik bir geri çekilmeydi. O günün koşullarına göre oldukça güç olan bu geri çekilme harekâtını başaran Türk kuvvetleri, sağ kanadı Dicle dirseğine dayalı olan (Bağdat’a 32 km mesafede bulanan) Selmanpak mevziini tuttular. Selmanpak, Müslümanlar için kutsal bir mekandı, çünkü sahabeden Selman-ı Farisî’nin mezarı buradaydı. Ordularındaki Hint Müslümanlarından çekinen İngilizler yazılı ve sözlü emirlerinde askerlerin etkilenmesinden çekindiklerinden dolayı buraya antik Helenistik çağdaki”Ctesiphon” adını vermişlerdi.[73]

Bu sırada Türk kuvvetleri Kafkas ve Suriye cephesinden gönderilen birliklerle takviye edildi. Irak ve Havalisi Komutanlığının kuvveti şimdi kadrolarında büyük eksikliklere rağmen dört piyade tümeni, bir süvari tugayı, iki aşiret tugayına çıkmıştı. Dolgun mevcutlu dört piyade ve bir süvari tugayından oluşan İngiliz kuvvetlerinin sayısı ise General Townshend’in hatıratında belirttiğine göre 14.000 savaşçıdan ibarettir.[74]

Irak Cephesinde bu gelişmeler olurken Irak ve İran cephesi için teşkil edilmiş olan 1. ve 5. Seferî Kuvvetler, yeniden düzenlenerek 18. Kolordu teşkil edilmiş ve bahse konu tümenler de 51. ve 52. Tümen adıyla bu teşkilatta yer almıştır. 18. Kolordunun başına Enver Paşa’nın kendisinden bir yaş küçük amcası Albay Halil Bey (Halil Kut Paşa)[75] atanmıştır. Enver Paşa kolorduya 4 Ekim 1915’de Irak ya da İran’da muhtemel bir askerî harekât için Bağdat’a intikal emrini vermiştir. Burada ayrıntı olarak vermek gerekirse, 5. Seferî Kuvvet, 3. Ordu Komutanlığının 24 Ekim 1915 tarihli emriyle Irak cephesine görevlendirilmiş; bu defa isim değişikliği ile yani 52. Tümen adıyla Yarbay Bekir Sami Bey komutasında 27 Ekim 1915 tarihinde Hınıs-Muş üzerinden yaya olarak Irak’taki yeni görev yerine hareket etmiştir.[76] 52. Tümenin kurmay başkanı ise Yüzbaşı Rahmi (Apak) Bey’dir.[77] Erzurum-Diyarbakır yolu yaklaşık 350 km olup tümenin bu yolu bütün birlikleriyle beraber kat etmesi ancak 50 yürüyüş günü süreceği, Diyarbakır’dan Musul’a yaya yüründükten sonra Dicle nehrinden keleklerle 23 günlük bir yolculuk yapılacağı ve toplam 73 günlük bir yolculuğun ardından tümenin Bağdat’a varabileceği hesaplanmıştır.[78] Ancak 52. Tümen hesaplanandan daha hızlı hareket etmiştir. Tümene bağlık birlikler 17 Kasım’da Cizre’ye, 22 Kasım’da Musul’a, 3 Aralık’ta da Bağdat’a ulaşmış ve 37 günlük yorucu bir yolculuğun sonunda Irak ve Havalisi Komutanlığının emrine girmişlerdir. Irak ve Havalisi Komutanlığına ait 16 Aralık 1915 tarihli kuvve cetvelinde 52. Tümen’in personel olarak 183 subay, 6442 ere sahip olduğu, 4606 tüfeğinin olduğu, 6 adet topunun da yolda olduğu, toplam 1389 yük hayvanı bulunduğu belirtilmektedir.[79] Irak Cephesine ulaşan Albay Halil Bey, Irak ve Havalisi Komutanı Albay Nurettin Bey’le cepheyi teftiş etti. Albay Halil Bey komuta ettiği kuvvetlerle kendisinden daha kıdemli olan Albay Nurettin Bey’in emir komutasına bağlandı.[80] Irak ve Havalisi Komutanlığı gelen takviye birlikleriyle birlikte 19 makineli tüfek, 52 top ve 20.000 kişiye yaklaşan bir kuvvet ve ayrıca 400 kişilik bir süvari birliğiyle İngilizlerle kader muharebesine girişecekti.[81] İngilizler, Türk ordusuna gelen bu yeni takviye kuvvetlerden habersizce hazırlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu defa Türkler, -Townshend hatıratında eşit sayıda askere sahip olduğunu belirtmesine rağmen- sayıca İngiliz ordusunun üzerinde bir personel gücüne kavuşmuşlardı. Albay Nurettin Bey, gelen bu yeni kuvvetlere güvenmekle birlikte birliklerinin o güne kadar gösterdikleri kötü savaş deneyimlerinden dolayı da endişeli idi. Bu sırada İngiliz istihbaratı da binlerce savaşçı ere sahip olan Anize ve Şammar aşiretlerinin Türklerin safında yer aldıklarını tespit ederek, İngiliz karargâhını uyarmıştır.[82]

General Townshend komutasındaki İngiliz birlikleri 21 Kasım günü Türk birliklerine karşı taciz ateşi açarak muharebeyi başlattılar. Ertesi günü (22 Kasım 1915) Townshend bütün kuvvetiyle Türk birliklerinin bulunduğu Selmanpak’a doğru taarruza geçti.[83] İngilizler; iki kolla cepheden, iki kolla da kuzeyden kuşatıcı şekilde taarruzu başlatmışlardı. Bu sırada her iki orduya ait birlikler birbirine girmiş, muharebenin şiddetinden olsa gerek aslında her iki tarafta panik havası baş göstermiştir. Muharebe sahası ve özellikle de cephe hattındaki gelişmeleri yakından takip eden Albay Halil’in, bu sırada İngilizlerin Türklerden daha zor durumda olduklarının fark ederek taarruza devam edilmesi yönündeki fikrine uyularak Türk ordusu tarafından takip harekâtına girişilmiştir. 51. Türk Tümeninin 23 Kasım’da kuzeyden yaptığı şiddetli bir karşı taarruz üzerine İngilizler püskürtülerek büyük bir yenilgiye uğratılmış; üstelik 4.593 kişi zayiat vererek geri çekilmek zorunda kalmışlardır.[84] Selmanpak Muharebesinin birinci günü General Townshend hatıra defterine:”Avrupa’da hiçbir asker yoktur ki -bu ifademin altını çiziyorum- savunmada Türklerle kıyaslanabilsin. Almanların savunmada gayet iyi olduğu farz ediliyor. Fakat siperlerde bulunduğu zaman onlar Türklerle kıyaslanamazlar. Buna verebileceğim bir örnek Gelibolu’dur. Orada, bizim gemi ateşlerimizle birçok kayba uğrayan kıtalar, eğer Alman olsaydı yerlerinde kalamazlar ve hemen Türklerle değiştirilirlerdi. Halbuki Türkler bütün savaş boyunca yerlerinde kaldılar'”[85] notlarını yazarken, muharebedeki gelişmelerden sonra talihsizliğinin cezasını çektiğini ifade etmiştir.[86]

23-24 Kasım günleri cereyan eden muharebelerde her iki taraf büyük kayıplar vermiş; İngilizler Türklerin cephe hattındaki metaneti ve devam eden taarruzları karşısında tutunamayacaklarını anlayınca geri çekilme kararını almışlardır. Nitekim General Townshend, 25 Kasım günü birliklerine daha fazla yıpranmadan geri çekilme emrini vermiştir.[87] Bundan sonra Türk birlikleri; kısa süreli bir hazırlık ve toparlanmayı müteakip, 28 Kasım 1915’de İngilizleri takibe koyuldu. Türk kuvvetlerinin bu amansız takibinden kurtulmak için güneye doğru kaçan İngiliz kuvvetleri, Delabiha’dan itibaren 58 km yürütülerek 2 Aralık sabahı Şadiye’ye varmışlar, oradan hızla yollarına devam edip 3 Aralık 1915 sabahı, Selmanpak’a yaklaşık 130 km. kadar uzaklıkta bulunan Kutü’-l-Ammare’ye sığınmışlardır.[88] General Townshend’in Kutü’l-Ammare’ye çekilmesini başarılı bir geri çekilme harekâtı olarak gören General Nixon, Townshend’e gönderdiği emirde savunmada da bu üstün ruhu sergileyeceklerine inandığını ifade etmiştir.[89]

Türklerin Selmanpak savaşı sırasında gösterdikleri olağanüstü kahramanlıkları, esir edilen İngiliz askerlerine karşı sergiledikleri insanca davranışları İngilizler arasında efsane gibi anlatılmıştır. 7 Şubat 1916 tarihli İngiliz”The Daily Telegraph” gazetesinde, Selmanpak muharebesinde yaralanan bir İngiliz subayının”Türk İnsaniyeti” başlıklı makalesi yayınlanmış, bu yazı askerî belgelere de yansımıştır. İngiliz subayı, yazısında Türk askerine dolayısıyla onun şahsiyetleştirilmiş temsilcisi”Mehmetçik”e has olan insaniyetten bahsederken şu açıklamalarda bulunmuştur:

“Türkler Selmanpak’tan sonra yaptıkları bir hareketle kendilerini tanımamı sağladılar. 300 yaralı ve biraz da tıbbi ilaç ile askerî doktorun bulunduğu büyük bir sandal, çamura saplanmış olduğundan dolayı terk edilmişti. Türkler bu sandalı kurtararak ve beyaz bir bayrakla nehirden aşağı sevk ederek İngiliz karargahına kadar zararsız ve hatta askerî doktorları bile esir almaksızın teslim ettiler.

Türkler, iki yaralı İngiliz subayının yalnız revolverlerini, kuşaklarını, evraklarını, dürbünlerini aldılar, bir kötülük yapmadılar. İhtiyaçları olan su ve saireyi vererek dinlenmelerini sağladılar. Ertesi sabah, bizim askerimizin bulunduğu mevkiye gitmek üzere salıverdiler. Bizim yaralı askerlerimize her türlü mezalimi yaparak çok kötü muamele edenler, yalnız Araplardır.”[90]

Selmanpak Muharebesi’nden sonra Irak ve Havalisi Komutanlığı yeni bir düzenlemeye tabi tutularak Kafkas cephesinden tümenlerin katılımıyla 18. Kolordu kurulmuş; bir süre sonra da Irak cephesinde yeni birliklerin katılımıyla 18. ve 13. Kolordulardan oluşan VI. Ordu Komutanlığı teşkil edilmiştir.[91] Kasım 1914 sonlarında Belçika Genel Valiliği görevinden alınan Colmar Von der Goltz (Golç), İstanbul’daki Alman elçisi Wangenhaim ve Alman Askerî Islah Heyeti başkanı Liman von Sanders’in teklifi ve Alman Genelkurmayının onayıyla İstanbul’a gönderilmiştir.[92] Enver Paşa, Irak ve İran cephelerindeki gelişmeleri dikkate alarak yeni teşkil edilen 6. Ordu Komutanlığına Almanlarla yapılan askerî ittifak antlaşması gereği Goltz (Golç Paşa)[93]‘un tayinine 14 Ekim 1915 tarihli yazıyla onay vermiştir. İstanbul’dan hareket eden Goltz, önce Musul’a varmış, 16 Kasım 1915’de buradan hareketle Bağdat’a gitmiştir. [94] Goltz Paşa 7 Aralık 1915’de 6. Ordu Komutanlığı görevini devr almıştır. Teşkil edilen bu ordunun hedefi Irak coğrafyasındaki İngiliz işgal faaliyetine durdurmak, Irak, İran ve Basra körfezi havalisinden İngilizleri söküp atmak, hatta -Goltz’un hayallerine göre- Hindistan’a kadar giderek İngilizlere en büyük darbeyi vurmaktır. Goltz’a verilen görev oldukça ağır ve emrindeki birlikler de karmaşık (seferî kuvvet, aşiret birlikleri, Alman müfrezeleri, gönüllüler) bir yapıya sahipti. Muhayyel plana göre Goltz, ayrıca İran’ın kuzeyinden ilerleyen Ruslarla güneyinden giren İngilizleri durduracak, bu ülkelere karşı İran halkını ayaklandıracak, İran-Irak’ta mevcut askerî kuvvetleri bir araya getirmek suretiyle bir İran ordusu da kuracaktı.[95] Henüz Berlin-İstanbul bağlantısının dahi kurulmadığı bir dönemde Almanların göndereceği yardım vaatleri dikkate alınarak hazırlanan bu muhayyel planın uygulanması gerçeklerle pek uyuşmasa da o dönem askerî bürokratlarına hoş görünüyordu.

Bundan sonraki belgelerde Irak ve Havalisi Genel Komutanlığı, Irak Ordusu adıyla anılmaya başlanmıştır.[96] Goltz göreve başladıktan bir süre sonra gönderdiği telgrafında kendisine verilen görevin başarılmasının çok masrafa, külfete mal olacağını, daha fazla Alman birliklerine ihtiyaç duyulacağını belirterek başarı şansının zorluğunu dile getirmiştir. Goltz’un uyarılarını dikkate alan Alman İmparatoru da 21 Aralık 1915 tarihli beyanatında, Alman birliklerinin desteği sağlanmadan ne Irak’ta, ne de İran’da umulan başarılar elde edilmesinin mümkün olamayacağını belirtmiştir. [97] Almanların muhayyel planlarının aksine, Irak coğrafyasını yakından tanıyan ve gerçeklerle yüz yüze kalarak İngilizlerle cephenin tozu dumanı içinde mücadele eden Türk komuta heyetinin fikirleri son derece farklıdır. Nitekim Irak ve Havalisi Komutanı Albay Nurettin, 6. Ordu komutanlığına -belki tecrübesi tartışılmaz ancak yaşı ilerlemiş olan- 72 yaşındaki Goltz Paşa’nın, atanmasını hoş karşılamamış; Enver Paşa’ya hitaben yazdığı telgrafında sitemlerini şöyle dile getirmiştir:”Buraya morali çökmüş, ümidini yitirmiş bir birliği karşımda bularak geldim. Aşiretlere büyük paralar harcamış ve büyük ümitler bağlanmıştı. Oysa onlar her fırsatta Türk ordusunu soyuyorlardı. Irak’ta 20.000’den çok asker kaçağı vardı. Düşmanla açık veya gizli iş birliği yapan asi ruhlu bir halk kitlesi vardı… Bunlara karşılık yirmi beş yıldır her türlü araç ve gereçle donatılmış Irak içlerine kadar sızmış mağrur düşman vardı. İşte her şeyi elinden alınmış, Araplar tarafından soyulmuş, millî duygularını dahi kaybetmiş subaylardan ve askerlerden kurduğum teşkilatla altı aydır mücadele ediyorum. Selmanpak’a çekilme tabiidir, bunu sizin takdirinize bırakıyorum. Goltz Paşa’nın bana ilettiği teklifi kabul etmememin sebebi şahsi değil, millî olduğunu arz ederim.”[98]

Goltz Paşa hatıratında; 6. Ordu Komutanlığı görevine getirildikten sonra İngiltere’yi can evinden vurmak amacıyla Hindistan’a bir sefer düzenlenmesinden bahsederken, bunu 72 yaşında ordu komutanlığı görevine getirilmiş biri olarak başarıp başaramayacağını bilmediğini ancak İngilizleri tedirgin etmek için elinden geleni yapacağını ifade ederken aslında pek de umutlu olmadığını ima etmek istemiştir.[99] Goltz Paşa’nın Bağdat’a gelmesi epey zaman almış; ancak bölgedeki iklime bünyesi dayanamadığından hastalanmış yakalandığı tifüs ölümüne sebep olmuştur.

Dr. Öğ. Kd. Alb. Zekeriya TÜRKMEN

Harp Akademileri Komutanlığı, Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (SAREN) Müdürü, e-posta: zturkmen@harpak.edu.tr.


Dipnotlar:
[1] Hakkı Dursun Yıldız, İslamiyet ve Türkler, İstanbul 1980, s. 50.
[2] Mustafa Öztürk,”Osmanlı Mirî Rejiminin Misak-ı Millî ile Münasebetleri”, Beşinci Askerî Tarih Semineri Bildirileri, c. I, Ankara 1996, Genkur ATASE Bşk.lığı Yay., s. 186.
[3] Gökhan Çetinsaya, Admiration Ottoman of Iraq, Manchester Univ. Yayımlanmamış Doktora Tezi. Londra 1994, s. 222.
[4] Vedat Eldem, Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu Ekonomisi, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara 1994, s. 4
[5] Osmanlı Devleti’nin 1914 yılındaki nüfusu genelde 19-23 milyon arasında tahmin edilmektedir. Bu tahminler yapılırken 1908 nüfus sayımı temel alınmakta, Balkan Harbi’ndeki arazi ve buna bağlı nüfus kayıpları değerlendirilerek belirlenmektedir. Yabancı kaynaklarda da farklı rakamlar yer almaktadır. Dünya Almanağı’na göre nüfus 1913’de 22 milyon olarak verilirken İngiliz istihbaratı da 20 milyon olarak belirtmektedir. Bkz. The World Almanac and Encyclopedia, 1914, New York, Press Publishing 1913, p. 224; Intelligence Section Cairo, Handbook of the Turkish Army, Eighth Provisional Edition, February 1916, Nashville Battery Press, 1996, p. 9. Ayrıca bkz. Edward J. Erickson, Size Ölmeyi Emrediyorum! Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ordusu, (Çev. Tanju Akad), Kitap Yay., İstanbul 2003, s. 33.
[6] Selçuk Duman, II. Meşrutiyet’ten İngiliz Mandaterliğine Irak, Berikan Yay., Ankara 2010, s. 9.
[7] Vedat Eldem, Aynı eser, s. 13-17.
[8] Vedat Eldem, Aynı eser, s.116.
[9] Osmanlı Tarihinde başta İstanbul’un iaşesi olmak üzere iaşe meselesi harp yıllarında her zaman büyük sorun olmuştur. Birinci Dünya Harbi yıllarında iaşe meselesinin çözümü için Harbiye, Dahiliye ve Maliye Nazırlıklarından müteşekkil bir komisyon kurularak çalışmalar yürütülmüştür. Bilgi için bkz. Vedat Eldem, Aynı eser, s. 39-47.
[10] Edward Mead Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, (Çev. Kasım Yargıcı), İstanbul 1972, s. 27.
[11] Ömer Kürkçüoğlu, Türk İngiliz İlişkileri 1919-1926, Ankara 1978, s. 16.
[12] Selçuk, Duman, Aynı eser, s. 76.
[13] Harp Akademileri Komutanlığı, Türkiye-Irak İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul 1994, s. 1.
[14] Behzat Balkış-Nezihi Fırat, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Irak-İran Cephesi, c. III-1, Gnkur. ATASE Bşk.lığı Yay., Ankara 1979, s. 25-31.
[15] Hikmet Özdemir, Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara 2010, s. 255-261.
[16] Abdülkadir Noyan, Son Harplerde Salgın Hastalıklarla Savaşlarım, Ankara Ünv. Tıp Fak. Yay., Ankara 1956, s. 71.
[17] Behzat Balkış-Nezihi Fırat, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Irak-İran Cephesi, C. III-1, s. 31-33.
[18] Zekeriya Türkmen, Musul Meselesi, Askerî Yönden Çözüm Arayışları 1922-1925, ATAM Yay., Ankara 2003, s. 11-13.
[19] Briton Cooper Bush, Britain, India, and the Arabs 1914-1921, University of California Press, California 1971, pp., 74-80.
[20] Selçuk Duman, Aynı eser, s. 97-98.
[21] Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi, Ankara 1984, s. 112; Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi (Irak-İran Cephesi), Gnkur. ATASE Bşk.lığı Yay., Ankara 1979, s. 372-375. Ayrıca geniş bilgi için bkz. Yavuz Ölçen, Birinci Dünya Harbi Irak Cephesi Kutülammare Muharebeleri (29 Nisan 1916-16 Şubat 1917), Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Basılmamış Doktora tezi. Ankara 1992, s. 5.
[22] Colmar von der Goltz’le ve Liman von Sanders heyetinin 1913 yılında Osmanlı ülkesine gelmesiyle başlayan Alman Islah Heyetlerinin çalışmaları nihayetinde Osmanlı-Alman ittifakının imzalanmasına zemin hazırlamıştır. Liman von Sanders Askerî Islah Heyeti başlangıçta 42 kişi iken, bu sayı daha sonra 70 kişiye ulaşmıştır. Gelenlerin çoğunluğu yüzbaşı ve binbaşı rütbesindeki subaylardır. Bu sayı harbin devamı boyunca artmış ve 800 kişiye ulaşmıştır. Sanders heyetinin dışında ayrıca 1914-1918 döneminde 23’ü general, 10’u amiral olmak üzere kara ordusunda 130, donanmada 60, toplam 190 subay daha Osmanlı ordusunda görevlendirilmiştir. Ayrıntı için bkz. Jeduha L. Wallach, Bir Askerî Yardımın Anatomisi, (Çev. Fahri Çeliker), Gnkur. Basımevi, Ankara 1977, s. 129-136.
[23] Veli Yılmaz, 1’nci Dünya Harbinde Türk-Alman İttifakı ve Askerî Yardımlar, İstanbul 1993, s. 64-66.
[24] Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi (1908-1920), Birinci Kitap, C. III, Kısım IV, Gnkur. Basımevi, Ankara 1971, s. 225.
[25] IV. Ordu Müfettişliğine Musul’daki 12. Kolordu ile Bağdat’taki 13. Kolordu bağlı idi. Seferberlik ilanıyla 12. Kolordu Suriye’deki IV. Ordu’ya, 13. Kolordu da Doğu Cephesindeki III. Ordu’ya bağlanmıştır.
[26] Cavit Paşa (1862-1932): Samsun’da doğmuş, 1879 yılında girdiği Harbiye Mektebi’nden 1883’de, Erkân-ı Harbiye Mektebi’nden 1885’de kurmay yüzbaşı olarak mezun olmuştur. Balkan Savaşı’nda İstanbul Boğazı ve Havalisi Komutanlığı yapmış, 6 Ocak 1914’te IV. Ordu Müfettişi olarak atanmıştır. 25 Ocak 1914’te emekli olmuştur. Birinci Dünya Savaşı seferberliği ile yeniden göreve davet edilmiş; 3 Ağustos 1914’te IV. Ordu Komutanı, 29 Ağustos 1914’te Bağdat, Basra ve Musul (Irak ve Havalisi Genel) Komutanı olarak atanmıştır. Bir ara Jandarma Genel Komutanlığı görevinde bulunmuş; TBMM II. Dönem seçimlerine katılmış; 30 Temmuz 1923’de yapılan seçimlerde Canik’ten milletvekili seçilmiştir. 25 Aralık 1924’te askerlik mesleğinden emekli olmuştur. Bir süre mebus olarak görev yaptıktan sonra rahatsızlanmış ve 23 Aralık 1932’de vefat etmiştir. Bkz. Gnkur. ATASE Daire Başkanlığı Arşivi, (Birinci Dünya Harbi) BDH, Kls:1644, Dos:24, Fih:3-6. Ayrıca bkz. Türk Harp Tarihi Derslerinde Adı Geçen Komutanlar, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, İstanbul 1983, s. 117; Cepheden Meclise, MSB Yayınları, Ankara 1999, s. 141.
[27] Gnkur. ATASE Daire Başkanlığı Arşivi, BDH, Nu: 4/10481, Kls: 3644, Ds: H-2, F: 1-5.
[28] Zekeriya Türkmen, Mütareke Döneminde Ordunun Durumu ve Yeniden Yapılanması (1918-1920), Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara 2001, s. 2.
[29] Fahri Belen, Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi, 1915 Yılı Hareketleri, C. II, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Yay., Ankara 1964, s. 16.
[30] Behzat Balkış-Nezihi Fırat, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Irak-İran Cephesi, C. III-1, Gnkur. ATASE Bşk.lığı Yay., Ankara 1979, s. 15-21.
[31] Gnkur. ATASE Daire Başkanlığı Arşivi, BDH, Nu: 4/10481, Kls: 3644, Ds: H-1, F: 1-7.
[32] Selçuk Duman, Aynı eser, s. 103.
[33] Selçuk Duman, Aynı eser, s. 105-106.
[34] Musul Kerkükle İlgili Arşiv Belgeleri (1525-1919), Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yay., Ankara 1993, s. 30.
[35] Kemal Arı, Birinci Dünya Savaşı Kronolojisi, Gnkur. ATASE Bşk.lığı Yay., Ankara 1997, s. 79.
[36] Selçuk Duman, Aynı eser, s. 108.
[37] Ali İhsan Sabis, Harp Hatıralarım, C. II, İstanbul 1991, C. II, s. 391; ayrıca bkz. Tarık Saygı, İngiliz Generali Townshend ve Türkler, Paraf Yay., İstanbul 2011, s. 49.
[38] Süleyman Askerî Bey (1902-P.28) (1884-14 Nisan 1915): 1884’te Prizren’de doğmuş, 14 Mart 1900 tarihinde girdiği Harbiye Mektebi’nden 6 Aralık 1902’de teğmen olarak mezun olmuştur. Daha sonra Erkân-ı Harbiye Mektebi’ne devam etmiş ancak mezun olamayıp 5 Kasım 1905’te mümtaz (kurmaylıkları onanmayarak mümtaz kalanlar) yüzbaşı olarak kıtaya çıkmış, ancak 1912’de kurmaylığı onanmıştır. 1911-1912 Türk-İtalyan Savaşı’na ve 1912-1913 Balkan Savaşı’na katılmıştır. 13 Aralık 1914’te 38. Tümen Komutanlığı ve aynı zamanda Basra Valiliği’ne, 2 Ocak 1915 tarihinde Irak ve Havalisi Genel Komutanlığı görevine atanmıştır. 20 Ocak 1915’te Birinci Rota Muharebesinde İngilizleri mağlup etmiştir. 12-14 Nisan 1915’te Şuayyibe Muharebesi’nde İngilizler karşısında savaşı kaybedince üzüntüsünden bunalıma girmiş ve arabasında intihar etmiştir. Mezarı Basra, Berceziye’dedir. Türk Harp Tarihi Derslerinde Adı Geçen Komutanlar, Harp Akademiler Komutanlığı Yay., İstanbul 1993, s. 423-425.
[39] Gnkur. ATASE Daire Başkanlığı Arşivi, BDH, Nu: 4/10481, Kls: 3644, Ds: H-15, F: 1-2, 1-7.
[40] Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, Nehir Yay., İstanbul 1992, C. II, s. 211.
[41] Behzat Balkış-Nezihi Fırat, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Irak-İran Cephesi, C. III-1, s. 126-131.
[42] Osmancık Taburu, 100’er kişilik 6 bölükten kurulu bir teşkilatlanma olup günümüz özel kuvvetleri benzeri bir teşkilatlanmaya sahiptir.
[43] Ali İhsan Sabis, Harp Hatıralarım, C. II, s. 393.
[44] Selçuk Duman, Aynı eser, s. 112.
[45] Carl Mühlmann, Das Deutsche-Türkische Walffenbündnis İm Weltkriege (Dünya Harbinde Türk-Alman Silahlı İttifakı), Leipzig 1940, s. 68-69; ayrıca bkz. Veli Yılmaz, 1’nci Dünya Harbinde Türk-Alman İttifakı ve Askerî Yardımlar, s. 113.
[46] Türk kaybı hakkında çeşitli rakamlar ileri sürülmekle birlikte, Edward J. Erickson Türklerin 16.000’e yakın şehit ve yaralı, subay ve er 700’de esir verdiklerini; kayıpların önemli bölümünün Arap aşiret kuvvetlerinden olduğunu ifade etmektedir. Bkz. Edward J. Erickson, Size Ölmeyi Emrediyorum! Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ordusu, Kitap Yay., İstanbul 2003, s. 150-151.
[47] Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, C. II, s. 212.
[48] Behzat Balkış-Nezihi Fırat, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Irak-İran Cephesi, C. III-1, s. 200-201; ayrıca bkz. Ali İhsan Sabis, Harp Hatıralarım, C. II, s. 394.
[49] Albay Nurettin Bey (Sakallı Nurettin Paşa): Asıl adı Nurettin İbrahim (Konyar)’dir. 1873 yılında Bursa’da doğmuştur. Müşir İbrahim Paşa’nın oğludur. 1890 yılında girdiği Harbiye Mektebi’nden 1893 yılında mezun olmuş, 1895’de Erkân-ı Harbiye Mektebi’ni bitirmiştir. 1897 Osmanlı-Yunan Harbi’ne Müşir Ethem Paşa’nın yaveri olarak katılmıştır. Hassa Ordusu’nda, Üçüncü Ordu’da kurmay subay olarak görev yapmış; Makedonya’da çetecilerle savaşmıştır. Babasının karşı çıkmasına rağmen İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi; 1909’daki tasfiye sırasında rütbesi albaylıktan binbaşılığa indirildi. 1911’de Yemen’de asilerle mücadele eden birliklerini başında bulundu; 1913’de Balkan Harbi’nin son aşamasına katıldı. 14 Nisan 1915’te Irak ve Havalisi Genel Komutanı olarak atandı. Haziran’da komutanlığı devraldı. Aynı zamanda görevlerine Basra ve Bağdat valiliği de ilave edildi. 22-23 Kasım 1915’de Selmanpak’ta General Townshend komutasındaki İngiliz kuvvetini yendi. 20 Ocak 1916’da yerine Halil Paşa atandı. Nurettin Bey, 9. Kolordu Komutanı ve III. Ordu Komutan Vekilliğine getirildi. 1918’de mirliva (tuğgeneral) oldu. Mütareke döneminde İzmir’de Vali ve 17. Kolordu Komutanı idi. Kurtuluş Savaşı’nda Merkez Ordusu Komutanı idi. Büyük Taarruz’da I. Ordu Komutanı olarak harekâta katıldı ve ferikliğe (korgeneral) terfi etti. 1923’te Yüksek Askerî Şura üyesi oldu. 1925’de askerlikten istifa edip milletvekili olarak mecliste göreve devam etti. 18 Şubat 1932’de İstanbul, Kadıköy’deki evinde vefat etti. Bkz. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Türk İstiklal Harbine Katılan Tümen ve Daha Üst Kademelerdeki Komutanların Biyografileri, Ankara 1972, s. 31­33; Necati Fahri Taş, Nurettin Paşa ve Tarihî Gerçekler, Nehir Yay., İstanbul 1997.
[50] Behzat Balkış-Nezihi Fırat, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Irak-İran Cephesi, C. III-1, s. 284-287.
[51] General Sir Charles Vere Ferrers Townshend (1861-1924): I. Dünya Savaşı öncesi büyük bir askerî kariyeri vardı. 1895 yılında Chitral’deki (Pakistan’daki İngiliz Garnizonu) başarılı komutanlığıyla ünlenmiştir. Mısır, Sudan ve Hindistan’daki İngiliz birliklerinde görev yaptı. 1914 yılı Nisan ayında Mezopotamya’daki 6. Hint Tümeni komutanlığına atanmıştır. 1915 yılından itibaren Basra’dan kuzeye doğru harekete geçen İngiliz Ordusunun komutanı olarak bulundu. 29 Nisan 1916’da Halil Paşa komutasındaki Türk ordusuna Kutü’l-Ammare’de bütün birlikleriyle beraber esir düştü. 1916-1918 tarihlerinde Bursa ve İstanbul, Büyükadada’da zorunlu ikamete tabi tutuldu. 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla serbest bırakıldı. 1920’de ordudan emekli olup Avam Kamarası’nda parlamenter olarak görev aldı. Büyük Taarruz öncesi Anadolu’ya gelip Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüş ve Türklere olan derin saygı ve sevgisini ifade etmiştir. 18 Mayıs 1924’te 63 yaşında ölmüştür.”Kutü’l-Ammare müdafii Townshend öldü” başlığıyla ölümü duyurulmuştur. İngiltere Norfolk’ta defnedilmiş mezar taşına”Kut’lu Townshend…” yazılmıştır. Townshend, hatıralarını”My Campaign in Mesopotamia” adıyla 1920 yılında Londra’da yayımlamıştır. Tarih-i Askerî-i Osmanî Encümeni 1921 yılında bu hatıratı Türkçe’ye çevirterek”Irak Seferim” adıyla 1921’de İstanbul’da Matbaa-i Askeriye tarafından yayımlanmasını sağlamıştır. Bkz. Charles V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret, Çev. Recep Ahıshalı, Yeditepe Yay., İstanbul 2007; Edward J. Erickson, I. Dünya Savaşında Osmanlı Ordusu, Çanakkale, Kutü’l-Ammare ve Filistin Cephesi, Çev. Kerim Bağrıaçık, Türkiye İş Bankası Yay., İstanbul 2009, s. 123-124; Tarık Saygı, İngiliz Generali Townshend ve Türkler, Paraf Yay., İstanbul 2011, s. 253-254, 261-266.
[52] Charles V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret, s. 64-66. Ayrıca bkz. İsmet Üzen,”Türklerin Kutü’l-Ammare Kuşatması Sırasında İngiliz Ordusunda Bulunan Hintli Askerlerin Tutumu (Aralık 1915-Nisan 1916)” Gazi Üniversitesi Akademik Bakış Dergisi, Kış Sayısı, Gazi Ünv. Yay., c. II, s: 3, Ankara 2008, s. 81 vdd.
[53] Kurna Savaşı hakkında ayrıntı için bkz. Charles V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret, s. 97-108.
[54] Behzat Balkış-Nezihi Fırat, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Irak-İran Cephesi, C. III-1, s. 234-243.
[55] Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Irak-İran Cephesi, C. III-1, s. 248, 249; Ammare’nin düşmesiyle ilgili ayrıntılar için bkz. Charles V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret, s. 114-126. Ayrıca bkz. Selçuk Duman, Aynı eser, s. 117.
[56] Tarık Saygı, Aynı eser, s. 57-58.
[57] Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA).,Dahiliye (DH), İdare-i Umumiye (İ. UM), Dosya: 49, Belge: 22.
[58] BOA., DH, İ. UM, Dosya: 79, Belge: 14.
[59] Abdülkadir Noyan, Son Harplerde Salgın Hastalıklarla Savaşlarım, s. 50-78.
[60] Gnkur. ATASE Daire Başkanlığı Arşivi, BDH, Kls: 1110, Ds: 517, F: 3-7.
[61] Gnkur. ATASE Daire Başkanlığı Arşivi, BDH, Kls: 1110, Ds: 517, F: 2-1, 2-5.
[62] Hikmet Özdemir, Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918, s. 145.
[63] Charles V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret, s. 141-146.
[64] Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Irak-İran Cephesi, 1979/ III-1: 262-266.
[65] Charles V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret, s. 176-177.
[66] Townshend Türk tarafında inmeye mecbur bırakılan bir İngiliz uçağının üzerine 300-400 askerin atılarak onu etkisiz hale getirmeye çalıştığını yazar. Bkz. Charles V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret, s. 180-181.
[67] Charles V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret, s. 191 vdd.
[68] Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Irak-İran Cephesi, 1979/ III-1: 367.
[69] Charles V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret, s. 204-207.
[70] Edward J. Erickson, Size Ölmeyi Emrediyorum! Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ordusu, s. 152-153.
[71] Kemal Arı, Aynı eser, s. 180.
[72] Charles V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret, s. 204-206.
[73] Mahir Küçükvatan,”İngiliz Basınında Osmanlı’nın Kutü’l-Ammare Zaferi”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, c. XIII/26, Bahar Sayısı, İzmir 2013, Dokuz Eylül Üniv. Yay., s. 60.
[74] Charles V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret, s. 240.
[75] Korgeneral Halil (Kut) (1902-P.20): 1882 yılında İstanbul’da doğmuştur. Hafız Kâmil Bey’in oğlu ve Enver Paşa’nın kendisinden bir yaş küçük amcasıdır. Kuleli Askerî Lisesi’ni bitirmiştir. 13 Mart 1899 tarihinde girdiği Harp Okulu’ndan 1902’de mezun olduktan sonra Harp Akademisi’ne devam etmiş ve 11 Ocak 1905’te mümtaz (kurmaylıkları onanmayarak mümtaz kalanlar) yüzbaşı olarak okuldan çıkmış, ancak daha sonra eğitimine devam etmiş ve 28 Mart 1911’de kurmay olmuştur. Çeşitli askerî görevlerde bulunmuş; 1911-1912 Osmanlı-İtalya, 1912-1913 Balkan, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşlarına katılmıştır. 16 Mart 1916 tarihinde vekâleten atandığı 6. Ordu Komutanlığına 27 Nisan 1916’da asaleten, 30 Haziran 1918’den itibaren de Şark Orduları Grubu Komutanlığına atanmıştır. 18 Şubat 1920’de ordudan uzaklaştırılmış, 14 Temmuz 1923’te kendi isteği üzerine emekli olmuştur. 20 Ağustos 1957 tarihinde vefat etmiş, İstanbul Yahya Efendi Mezarlığı’na defnedilmiştir. Bkz. Hülya Toker- Nurcan Bal, Balkan Savaşı’na Katılan Komutanların Yaşam Öyküleri, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 2004, s. 376-377.
[76] Gnkur. ATASE Daire Başkanlığı Arşivi, BDH, Nu: 6/4517, Kls: 5240, Ds: H-7, F: 1-2, ayrıca bkz. M. Taylan Sorgun, Bitmeyen Savaş, Halil Paşa’nın Anıları, 7 Gün Yayınları, Yaylacık Matbaası, İstanbul 1972, s. 151.
[77] İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, s. 163.
[78] Gnkur. ATASE Daire Başkanlığı Arşivi, BDH, Nu: 1/1, Kls: 143, Ds: 653, F:5, 5-1, 5-4.
[79] Gnkur. ATASE Daire Başkanlığı Arşivi, BDH, Nu: 4/10481, Kls: 3644, Ds: H-32, F: 1-31.
[80] Mahir Küçükvatan, Aynı makale, s. 60.
[81] Edward J. Erickson, Size Ölmeyi Emrediyorum! Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ordusu, s. 154.
[82] Charles V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret, s., 243-244.
[83] Taylan Sorgun, Halil Paşa, Bitmeyen Savaş, Ankara 1972, Yaylacık Matbaası, s. 119.
[84] Gnkur. ATASE Daire Bşk.lığı Arşivi, BDH, Kls: 551, Ds: 2140, F: 102-1; İkdam, 30.04.1916; ayrıca bkz. Mahir Küçükvatan, Aynı makale, s. 63.
[85] Charles V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret, s. 295.
[86] İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara 1993, s. 157.
[87] Charles V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret, s. 304-310.
[88] The Times, 06 December 1915; Tarık Saygı, Aynı eser, s. 70.
[89] Charles V.F. Townshend, My Campaign in Mesopotamia. London 1920, Burgleigh Press, p. 200, Türkçesi için bkz. Charles V.F. Townshend, Irak Seferi ve Esaret, s. 310.
[90] Gnkur. ATASE Daire Bşk.lığı Arşivi, BDH, Klasör: 548, Dosya: 2132, Fihrist: 95.
[91] Şükrü Kanatlı, Irak Muharebelerinde 3’üncü Piyade Alayı Hatıraları. Ankara 2006, Gnkur. ATASE Bşk.lığı Yay., s. 8.
[92] Golç Paşa’nın Hatıratı, İstanbul’da (1914-1915); Irak ve İranda (1915-1916), Çev. E. Kaymakam Salih Mayakuşu, İstanbul Askerî Matbaa, 1932, s. 1.
[93] Colmar von der Goltz (Alman mareşali): 1843’de Doğu Prusya’da (Kaliningrad) doğmuştur. Osmanlı ve Alman ordularında Mareşal rütbesiyle görev yapmış bir asker ve yazardır. Von der Goltz, 1861 yılından itibaren Prusya ordusunda subay olarak değişik birliklerde bulunduktan sonra, 1878-1883 arasında Berlin’deki askeri akademide öğretmenlik yapmış,”Silahlanan Millet” adlı kitabını 1883 yılında yayımlamıştır. Kitabı”Millet-i Müsellaha” adıyla Türkçeye çevrilmiştir. Haziran 1883’te binbaşı rütbesindeyken askerî müşavir olarak Osmanlı Ordusu’na katılmak üzere Alman askerî heyeti içinde yer almıştır. Bu iş birliği faaliyetiyle birlikte, Osmanlı Devleti, Krupp ve Mauser gibi Alman şirketlerinden silah almaya başlamıştır. Goltz, Almanya’nın ve
Osmanlı Devleti’nin Doğu’daki nüfuzunu garantilemek için Bağdat tren yolunun inşa edilmesini de desteklemiştir. Goltz, 1908 yılında tekrar Osmanlı Ordusu’nda görevlendirilmek üzere davet edilmiştir; 1911 yılında Mareşal rütbesine terfi ederek Osmanlı Ordusu’nun Erkân-ı Harbiye Riyaseti İkinci Başkanlığına (Gnkur II. Başkanı) kadar yükseltilmiştir. I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Ağustos 1914’te Almanya’ya dönmüş; işgal edilen Belçika’nın askerî valiliğine atanmıştır. Goltz, 2 Ağustos 1914 tarihli Türk-Alman gizli ittifak antlaşması gereği Kasım 1914’te Sultan V. Mehmet’in Kurmay Başkanı (Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi: Genelkurmay Başkanı) olarak İstanbul’a gönderilmiştir. I. Dünya Savaşı’nda İngiliz Ordusuna karşı Osmanlı ve Alman ordularının birlikte hücum etmesi fikrini Harbiye Nazırı Enver Paşa ve Osmanlı Orduları Komutanı Otto Liman von Sanders’e beğendiremeyen Goltz Paşa’ya Irak’taki 6. Ordu Komutanlığı görevi verilmiştir. Goltz 6. Ordu bölgesine gelince Türk komutanlar tarafından bu atama pek hoş karşılanmadı. Bağdat’ta rahatsızlandı. 19 Nisan 1916’da yakalandığı tifüs hastalığı nedeniyle oluşan yüksek ateş sonucu vefat etti. Mezarı İstanbul’a nakledildi; Tarabya’da Alman Elçiliği bahçesine defnedildi.
[94] Golç Paşa’nın Hatıratı, İstanbul’da (1914-1915); Irak ve İranda (1915-1916), s. 35 vdd. Ayrıca bkz. Veli Yılmaz, 1’nci Dünya Harbinde Türk-Alman İttifakı ve Askerî Yardımlar, s. 115.
[95] Jeduha L. Wallach, Aynı eser, s. 179.
[96] İsmet Görgülü, Aynı eser, s. 164.
[97] Carl Mühlmann, Aynı eser, s. 75.
[98] Selçuk Duman, Aynı eser, s. 125-126.
[99] Golç Paşa’nın Hatıratı, İstanbul’da (1914-1915); Irak ve İranda (1915-1916), s. 37-40.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.