Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Başlangıcından Türkiye Cumhuriyeti’ne Kadar Türk Devletlerinin Sikkeleri

3 21.183

Prof. Dr. Oğuz TEKİN

Tarihte çok sayıda Türk Devleti kurulmuştur. Bu devletler Asya-Avrupa-Kuzey Afrika üçgeninde çok geniş bir coğrafî dağılım göstermektedirler. Ancak bu devletlerin büyük kısmının yalnızca kurucusu ve/veya yöneticileri Türk olup egemenlikleri altında bulunan halk ise farklı kökene sahip idi. Biz bu yazımızda başlangıcından Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar tarihte kurulmuş Türk devletlerinin sikkeleri konusunda yüzeysel bir bilgi vermeye çalışacağız.

İslamiyet Öncesi

İslâmiyet öncesi Türk devletlerinden Hunların kuzeybatı Hindistan’da 4.-6. yüzyıllarda bastıkları Sasani tarzındaki sikkeler Hint etkisi taşırlar. Hun kralı Mihiragula’nın 6. yüzyıl başlarına tarihlenen gümüş bir sikkesinde (drahmi) kralın büstü resmedilmekte ve büstün her iki yanında Hindu tanrısı Siva’nın trident ve boğa başlı standardı yer almaktadır. Sikke üzerindeki yazı Brahmi dilinde olup “Muzaffer Kral Mihiragula” yazmaktadır. İskitler de M.Ö. 1. yüzyıl-M.S. 1. yüzyıl arasında esas olarak gümüş ve bakır sikke basmışlardır.

Karadenizin kuzeyindeki İskitlerin sikkeleri Yunan etkisi taşımaktadır. Örneğin Kral Akrosandros’un sikkesinin ön yüzünde Yunan tanrısı Zeus betimlenmiş olup yazı Yunancadır. Hindistan’ın kuzeyine göç eden İskitlerin sikkeleri ise Yunan ve Hint etkileri taşır. M.Ö. 1. yüzyıl ortalarında kuzeybatı Hindistan’da hüküm süren iskit kralı I. Azes’in 4 drahmi değerindeki gümüş sikkesinde ön yüzde kral at üstünde giderken betimlenmiştir. Sikkenin arka yüzünde Eski Yunan tanrısı Zeus yer alır. Yunanca ve Kharosti dilindeki yazıda ise “Krallar Kralı Büyük Azes’in” (sikkesi) ifadesi varır. XI. yüzyılda Uygurların kumaş parçalarının üstüne mühür basarak para yerine kullandıklarını biliyoruz.

İslamiyet Sonrası

İslami sikke geleneğinde, sikkelerde resim/tasvir yer almaz; onun yerine hükümdarın adı, unvanları, sıfatları, dualar, Kelime-i tevhid gibi yazılar bulunur. Bir diğer deyişle İslamiyeti kabul etmiş Türk devletlerinin sikkelerinde, çağdaşları olan Bizans sikkeleri gibi, resim yer almaz. Bu durum, İslamiyette resmin hoş karşılanmamasıyla ya da yasak olarak yorumlanmasıyla açıklanabilir. Ancak, Selçuklular ile Artukoğulları, Danişmendoğulları, Harezmşahlar, Zengiler, Babürler, Saltukoğulları, Mengücekler gibi Türk beylikleri İslami geleneğin dışına çıkarak sikkelerinde resim kullanmışlardır. Resmin en sık kullanıldığı beylikler Artukoğulları ve Zengilerdir; diğerlerinde azdır ama vardır. Ancak gerek Artukoğullarının gerekse Zengilerin sikkelerinde resmin yanı sıra yazı da sıklıkla kullanılmıştır.

İslâmiyeti kabul etmiş olan ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar 9. yüzyıl ortalarından 13. yüzyıl başlarına kadar Türkistan’da hüküm sürmüştür. Bu devletin sikkeleri esas olarak gümüş ve bakırdan olup altın nadiren basılmıştır. Buhara, Semerkant, Tıraz, Kaşgar, Özkent, Reştan, Nişabur, Kucende, Ahşiket gibi çok sayıda darphanede basılmış olan Karahanlı sikkelerinde darp yeri ve tarihi yazılıdır. Yusuf Kadir Han b. Harun Buğra Han sikkelerinde malik almaşrik unvanını kullanmıştır. Karahanlılar, bazı yayınlarda, Türkistan Hanlığı adı altında da ele alınmaktadır.

Hazar Denizi’nin doğusunda, Amû Deryâ (Ceyhun) ırmağının suladığı bölge Harezm olarak anılmaktadır. 9. yüzyıl sonlarından 13. yüzyılın ikinci çeyreğinin yarısına kadar olan bir süreçte bölgede hüküm süren Harezmşahlar, Buhara, Yâmûr, Harezm, Semerkant ve Nişabur gibi darphanelerde altın, gümüş ve bakır sikke basmışlardır. Bazı sikkelerde darp yeri ve tarihi bulunmamaktadır. Küçük ve büyük birimde basılmış gümüş ve bakır sikkelerden günümüze kalmış örnekler vardır. Bazı bakır sikkelerin ön ve/veya arka yüzlerinde süvari tasvirinin yer alması kayda değerdir. Alaeddin Muhammed’in bazı bakır sikkeleri üzerinde “dirhem” yazılıdır; bunun nedeni bu sikkelerin gümüş değerinde olduğunu göstermek için olsa gerektir.

14. yüzyılın ikinci yarısından 16. yüzyıl başlarına kadar Orta Asya’nın güçlü devletlerinden biri olarak hüküm süren Timurîlerin sikkeleri esas olarak gümüştür; büyük ve küçük birim olmak üzere iki tip gümüş sikke vardır. Timurî sikkelerinin kalıpları genelde özensizdir; ancak Şah Ruh’un sikkelerinde kalite gözlenmektedir. Timur’un sikkelerinde ön yüzde genelde Kelime-i Tevhid yer alır. Çevrede ise dört halifenin (Ebubekir, Ömer, Osman, Ali) adları yazılıdır. Sikkelerinde “emir” unvanını kullanmıştır. Darp yeri ve tarihi ön yüzde yer alır. Gümüş sikkeler 30 civarında darphanede basılmıştır. Timurîlerin bakır ve pirinç sikkeleri de vardır; bunlar daha ziyade devletin güneyindeki darphanelerde (Şiraz, Lâr, isfehan gibi) basılmışlardır. Bakır sikkeler nispeten büyüktür.

10. yüzyıl ortalarından 12. yüzyıl sonlarına kadar Afganistan’da hüküm sürmüş olan Gazneliler altın, gümüş ve bakır sikke basmışlardır. Altın sikkeler esas olarak Nişabur, Herat ve Gazne’de basılırken gümüş sikkeler Fervan, Mahmudpur, Velvalez, Belh, Herat ve Gazne’de, bakır sikkeler ise Gazne’de basılmıştır. Adi gümüşten basılmış sikkeler de çok basılmıştır. Gaznelilerin sikkelerinde darp yeri ve tarihi de yer almaktadır. Gazneli Mahmud’un hicri 385 tarihli dinarlarında hanedanın arması olan kılıç tasviri yer almaktadır.

16.-19. yüzyıllarda Hindistan’da hüküm süren ve kurucusu Babür Şah’tan dolayı Babür Devleti olarak anılan devletin sikkeleri çok sayıda darphanede basılmıştır. Altın, gümüş ve bakır sikkeleri vardır. Özellikle Cihangir’in sikkelerinde resmedilmiş olan burç motifleri ilgi çekicidir.

Tolunoğulları 9. yüzyılın ortalarında Kuzey Afrika’da Abbasi otoritesine karşı gelerek bağımsızlığını ilan etmiş bir Türk devletidir; kurucusu Ahmed b. Tolun’dur. Altın, gümüş ve bakır sikke basmışlardır. Sikkelerde Kelime-i tevhid, dua, hükümdarın adı ve unvanları yazılıdır. Darphanelerinden bir kısmı şunlardır: Mısır, Dimaşk, Humus, Rafika, Filistin ve Antakya.

İhşidiler 9. ve 10. yüzyıllarda Suriye, Filistin ve Mısır’da hüküm sürmüş olup kurucusu Muhammed el-ihşidi’dir. Genelde altın ve gümüş sikke basmışlardır; bakır sikkeleri azdır. Sikkelerde kelime-i tevhid, dua, hükümdarın adı ve unvanları yer alır. Sikkeler esas olarak Filistin ve Mısır’da basılmıştır.

Eyyubi Devleti, 12. yüzyılda Selahaddin Eyyubi tarafından Mısır’da kurulmuştu. O’nun 1193’teki ölümünden sonra taht kavgaları başlamış; Mısır, Suriye, Filistin ve Yemen topraklarında Eyyubi devletleri kurulmuştur. Fakat Eyyubilerin asıl yönetim merkezi Mısır’daydı. Altın, gümüş ve bakır olan Eyyubi sikkeleri esas olarak el-Kahire, el-iskenderiye, Halep, Dimaşk ve Meyyafarikin’de basılmış olup sikkelerde genelde darp yeri ve tarihi yazılıdır. Selahaddin Eyyubi, Seyfeddin Ebu Bekr, El-Evhad Necmettin Eyyub ve El-Eşref Muzaffer El-Din Musa’nın bakır sikkelerinde büst veya tam figür olarak resmedilmiş hükümdar tasviri vardır.

13. ve 14. yüzyıllarda Mısır ve Suriye topraklarında hüküm sürmüş olan Memlüklerin Bahri kolu Türk kökenlidir. Altın, gümüş ve bakır sikke basmış olan Türk Memlüklerin ilk hükümdarı olan Şecer el-Durr’un nadir altın sikkeleri el-Kahire’de basılmış olup 648 (hicri) tarihi taşır. El-Kahire’nin yanı sıra diğer darphaneer arasında el-iskenderiye, Dimaşk, Halep, Hamas ve Trablus bulunmaktadır.

Selçuklu Sikkeleri

Osmanlı öncesi sikke geleneğinde önemli bir aşama da Selçuklu sikkelerinde izlenmektedir. Orta Asya’da, Sir Derya (Seyhun) ırmağının ağzına yakın bir yerde yerleşmiş bulunan Oğuz Türklerinin Kınık boyu, 10. yüzyılın üçüncü çeyreğinde Selçuk Bey’in liderliğinde Aral Gölü’nün doğusuna (Cend) göç etti. Selçuk Bey’in 11. yüzyılın hemen başındaki ölümünden sonra, devletin idaresi torunları Tuğrul ve Çağrı Beylerin eline geçti. Selçuklular önce Harezm’e, oradan da Horasan’a göç ettiler; Merv ve Nişabur’u ele geçirdiler. 1040 yılında Dandanakan Savaşı ile Gaznelileri yenilgiye uğratan Selçuklular, bağımsız Selçuklu Devleti’ni kurdular. Tuğrul Bey’in sikkelerinde Selçukluların kökeni Kınık boyunun simgeleri olan ok ve yay betimleri yer almaktadır.

Tuğrul Bey’in ilk sikkelerinde “el-Emir el Seyîd” ve “El-Emîr el Ecell” unvanları yer alırken, daha sonra “Es-Sultan el-Muazzam Şâhanşâh el-Ecell” unvanı yer alır; çok geçmeden bu unvana “Rükn’üd- Din” (=Dinin direği) eklenmiştir (Broome 1985, s. 84). Tuğrul Bey’den sonra Selçukluların başına geçen yeğeni Alp Arslan (1063-1072) dönemi Selçukluların büyüme devridir. 1071’de Malazgirt Savaşı ile Bizanslıları yenilgiye uğratan Alp Arslan, Anadolu’nun kapılarını Türklere açmıştır. Alp Arslan’ın sikkelerinde “el-Sultan el-Muazzam Şâhanşâh Melik el-İslam” unvanı görülmektedir. Büyük Selçukluların sikkelerinin basıldığı darphanelerin en önemlileri Nişabur, Medinetü’s Selâm, Rey, isfahan, El-Ehvaz ve Merv’deydi. Alp Arslan’ın ölümünden sonra yerine oğlu Melikşah (1072-1092) geçti. Devletin sınırlarının en geniş olduğu dönem Melikşah dönemidir; ancak elimizde bu dönemde basılmış sikke yoktur. Melikşah’ın 1092’deki ölümünden sonra başa geçen Berkyaruk, Muhammed Tapar ve Sencer dönemleri devletin gerileme devridir. Büyük Selçuklu imparatorluğu yerini Irak’ta, Suriye’de, Kirman’da (Güneybatı İran), Horasan’da ve Anadolu’da kurulan Selçuklu devletlerine bıraktı. Ancak çok geçmeden bu devletler de birer birer yıkılmış, Anadolu Selçukluları ise 14. yüzyılın başlarına kadar varlığını sürdürmüştür. Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleyman Şah ve Kılıç Arslan dönemlerine ait elimizde sikke yoktur; günümüze kalan ilk sikkeler I. Mesud (H. 510-550/M. 1116-1155) zamanına aittirler. Mesud’un söz konusu sikkeleri bakır olup üzerlerinde darp yeri ve tarihi yoktur. Ön yüzde Bizans imparatoru (ya da Bizans imparatoru tarzında betimlenmiş Mesud’un kendisi) bulunmaktaydı. Anadolu Selçukluların ilk sultanları zamanında Anadolu’da Bizans ve diğer İslâm devletlerinin sikkeleri de tedavülde olduğundan, onların da kullanılmış olması muhtemeldir. Selçuklu sikkeleri insan ve hayvan tasvirli olup bakır (mangır), gümüş (dirhem) ve altından basılmıştır (dinar). Anadolu Selçuklularında ilk kez altın ve gümüş sikke bastıran II. Kılıçarslan’dır (H. 550-588/M. 1155-1192).

Anadolu Selçuklu Devleti’nin en parlak döneminin sultanı olan I. Alaeddin Keykubad, sikkelerinde genelde “el-Sultan el-a’zam” veya “el-Sultan el-muazzam” unvanlarını kullanmıştır. Mardin Artukoğullarından el-Melik el-Mansur Nasıreddin Artuk Arslan ile Kilikya Ermeni Kralı Hetum, Alaeddin Keykubad ile ortak sikke bastırmışlardır. Bu döneme kadar sikkelerdeki tarih yazı ile yazılırken, bundan sonra divani rakamla da yazılmaya başlanmıştır. Anadolu Selçuklularında sikke tipleri önceleri Bizans sikkelerinden etkiler taşımaktaydı. Anadolu Selçuklularının sikkelerinde yazı olarak sultanın adı, unvanları, sıfatları, âyetler, Kelime-i tevhid, besmele, dua ve niyazlar yer alır. Anadolu Selçuklu sikkelerinin basıldığı darphaneler arasında Ankara, Konya, Aksaray, Kayseri, Erzincan, Tokat, Sivas, Malatya, Erzurum, Kastamonu, Antalya, Medinet Luluva ve Bulgurlu’yu sayabiliriz.

Atabeylikler

Büyük Selçuklu Devleti’nin zayıflamaya başlamasıyla ortaya çıkan ve 12.-13. yüzyıllarda hüküm süren bazı Türk devletlerini görmekteyiz. Bunlardan Böriler (Suriye), İldenizliler (Azerbaycan), Ermanşahlar (Ahlat) ve Beytekinlerin (Erbil) sikkeleri günümüze az sayıda kalmıştır. Ancak yine aynı yüzyıllarda yaşamış olan Zengilerin sikkeleri bir hayli fazla olup, özellikle bakır sikkelerinin tasvirli (daha çok hükümdar büstleri veya bağdaş kurmuş oturan hükümdar) olması nedeniyle Türk devletleri sikkeleri arasında önemli bir yere sahiptir. Musul, Halep, Sincar ve Cezire’de atabeylik olarak hüküm süren Zengilerin Musul kolunun sikkeleri, çoğu Musul’da olmak üzere Cezire ve Sincar’da; Halep kolunun sikkeleri iskenderiye, Kahire ve Halep’te; Sincar kolunun sikkeleri Nusaybin ve Sincar’da; Cezire kolunun sikkeleri ise Cezire’de basılmıştır. 12. yüzyılda Fars’ta hüküm süren Salgurluların (Fars Atabeyleri) sikkeleri ise esas olarak Şiraz’da basılmış olup günümüze kalanların çoğu altındır.

Danişmendliler, Selçuklu Sultanı Melikşah’ın emirlerinden Danişmend’n 11. yüzyılın üçüncü çeyreğinde Sivas, Kayseri, Tokat civarında kurduğu Türk devletidir. Danişmendlilerin sikkeleri bakır olup, nadiren darp yeri ve tarihi yazılıdır. O sırada Anadolu’da tedavülde bulunan Bizans sikkelerinden etkiler taşıyan bazı sikkelerde-dönemin Bizans sikkelerinde olduğu gibi-eski Yunanca yazı da yer alıyordu. Örneğin Melik Gazi’nin bir sikkesinde eski Yunanca “Büyük Melik Gazi” yazılıdır. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Yazı gibi sikke tasvirlerinde de Bizans etkisi görülür. Hatta Melik Şems el-Din İsmail’in bir sikkesinin arka yüzünde tahtta oturan Hz. İsa resmedilmiştir.

Danişmendliler ile aynı tarihlerde Erzincan, Kemah, Divriği ve Şarki-Karahisar kentlerini içine alan bölgede kurulmuş bir başka Türk beyliği Mengücükler’dir. Erzincan ve Divriği kolları mevcuttur. Her iki kolun hükümdarları bakır sikke bastırmıştır. Erzincan kolunun sikkelerinde darp yeri Erzincan olarak yazılıdır; Divriği kolunun sikkeleri nispeten az olup darp yerleri silik olduğundan okunamamaktadır; ancak bunlar da Divriği’de basılmış olmalıdırlar. Mengüceklerin sikkelerinde de Bizans etkisi görülür. Örneğin Fahreddin Behramşah’ın hicri 563 tarihli bir sikkesinde Bizans hükümdarı tarzında figür bulunur.

Saltukoğulları, Erzurum merkez olmak üzere Doğu Anadolu’da hüküm sürmüş bir Türk beyliğidir. Sikkeleri bakır olup genelde darp yeri yer almamaktadır. Saltukoğullarının sikkeleri de Bizans etkisi taşımakta olup bazılarında at üzerinde ok atarak avlanan hükümdar veya aralarında patrik haçı tutan imparator ve Aziz tasvirleri resmedilmiştir. Sikkelerde darp yeri görülmemektedir.

Oğuz Türklerinin Döğer boyundan olan Artukoğulları 12. yüzyıldan 15. yüzyıl başlarına değin Güneydoğu Anadolu’da Hısnkeyfa-Amid, Harput ve Mardin’de üç kol halinde hüküm sürdüler. Artukoğulları esas olarak bakır sikke basmışlardır; ancak Nasıreddin Artuk Arslan (H. 597-637/M. 1200-1239) zamanında gümüş sikkeler de basılmaya başlanmıştır; Artukoğullarının altın sikkeleri yoktur. Artukların sikkelerinde önceleri darp yeri bulunmamaktadır; daha sonra -özellikle gümüş sikke basımı ile birlikte- zaman zaman darp yerleri de yazılmaya başlanmıştır. Belli başlı darphaneler Hısn, Amid, Mardin ve Düneysir’dir. Artukoğullarının sikkeleri de, İslami sikke geleneğine aykırı olarak resimlidir. Örneğin büst şeklinde, ayakta veya bağdaş kurmuş olarak resmedilmiş hükümdarlar, tahtta oturan Hz. İsa, kanatlı figürler, çift başlı kartal belli başlı sikke resimleridir. Hatta Fahreddin Kara Arslan’ın (H. 543-570/M. 1148-1174) bir bakır sikkesinin ön yüzünde Geç Roma sikkelerinde gördüğümüz Victoria figürü resmedilmiş olup çevresinde Victoria Constantin’i yazmaktadır; sikkenin arka yüzünde ise normal olarak Arapça lejand yer almaktadır.

Türk Beylikleri

Anadolu Selçuklularının 1243’teki Kösedağ Savaşı’nda Moğollara yenilgisinden sonra Anadolu’da meydana gelen otorite boşluğu sırasında ve sonrasında (13.-14. yüzyıllar) ise şu beylikler kurulmuştur: Karasioğulları, Saruhanoğulları, Aydınoğulları, Germiyanoğulları, İnançoğulları, Hamidoğulları, Menteşeoğulları, Eşrefoğulları, Alaiye Beyliği, Eratnaoğulları, Kadı Burhaneddin Hükümeti, İsfendiyaroğulları, Karamanoğulları, Candaroğulları. Bu beyliklerin basmış olduğu sikkeler Osmanlı öncesi Anadolu nümismatiğinin önemli aşamalarından birini işaret etmektedir. Aşağıda bu beyliklerin sikkelerine kısaca değinilmiştir:

13. yüzyıl ortalarından 15. yüzyıl üçüncü çeyreğine kadar Karaman ve çavresinden Mut, Ermenek, Gülnar yörelerine yayılan Karamanoğullarının bakır ve gümüş sikkeleri vardır. Sikkeler daha çok Konya, Eğridir, Larende ve Luluva’da darbedilmiştir. Kütahya ve civarında hüküm süren Germiyanoğulları kendi adlarının yanı sıra İlhanlılar ve Osmanlılar adına da sikke bastırmışlardır. Başlıca darphaneleri Germiyan, Ladik ve Simav’dır. 13. yüzyılın sonlarından 14. yüzyılın ortalarına değin Balıkesir-Edremit yöresinde hüküm süren Karasioğulları’nın gümüş ve bakır sikkeleri mevcuttur. Karasioğullarıyla aynı tarihlerde Kastamonu-Sinop yöresinde hüküm süren Candaroğullarının sikkeleri İlhanlı sikkelerini andırmaktadır.

Başlıca darphaneleri Kastamonu ve Sinop’tur. Osmanlıların (II. Murad zamanında) beyliği ele geçirmeleriyle adı değişerek İsfendiyaroğulları Beyliği adını almıştır. 14. yüzyıldan 15. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna kadar İzmir-Kuşadası-Aydın yöresinde hüküm süren Aydınoğullarının ilk sikkeleri anonim karakterde olup hükümdar adı bulunmaz; kendi adına ilk sikkeyi Umur Bey (H. 741-749/M. 1340-1348) bastırmıştır. Bakır ve gümüş sikke bastıran Aydınoğullarının sikkeleri esas olarak Ayasuluk’ta basılmış olup bilinen diğer darphaneler Ladik ve Tire’dir. Aydınoğullarının, üzerlerindeki tasvir ve Latince yazı nedeniyle Avrupa ile ticari ilişkiler için bastırmış oldukları anlaşılan Latin tarzı gümüş sikkeleri bir hayli ilginçtir. 14. yüzyılın beyliklerinden Saruhanoğulları Manisa ve civarında hüküm sürmüşlerdir; gümüş ve bakır sikkeleri vardır. Sikkelerde darp yeri bulunmamaktadır; fakat Manisa’da basılmış olmalıdırlar. Saruhanoğulları ile aynı dönemde hüküm süren Menteşeoğulları’nın egemenlik alanı Fethiye-Muğla yöresiydi. Bakır ve gümüş sikkeleri mevcuttur. ilk sikkeler Selçuklu Sultanı Mesud adına basılmıştır. Aynı dönemde Burdur-Isparta yöresinde egemen olan Hamidoğullarının bakır ve gümüş sikkeleri olup sikkeler Eğridir (daha sonra Felekabad olarak değiştirildi), Bergulu ve Antalya’da basılmıştır. 14. yüzyılda Orta Anadolu’da ve biraz doğusunda hüküm süren bir başka Türk beyliği Eretnaoğullarıdır. Kurucusu Eretna Bey, bir Uygur Türkü’dür. Eretnaoğullarının Kayseri, Sivas, Erzurum, Erzincan, Bayburt, Konya, Aksaray, Niksar, Kırşehir. Samsun, Ankara ve Kegonya’da (Şarki Karahisar) basılmış gümüş sikkeleri vardır; altın sikke darbı nadirdir. Eretna Beyliği’nin zayıflamasıyla devleti ele geçiren Kadı Burhanettin de kendi adına (örneğin Sivas ve Kayseri’de) gümüş sikke bastırmıştır. 13. yüzyıl sonlarından 15. yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar Alanya’da hüküm süren Alaiye beyliği sikkeleri Alaiye’de (Alanya) basılmış olup darp yeri yazılıdır. Bazı sikkeleri İlhanlı hükümdarı Olcaytu Hüdabende Muhammed ve Memluk Sultanı El- Nasır Nasıruddin Muhammed adına darbedilmiştir. Bazı sikkelerinde, özellikle Alaiye beylerinin kendi adlarına darbettirdikleri sikkelerde, arka yüzde (merkezde) altı köşeli yıldız motifi yer alır. Bundan böyle Alaiye beyleri kendi adlarını sikkelere koydurmuşlardır. Örneğin, Alaiye beyi Savcı b. Şemseddin Muhammed’in sikkelerinde ön yüzde “Emirü’l A’zam Savcı bin Şemsü’ddin” şeklinde beyin adı yazılıdır. 13. yüzyıl ortalarından 14. yüzyılın ücüncü çeyreğine kadar Denizli-Ladik civarında hüküm sürmüş bir Türk beyliği olan İnançoğullarının Ladik’te (Denizli) basılmış gümüş sikkeleri bilinmektedir. 13. yüzyılın ikinci yarısında Beyşehir-Seydişehir yöresinde kurulmuş olan ve pek de uzun ömürlü olmayan Eşrefoğullarının gümüş sikkeleri bilinmekte olup darp yerleri Beyşehir’dir.

14. ve 15. yüzyıllarda Doğu Anadolu, Azerbeycan ve Irak’ta hüküm süren iki Türk beyliği vardır: Karakoyunlular ve Akkoyunlular. Karakoyunlu gümüş sikkelerinin ana darphaneleri Bitlis ve Tebriz’dir. Akkoyunlu gümüş sikkelerinin darphaneleri ise Amid, Mardin, Cezire, Erzincan ve Hısn idi; altın sikkeler nadirdir.

Osmanlı Sikkeleri

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan önce ve kurulduktan bir süre sonrasına kadar Selçuklu ve İlhanlı sikkeleri halen tedavül ediyordu. Osmanlı öncesindeki beylikler döneminde, Bizans sikkelerinin üzerine kontrmark vurulmak sureti ile geçerli kılındıklarını, İslâmi kontrmarklı Bizans sikkelerinin varlığı ile biliyoruz. Bu beylikler (Danişmendliler, Mengücekler, Saltuklar, Artuklar) kendi sikkelerini de basmışlardı; yukarıda bunlara değinilmişti. Osman Bey’den Fatih Sultan Mehmed’e kadar Osmanlılar yalnızca iki metalden (gümüş akçe ve bakır mangır) sikke bastırmışlardır. Mangır daha ziyade bozuk para yerine kullanılmakta olup, esas ödeme aracı akçe’dir. Önceleri 1.15-1.20 gr. civarında olan ve 90 ayar gümüşten basılan akçenin ağırlığı giderek düşürülmüştür. 17. yüzyılın ikinci yarısında akçe piyasadan kaybolur; yalnızca hesaplamalarda kullanılır, ödemeler ise tedavüldeki sikkeler ile yapılır. Böylece III. Ahmed zamanında akçenin yerini bir para ölçüsü olarak para almıştır (1 para= 3 akçe, 1 kuruş= 40 para). Bu arada Amerika’nın keşfinden bir süre sonra, 16. yüzyılda Amerika’dan getirilen gümüş neticesinde çok miktarda büyük gümüş sikke basıldığını görüyoruz.

Osmanlılar akçe dışında Mangır adı verilen bakır sikkeleri de kullanmışlardır; bunların ilk basıldığı tarih ve ayarı konusunda fazla bilgiye sahip değiliz. Mangır, halk dilinde “pul” olarak biliniyordu. İstanbul’da ve Rumeli’nin ihtiyacı olduğu mangırlar, İstanbul basılırken, daha uzak yerlerde mahalli darphaneler tarafından basılıyordu. Akçenin mangıra olan değeri zaman zaman değişiklik göstermesine rağmen, 15. ve 16. yüzyılda 8 mangır= 1 akçe olduğuna ilişkin bilgiler mevcuttur. 17. yüzyılın başından itibaren tanzimata kadar olan zaman diliminde bakır para basımında (en azından Kostantiniye’de) kaydadeğer bir düşüş söz konusudur. H. 1255’teki (1839) “tashihi sikke” kararından sonra 40, 20, 10, 5 ve 1 paralık bakır sikkeler basılmıştır. Bakır paranın yöresel tedavül için kullanıldığına en güzel örnek, Abdülaziz döneminin bakır paralarında görülen “Dersaadete mahsus” yazılı sikkelerdir.

Osmanlılarda ilk altın sikke Fatih Sultan Mehmed zamanında basılmıştır (1477). Ancak daha önce altın sikke ihtiyacı Venedik dükası gibi yabancı altın sikkelerle karşılanıyordu. Nitekim Fatih Sultan Mehmed döneminde basılan ilk altınların ayarı ve çapında Venedik dükaları esas alınmıştır. Ekonomik nedenlerle altın sikkelerin ayarında zaman zaman değişiklikler yapılmıştır. Altın sikkeler çeşitli dönemlerde değişik adlar da taşımışlardır (Örneğin sultanî, eşrefî, zincirli, zer-i mahbûb, fındıkî).

Osmanlılarda ilk sikke, devletin kurucusu Osman Bey (1299-1324) zamanında basılmıştır. Bu sikkelerden istanbul Arkeoloji Müzeleri’nde bulunan bir gümüş akçenin her iki yüzünde de “Osman bin Ertuğrul” (= Ertuğrul oğlu Osman) yazılı olup darp yeri ve tarihi bulunmamaktadır (İstanbul Arkeoloji Müzeleri, env. no. DN1081). Osman Gazi’den sonra Osmanlı tahtına geçen Orhan Gazi’nin akçelerinin bazı emisyonlarında, ön yüzde, uçları birbirine bitişik hilâllerden oluşan motifin, Osman Gazi akçesinin arka yüzündeki motifin benzeri olması dikkate değerdir. Ayrıca Evliya Çelebi de Seyahatname’sinde Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey’in sikkesinin olduğunu söylemektedir.

Osman Bey’in ölümü üzerine tahta geçen Orhan Gazi (1324-1362) tarafından bastırılan gümüş sikkelerin (akçe) bir yüzünde “Lâ-ilâhe illa’llâh Muhammedün Resûlu’llâh” (=Allah tektir, Muhammed onun elçisidir) yazısı ile (bazen) dört halifenin adları yer alırken, öteki yüzde Orhan’ın adı (ve bazen darp yeri olarak Bursa adı) bulunmaktadır. Orhan’dan sonra tahta geçen I. Murad’ın (1362-1389) sikkelerinde darp yeri bulunmaz. Aynı durum Yıldırım Bayezid’in (1389-1402) sikkeleri için de söz konusudur. Fakat Bayezid’’den itibaren sikkelere tarih konulmaya başlanmıştır. Bu padişahın akçelerinin bir yüzünde “Bayezid bin Murad”, öteki yüzünde “Hullide mülkühu” (= mülkü daim olsun) yazısı vardır.

Yıldırım Bayezid’in Ankara civarındaki savaşta Timur’a yenilmesinin ardından başlayan Fetret Devri (1402-1413), padişahın oğulları arasındaki iktidar mücadelesiyle geçmiştir. Bayezid’in büyük oğlu Emir Süleyman’ın (1402-1411) ilk sikkeleri h. 806 (= 1403) tarihini taşımaktadır. Sikkelerinin bir yüzünde “Emir Süleyman bin Bayezid” yazılı bir tuğra, öteki yüzünde “hullide mülkühu” yazısı ile dört halifenin adları bulunmaktadır. Emir Süleyman’ın bazı akçelerinde darp yeri olarak Edirne görülmektedir. Osmanlı sikkelerinde tuğra ilk kez Emir Süleyman’ın sikkelerinde karşımıza çıkmaktadır. Emir Süleyman’ın bakır sikkeleri de yazı açısından akçelerine benzemektedir.

Bayezid’in bir diğer oğlu Musa Çelebi (1410-1413) Edirne’ye gelip tahtı ele geçirince burada ilk gümüş sikkesini bastırmıştır. Musa Çelebi’nin akçelerinin tümü h. 813 (1410) tarihini taşırlar. Sikkelerin bir yüzündeki tuğrada “Musa bin Bayezid”, öteki yüzde “hullide mülkühu” ve darp tarihi (ve bazen yeri de) yazılıdır. Musa Çelebi’nin bakır parası ele geçmemiştir.

Bayezid’in beşinci oğlu Mustafa Çelebi (1419-1422) adına yalnızca Serez ve Edirne’de sikke basılmıştır. Serez’de basılmış olanlarda tarih yoktur; Edirne’de basılmış olanlarda 822 ve 824 tarihleri yer almaktadır. Ancak bazı nümismatlar 822 tarihine kuşku ile bakmaktadırlar. Mustafa Çelebi’nin de, Musa Çelebi gibi, yalnızca gümüş akçeleri mevcut olup, bir yüzlerinde “hullide mülkühu”, öteki yüzlerinde “Mustafa bin Bayezid” yazılıdır.

Fetret devrinin önemli bir siması da Bayezid’in üçüncü oğlu I. Mehmed Çelebi’dir (1403-1413, tek başına: 1413-1421). Kardeşleriyle yaptığı iktidar mücadelesinden zaferle çıkmış ve Osmanlı tahtına geçmiştir. Bu padişah zamanında Amasya, Ayasluk, Balad, Bursa, Edirne, Engüriye (Ankara), Karahisar, Serez ve Siroz’da sikke basılmıştır. Sikkelerde “azze nasrühu” ve “hullide mülkühu” yazıları görülür; darp yerleri ve tarihleri de gösterilmiştir.

II. Murad’ın (I. cülusu: 1421-1444; II. cülusu: 1445-1451) akçe ve mangırlarında da ön ve arka yüz yazıları öncekilere benzemektedir: Yine ön yüzde padişahın adı, arka yüzde “hullide mülkühu” yazısıyla birlikte darp yeri ve tarihi yer almaktadır. I. Mehmed Çelebi dönemindeki darp yerlerine Bolu, Engüriye, Karahisar, Novar, Tire ve Üsküp eklenmiştir.

Fatih Sultan Mehmed’in birinci cülusunda (1444), padişah henüz on iki yaşındayken, akçenin içindeki gümüş miktarı ilk kez önemli ölçüde azaltılınca Edirne’deki Yeniçeriler bir tepeye çıkarak ayaklanmıştır. Bunun üzerine Yeniçerilerin yevmiyeleri yarım akçe arttırılarak 3 akçe’den 3.5 akçe’ye çıkartılmıştır. İsyan, bu “buçuk” zamdan ve yapıldığı yerden dolayı tarihe “Buçuktepe Vakası” olarak geçmiştir. Fatih Sultan Mehmed dönemi nin periyodik tağşişlerin yapıldığı bir dönem olduğu bilinmektedir.

Yukarıda belirttiğimiz gibi Osmanlılarda ilk altın sikke, sikkelerdeki unvanıyla “iki karanın sultanı ve iki denizin hakanı sultan oğlu sultan” II. Mehmed (Fatih) zamanında basılmıştır (1477). “Sultanî” adını taşıyan bu ilk altın sikkelerin bir yüzünde “Sultan Mehmed bin Murad Han azze nasrühu Kostantaniye duribe fi 882” (= Murad Han oğlu Sultan Mehmed, zaferi aziz olsun, 882’de Kostantaniye’da darbedildi), öteki yüzünde ise “Dâribü’n-nadri sahibü’l-izzi ve’n-nasri fi’l-berri ve’l- bahri” (= altını basan, denizde ve karada Allah’ın yardımına mazhar, izzet sahibi) yazılıdır. Bu sikkelerin darp yerinden anlaşılacağı üzere, Fatih’in Bizans başkentini ele geçirmesiyle, Osmanlı sikkelerinin darp yerlerine Kostantiniye de eklenmiştir.

Bu döneme kadar değerli metal olarak yalnızca gümüş kullanıldığından, bazı bilim adamları buraya kadar olan dönemi monometalist (tek metal) dönem olarak adlandırmaktadırlar; altın sikke ile beraber bimetalist (çift metal) dönem başlamıştır. Bu zamana kadar yabancı ülkelerin altın paraları kullanılıyordu. Fatih’in bastırdığı altınlarda Venedik altın dükası esas alınmıştır. Ele geçen dükalar üzerinde “Sahh” (=sahih: Doğru, kusursuz) kontrmarkının bulunması, bu sikkelerin ayar ve ağırlıklarının kontrol edilmiş olduğunun bir göstergesidir. Düka dışında dönemin revaçta sikkeleri arasında ispanyolların sekiz riyallik sikkesi ile Hollandalıların thaler’ini gösterebiliriz. Üzerindeki aslan tasvirinden dolayı “Leeuwendaalder” ya da “Aslanlı Dolar” olarak bilinen Hollanda thalerleri 16. yüzyılın sonlarından ya da 17. yüzyılın başlarından itibaren Doğu Akdeniz ticareti için önce olduğundan çok daha fazla basılmıştır. Bu sikkeler Osmanlı İmparatorluğu’nda “aslanlı guruş” veya “Esedî guruş” (“Abu kelb”) olarak biliniyordu. Osmanlı İmparatorluğu topraklarında, Osmanlı sikkelerinin yanı sıra yabancı sikkelerin de kullanılmış olması Osmanlı ekonomik sisteminin bir esnekliği olarak yorumlanmaktadır.

Fatih Sultan Mehmed’in ani ölümüyle tahta büyük oğlu II. Bayezid (1481-1512) geçmiştir. Fatih’in altınları yalnızca Kostantaniye’de basılmışken, II. Bayezid zamanında Serez’de de basılmıştır. Gerek altın gerek gümüş sikkeler Fatih’in sikkelerini andırmaktadır. Ancak gümüş akçelerin ayarı ve ağırlığı, Fatih’in akçelerine göre biraz daha düşüktür. “Sultan Bayezid bin Mehmet Han” zamanında sikke basılan darphaneler şunlardır: Amasya, Ankara, Bursa, Edirne, Gelibolu, Kastamonu, Konya, Kostantaniye, Kratova, Novar, Serez, Tire, Trabzon, Üsküp.

Yukarıda söylediğimiz gibi Fatih Sultan Mehmed öldüğünde tahta II. Bayezid çıkmıştı. Ancak bu sırada Fatih’in küçük oğlu Cem Sultan da tahtta hak iddiasında bulunmuştur. Bursa’ya gelen ve bir aydan az bir süre Osmanlı tahtında kalan Cem Sultan burada kendi adına hutbe okuturak sikke bastırmıştır. H. 886 (=M. 1481) tarihli ve Bursa darplı akçelerinin bir yüzünde “Cem Sultan bin Mehmed Han”, öteki yüzünde “Azze nasrühu duribe Bursa sene 886” yazılıdır.

II. Bayazid’den sonra Osmanlı tahtına geçen Yavuz Sultan Selim’in (1512-1520) sikkelerinde görülen H. 918 (= M. 1512) tarihi, padişahın cülus yılını işaret etmektedir. Döneminde 1 altın sikke, 60 gümüş sikkeye (akçe) eşitti. Selim adına Kostantaniye, Kastamonu, Konya, Kratova, Larende, Mardin, Mısır, Musul, Müküs, Novabrdo, Novar, Ruha (Urfa), Serez, Siird, Tire, Üsküp ve Zebid’te sikke basılmıştır. Bu darphanelerin bir kısmında gümüşün yanı sıra altın sikke de basılmıştır. Mısır’da basılan altınlar “Sultânî” ya da “Eşrefî” deniyordu. Bundan böyle genel olarak Osmanlı altınları da “Eşrefî” olarak anılmaya başlanmıştır. Yavuz Sultan Selim’in bakır paraları da (mangır) mevcuttur.

Sikkelerinde adı “Sultan Süleyman Şah bin Sultan Selim Han” olarak yazılan Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566), 46 yıllık saltanatıyla Osmanlı tahtında en uzun süre kalan padişahtır. Babası Yavuz Sultan Selim zamanında olduğu gibi, onun zamanında da 1 altın sikke 60 akçeye eşitti. Kanuni dönemi, faaliyet gösteren darphanelerin sayısı açısından Osmanlı imparatorluğu’nda önemli bir yere sahiptir. Ellinin üstünde darphanede sikke basılmıştır. Bunlar: Amasya, Amid, Ankara, Ardanuç, Bağdad, Balya, Belgrad, Bitlis, Bursa, Canca, Cerbe, Cezayir, Cezire, Çayniçe, Derbend, Dimaşk, Edirne, Haleb, Harbırt, Hısnkeyfa, Hille, Kastamonu, Kayseriye, Kıgı, Koçaniye, Konya, Kostantaniye, Kratova, Larende, Maraş, Mardin, Mısır, Modava, Musul, Müküs, Novabrdo, Novar, Ruha, San’a, Srebreniçe, Serez, Sidrekapsi, Sigetvar, Siroz, Tebriz, Tire, Trablus, Trabzon, Üsküp, Van ve Zebid’tir.

Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra tahta geçen II. Selim (1566-1574), III. Murad (1574-1595) ve III. Mehmed (1595-1603) dönemlerinde basılan sikkeler, yazı, motif ve ağırlık olarak Kanuni adına basılan sikkelere benzerlik gösterir. Ancak darphane sayısı, Kanuni dönemindeki kadar fazla değildir.

III. Mehmed döneminde altın sikkenin gümüş sikkeye (akçe) oranında şiddetli dalgalanmalar meydana gelmiştir; akçe, altın karşısında değer kaybetmiştir (1 altın=120 akçe).

I. Ahmed (1603-1617) döneminde Cezayir, Tunus ve Bağdad darphanelerinde basılan altın sikkelerin kalitesi ve ağırlığı nispeten düşüktür. Bu dönemde Amid, Bağdad, Belen, Belgrad, Bursa, Canca, Çayniçe, Dimaşk, Edirne, Erzurum, Filibe, Gelibolu, Güzelhisar, Haleb, Kıbrıs, Konya, Kostantaniye, Mısır, Novabrdo, Novar, Sakız, Sidrekapsi, Siroz, Tokat, Trabzon, Tunus, Üsküp ve Van’da sikkeler basılmıştır. I. Ahmed döneminde Tunus’ta, sikke geleneğindeki yuvarlak formun dışına çıkılarak kare formunda basılmış gümüş sikkeler mevcuttur.

I. Mustafa (I. cülus: 1617-1618; II. cülus: 1622-1623) döneminde hazinenin sıkıntı içinde bulunması nedeniyle, gümüş eşyaların eritilerek sikke metali olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bu padişah zamanında Amid, Belgrad, Bursa, Canca, Dimaşk, Edirne, Erzurum, Haleb, Kostantaniye, Mısır, Mısır, Novabrdo, Sofya, Tokat Yenişehir’de sikke basılmıştır. ilk saltanatı kısa süren I. Mustafa’nın bu dönemde Konstantaniye dışında basılmış altın sikkesi bilinmemektedir. Altın ve onluk gümüş sikkelerinin bir yüzünde “Sultanü’l berreyni ve hakanü’l bahreyni es-sultan b. es-sultan” (= iki karanın sultanı ve iki denizin hakanı sultan oğlu sultan); öteki yüzünde “Sultan Mustafa bin Mehmed Han azze nasrühu” yazısı ile basım yeri ve tarihi bulunmaktadır. Aynı yazılar II. Osman’ın (1618-1622) sikkelerinde de görülür. II. Osman zamanında basılan on akçelik “Onluk Osmanî” sikkeleri halk arasında “Bekir Efendi Akçesi” olarak anılmaktaydı (Bu şekilde anılması, Darphane Nâzırlığına Bekir Efendi’nin tayin olması nedeniyledir).

IV. Murad (1613-1640) zamanında akçenin altına olan değeri önceleri 1/150 ise de, yavaş yavaş akçe daha da değer kaybetmiş ve bu oran 1/250 olmuştur. Ancak İbrahim (1640-1648) zamanında değer kazanarak 1 altın, 160 akçeye eşitlenmiştir. Bu padişah zamanından başlayarak akçe darbedilen yerlerin sayısında önemli bir düşüş gözlenmektedir.

Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra en uzun tahtta kalan ikinci padişah olan IV. Mehmed (1648-1687) zamanında Amid, Bağdad, Belgrad, Bursa, Cezayir, Dimaşk, Haleb Konstantiniye, Mısır, Novabrdo, San’a, Trablus, Tunus, Van’da Yenişehir’de sikke basılmıştır. Bu zamana kadar sikkeler üzerinde darp yeri olarak yazılı bulunan “Kostantaniye”, IV. Mehmed’ten itibaren “Kostantiniye” olarak yazılmaya başlanmıştır.

II. Süleyman (1687-1691) zamanında Kostantiniye’de basılmış 40 mm. çapında ve yaklaşık 20 gr ağırlığında “kuruş” olarak adlandırılan büyük gümüş sikkeler tedavüle çıkartılmıştır. II. Süleyman sikkelerin ayarları ve kalitesini düzeltmek için bir dizi yenilikler yapmak zorunda kalmıştır. Gerek bu padişahın gerekse ondan sonra tahta geçen kardeşi II. Ahmed’in (1691-1695) bakır paralarının ön yüzünde tuğra vardır. II. Mustafa’dan (1695-1703) itibaren altın sikkelere de tuğra konulmaya başlanmıştır. Bu padişahın gümüş akçesi bilinmemektedir.

III. Ahmed (1703-1730) zamanında ilk kez, Kostantiniye isminin yanı sıra islâmbol ismi de kullanılmıştır. Bir bölümünde “Lâle Devri”nin yaşandığı III. Ahmed döneminin sikkelerinde, döneme adını veren lâle motifinin de kullanıldığını görüyoruz. Sikkelerin kalitesi artmıştır. III. Ahmed zamanında akçenin yerini bir para ölçüsü olarak pâre (=para) almıştır. Yeni düzenlemede 1 para= 3 akçe, 1 kuruş= 40 para idi.

I. Mahmud’un (1730-1754) sikkeleri de III. Ahmed’in sikkeleri tarzındadır. I. Mahmud döneminde “fındık” olarak da bilinen “Cedîd İstanbulî” ile “Zer-i mahbûb” adı verilen iki cins altın sikke tedavüle çıkartılmıştır. Bu dönemde de Kostantiniye isminin yanı sıra İslâmbol ismi de kullanılmaya devam edilmiştir. III. Osman’ın (1754-1757) sikkeleri de I. Mahmud’un sikkelerine benzemekte ve islâmbol adı kullanılmaya devam edilmektedir.

III. Mustafa’dan (1757-1774) başlayarak sikkelerin üzerine tahta geçiş yılının (cülus) yanı sıra, sikkenin basıldığı sırada sultanın kaçıncı iktidar yılında olduğu da yazılmaya başlandı. Bundan böyle Osmanlı sikkelerinin kesin basım tarihlerini bilebiliyoruz.

I. Abdülhamid (1774-1789) döneminde darp yeri olarak Kostantiniye, İslâmbol, Darü’s-Saltanati’l aliyye, Cezayir, Mısır, Trablusgarb, Tunus ve Van yazılı sikkeler basılmıştır. Görüldüğü üzere Kostantiniye’nin yanı sıra İslâmbol adı halen kullanılmaktadır. Ancak I. Abdülhamid’ten sonra tahta geçen III. Selim’in (1789-1807) sikkelerinde artık yalnızca İslâmbol adı tercih edilmiştir.

Osmanlı tahtında kısa süre kalan IV. Mustafa’nın (1807-1808) sikkeleri nispeten düşük ayarda ve ağırlıktadır. Bu padişahtan itibaren islâmbol adı tamamen kaldırılmış ve eskiden olduğu gibi Kostantiniye adı kullanılmaya başlanmıştır. Gümüş akçeleri yalnızca Mısır’da basılmıştır.

II. Mahmud (1808-1839) döneminde basılan altın sikkelerde bir çeşitlilik söz konusudur. Bunlar arasında tam, yarım ve çeyrek birimde basılan Zer-i Mahbûbları gösterebiliriz. İstanbul’da basılan Zer-i Mahbûbların bir yüzünde “Sultanü’l berreyni ve hakanü’l bahreyni es-sultan b. Sultan” yazısı, öteki yüzde tuğra, lale motifi, “duribe fi Kostantaniye” yazısı ile cülus yılı görülmektedir. Mahmud’un 9. cülus yılından itibaren (1231) Atik Rumi ve Cedid Rumi (Yazılı Mahmudiye) adlı yeni altın sikkelerin tedavüle çıkartıldığını görüyoruz. 1237 ve 1238’de Sürre altını ya da Kâbe altını denen altın sikkeler basılmıştır. 1243’te ise Hayriye altını (Sandıklı veya Gazi altını),1248’de Cedid Mahmudiye’nin basıldığını görüyoruz. Mahmud’un altın sikkeleri Kostantiniye, Edirne, Cezayir, Bağdad, Mısır ve Trablus’ta basılmıştır.

II. Mahmud’un Kostantiniye’de basılan gümüş sikkeleri de çeşitlidir. 1225 yılında Cihadiye denen sikkeler basıldı. 1236’da ise 2 dirhemlik kuruşluklar ile 4 dirhemlik cedid ikilikler basılmıştır. Gümüş sikke darphaneleri, Kostantiniye dışında, Bağdat, Mısır, Cezayir, Tunus ve Trablusgarp’tır.

Abdülmecid (1839-1861) dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nda sikke basımında bir dönüm noktasıdır. II. Mahmud’un büyük oğlu ve 31. Osmanlı Sultanı Abdülmecidin ilk sikkeleri kendisinden önce tahtta olan II. Mahmud’un sikkelerine benzemektedir. Ancak h. 1256’da (m. 1840) “tashih-i ayar” (veya tashih-i sikke) kararı yayımlandıktan sonra önemli değişiklikler yapılmıştır. Londra’dan yeni makineler ve uzmanlar getirtilerek sikke basımı modern teknikle yapılmaya başlanmıştır. ilk mecidiye 22 Nisan 1260’ta (22 Nisan 1844), bunun yarım ve çeyreği de hemen akabinde basılmıştır.Yeni basılan yüzlük altınlara Abdülmecid’e izafeten Mecidiye altını denmiştir. Gümüşlere de gümüş mecidiye denmiştir. Sultan Abdülaziz devrinde 100’lük altınlar Osmanlı Lirası adını almıştır. Abdülmecid döneminde kuruş’u esas alan yeni bir para sistemi oluşturulmuştur. Bundan böyle 100 kuruş, 1 lira’ya, 40 para da 1 kuruşa eşitlendi.

Tashih-i Ayar’dan sonra basılmış Abdülmecid dönemi sikkeleri şunlardır:

Altın: 
Beşibiryerde             500 kuruş
iki buçuk lira             250 kuruş
Lirayı Osmani           100 kuruş
Yarım lira                   50 kuruş
Çeyrek lira                25 kuruş
Gümüş:
Mecidiye                   20 kuruş
Yarım mecidiye        10 kuruş
Çeyrek mecidiye      5 kuruş
İkilik                           2 kuruş
Kuruşluk                   1 kuruş
Yirmi paralık             1/1 kuruş
Bakır:
40 para                      1 kuruş
20 para                      1/2 kuruş
10 para                      1/4 kuruş
5 para                        1/8 kuruş
1 para                        1/40 kuruş

Kostantiniye’de basılan ve en büyüğünün çapının 35 mm. olduğu altın sikkelerin bir yüzünde: Ortada sultanın tuğrası (Abdülmecid Han b. Mahmud el Muzafferu dâimâ) ve tuğranın iki yanında birer defne dalı, yukarıda ise yedi adet yıldız yer almaktadır. Defne dallarının kesiştiği en alt noktada ise paraların değerini gösteren rakam bulunmaktadır. Böylece ilk kez Osmanlı sikkelerine değeri gösteren rakam konmuş oluyordu. Altın sikkelerin öteki yüzünde “Azze nasrühu duribe fi Kostantaniye 1255” yazısı vardır ve yine iki yanda birer defne dalı mevcuttur. Tuğranın olduğu yüzde yukarıda 7 olan yıldız sayısı bu yüzde tektir. Gümüş mecidiyelerde altınlardaki ile aynı olan ön ve arka yüzde yer alan tuğra ve yazı, defne dalı ve yıldızların yerini uçları birbirine bitişik 12 ay-yıldız motifinden bir bordürle çevrelenmiştir. iki ve bir kuruşlarda ön yüzdeki tuğra ile arka yüzdeki yazı, on iki yıldızla çevrelenmiştir. 20 paranın ön yüzündeki tuğra ile arka yüzdeki yazı iki defne dalı arasında yer alır. Değeri gösteren rakam (20) sikkenin yukarısında yer almaktadır. Kostantiniye’de basılan bakır paraların bir yüzlerinde sultanın tuğrası bulunmaktadır. Öteki yüzde ise ortada paranın değerini gösteren rakam ve çevrede “azze nasrühu duribe fi Kostantaniye sene 1255” yazısı yer almaktadır. Abdülmecid’in sikke tashihinden sonra basılan paralarında tuğranın altında kaçıncı cülus yılında basıldığını gösteren rakam yer almaktadır. Abdülmecid’in paralarında gözlenen ilginç bir motif de çiçektir. Sultan Abdülmecid’in Kostantiniye dışında, Mısır ve Tunus’ta basılmış paraları da vardır.

Sultan Abdülaziz (1861-1876) Dönemi Osmanlı nümismatiği için kayda değer bir dönemdir. Bu dönemde üç metalden ve çeşitli birimlerde basılan sikkeler şunlardır:

  • Altın: 500 kuruş, 250 kuruş, 100 kuruş, 50 kuruş ve 25 kuruş.
  • Gümüş: 20 kuruş, 10 kuruş, 5 kuruş, 2 kuruş, 1 kuruş ve 20 para.
  • Bakır: 40 para, 20 para, 10 para ve 5 para.

Abdülaziz’in her üç metalden paralarının bir kısmı Paris devlet darphanesinde basılmıştır. Diğer darphaneler ise Kostantiniye, Bursa, Mısır ve Tunus’taydı.

Çin sınırları içinde bulunan, ve Osmanlı egemenlik alanının dışında yer alan Kaşgar’da Sultan Yakub Bey tarafından 1290-1294 yılları arasında bastırılan altın, gümüş ve bakır paralarda Abdülaziz’in adı yer almaktadır. Bunun nedeni, İslam halifesi ve Osmanlı imparatorluğunun sultanı Abdülaziz’in, Kaşgar hükümdarı Yakub’un hükümdarlığını onaylamasına bir jesttir.

V. Murad’ın (1876) çok kısa saltanatı sırasında 100, 50 ve 25 kuruşluk altın sikkeler ile 20, 5 ve 1 kuruşluk gümüş sikkeler basılmıştır. Sikkeler esas olarak Kostantiniye’de basılmıştır, ancak Mısır’da basılan nadir sikkeler de mevcuttur.

II. Abdülhamid (1876-1909) döneminde nikelin de sikke metali olarak kullanıldığını görüyoruz. Nikel para daha önce Sultan Abdülaziz döneminde Mısır’da basılmıştı. Bu sikkenin bir yüzünde tuğra, öteki yüzünde “duribe 10 fi Mısır 1277” yazısı vardır. “10”, saltanatının 10. yılını işaret etmektedir. Fakat bu istisna bir örnektir. Nikelin asıl ve yoğun kullanımı V. Mehmed Reşad (1909-1918) ile olmuştur. Nikel sikkelerin bir yüzünde tuğra ile birlikte “Hürriyet, Müsavat, Adalet” sözcükleri yazılıdır. Öteki yüzde ise değeri gösteren rakam, “Devlet-i Osmaniye” yazısı, cülus yılı ve darp yeri yazılıdır.

Osmanlı hanedanının son padişahı VI. Mehmed Vahideddin (1918-1922) zamanında 500, 250, 50 ve 25 kuruş değerinde altın; 20, 10, 5 ve 2 kuruşluk gümüş; 40 paralık nikel sikkeler basılmıştır. Sikkelerin hepsinin ön yüzünde padişahın tuğrası, arka yüzünde “azze nasrühu” yazısı ile darp yeri ve cülus tarihi (h. 1336) yazılıdır. Vahideddin zamanında yalnızca Kostantiniye’de sikke basılmıştır.

Osmanlı Sikkelerinde Tağşişler ve Tashihler

Tağşiş, sikkenin içindeki değerli metal miktarında, devlet lehine, bir azaltma yapılması demektir. Yukarıda ilk önemli tağşişlerin II. Mehmed döneminde yapıldığını söylemiştik. 19. yüzyılın ilk yarısında, 1808-1830 yılları arasında, altın sikke 35, gümüş ise 37 kez tağşiş’e uğramıştır. Bu dönem Osmanlı tahtında II. Mahmud’un olduğu dönemdir. O zamana kadar yapılan tağşişlerde Yeniçerilerin muhalefeti ile karşılaşılıyordu. II. Mahmud 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kapattıktan sonra tağşişlerin karşısındaki muhalefet de bir ölçüde kırılmış oluyordu. Osmanlı padişahları her yeni akçe bastırdıklarında “gümüş yasakları” çıkararak eski akçelerin kullanılmasını yasaklamışlardır. Tedavüldeki eski sikkelerin darphanelerde toplanıp, bunların yerine yenilerinin tedavüle çıkarılmasına “sikke tecdidi” (= sikkelerin yenilenmesi) denmekteydi. Zaman içerisinde akçenin gerek ayar ve ağırlığının düşürülmesi ve gerekse altın sikke karşısında değer kaybetmesi, devleti sikke tashihleri yapmaya zorlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda 1589, 1600, 1618, 1624, 1640 ve 1844 yıllarında sikke tashihlerinin yapıldığını biliyoruz.

Osmanlı Sikkelerinin Darbı

Sikke basımında ilk darp makinesi günümüzden ancak üç yüz yıl önce (17. yüzyıl) Avrupa’da kullanılmaya başlanmıştır. Bu tarihe kadar sikke basımı elle yapılıyordu: Alt kalıp üstüne konulan sikke pulunun üstüne üst kalıp yerleştirilir ve üzerine çekiçle vurulurak darp işlemi gerçekleştirilirdi. Osmanlı imparatorluğu’nda da sikke basımı bu şekilde yapılmaktaydı. “Kefçe” adı verilen bölümde eritilen maden, kalıplara dökülerek sikke pulu elde edilirdi. “Sikkegen” adını taşıyan ustalar sikke kalıplarını hakkederlerdi. “Sikkezen” ise sikke pulunu kalıplar arasına yerleştirerek darp işini gerçekleştiren ustaydı. Sikke basıldıktan sonra “ağartmacı”, “rugâlcı”, “cilacı” ya da “perdahçı” adını taşıyan görevliler parlatma işini yapıyordu.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Abdülmecid döneminde balansiye (1842) ve pres (1853) yöntemi ile sikke basılmaya başlanılmış; V. Mehmed Reşad döneminde yurt dışından yeni pres makineleri getirilmiştir (1911). Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi darphanesi olan Darphane-i Âmire’de (Devlet Darphanesi) sikkegen, sikkezen, sayıcı, sebikeci, vezneci, cilâcı, yassılayıcı, perdahçı gibi doğrudan sikke basımıyla uğraşan ustalar çalışıyordu. Ayrıca darphane yönetiminden sorumlu kâtip, sikkezenbaşı ve sahib-i ayar olarak adlandırılan memurlar da görev yapıyorlardı.

Osmanlı Darphaneleri

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, imparatorluk sınırları dahilinde yüzden fazla darphane faaliyet gösteriyordu. İstanbul’un fethinden önce Anadolu’daki önemli darphaneler arasında Bursa, Edirne, Ankara, Amasya, Karahisar, Trabzon, Konya, Diyarbekir ve Kars’ı sayabiliriz. II. Mehmed’in (Fatih) İstanbul’u (Konstantinopolis) ele geçirmesinden sonra Osmanlı sikkeleri burada da basılmaya başlanmıştır. Fatih’in ilk altın sikkesi de 1477’de (H. 882) istanbul’da basılmıştır. Osmanlı sikkelerinde genel olarak İstanbul yerine Kostantaniye/Kostantiniye adı kullanılmış ve son Osmanlı padişahı VI. Mehmed Vahdettin’in (1918-1922) bastırdığı sikkelere kadar devam etmiştir. “İslambol” yazısı ise ilk kez III. Ahmed (1703-1730) ile görülmeye başlamış ve I. Mahmud, III. Osman, III. Mustafa, I. Abdülhamid ve III. Selim zamanında da (yaklaşık 100 yıllık bir süre) kullanılmıştır. Ancak bu süre zarfında Kostantiniye adı da kullanılmaya devam edilmiştir. Yalnızca İslâmbol adının kullanıldığı dönem, III. Selim dönemidir. Sonra IV. Mustafa ile birlikte tekrar Kostantiniye tercih edilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun sonlarına doğru darphaneler birer birer kapanmış, sikke basımı esas olarak İstanbul’daki Darphane-i Âmire’de (Devlet Darphanesi) sürdürülmüştür. Altın sikke yalnızca Darphane-i Âmire’de basılmıştır. Topkapı Sarayı’nın avlusunda, Aya İrini Kilisesi bitişiğinde bulunan bu tesis 1967 yılına kadar madeni para darphanesi ve damga matbaası olarak kullanılmıştır.

Kalpazanlar

Evliya Çelebi Seyahatname’sinde darphanede kalpazanlık yapanların ellerinin kesildiğini, sikke basanların binaya giriş ve çıkışta kontrol edildiğini anlatmaktadır. Ayrıca, Başbakanlık Devlet Arşivleri, Osmanlı Arşivi’ndeki belgelerde kalpazanların ya idam edildiklerine ya ellerinin kesildiğine ya da kürek cezası verildiğine ilişkin hükümler vardır. 16. yüzyıla ilişkin el kesilmesi hükümlerinden birinde “Alâiye kazasından mazûl Aliyüddin nam kadının, teftişi sırasında eşyası muayene olunurken kırk sekiz haneli bir para kalıbı ve bazı gümüş sikkeler bulunduğu bildirilmekle” ve “merkumun elinin kesilmesi” emredilmektedir. Bir başka hükümde ise “Kefe’de yeni akçe kesmeye başlandıkta birçok kalpazan zuhur ettiği ve bir takım derdest edildiği bildirilmekle toprak kadıları marifeti ile teftiş edip cürmü sabit olanların birer ellerinin kesilmesi” emredilmektedir. 19. yüzyıla ilişkin ölüm ve kürek cezasına ilişkin hükümlerden bazıları arasında “Borçlu olduğu Margarit’e yaldızlı beşliği bilerek altın diye veren Yani’nin sahte beşlikler boynuna takılarak Parmakkapı’da asılması ve yaldızlayanların küreğe konulmaları…” hükmü ve “Fener’de Katerina’nın hanesinde bulunan kalb rubiye, yüzlük altınlar ile demir el aleti nedeniyle Kalpazan Sarıgezli Tanaş ile Anadoluhisarı’nda bakkal Konstantin’in idam ve arkadaşlarının küreğe konulmaları.” hükmü vardır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Yıllarında Madeni Paralar

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk madeni paraları 1924 yılının Ağustos ayında basılmaya başlanmıştır. Bunlar 10 kuruş, 5 kuruş ve 100 para idi. Paraların üzerindeki yazılar, tarih ve birim eski yazı ile yazılıdır. Bu paraların hepsinin ön yüzünde “Türkiye Cumhuriyeti” yazısı ve 1340 tarihi; arka yüzünde ise birim değeri (10 kuruş, 5 kuruş veya 100 para) yazmaktadır. Yeni harflerle (Latin harfleri) ilk madeni paraların basımı ise 1934 yılına rastlar. 100 kuruş değerindeki bu gümüş paranın ön yüzünde “Türkiye Cümhuriyeti” yazısı ile Atatürk’ün portresi; arka yüzünde ise 100 Kuruş ve 1934 tarihi yer almaktadır. Bir yıl sonra, 1935 yılında, gümüş 50 kuruş ve 25 kuruşluklar da basıldı. 1934 ve 1935 yılındaki bu gümüş paraların ön yüzündeki Atatürk portreleri Londra Darphanesi heykeltraşı Medkaley tarafından yapılmıştı. 1935 yılında nikelden 10, 5 ve 1 kuruşluklar da basıldı. Üzerinde Lira değerinin belirtildiği ilk para 1937’de tedavüle çıkartılan gümüş 1 Lira’dır. 1938 yılında basılan nikel 1 kuruşlar, kenarlarının tırtıklı olması nedeniyle ilginçtir. 1940 yılı, paralardan Atatürk resminin kaldırılarak İnönü’nün resminin konulmaya başlandığı bir yıldır; daha sonra (1957’den itibaren) Atatürk’ün resmi tekrar konulmaya başlanmıştır (Ancak 1950’li yıllarda madeni paralarda İnönü de görülmez). Cumhuriyet döneminin ortası delik ilk madeni parası ise 1947 yılında tedavüle çıkartılan bronz 1 kuruş’tur. Cumhuriyet döneminin ilk altın parası ise 1925 yılında basılan ve 36.80 gr. ağırlığındaki 5 kuruş’tur; altın para basımı daha sonraki yıllarda da sürdürülmüştür.

Prof. Dr. Oğuz TEKİN

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 5 Sayfa: 413-422

3 Yorumlar
  1. CENGİZ diyor

    Osman bey sikke falan bastırmıyor ki .. Halil İnalcık okumuyorlar her halde.. Fatihin üstünde resmi olan ve latince Bizans imparatoru yazan sikkesini ne yapacaksın?

    1. Baybars diyor

      Gevurluk akıyor yok Osman bey bastırmadı dıyorsan gıt yemrını gostermıs adam müzeye soylemıs ve YÖK fatıhın üstünde bınıza yazıtr dıyor fethedilen yere öyle yazılacaktı büyük bır devletı yıktığı sen gıbılerın beynıne yazılsın dıye

  2. kenan diyor

    selamün aleyküm bu sayfadaki atlı paranın birebir aynısı birtane bende de var köyde bulmuştum ne yapmalıyım bilgi verirmisiniz.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.