Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Balkanlar’da İttifak

0 16.609

Doç. Dr. Caner ARABACI

Balkan devletleri arasında ittifak, uzun bir çaba ile kurulur. Osmanlı istihbarat ve diplomasisi, bunu nasılsa fark etmez. Mesela, Karadağ Prensi Nikola, 1910’da kendini kral ilan eder. Berlin Andlaşmasını çiğneyen bu tavra, kimse karşı çıkmaz. Üstelik Bulgaristan Kralı Ferdinand’la veliahtı, İtalya kral ve kraliçesi, Rus Grandük’ü Nikola ile eşi, Sırbistan Veliahtı bir araya gelir. Aralarında Osmanlı Devleti’ni temsilen Hüseyin Hilmi Paşa da vardır. Paşa hariç, hepsinin aralarında akrabalık bağı vardır. Taç giyme merasiminin, aslında “Balkan İttifakı’nın bir gizli oturumundan başka bir şey olmadığını”, Osmanlı temsilcisi fark etmemiştir (Andonyan, 1999, 65).

Balkan Harbinden hemen önce Osmanlı Devleti’nin Dışişleri Bakanı olan Asım Bey’in Meclis’te, “Balkanlar’dan imanım kadar eminim” diye bağırması, basiretsizliğin ilanı durumundadır (Bardakçı, 2002, 322). Bu sözden bir gün sonra, 16 Temmuz 1912’de Halâskâran Subaylar grubunun baskısı ile İttihat Terakki Hükümeti düşer. Yerine gelen hükümetin Hariciye Nazırı Noradunkyan da öncekinden farklı değildir. Verdiği demeçte: “Bulgar hükümetinin barışçı beyanatının samimiyetine inanmamak için hiçbir sebep mevcut değil” diyebilir (Andonyan, 1999, 192). Rusya, Gabriyel Noradunkyan’a “Barış teminatı” verince, daha büyük bir hata işlenir. Rumeli’deki yetişmiş 120 tabur asker terhis edilir (Bardakçı, 2002, 323). Rusya, böyle teminatları yakın tarihte vermiştir. 1884’teki Rus teminatı, “Şarki Rumeli ile Bulgaristan’ın birleşmeyeceği hakkında”dır (BOA, 24/C /1301 (M: 20.04.1884), DN. 7, FK. Y.. PRK. TKM.). Ama Rusya, Kırım Harbin’den itibaren özellikle, Balkanlar’da Slav ve Ortodoks halkı kullanarak hakimiyet alanını genişletmeye hep devam etmiştir. Bulgar ve Sırplar üzerindeki Rus etkisini, Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkeleri de kabul etmektedir.

Balkan devletlerini birleştirme çabalarına, İttihat ve Terakki yönetiminin katkısı az değildir. 3 Temmuz 1911 tarihinde yürürlüğe giren, “Rumeli’de bulunan ihtilâflı kilise ve okullar hakkında kanun”u çıkartır. Bir türlü aralarında anlaşamayan Bulgar Egzarklığının, İstanbul’daki Ortodoks kilisesinden ayrılalıdır devam eden Sırp, Bulgar, Yunan anlaşmazlığını çözmek, İttihat ve Terakki’ye düşmüştür (Bardakçı, 2002, 321-322). Onların, Rumeli’yi nasıl paylaşacaklarında da anlaşmaları mümkün değildir. Ama önce çatışma konusu çözülür, ardından Osmanlı düşmanlığında birleşerek, toprak konusundaki anlaşmazlıkları ertelemek üzere yakınlaşmaları sağlanır.

Osmanlı dışişleri uyurken, Rusya tarafından, “Bulgaristan’la Sırbistan arasında bir savunma ittifakı yapılmıştır” bilgisi, gizlice Fransa hükümetine bildirilir (30 Nisan 1912, Genelkurmay, 1984, 13). Osmanlı Dışişleri, “Sırbistan’ın Avrupa devletlerinden aldığı ağır ve hafif topların, kendi şehrimiz Selânik’ten bu memlekete girmesine” izin verir (Bardakçı, 2002, 323). Avusturya’nın vermediği izini, Noradunkyan’ın vermesi düşündürücüdür.

Siyasi basiretsizlik, askeri alana yansır: “Balkan devletlerinin Türkiye’ye saldıracakları gün gibi açık olmasına rağmen, bu saldırıştan on gün önce Rumeli’de bulunan askeri birliklerden yetişmiş ve eski erattan seksen bin kadarı”, ordudan “terhis edilerek evlerine” gönderilir (Apak, 1988, 91; Genelkurmay, 1984, 14).

“Balkan devletleri, 30 Eylül 1912’de, genel seferberlik ilan ederek şimdiye kadar gizlice yaptıkları muharebe hazırlıklarını, hızlandırarak açıktan açığa” yapmaya başlarlar. Buna karşılık, “ordu ve halk arasında, Makedonya’nın ve Arnavutluk’un istiklâli bir oldu bitti gibi telakki olunduğundan, harbin lüzumsuzluğuna inananlar” vardır. Anadolu’dan gelecek 70 bin gelmemiş, Rumeli’de Boşnak ve Arnavutlardan çağrılan yüz bin er çağrıya katılmamış, katılanlar da ilk çarpışmalarda hemen tümü dağılıp evlerine savuşmuşlar, tüm Rumeli savunması oradaki 120 bin Türk’ün omuzlarına yüklenmiştir (Genelkurmay, 1984, 22-23).

Harpten hemen önceki günler için, siyaset ve ordunun durumu vahimdir: “Ordunun birliği de bozulmuştu. İttihatçı ve İtilafçı subayların birbirine düşmeleri erlere kötü örnek oluyordu. Arnavutlara karşı sevk edilen ordu tam bir çözülme içindeydi. Yer yer askerler subaylara komuta ediyorlardı. Hükümet, Çanakkale’de başkaldıran askere karşı top kullanmak zorunda kaldı. Dört ülke saldırıya hazırlanırken, İstanbul Bizans kavgalarına teslim olmuş durumdaydı. Tıpkı beş yüz yıl evvel, Fatih’in saldırısı arifesinde Bizans’ta olduğu gibi.” (Andonyan, 1999, 193).

Bulgaristan’da savaş çığırtkanları sokakları doldururken, İstanbul ondan çok farklı değildir. 2 Ekim 1912’de Darülfünun öğrencileri, savaş lehine büyük bir miting yaparak şehri dolaşırlar, Balkan devletlerinin elçilik camlarını kırarlar. Polis müdahale etmek zorunda kalır. İttihatçı gazeteler da kayıtsız şartsız savaş isteyen yayınlar yapar. Bunlardan birisi Enis Avni’nin “Aka Gündüz” takma adıyla Tanin’in 21 Eylül tarihli sayısında yayınlattığı makalesidir. Orada Fatih’in kabri önünde diz çöküp ant içtikten sonra şunları söylemektedir: “Bastığım toprakların her tutamından kan fışkıracak.. Taş üstünde taş bırakırsam, arkada kalan ocağım sönsün.. Gülistanları süngümle kabristan edeceğim.. Tarihe dümdüz bir harabe bırakacağım ki, üstüne, on asır bir medeniyet kuramasın.. Dal üstünde yaprak, burç üstünde bayrak bırakırsam, iman tahtamın ortasına kara damga vurulsun.. Nefesimden yangın, silahımdan ölüm, adımımdan uçurum saçacağım.. Her beyaz renge bir pençe barut lekesi, her barut lekesine bir avuç kan bulayacağım.. Merhameti yatağanımın ağzına.. mefkûreyi tüfeğimin kapsülüne.. medeniyeti atımın arka nalına asacağım.. Dağların kovukları, ormanların gölgeleri, harabelerin buruşuk çehreleri ebediyete ‘buralardan geçen Türk hikâyesini’ söyleyecek.”  4 Ekim’de Sultanahmet Meydanı’ndaki büyük mitingde, İttihatçı liderler (Talât Bey, Hasan Fehmi, Cemalettin Arif, Agop Boyacıyan, Nesim Mazlia, Dr. Paşayan Efendi, Ömer Naci) heyecanlı konuşmalar yaparlar. Göstericiler tempo halinde “Harp isteriz, harp, harp, harp! Sofya’ya! Sofya’ya..” diye slogan atarlar (Andonyan, 1999, 199). Darülfünun’da yapılan “sırf İttihatçı öğrencilerin katıldığı bir toplantıdan sonra, 100-150 kişilik bir kafile” yola çıkar, vatansever olanları yanlarına çağırarak katılanlarla büyür. Kafile, Babıâli’ye vardığında bin kişi olmuş, kısa sürede on misli artmıştır. Kapıyı tutan polisler, kalabalığa engel olamaz. Göstericiler, Sadrazamlık makamının merdivenlerini işgal edip, “kabinenin savaş ilan edeceğine dair halka güvence vermesini” isterler. Birkaç İttihatçı, Darülfünun bayrağını merdivene dikerek, heyecanlı konuşmalar yapar. “Öldü mü bu millet? Evlatları ne güne bekliyor? İşte hepimiz hazırız, kanımızı son damlasına kadar akıtmaya!” diye bağırılmaktadır. Sadrazam Ahmet Muhtar Paşa istenir. İş büyümektedir. İki defa asker çağrılır. Çevre kuşatmaya alınır. Sonra Sadrazam ile Bahriye Nazırı oğlu Mahmut Muhtar, kalabalığı yatıştırıcı konuşmalar yaparlar. İki ünlü gazinin konuşmaları yetmemiştir. Mahmut Muhtar, devletin “şerefi tehlikeye girdiği takdirde savaş ilan etmekte tereddüt etmeyeceklerini, bizzat kendisinin nazırlıktan istifa ederek cepheye gideceğini” söyler. Bir hükümet darbesine dönüşebilecek gösteri, atlatıldıktan sonra aynı gece hükümet, sıkıyönetim ilan ederek gösteri, miting ve nutukları yasaklar. Ertesi gün 8 Ekim’de Karadağ, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan edivermiştir. Karadağ’ın savaş notası üzerine, hükümet de savaş kararı alıp bütün vilayetlere, elçiliklere bildirir (Andonyan, 1999, 204-209).

Yalnız Avrupa devletleri, Balkan devletlerinin yenilme ihtimaline karşı tedbir almayı ihmal etmemişlerdir.

Almanya’nın Petersburg Elçisi, 20 Temmuz 1912’de Rus Çarı ile görüşerek, bir Balkan harbinin çıkmasına engel olmasını ister. Rusya’nın, “Bulgaristan ve Sırbistan üzerindeki tartışmasız” nüfuzunu kullanması gerekmektedir. Çünkü “Balkan devletleri birleşir de Türkiye’ye savaş açarlarsa yenileceklerdir.” Bu yenilgi, Avrupa dengesini bozacak, savaş çıkacaktır (Bardakçı, 2002, 323). Halbûki,  Balkanlar konusunda Rus-İtalyan Anlaşmasının hedefi açıktır: “Balkanlar’da statükonun (bulunulan durum) korunmasına çalışılacak, statükonun korunması mümkün olmazsa, Balkan devletlerinin milliyetler prensibine göre gelişmeleri sağlanacak, Balkan devletlerinin kendi soydaşlarının bulunduğu Osmanlı topraklarını ele geçirmeleri için gerekli yardım ana hedef olacak”. Büyük devletlerin, “statükonun değişmeyeceği konusundaki deklarasyonu”,  8 Ekim 1912’de yani, Karadağ’ın Osmanlı’ya harp ilan gününde yayınlanır (Genelkurmay, 1984, 5, 29). Statüko hükmü, açık harp kışkırtıcılığıdır. “Harp başlamazdan önce, savaşı kim kazanırsa kazansın hiçbir toprak değişikliğine müsaade edilmeyeceğinin” açıkça ilanı maksatlıdır. “Gaye, şayet Türkler Bulgaristan veya Sırbistan topraklarına girecek olurlarsa geriye çekilmelerini garanti altına almaktı, yani Salibin girdiği yere bir daha Hilâl tekrar dönemez kaidesinin ilanı. Fakat iş aksine tecelli ediverince evvelce yapılan bu açık ilan unutuldu gitti” (Apak, 1988, 89).200

1. 100. YILINDA BALKAN BOZGUNU VE GECİKEN UYANIŞ
2. BALKAN HARBİNİN HABERCİSİ 93 HARBİ
3. BALKANLAR’DA IRKÇILIK FESADI VE SEBEPLER YIĞINI
5. BALKANLAR’DA SAVAŞ
6. KARADAĞ ORDUSU VE İLK BOZGUN
7. LÜLEBURGAZ
8. ÇORLU, ÇATALCA, KUMANOVA ve ASKERİN ÇARESİZLİĞİ…
9. İNANCINI YİTİREN ORDU YENİLİR
10. İŞKODRA, ÇATALCA, YANYA…
11. BALKAN SAVAŞINI NASIL KAYBETTİK?
12. JÖN TÜRKLER VEYA KÜLTÜREL VATANIN KAYBI, COĞRAFİ VATANIN GİTMESİ DEMEKTİR
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.