Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Bağımsızlık Sonrası Rusya-Özbekistan İlişkileri

0 12.947

Nâzım CAFERSOY

1 Eylül saldırısının ardından uluslararası gelişmeler özellikle Orta Asya bölgesinde ciddi uzun vadeli jeopolitik değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Saldırılardan Afganistan’daki Bin Ladin’i ve Taliban rejimini sorumlu tutarak harekete geçen ABD, Rusya’nın sürekli “arka bahçesi ve yakın çevresi” olarak telakki ettiği Türkistan coğrafyasına doğrudan müdahale imkanı kazanmıştır. Bu durum bölgede Rusya’nın etkisinden kurtulma çabası gösteren Türk cumhuriyetlerine yeni bir fırsat yaratmıştır. Bu Türk cumhuriyetleri içerisinde özellikle Özbekistan öne çıkmıştır. Bağımsızlığın ardından Rusya ile ilişkilerinde bağımsızlığı ilk öncelik olarak belirleyen Özbekistan, 11 Eylül terör saldırısının sağladığı ortamı Rusya’nın etki alanından temelli çıkma ve bu noktada ABD’nin desteğini kullanmada en önemli fırsat olarak değerlendirmiştir.

Özbekistan’ın bu fırsatı hangi ölçüde kullanabileceği ve Rusya’nın Orta Asya’daki etkinliğinin geleceği Rusya-Özbekistan ilişkileriyle doğrudan bağlantılıdır. Rusya’nın Türkistan cumhuriyetlerinin nüfus itibariyle en büyüğü olan, Rusya’yla kara sınırı bulunmayan, ülkesinde Rus askeri bulundurmayan ve zaman zaman Orta Asya’da bölgesel liderlik söylemini kullanan Özbekistan’la ilişkileri bütünlükte Türkistan coğrafyasının geleceğini belirlemede esas unsurlardan biri olarak değerlendirilebilir. 1991 sonrası Rusya-Özbekistan ilişkilerini Rusya’nın tarihsel bölgesel egemenlik çabaları ile Özbekistan için temel unsuru olarak öne çıkan siyasi ve ekonomik bağımsızlık girişimleri ve güvenlik endişeleri bağlamında değerlendirmek gerekir. Ayrıca 11 Eylül’ün ardındaki gelişmelerin bu ilişkileri nasıl etkileyeceği üzerine değerlendirmelere de yer verilerek, bu ilişkilerin geleceğine ilişkin ipuçları da yakalamak çabası içinde olunmuştur.

SSCB Çöküşünün Ardından Rusya-Özbekistan İlişkileri

Rusya-Özbekistan ilişkilerine değinmeden önce, Orta Asya’da 1991 sonrası değişen jeopolitik gerçekler üzerinde durmak ve Rusya’nın Orta Asya politikasına ilişkin bazı değerlendirmelerde bulunmak Rus-Özbek ilişkilerinin çerçevesini anlamak bakımından büyük önem arz etmektedir.

SSCB’nin çöküşü Orta Asya’da yeni jeopolitik gerçekleri de beraberinde getirdi. Orta Asya bölgesi artık SSCB’ye bağlı ve Sovyetlerin tek hâkim güç olduğu bir coğrafya değildi ve bölgede yeni cumhuriyetler ortaya çıkmıştı. Aslında bu durum Rus ve Sovyet lider kadrosu tarafından kabulü çok zor ve çarpıcı bir olaydı. Çünkü Çarlık Rusya’sı devlet erkanı ve Sovyet liderleri Orta Asya’yı, Rusya ve Sovyetler Birliği için büyük askerî ve jeostratejik önemi olan bölge olarak algılamışlardır. Her şeyden önce Orta Asya, Avrasya kalbgâhının güney sınırında, güneyden gelebilecek her hangi bir saldırıya karşı engel oluşturma işlevi yürütmekte; ikinci olarak da imparatorluğun doğusu ile batı arasında hayatî bağlantıyı sağlamaktaydı.[1]

Fakat Moskova, 1990’lı yıların başına gelindiğinde SSCB’nin çöküşü ile beraber Orta Asya’dan kendi rızasıyla çekilerek Avrasya haritasında muazzam bir jeopolitik boşluk yarattı.[2] Rusya ve ardından Sovyet algılaması içinde geleneksel olarak önemli bir bölge için ilk bakışta garip bir durum olarak değerlendirilecek bu gelişmenin yaşanmasında bazı yeni yaklaşımlar etkin olmuştur.

Birincisi, Sovyet sisteminin çöküşünün hemen arifesinde Sovyet politik elitinde ekonomik endişeler öne çıkmış ve bu bağlamda Orta Asya iflasın eşiğinde olan Sovyet ekonomisi için yük olarak değerlendirilmiştir. Hatta ünlü Rus yazarı Alexsandr Soljenitsin 1990’da Sovyet liderlerine dikkati Slav coğrafyasının geliştirilmesine yöneltmeyi ve Orta Asya’ya sırt çevirmeyi önermiştir.[3] Aslında 3 Slav cumhuriyetinin (Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Beyaz Rusya) SSCB’nin hukuken dağıldığını ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nu (BDT) kurduklarını ilan ettikleri 21 Aralık 1991 tarihli girişimin gerçekleşmesinde de bu yaklaşımın etkisinin olduğu söylenebilir. Öte yandan, bu dönemde Rus ulusal çıkar anlayışına ilişkin değerlendirmelerde eski SSCB cumhuriyetlerinin yeni bir önem sıralamasını yapan yayınlar ve analizler öne çıktı. Bu anlayış içerisinde Rusya ile geniş sınırları bulunan ve büyük miktarda Rus’un yaşadığı Kazakistan dışındaki Orta Asya cumhuriyetlerinin öneminin azaldığını gösteren analizlere geniş yer verilmekteydi. Örneğin, Ağustos 1992’de, Rusya’da gayri resmî bir kurum niteliği taşıyan, fakat politik etkinlik gücüne sahip Dış ve Savunma Politikası Konseyi’nin hazırladığı “Rusya için Strateji’ isimli raporda, hükümete ülkenin kilit çıkarlarının bulunduğu Kazakistan, Beyaz Rusya ve Gürcistan’la ilişkilere dikkat gösterilmesi önerisinde bulunulmaktaydı.[4]

İkinci olarak, 1991-1992’de döneminde Rus politik düşüncesi içinde ve devletin lider kadrosunda liberal-demokrat düşünce yükselen bir değerdi. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Boris Yeltsin SSCB lideri Mihail Gorbaçov’a karşı liberal-demokratik söylemlerle mücadele ederek Rusya’nın bağımsızlığını ilan etmiş ve bağımsız Rusya Federasyonu’nun demokratik bir gelişme çizgisini takip etmesi için demokrat ve liberal görüşlere sahip ve Batı’yla uzlaşmacı bir tavır benimsemiş Yegor Gaydar başkanlığında bir hükümeti işbaşına getirmiştir. Rusya’nın tercih ettiği yeni anlayış dış politika alanına da sıçramış, özellikle 1992’de bu alan Batı’yla entegrasyonu savunan Atlantikçilik ile Rusya’nın kendine özgün gelişme yolu olduğunu ve dış dünya görüşünün de buna uygun olarak şekillenmesini öngören Avrasyacılık arasında bir mücadeleye sahne olmuştur. Bu yaklaşım mücadelesi sırasında, yani 1992 yılında, görev başında olan Rus hükümeti ve onun Dışişleri Bakanı Andrey Kozirev yeni bağımsız ülkelere yönelik net bir dış politika geliştirememiştir.[5] Kozirev’in kafasını sürekli olarak Batıyla ilişkiler meşgul ederken, eski SSCB üyesi devletlerle yeni ilişkiler kurma sorunu sık-sık gözardı edilmekte veya ertelenmekteydi. Sonuç olarak Rusya’nın 1991-1992 dönemindeki Orta Asya politikası en iyi biçimde “geri çekilme ve şaşkınlık” kavramları ile ifade edilebilir.[6]

Fakat Rusya’nın 1991-1992’de Orta Asya’daki etkinliğinin zayıflamasına ilişkin “geri çekilme ve şaşkınlık” değerlendirmesine temelde Rus liberal elitinden gelen bazı itirazlar da yapılmaktadır. Aslında Rusya’nın bu bölgedeki etkisinin zayıflaması konusuna farklı bir yorum getiren bu itirazlar; durumu Rus liberal elitinin dış politika anlayışı çerçevesinde açıklama çabasındadır. Bu teze göre, Rusya’nın 90’lı yılların hemen başında bölgenin kendi rızasıyla boşaltması bilinçli bir tercihti ve kısa bir süre için iktidar olan yeni Rusya liberal elitinin dış politika doktrininden kaynaklanmaktaydı.[7] Bu yeni dış politika anlayışının oluşturucuları olan Rus demokrat politikacılar cumhuriyetler arasındaki derin ekonomik ilişkiler, ortak ekonomik yapı ve de aynı ruble alanı içinde bulunmanın kendiliğinden entegrasyonu sağlayacağını düşünüyorlardı. Ayrıca BDT ülkelerinin, savunma harcamalarını azaltacağını dikkate alarak, askerî işbirliğinin (özellikle ortak silahlı kuvvetlerin, Hava Savunma Sistemi’nin ve iletişimin korunmasında) sürdürülmesine büyük ilgi gösterecekleri düşünülüyordu.[8] Fakat Rusya için yeni bir dış politika anlayışının gündeme getiren bu görüş Rusya iktidar çevrelerinde eski anlayışın direnişi ile karşılaştı ve Rusya’da iç dengeler nedeniyle etkinliği azalan ve daha sonra da iktidarı kaybeden liberal Başbakan Gaydar yönetimi ile birlikte gündemin dışında kaldı.

Rus dış politikasında şaşkınlık ve farklı akımların kıyasıya mücadelesi ile simgelenen birinci dönem Nisan 1993’te ilan edilen Yakın Çevre Doktrini ile sona erdi. 1993-1995 yıllarını kapsayan yeni dönem büyük güç retoriğinin kullanıldığı bir dönemdi.[9] Bu anlayış büyük güç statüsünün yeniden vurgulanması, eski Sovyet mekanında tek başına egemenliği ve bu coğrafyada Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) dışında bir ortak yapılanmanın bulunmasına rıza göstermeyen bir yaklaşımı içermekteydi.[10] Bu nedenle, Rusya Orta Asya’da da geleneksel sıfır toplamlı oyun anlayışına geri döndü.[11]

Bu dönemde Rusya’nın bölgede etkinlik kazanma çabaları özellikle, Tacikistan bağlamında etkili oldu. 1996’da Primakov’un dışişleri bakanlığı döneminde Rusya, bölgesel sorunlarda “bekle gör politikası” uygulamak ve ardından sorunlara kendinin faal rol alacağı “pragmatik çözümler” önermek ve BDT entegrasyonunu güçlendirmek çizgisini seçmiştir. Rusya özellikle, bölgede giderek artan oranda ortaya çıkan dinî radikalizm ve esasen bu faktörden kaynaklanan güvenlik tehdidinî Orta Asya’da etkinliğini artırmak için kullanmış; bunu da bölge ülkeleriyle askerî işbirliğini artırmak, BDT’nin askerî çerçevesini daha kapsayıcı boyutlara çekmek ve Şanghay İşbirliği Örgütü’nün oluşumu için meşru bir gerekçe olarak kullanmak gibi hususlarla gerçekleştirme çabasına girişmiştir. Rusya’nın bölgesel politikasında diğer önemli bir unsur ekonomi, özellikle enerji faktörü olmuştur. Rusya etkinliğini BDT çerçevesinde ekonomik entegrasyon sürecini hızlandırma çabalarının yanı sıra Avrasya Ekonomik Birliği benzeri bölgesel örgütler aracılığı sağlamaya çalışmıştır.[12] Ayrıca Rusya’nın Orta Asya’ya politikasında enerji faktörü stratejik bir araç olarak öne çıkmış ve Rusya bölgedeki enerji projelerinde en aktif aktör olarak yerini almıştır.[13]

Rusya’da Putin’in iktidar gelmesiyle bu ülkenin Orta Asya politikasında da önemli değişiklikler yaşandı. Putin döneminde Rusya-Orta Asya ilişkilerindeki değişim dört ana hususla ortaya kondu.[14] Birincisi, Rus dış politikası, 2000 yazında kabul edilen yeni dış politika doktrine uygun olarak, güçlü bir pragmatizm duygusu ile yürütülmekteydi. İkincisi, Bağımsız Devletler Topluluğu ve onun iskeletini oluşturan Orta Asya devletleri öncelik arz etmekteydi. Üçüncüsü, ayrıntılı bir Hazar politikası belirlenmişti. Son olarak da ilişkiler çoktaraflı ve iki taraflı biçimde karakterize edilmekteydi.[15] Putin döneminde Rusya’nın bölge politikası, BDT’nin ekonomik ve güvenlik alanında entegrasyonu, Rusya’nın bölge enerji projelerinde aktif rol alması ve bölge ülkelerinin güvenlik endişelerini kullanarak ikili ve bölgesel güvenlik işbirliğini derinleştirerek aktif biçimde yürütülmüştür. Yeltsin’den farklı olarak Putin yalnız Kazakistan ve Kırgızistan’ı güvenilir partner olarak değerlendirmekle kalmamış, bizzat kendisi Türkmenistan’ı (Mayıs 2000) ve Özbekistan’ı (Aralık 1999 ve Mayıs 2000) ziyaret etmiştir.[16]

Özetle, Rusya’nın geçen süreçteki Orta Asya politikasının geldiği nokta, ikinci büyük oyun mücadelesinde bölgesel pozisyon itibariyle ABD, Türkiye, Çin ve İran gibi aktörlere oranla daha kuvvetli bir durumda olması ve bölgesel faktörleri kullanarak etkinliğini sürdürme noktasında başarılı olmasıdır. Fakat 11 Eylül’den sonra uluslararası sistemin tamamını etkileyen gelişmeler Orta Asya’daki mevcut dengeleri de derinden etkilemiş ve bölgenin stratejik geleceğini kökünden değiştirecek yeni koşulları ve gerçekleri beraberinde getirmiştir.

Rusya’nın Orta Asya politikasına ilişkin bu genel değerlendirmenin ardından Rusya-Özbekistan ilişkilerini özelde incelemeye geçebiliriz. Fakat bu incelemenin sağlıklı yapılabilmesi için iki ülke arasındaki ilişkileri genel ilişkiler çerçevesi ve özel durum olarak nitelendirebileceğimiz güvenlik alanındaki ilişkiler olarak iki farklı alt başlık altında ele alacağız.

A. Rusya-Özbekistan İlişkilerinin Genel Çerçevesi

Aralık 1991’de SSCB’nin çöküşü Rusya ve Özbekistan arasından yeni ilişkiler çerçevesi geliştirilmesi zorunluluğunu beraberinde getirdi. Rus dış politikası ister genel anlamda, isterse de Orta Asya bağlamında yeni politik gerçeklerle karşı karşıya kalırken, o güne kadar dış ilişkileri Moskova’nın tekelinde bulunan Özbekistan da yeni jeopolitik gerçeklere ve bağımsız devlet olma niteliğine uygun olarak dış politika oluşturma gerçeği ile karşı karşıya kalmıştır. Rusya açısından, Özbekistan’la ilişkiler bu yeni jeopolitik gerçekler çerçevesinde ve esasen Rusya’nın Orta Asya politikasının bir parçası olarak değerlendirilmekteydi. Buna uygun olarak Rusya için 90’ların ilk yılarında Orta Asya’nın önemindeki göreceli azalma ve bu bölgede mevzilerini kaybetme süreci Özbekistan bağlamında da geçerli olmuştur.

Fakat 1993’de Yakın Çevre Doktrini ile Rusya eski Sovyet mekanında etkinliğini sürdürme kararlığını ilan edince, Özbekistan’a da özel bir önem atfedilmeğe ve Rusya Dışişleri Bakanlığı resmî belgelerinde “Özbekistan’ın tarihî, dinî, coğrafî, demografik ve ekonomik faktörler bakımından bölgenin en saygın ülkesi durumunda olduğu”[17] görüşü vurgulanmaya başlandı. Rus dışişleri belgesinde “Rusya’nın Özbekistan’la ilişkileri Orta Asya’daki yeni bağımsız devletlerdeki Rus menfaatlerinin korunmasında belirleyici unsur olmanın yanı sıra, Orta Asya’da bizim menfaatlerimize uygun güç dengesinin muhafaza edilmesinde önemli rol oynamakta olduğu” ifade edilmekteydi.[18] Ayrıca Rusya’nın Özbekistan politikasının ayrıntılı olarak ortaya konduğu belgede, bu ülkeyle hem BDT çerçevesinde ve hem de ikili düzeyde ilişki geliştirmenin yararlarına değinilmekte ve izlenecek dış politikanın stratejik, siyasî, güvenlik, ekonomik ve sosyal araçları konusunda önemli ipuçlarına yer verilmektedir.[19]

Rusya’nın Özbekistan konusundaki tavrını etkileyen ve 90’ların ortalarından itibaren Özbekistan’ın önemini artıran diğer bir etken bölgesel enerji kaynaklarını kullanmak için Moskova’nın Orta Asya devletleri ile yeni anlaşmalar yapma çabaları olmuştur.[20] Öte yandan Rusya’nın tekstil bölgelerini sanayicileri ve temsilcilerinden oluşan bir grup ve Orta Asya’nın Rusya ulusal çıkarları için önemli olduğunu düşünen bazı dış politika ve askerî yetkililer bölge ile sıkı ilişkiler için lobi yapmaya başlamıştır.[21] Orta Doğu uzmanı ve Avrasyacı görüşleri ile bilinen Yevgeni Primakov’un Ocak 1996’da Dışişleri Bakanı görevine atanması Moskova’nın Orta Asya’nın önemini vurgulayan Güney stratejisinde kıpırdamaları beraberinde getirmiştir. Primakov Özbekistan’ı da kapsayan ilk resmî ziyaretini Ocak-Şubat 1996 döneminde Orta Asya’ya yapmıştır.[22] Fakat Primakov’un Şubat 1996’daki Taşkent ziyareti sırasında, Özbekistan mesafeli davranmış ve her iki ülke arasında yalnızca Özbekistan’daki Rus azınlığın statüsüne ilişkin bir anlaşma imzalanmıştır.[23]

Öte yandan yeni bağımsız Özbekistan’ın Orta Asya’nın eski kolonyal gücü Rusya Federasyonu ile ilişkileri önemli zorluklar ve dönemsel faklılıklar içermiştir. Özbekistan’ın dış politikasının esas amacı Rusya Federasyonu’nun Orta Asya’daki rolünü azaltmak olmuştur.[24] Fakat Rusya ile tarihî geçmişinden kaynaklanan ilişkileri Taşkent’e, bu amacının gerçekleştirmesi sürecinde, Moskova ile önemli ilişkilerini kaybettirerek etnik, ekonomik ve güvenlik alanında ciddî sorunlar doğuracağı açıktı. Bu bağlamda uygulanacak dış politika yeni siyasî ve jeopolitik gerçekler ve bölgesel gelişmeler dikkate alınarak yürütülmek durumundaydı.

Başta Kerimov olmak üzere Özbekistan üst yönetim kadrosunun SSCB’nin çöküşüne hazırlıksız yakalandığı ve yeni siyasî, ekonomik ve askerî gerçeklere hazır olmadığı da bilinen bir gerçektir. Bu bakımdan Özbekistan ilk başta Rusya’yla ilişkilerini koparmadan ihtiyatlı hareket etmiş ve Rusya’nın etkisine açık olan BDT’ye üye olma konusunda acele etmiş, 13 Aralık 1991’de kendisini diğer Orta Asya devletleri ile beraber bu kurumun eşit statülü kurucu üyesi yapan BDT anlaşmasını imzalamıştır.[25] Aslında bir oldu bitti karşısında biraz da reaksiyoner biçimde BDT üyeliğine imza atmanın ardından Özbekistan kısa bir dönem entegrasyon ve bağımsızlık arasında bir arayış süreci yaşamıştır.[26]

İlk başta Kerimov ortak para, ekonominin ortak yönetimi, BDT Merkezî Bankası ve cumhuriyetler arası serbest ticaret yapılmasının destekleyicisi durumundaydı.[27] Fakat, Ocak 1992’de Özbek tarafından BDT’ye ve özellikle Rusya’ya ilişkin ilk kıpırdamalar başladı. Rus yetkililerin kendilerini Sovyet yönetiminin ve kurumlarının tek varisi ilan etmeleri ve Rusya’nın Ocak 1992’de diğer cumhuriyetleri bu arada Özbekistan’ı da dikkate almadan ekonominin liberalizasyonu politikalarını uygulamaları bu rahatsızlığın esas motifini oluşturmaktaydı. Özellikle Rus ekonomisinin liberalizasyonu süreci Sovyetler döneminde kalma bağları nedeniyle Özbekistan ekonomisini zor durumda bıraktı ve fiyatların artması Taşkent’te yaklaşık 20 dolayında kişinin öldüğü öğrenci gösterisi ile kendini gösterdi.[28] Kerimov Rusya’nın bu uygulamalarıyla BDT anlaşması ve Ekonomik Topluluk anlaşmalarında yer alan eşit ortaklık statüsüne aykırı davrandığını belirtti, “bazı cumhuriyetlerin” liderlerini “emperyal tutkularından” vazgeçmeye çağırdı.[29] Bu gelişmelere tepki olarak Özbekistan, BDT ekonomik kurumlarının önemini yeniden değerlendirmeye başladı. Kerimov BDT’nin para ve fiyat konusundaki karar verme mekanizmasına katılmayı sürdürdü, fakat bu kurumların yalnızca Rusya’nın tekelinde kalmasını desteklemedi.[30] Rusya’nın fiyatların liberalizasyonunun koordine edilmesinde zayıf BDT kurumlarını beklemekte hevesli olmadığı açığa çıkınca, Özbekistan’ın kendi yoluyla gitmesi süreci daha da netleşti.[31] Kerimov her cumhuriyetin kendi fiyat politikası olması gerektiğini deklare etti. Böylece Özbekistan, Rusya ve diğer BDT cumhuriyetlerine bağımlılığını azaltan bir ekonomi politikası izleme sürecine girdi.

SSCB’nin çöküşünün doğurduğu şoktan kurtulan, Rusya ile BDT çerçevesinde entegrasyon sürecinin yürümeyeceğini anlayan ve izlediği iç ve dış politika nedeniyle Muhammet Salih ve Abdurrahman Pulatov gibi kişilerin liderliğini yaptığı muhalefetinin sert eleştirileriyle karşılaşan Kerimov yönetimi siyasî ve ekonomik anlamda daha bağımsızlıkçı, Rusya’yla eşit ikili ilişkiler kurma çabası gösteren, Rusya’nın Orta Asya’daki rolünü küçültmeye yönelen, hatta zaman zaman onunla bölgede rekabet eden politikalar izlemeye başladı. Bu politikalar çerçevesinde, Özbekistan 30 Mayıs 1992’de Rusya ile ikili ilişkileri düzenleyen anlaşma imzalamış,[32] 1993’den itibaren “Türkistan Ortak Evimiz” girişimi ve 1992-1994 döneminde Tacikistan örneklerinde olduğu gibi Orta Asya’da bölgesel güç gibi Rusya’yla rekabet eden politikalar geliştirmiş, 1993’de Ruble bölgesinden çıkmış ve 13 Kasım 1993’de kendi millî parasını tedavüle sokmuş[33] ve 1993’den itibaren Devlet Başkanı İslam Kerimov tarafından gündeme getirilerek Nisan 1995’de kurulan ve Rusya’yı dışarıda bırakan bölgesel örgüt Orta Asya Birliği’nin kurulmasına öncüllük etmiştir.[34]

Özbekistan, her fırsatta özellikle siyasî tarafı ekonomik ağırlığından daha etkin olduğuna inandığı ve kendisini Rusya ile köklü bir entegrasyona itebilecek her türlü girişimden uzak durmaya çalışmıştır. Bu bağlamda, Moskova’nın yeni entegrasyon kurumlarına katılma davetini, örneğin, BDT Parlamentolararası Asamblesi’ne katılmayı kabul etmemiş, uluslarüstü kurum olması gerekçesi ile BDT’ye uluslararası hukukun bir subjesi olma hakkının verilmesini ve BDT Gümrük İttifakı’na girmeyi de reddetmiştir.[35] Özbekistan 1999’da Rusya’ya karşı diğer BDT üyelerine oranla daha bağımsız davranan cumhuriyetlerin oluşturduğu GUUAM’a üye olmuş, buna karşılık Rus etkinliğinin açıkça ortaya çıktığı Avrasya Ekonomi Birliği içerisinde yer almaktan kaçınmıştır.

Rusya ve Özbekistan arasında ilişkilerin diğer önemli boyutunu oluşturan ekonomi alanında ilişkiler, siyasî alandaki ilişkilere oranla daha sıkı bir nitelik arz etmiştir. Kerimov ülkenin Rusya’ya bağımlılığını azaltan ve ülkeye özgün bir ekonomik kalkınma politikası uygulamaktaydı. Özbekistan bir yandan kendisinin Rusya’ya ekonomik bağımlılığını sağlayan eski ilişkileri yeniden düzenlemekte, ticari partnerlerini çeşitlendirerek Rusya’nın bu alandaki ağırlığını azaltma çabasındaydı. Buna paralel olarak ülkenin Rusya’ya petrol bağımlılığından kurtulması yönünde çaba gösterilmekteydi. Bu çabaların sonucunda 90’lı yıların başında Rusya’dan yıllık 5,5 milyon ton petrol satın alan Özbekistan, 1996 yılında yıllık 8 milyon ton petrol üretme başarısı göstererek Rusya’dan petrol almayı durdurdu.[36]

Özellikle, 1996-97 döneminden itibaren ikili ekonomik ilişikler alanında önemli anlaşmalar imzalandı. Bu bağlamda Mart 1997’de Moskova’da bir araya gelen Rusya Başbakanı Viktor Çernomirdin ve Özbekistan Başbakanı Utkir Sultanov 1998-2000 döneminde Rusya ve Özbekistan arasında ekonomik işbirliğinin temel ilkeleri ve yönlerini belirleyen bir anlaşma imzaladı.[37] Ayrıca Kerimov’un Mayıs 1998’de Moskova ziyareti sırasında iki ülke arasında imzalanan ve sayıları 20’den fazla olan anlaşmalar içinde iki ülke arasında 10 yıllık ekonomik işbirliği anlaşması da vardı.[38]

Putin döneminde Rusya’nın Orta Asya politikasına ilişkin değişim Rusya’nın Özbekistan politikasında da önemli bir etki yarattı. Putin’in iktidarı sırasında Aralık 1999 ve Mayıs 2000’de Özbekistan’ı ziyaret ederek önemli ikili anlaşmalara imza attı. Putin Mayıs 2000’deki Taşkent ziyareti sırasında Özbekistan’ın Rusya için önemini “Özbekistan Rusya’nın Orta Asya bölgesi ile uluslararası bağlantıları için destek noktası olabilir” ifadesi ile ortaya koymuştur.[39]

Özet olarak, Rusya-Özbekistan ilişkilerinin genel çerçevesini bütün olarak değerlendirirsek geçen dönem içerisinde Özbekistan, 90’ların hemen başında SSCB’nin çöküşünün verdiği şokla ilk başta BDT çerçevesinde Rusya ile sıkı ve hatta ekonomik anlamda entegrasyonu öngören bir politik eğilim göstermiş, fakat daha sonra Rusya’nın siyasî ve ekonomik yörüngesinden çıkma ve kendisinin bölgesel liderlik iddiasına uygun olarak Rusya’nın Orta Asya bölgesindeki rolünü küçültmeyi amaçlayan, bu arada bu ülkeyle normal ikili eşit statülü ilişkiler geliştirme amacını da göz ardı etmeyen bir politikayı tercih etmiştir. Rusya ise, Özbekistan’ın özellikle BDT bağlamında Rusya’ya ile sıkı işbirliğine girme konusunda arzulu olduğu 90’ların hemen başında, Orta Asya’ya azalan ilgisi oranında Özbekistan’la ilişkilerini de göz ardı edecek bir politika izlemiş, 1993’de Yakın Çevre Doktrini’nin ilan edilmesi ile bu ilişkilere tekrar önem atz etmeye başlamış, bölgenin petrol kaynakları da bu ilgiyi teşvik edici ve zaman zaman da en önemli unsurlardan biri olarak öne çıkmıştır. Rusya’nın özellikle 90’ların ortalarından itibaren Özbekistan’la ilişkilerini geliştirme ve hatta BDT çerçevesinde entegrasyona gitme çabaları Özbekistan tarafından hep ihtiyatla karşılanmış, Rusya ile ilişkilerde eşit statülü siyasî ve ekonomik ilişkiler politikası tercih edilmiştir. Putin’in iktidara gelmesi ile de Rusya’nın Orta Asya politikasında Özbekistan’la ilişkiler daha sistematik ve hızlı biçimde artarak daha sıkı bir düzeye ulaşmıştır. İki ülke arasında ilişkilerin derinleşmesinde, Putin’in yeni koşullara uygulanmış dış politikasının yanı sıra 90’lı yılların sonundan itibaren artan bölgesel dinî radikalizm tehdidi zorlayıcı unsur olmuştur.

B. İlişkilerde Özel Durum: Güvenlik

Rusya-Özbekistan ilişkilerinde güvenlik boyutunun farklı bir başlık altında ele almamızın nedeni güvenlik ilişkilerinin genel durumdan farklı bir süreç yaşamasıdır. Yani iki ülke ilişkileri genel olarak Özbekistan’ın Rusya etkisinden giderek daha fazla oranda kurtulması yönünde gelişme gösterirken, güvenlik alanında 1990’ların ilk yarısına kadar Rusya’dan göreceli olarak daha bağımsız bir politika yürüten Özbekistan 90’ların sonunda giderek daha fazla oranda bu ülkeyle işbirliğine sürüklenmekteydi. İki ülke arasında özellikle bölgesel güvenlik alanında işbirliğinin daha da derinleşmesi ve 90’ların sonundan itibaren Rusya’ya avantaj sağlayan bir gelişme süreci yaşaması bölgede artan dinî radikalizm tehdidinden kaynaklanmaktadır.

Özbekistan, geçen on sene içerisinde bölgesel istikrar ile Rusya’nın tekeli altına düşmeme arasında tercih yapma durumu ile karşı karşıya kalmış ve bu da iki ülke arasındaki güvenlik ilişkilerinde zigzaglı ilişkileri beraberinde getirmiştir. Özbekistan bir tarafta SSCB’nin çöküşü ile Orta Asya’da mevcut bölgesel güvenlik sisteminin bozulduğu, özellikle komşuları Tacikistan ve Afganistan’daki çatışmaların kendisi için de bir tehdit teşkil ettiği değerlendirmesini yapmaktaydı. Aslında bu tehdit değerlendirmesi oldukça gerçekçiydi. Her şeyden önce, çatışmalar Özbekistan sınırındaki iki devlet (Tacikistan ve Afganistan) içerisinde yapılmaktaydı. İkincisi, her iki çatışmada da çatışan taraflardan biri dinsel söylemi esas motif olarak kullanmaktaydı ve bu durum çatışmaların Özbekistan gibi toplumsal yapısı içinde dinîn önemli bir yer aldığı ve henüz kendi ordusunu oluşturamamış bir ülkeye sıçramasını teşvik eden bir husustu. Ayrıca, iç çatışmanın yaşandığı Tacikistan ve Afganistan önemli miktarda Özbek azınlık mevcuttu ve bu da Özbekistan’ı çatışmanın içine çekebilecek bir unsurdu. Bu bağlamda, güvenlik alanında mevcut koşullarda bölgeye müdahale edebilecek tek büyük askerî güç olan Rusya ile güvenlik alanında işbirliğine ihtiyaç duyulmaktaydı.

Öte yandan, Rusya’yla bu alanda işbirliği kendi içinde Özbekistan’ın bağımsızlığını tehdit altına alabilecek ve bu ülkenin Rusya’nın yörüngesinden çıkmasını engelleyici bir niteliğe sahipti. Bu koşullarda Özbekistan bölgesel güvenliğini sağlamada Rusya’yla işbirliği yapmak, fakat bu işbirliğini kendi bağımsızlığına tehdit edici unsura dönüşmesini önleyecek askerî ve güvenlik politikası izlemeye başlamıştır. Bu politikanın esas hedefi, SSCB döneminin güvenlik sisteminin hemen parçalanmasını önleyerek, bir yandan bölgesel tehditlere direnmede Rusya’nın ve diğer eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin desteğini almak ve bu arada da zaman içinde kendi ulusal askerî gücünü oluşturmaktı. Özbekistan bu amacını gerçekleştirmede ilk olarak BDT’yi uygun bir çerçeve olarak görmekteydi. Bu bağlamda, Özbekistan bir yandan ortak BDT ordusunun kurulmasına karşı çıkan tek Orta Asya devleti konumundayken,[40] öte yandan Kerimov, BDT içinde NATO tipi askerî bir boyutun olması gerektiğini savunmakta ve Özbekistan, 15 Mayıs 1992’de Rusya, Kazakistan, Türkmenistan, Tacikistan, ve Ermenistan’la ortak savunma anlaşması imzalamaktaydı.[41] Kerimov bir yandan Mart 1992’de ülkesindeki BDT sınır kuvvetlerinin kendi kontrolü alan kararı açıklamış,[42] öte yandan 30 Mayıs 1992’de Rusya ile Özbekistan arasında imzalanan ikili anlaşmada taraflar “Rusya ve Özbekistan topraklarının ortak stratejik askerî bölge oluşturması”[43] konusunda uzlaşmaya varmıştır.

Özbekistan için Rusya ile ister ikili alanda, isterse de BDT çerçevesinde güvenlik işbirliğinin temel unsurunu bölgesel güvenlik tehditleri oluşturduğu için bölgedeki çatışmaların durumu ilişkilerin düzeyini ciddî biçimde etkilemiştir. Örneğin, Haziran 1992’da Tacikistan’da çatışmaların yoğunlaşması iki ülke arasında güvenlik alanında derin işbirliğine yol açmıştır. Özbekistan, ilk güvenlik tehdidi olarak, Haziran 1992’de, İslamî köktendincilik söylemiyle Tacikistan’da askerî faaliyetlerini artıran ve bu ülkede çıkan iç savaş sonucunda çoğunluğu Özbek kökenli olan göçmenlerin gelmesine neden olan Birleşik Tacik Muhalefeti’ni gördü.[44] Özbekistan İslamî köktendincilik yayılmasını önlemek için Rusya ile birlikte hareket ederek Tacikistan ordusunun oluşturulmasını ve muhalefeti yenmesini sağlamıştır.[45]

1992-1993’de Tacikistan’dan gelebilecek tehdit için Rusya ile işbirliğine giden Özbekistan, BDT içinde kalmakla beraber bu kurumun askerî entegrasyonuna karşı çıkar bir tutum sergilemeye başlamıştır. Bu tavrın takınılmasında, Yakın Çevre Doktrini’nin ilan edilmesinin ardından Rusya’nın BDT çerçevesinde askerî entegrasyon isteklerinin, Özbekistan’ın kendi güvenlik endişelerini gidermekten çok, eski SSCB coğrafyasında denetimi tekrar sağlamaya ve özellikle 1995’den itibaren de NATO’nun genişlemesine karşı bir güvenlik bloğu oluşturma amacına hizmet etmesi yatmaktadır. Bu arada Özbekistan için bölgesel güvenlik dengelerinde önemli değişimler yaşanmıştır. Her şeyden önce Özbekistan Orta Asya devletleri içerisinde en güçlü ordu niteliği kazanan 70 bin kişilik askerî gücünü oluşturmuş ve ordu içinde 1992’deki yüzde altı oranında olan Özbek kökenli subayların oranını yüzde seksene çıkarmıştır.[46] Komşusu Tacikistan’daki dinî radikalizm tehlikesinin bertaraf edilmesi hususunda alınan mesafenin yanı sıra, Özbekistan, Afganistan’dan gelebilecek tehdidi de Kuzey Afganistan’da bölgesel idare kurmuş olan Özbek general Raşit Dostum’a destek vererek aşma politikasını izlemeye başlamıştır. Bu gelişmeler ışığında, azalan bölgesel tehditler nedeniyle Rusya’ya bağımlılığı göreceli olarak zayıflayan Özbekistan, BDT’nin çok taraflı askerî entegrasyonunu en sıkı biçimde eleştiren üyelerden birine dönüşmüştür. Bu gelişmeye uygun olarak 1995 yılının başında, Özbekistan’da bulunan BDT Barış Gücünün son parçasını teşkil eden MİG-25’lerden oluşan hava filosu Tacikistan’a taşınmıştır.[47]

Aralık 1996’da dönemin Rusya Savunma Bakanı İgor Rodionov, NATO’nun doğuya genişlemesine karşın BDT ülkelerinin askerî teknik işbirliğini güçlendirme ve kendi aralarında özel anlaşmalar imzalamasını önerdiğinde[48] Kerimov hemen hemen aynı gün içinde bu öneriyi kesinlikle reddettiğini açıklamıştır.[49] Özbekistan Nisan 1999’da BDT Ortak Güvenlik Anlaşmasının yenilemeyeceğini belirtmiş ve Özbekistan Dışişleri Bakanlığı da bu kararın Rusya ile işbirliğini etkilemeyeceğini ilan etmiştir.[50]

Özbekistan’ın Rusya ile güvenlik alanında ikili işbirliği de BDT’dekine benzer bir süreç izlemekteydi. Özbekistan 1995’den itibaren sınırların korunması ve hava savunması alanında Rusya ile işbirliğini azaltmaya başladı. Her iki ülke arasında sınır güvenliğinin sağlanması alanında işbirliği olmasına rağmen, Afganistan sınırında Rus sınır kuvvetleri bulunmamaktaydı, ayrıca 27 Mart 1997’de imzalanan ikili anlaşmada tarafların hava savunması alanındaki işbirliğinin bilgi alış verişi boyutu ile sınırlı kalması sınır güvenliği ve hava savunması alanında işbirliğinin giderek azaldığını göstermekteydi.[51] Özbekistan’ın ülkesinde Rus askerî ve askerî üssü bulundurmaması ve Rusya vatandaşlarının anlaşmalı olarak Ulusal Ordu’da askerî görevler yürütmesine izin veren anlaşmayı imzalamayan tek Orta Asya ülkesi olması[52] da bu ülkenin Rusya ile güvenlik alanındaki işbirliğinin sınırlığını anlatma noktasında önemli unsurlar olarak öne çıkmaktadır.

Fakat 1999-2000 döneminde Orta Asya’daki askerî-politik olaylar bölgesel güvenlik dengelerinde ciddî değişimleri beraberinde getirdi ve bu gelişmeler Rus-Özbek güvenlik ilişkilerini de yeni bir mecraya soktu. Aslında bölgesel güvenlik gelişmelerinin iki ana boyutu vardı.

Bunlardan birincisi, Afganistan’da Taliban faktörünün bölgesel güvenliği ve doğrudan Özbekistan’ın güvenliğinin tehdit edebilecek kadar güç kazanmasıydı.

1994’te Afganistan siyasî sahnesine giren Taliban 1995’te Herat’ı, Ekim 1996’da Kabili alarak Afganistan’ın esas egemenine dönüştü.[53] Kabil’in alınmasın hemen ardından 4 Ekim 1996’da Almaatı’da Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan Devlet Başkanları ve Rusya Başbakanı Çernomirdin bir görüşme yaparak durum değerlendirmesi yaptılar.[54] Toplantıda alınan kararda bu durumun ciddî güvenlik tehdidi yarattığı üzerinde duruldu. Almaatı’da ayrıca Orta Asya liderleri ortak deklarasyon yayınlayarak Afganistan-BDT sınırında istikrarı bozacak her bir hareketin kabul edilemez olduğunu ve tehdit olarak değerlendirilip BDT Ortak Güvenlik Anlaşması uyarınca cevap verileceği belirtildi.[55]

Yalnız Özbekistan, diğer bölge devletlerinden farklı olarak bölgede daha bağımsız bir politika yürütmekteydi ve Afganistan’daki durumu doğrudan etkileyecek bir aktörle, yani Afgan Özbeklerinin lideri Raşit Dostum’la sıkı işbirliği içindeydi[56] ve kendi bölgesel güvenliğini sağlamada Dostum’un Kuzey Afganistan’ın kontrolü altında tutmasının kendisi için tampon bölge nitelik taşıdığını farkındaydı. Öte yandan nüfusun çoğunluğunu Özbeklerin oluşturduğu önemli bir bölge olarak değerlendirilmekteydi.[57] Fakat, 1998 Sonbahar’da Dostum’un Taliban tarafından yenilgiye uğratılması ve Taliban güçlerinin Özbekistan-Afganistan sınırındaki Termez’i kontrol altına almaları Özbekistan için bu tehdit unsurunu güncel hale getirdi.

Özbekistan için ikinci güvenlik tehdidi 1999 yazında yaşandı. 22 Ağustos 1999’da Cuma Namangani liderliğinde bir grup Özbekistan İslami Harekatı (ÖİH) örgütü militanı, Tacikistan’dan Özbekistan’ın Fergana vadisi ile sınırında yerleşen Kırgızistan’ın Batken bölgesine saldırarak dört Japon jeoloğu rehin aldı ve uluslararası bir krize neden oldu.[58] Saldıranlar Fergana vadisinin Özbekistan kısmına geçerek Kerimov’a karşı isyan başlatma peşindeydiler.[59] Namangani’nin başlattığı saldırıya karşı Kırgız ordusu saldırı başlattı, Özbekistan kamplarını bombaladı ve bölgenin üç devletinin ordusu ve Tacikistan’daki Rus askerî gücü ona karşı harekete geçti.[60] 25 Ekim’e kadar süren silahlı çatışmalar rehineler için Japonya ve Kırgızistan’dan gizlice 2 milyon dolar fidye aldıktan sonra sona erdi ve Birleşik Tacik Muhalefetinin desteğini de alan Namangani’nin grubu Afganistan’a geçti.[61] Ağustos 2000’de tekrar Afganistan’dan Tacikistan’a dönen doğudan Kırgızistan’dan, güney ve güneybatıda Özbekistan ve Tacikistan’dan olmak üzere üç taraftan Fergana vadisine saldırı başlattı.[62]

Taliban ve ÖİH’nin çifte kıskacı altında kalan Özbekistan 90’lı yıların hemen başındaki gibi ciddî güvenlik tehditleri ile karşı karşıyaydı. Bu tehditleri bertaraf etmek için yeni güvenlik politikası şarttı. Bu noktada Özbekistan bir yandan Taliban tehdidinî bertaraf etme noktasında Pakistan üzerinden diyalog geliştirme çabası gösterdi. Öte yandan, özellikle ÖİH tehdidinden kurtulması için desteğe ihtiyaç vardı. Özbekistan Nisan 1999’da BDT Ortak Güvenlik Anlaşması’nı uzatmadığı için bu güvenlik çerçevesini kullanma olanağına sahip değildi. Mayıs 1999’da üye olduğu kendisinin Batı’yla ciddî yakınlaşmanın bir işareti olarak görülen GUUAM ise kendisine bölgesel güvenlik garantisi sağlamaktan uzaktı. Bölgede kendisine destek olabilecek tek ülke olarak Rusya öne çıkmaktaydı. Rusya hem bölgeye müdahale gücü itibariyle halen asıl ciddî aktör konumundaydı ve ayrıca 1998’de Taşkent’te yapılan BDT İçişleri Bakanları toplantısında çerçevesinde İslamî köktendinciliğin yayılmasına karşın BDT çerçevesinde işbirliği önermişti.[63]

Özbekistan’ın Rusya’ya ihtiyacı bu ülke tarafından da ikili stratejik ilişkileri geliştirmek için iyi bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. 10-12 Aralık 1999’da Rusya Başbakanı görevinde bulunan Putin Özbekistan’ı ziyaret ederek “stratejik ortaklık” biçiminde formüle edilen anlaşmayı imzalamıştır.[64] Özbekistan’daki Kerimov-Putin görüşmesinde Özbekistan’a yönelik saldırıların geniş biçimde konuşulmuş ve Özbek askerî kadrolarının Rusya’da eğitimini de içeren askerî-teknik işbirliği anlaşması imzalanmıştır.[65] Ayrıca, Kerimov Rusya’nın Özbekistan’daki çıkarlarını tanıdığını açıkça ifade etmiştir.[66] İki ülke arasında bölgesel güvenlik konusu ve İslami radikalizm Mayıs 2000’de Taşkent’teki Putin-Kerimov görüşmesinin de ana temasını oluşturmuştur.[67] Özbekistan 21 Haziran 2000’de kurulan BDT Antiterör Merkezî oluşturulması kararını da imzalamıştır.

Rusya-Özbekistan ilişkilerinin özellikle güvenlik boyutunda hız kazanması Kerimov’un, genelde terör faaliyetlerinin hız kazandığı ve bölgesel güvenliği tehdit etmeye başladığı yaz öncesi dönemde, 3-5 Mayıs 2001’de Moskova ziyaretinde imzaladığı anlaşmayla da ortaya konmuştur. Taraflar arasında Kerimov’un Moskova ziyareti sırasında yapılan anlaşmada bölgesel güvenlik konusuna ayrıntılı biçimde yer verilmiş, Rusya Özbekistan’ın bölgesel güvenlik için önemini vurgulamış, Özbekistan, Rusya’nın stratejik çıkarlarını tanıdığını belirtmiş ve bu ülkenin bölgesel güvenlik ve istikrarın sağlam teminatı olarak gördüğünün altını çizmiştir.[68] Ayrıca tarafların yaptığı ortak açıklamada “Orta Asya için özellikle Afganistan kaynaklı uluslararası ve dinî terörizmin getirdiği tehditten ciddî endişe duyduklarını, bu konuda ikili ve çok taraflı işbirliğini geliştirme arzusunda” oldukları belirtilmiştir.[69] Rusya ile güvenlik alanında işbirliği sadece BDT Antiterör Merkezî çerçevesinde faaliyetler ve ikili anlaşmalarla sınırlı kalmamış, Özbekistan 15 Haziran 2000’de Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olmuştur.[70]

Görüldüğü üzere, bölgedeki dinî radikalizm söylemli örgütlenmelerin ister Taliban isterse ÖİH örneğinde olduğu gibi, özellikle 90’ların sonundan itibaren güç kazanması daha önce mesafeli nitelik taşıyan Rusya-Özbekistan güvenlik işbirliğinin daha da derinleşmesine neden olmuştur. Gerçekten de bu örgütlemelerin gücünün ve aktivitesinin artması Özbekistan’ı Rusya ile güvenlik alanında çok sıkı işbirliğine gitme zorunda bırakmıştır. Bir Rus askerî yetkilisi Taliban faktörünü değerlendirirken onun Rusya ve Orta Asya arasında yakınlaşmanın ve Şanghay Beşlisi işbirliğinin esas motiflerinden biri olduğunun altını çizmektedir.[71]

Bazı analizciler, Rusya’nın da bölgesel güvenlik tehditlerini bölge ülkelerinin kendisine yakınlaşması için bir baskı unsuru olarak gördüğü ve hatta kullandığına işaret etmekteler.[72] 1998’de Rus sınır kuvvetlerinin Kırgızistan’ı terk ettiklerini ve Özbekistan’ın da 1999 sonbaharında BDT Ortak Savunma Anlaşması’ndan çıktığını dile getiren bir analizci Rusya’nın bu iki ülkenin politikalarını değiştirmemesi durumunda Orta Asya’da kalmasının çok zor olacağı değerlendirmesini yapmaktadır.[73] Bu değerlendirmeden yola çıkan yazar Ağustos 2000’de Özbekistan’ın Surhandarin bölgesine saldırının fiilen Tacikistan tarafından desteklenen ÖİH’nın gerçekleştiğini ve Tacikistan’ın politik hayatında Rusya’nın rolünün de değinerek saldırı ile Özbekistan’ı Rusya’ya yakınlaştırma arasında bağ kurmaya çalışmaktadır.[74]

1990’ların sonlarına kadar Rusya ile güvenlik alanında işbirliğine mesafeli yaklaşan Özbekistan’ın 1999’dan itibaren sıkı bir işbirliğine zorlanması süreci ise 11 Eylül’deki saldırının ardından yeni siyasî gelişmelerle farklı bir mecraya girmiştir.

11 Eylül ve Rusya-Özbekistan İlişkilerine Etkisi

11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezî’ne ve Pentagon’a yapılan terörist saldırının ardından dünyada artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı, uluslararası sistem için yeni bir miladın başlayacağı ve dünyanın yeni siyasî gerçekleri ışığında tekrar şekilleneceği yönünde yorum ve düşünceler geniş bir yelpazede ve her kesimden insan tarafından sık sık vurgulanmaya başladı. İster siyasîler, diplomatlar, devlet adamları isterse, sosyal bilim uzmanları, özellikle uluslararası ilişkiler disiplini ile uğraşan bilim adamları uluslararası gelişmelerle ilgili söyledikleri ve yazdıkları neredeyse her şeyin başına 11 Eylül sonrası kavramını koymağa, bu olayın gelişmelerin seyrini nasıl etkilediği üzerinde fikir beyan etmeye başladılar. 11 Eylül saldırısı ve devamındaki siyasî gelişmeler uluslararası sistemi, bir Berlin Duvarı’nın yıkılması ve SSCB’nin çöküşü kadar olmasa bile, ciddî biçimde değişikliklere uğrattı.

Bu değişiklikler Rusya-Özbekistan ilişkilerini de ciddî biçimde etkiledi. Bu etkilenişin esas nedeni ise Afganistan’ın Orta Asya’nın hemen sınırında olmasıydı. Bu durum Orta Asya’yı gelişmelerden etkilenen en önemli bölge olma konumuna yerleştirmekte, bölgenin geleceğini, Rusya’nın Orta Asya’daki konumunu ve Rus-Özbek ilişkilerinin gelecek seyrini doğrudan etkilemekteydi.

11 Eylül saldırısı Orta Asya’yı küresel bir krizin esas merkezîne dönüştürdü. ABD saldırılardan Üsame Bin Ladin’in El Kaide Örgütü’nü ve Afganistan’da ona yerleşme hakkı veren Taliban rejimini sorumlu tutarak, savaş ilan etti. Birden bire ABD’nin ve tüm dünyanın dikkati Afganistan’a yöneldi. ABD’nin Afganistan savaşında bölge devletlerinin kullanması sorunu Afganistan’a komşu devletleri bir anda hayatî stratejik öneme haiz devletlere dönüştürdü. Bu bağlamda, Orta Asya devletleri Afganistan’la savaşın vazgeçilme ülkeleri olarak, ABD’nin kullanması gereken kilit devletler konumuna yükseldi. Bu durum ABD’nin Rusya’nın “yakın çevre ve öncelikli çıkar alanı” olarak tanımladığı Orta Asya’da aktivitesini artırmaya ve bölgenin ana aktörlerinden Rusya’nın tutumunu, diğer Orta Asya bölge devletlerini gelişmeler karşısındaki politikalarını köklü biçimde etkiledi.

Bu konjonktürde Orta Asya’da göreceli olarak halen esas aktör olan Rusya’nın tutumu ister ABD, isterse de Orta Asya devletleri için çok önemliydi. Saldırıdan hemen sonrasında Kremlin Amerika’nın Orta Asya’yı Afganistan’daki teröristlere saldırma sahnesi olarak kullanmasına karşıydı.[75] Bu konuda ilk açıklama saldırıdan üç gün sonra 14 Eylül 2001’de Rusya Savunma Bakanı Sergey İvanov’dan geldi. İvanov, “Orta Asya ülkelerinin topraklarının NATO’nun askerî operasyonları için kullanılması hususunun teorik açıdan bile tartışılması zemininin bulunmadığını” ve “Orta Asya’nın BDT Ortak Savunma Anlaşması’nın yetki bölgesi olduğunu” belirtmiştir.[76] Fakat Rusya’nın bu tutumuna rağmen, Orta Asya devletlerinden Özbekistan ve Kazakistan ABD’ye destek konusunda aktif davrandılar. Rusya ise gelişmelerin kendisinin bölgedeki etkinliğini zayıflatmasını önlemek için aktif girişimlere başladı. Putin, 17 Eylül’de Orta Asya devlet başkanlarını telefonla arayarak uluslararası güvenlik, Afganistan, terörizm ve “İstişare ve kararlar için BDT çerçevesini kullanma” konularını görüştü.[77] 18 Eylül’de Putin, Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Vladimir Ruşaylo’yu bölge devlet başkanlarının Kremlin yanında yer almasını sağlama misyonuyla bölgenin beş başkentine bir haftalık ziyarete gönderdi.[78] Rusya bu girişimleri ile Orta Asya devletlerine baskı yapmaya çalışırken, o sırada ABD’de bulunan Rusya Dışişleri Bakanı İgor İvanov ise diplomatik bir jargon kullanarak bu devletlerinin bağımsız karar alma durumunda olduğunu ifade etmekteydi. Rusya’nın bölge ülkelerini kendi güdümünde hareket etmesini sağlamak için ilk on gün içindeki çabaları kendisine ciddî bir avantaj getirmedi. Bu arada 24 Eylül’de Rusya, Afganistan sorununda ABD’ye desteğinin çerçevesini beş maddelik bir planla ilan etti.[79]

11 Eylül saldırısı, Orta Asya devletlerinden Özbekistan tarafından bir fırsat olarak değerlendirildi. Her şeyden önce ABD’nin bölgeye aktif biçimde nüfuz etmesi durumda Özbekistan, Rusya’ya güvenlik bağımlılığından kurtulacaktı. Böylece Özbekistan, ABD’nin uluslararası terörizmle mücadelesinin Taliban ve onun yoğun desteğini alarak Özbekistan’da etkin olmağa çalışan ÖİH’nin oluşturduğu tehdidi ortadan kaldırmaya yarayacağını düşünmekteydi. Ayrıca Kerimov, krizi Batıyla yakınlaşma olarak değerlendirmekteydi.[80] Bu bağlamda, Özbekistan Rusya’nın baskısına rağmen ABD’ye tam destek verdiğini açıkladı. Devlet Başkanı Kerimov, ABD Başkanı George W. Bush’un 13 Eylül’de yolladığı mektuba “terörizmle savaşta çabalarımızın birleştirme”si biçiminde karşılık verdi.[81] Saldırıdan beş gün sonra The Washington Post gazetesinde yayınlanan mülakatında Özbekistan Dışişleri Bakanı Abdulaziz Kamilov “Biz bu konuda her türlü işbirliğine hazırız” açıklamasını yaptı.[82] Kamilov’a İvanov’un 14 Eylül’deki demeci hatırlatıldığında, Özbekistan’ın dış politikasını hiç kimseyle koordine etmek zorunda olmadığını ve ülkesinin esas önceliğinin teröristlerin imhası olduğunu vurgulamıştır. Bu arada 22 Eylül’de basında çıkan “Özbekistan’a iki Amerikan askerî uçağının indiği” haberi ise Özbek yetkililer tarafından onaylanmasa da yalanlanması için de fazla gayret gösterilmedi. Kerimov “Bugün açıkça belirtmek gerekir ki, biz ABD yönetimiyle uluslararası terörizmle mücadelede işbirliği konusunda görüşmeler yapıyoruz. Bu görüşmeler sürdürülmektedir ve kimse bunu inkar etmiyor.” biçimindeki açıklamayla ABD ile işbirliği yaptığını açıkça beyan etmiştir.[83] 7 Ekim’de ABD ve Özbekistan arasında terörizm alanında ikili işbirliği anlaşması imzalanmıştır.[84] Ardından 12 Ekim’de ABD ve Özbekistan arasındaki ortak açıklama iki ülke arasındaki yeni stratejik işbirliği evresinin başladığını ve ABD’nin İslam Kerimov yönetimine güvenlik garantileri verdiğini belirmekteydi.[85] Ayrıca, Özbekistan Afganistan operasyonu için kendi askerî olanaklarının ABD tarafından kullanılmasına izin vermekteydi.[86]

ABD’nin bölgeye ilgisini en üst düzeye çıkarmasını ve Rusya’ya güvenlik bağımlılığından kurtulmak fırsatı olarak değerlendiren Özbekistan’ın 7 ve 12 Ekim’deki anlaşma ve ortak açıklama konusunda hevesli olması 5 Ekim’de Taliban’ın kendisine savaş ilanının hemen ardından yapılması bakımından çok anlamlıdır. Bu gelişmeler ABD’yi Özbekistan için güvenlik alanında esas aktör yaparken, Orta Asya’nın güvenlik dengelerinde bu ülkenin söz sahibi olmasının meşru gerekçesini oluşturmaktadır. Özbekistan bir yandan ABD’yle askerî işbirliğine daha çok hevesli gözükürken, öte yandan Rusya’nın Özbekistan’ın güney sınırlarına kendi sınır kuvvetlerini gönderme önerisini soğuk karşılamıştır.[87]

Öte yandan, Rusya’nın Özbekistan’daki mevzi kayıplarını kabul etmediği Kerimov tarafından sık sık gündeme getirilen bir husustur. Kerimov, Moskova’nın Özbekistan’a karşı enformasyon savaşı yaptığını açıkladı.[88] Kerimov bu savaşın amacını “Bize kıskançlıkla yanaşan güçler, bağımsız politikamızı içlerine sindirememekte, bize eski alışkanlıklarla yanaşmaktalar ve Özbekistan’ın uluslararası arenadaki nüfuzunun her geçen gün artması onları rahatsız etmektedir” açıklaması ile ifade etmek ve böylece Rusya’yı “emperyal girişimlerde” suçlamaktadır.[89] Kerimov, Rusya’yı Özbekistan içerisinde istikrarsızlık yaratmakta, bölgede durumu kızıştırmakta ve Orta Asya cumhuriyetleri arasındaki karşılıklı güveni ortadan kaldırma ve bu ülkeleri bir birine karşı kullanma girişimlerinde olduğu gerekçesiyle suçlamaktadır.[90]

Rus resmî devlet yetkilileri, 24 Eylül’deki Rusya’nın ABD’ye vereceğini açıkladığı 5 maddelik destek planının ardından, Afganistan’daki operasyonlar sürecinde Özbekistan’ın ve bütünlükte Orta Asya’nın giderek daha fazla oranda ABD etki alanına açık hale geldiğine ilişkin endişelerini net biçimde ifade etmeseler de, Rus basını bu konuda ciddî endişelerin hakim olduğu yazılara geniş yer vermektedir. Aslında doğrudan dile getirilmese de Moskova stratejistleri, basının “yeni askerî işbirliği” biçimde tanımladığı Washington ve Taşkent arasındaki ilişkilerden rahatsızlık duymaktadır.[91] Gerçekte de Özbekistan’ın kendi hava sahasını ABD askerî uçaklarına açması, ABD’yi Orta Asya güvenlik dengesine girişini sağlayan 12 Eylül’deki ABD-Özbekistan ortak açıklaması ve Amerikan askerî yetkililerin giderek daha sık aralarla bu ülkeyi ziyaret etmesi Rusya’nı endişeye sevk eden gelişmelerdir. Ayrıca 30 Ekim’de ABD Merkez Komutanlığı Komutanı General Tommy Franks’ın başkanlık ettiği askerî heyetin Özbekistan ziyareti ile Amerikan askerî varlığının Afganistan operasyonları bağlamında bu ülkeye yerleşmesi konusunda uzlaşmaya varılmıştır.[92] Yaklaşık 1000 kadar Amerikan askerî kuvvetinin Afgan sınırına 90 mil yakınlıkta yerleşen eski Sovyet askerî havaalanı Hanabad’a yerleşmesi de bu rahatsızlığın en önemli unsurunu oluşturmaktadır.[93]

Putin’in Batı yanlısı bir dış politika söylemi çerçevesinde Rus resmî yetkilileri, buna askerler de dahil, ABD askerî kuvvetini bölgeye yerleşmesine açıkça hayır diyemedikleri ve Özbekistan’ın bu ülkeyle işbirliğine karşı çıkamadıkları noktada Rus basını devreye girerek durumla ilgili alarm zilleri çalmaktadır. Nezavisimaya Gazeta’ Kerimov’un Rusya ile ilişkilerini bozmadan ABD ile sıkı işbirliğine gittiği” değerlendirmesini yapmaktadır. Rus haber siteleri Afganistan krizinin Rusya, Çin Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikstan’ı bir araya getiren Şanghay İşbirliği Örgütü’nün üyelerinden Özbekistan ve Tacikistan’ın ABD’ye yönelmesi ile fiilen ortadan kalktığı değerlendirilmesine yer verilmektedir.[94] Moskova’da yayınlanan aşırı millîyetçi Zavtra gazetesi, ABD-Özbekistan stratejik ilişkisine ilişkin tavrını Özbekistan’ı “ABD’nin Asya Eyaleti” gibi haksız bir nitelendirmesi ile ortaya koymuştur.[95] Moskova’da yayınlanan haftalık Obşaya Gazeta, Taşkent’te görev yapan bir Rus diplomatının Amerikalıların hiçbir zaman bölgeyi terk etmeyecekleri endişesine yer vermektedir.[96] Gazete, Rus diplomatın Amerikalıların Özbekistan ekonomisine yatırım yapacaklarını, İslamcıların kitlesel hapsine, medyadaki sansüre ve ülkenin komşu BDT ülkeleri ile sınırlarına mayın döşenmesine göz yumacağına ilişkin görüşlerini yer vermektedir.[97] Ayrıca, Rus diplomat Amerikalıların GUUAM’ı önemli Rus bağlantı hatları üzerinde yerleşen ülkeler hesabına güçlendirmek isteyeceklerini belirtmiştir.

Bütün bunlar ışığında, 11 Eylül saldırısının ardından Özbekistan Rusya’ya güvenlik bağımlılığını ABD’nin yanında yer alarak aşmaya çalışmış ve Rusya ile artık daha fazla güvenlik işbirliği içinde olmak istemediğini göstermiştir. 11 Eylül’ün ardından Rus-Özbek ilişkileri özellikle güvenlik alanında ciddî biçimde Rusya aleyhine gelişen bir sürece girmiş ve dünyanın tek süper gücü ABD gerçek anlamda bölgeye girmiştir. Rusya kendisi için Orta Asya’nın kaybedilmesinin başlangıcı anlamını taşıyabilecek bir süreci en az zararla atlama yönünde çabalar içine girişmiştir.

11 Eylül’den 24 Eylül’e kadarki süre içerisinde Orta Asya cumhuriyetlerini yanına alarak ABD’nin uluslararası terörizmle savaşında daha kuvvetli kozlarla pazarlık yapma olanağına kavuşmak ve bölgenin Amerikan etkisine açılmasını önlemek istemiştir. ABD’nin Afganistan’a düzenleyeceği operasyonun Taliban’ı ve dini radikalizm tehdidini ortadan kaldırmasının en aza indirmesinin Moskova’nın Türkistan’daki hakimiyetini sona erdireceğini düşünen Putin, Washington’un Orta Asya Türk cumhuriyetlerinden askerî üs talebi üzerine bu cumhuriyetlere ağır baskı yaparak ABD ordusunun Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da konuşlanmasını engellemeye çalışmıştır.[98]

Orta Asya devletlerinden özellikle Özbekistan ve Kazakistan’ın aktif bir biçimde ABD ile işbirliğine hazır olduklarını ilan etmeleri ile Rusya’nın bu çabaları boşa çıkmıştır. Washington da, Moskova’ya gerekir ise Rus itirazına rağmen bölgeye gireceğini bildirmesi üzerine, Rusya geri adım atmak zorunda kalmıştır.[99]

24 Eylül’de Rusya’nın ABD’ye Afganistan’da destek vermesi, hatta Putin’in Amerika’yla genel bir stratejik işbirliğini öne çıkaran dış politika çizgisi benimsemesi Orta Asya’da büyük güçler için yeni bir dönemi başlatmış gözükmektedir. Bu yeni dönemin esas özelliği Rusya’nın Orta Asya’daki etkinliğini ABD ile rekabet değil işbirliği yapma temeline dayandırmak istemesidir. Rusya Devlet Başkanı Putin 10 Kasım 2001’de ABD ziyareti öncesi Amerikan gazetecilerine verdiği mülakatında Orta Asya’da Rusya-ABD rekabetini işbirliğine dönüşmesi gerektiğini belirtmektedir.[100] Öte yandan, ABD yönetiminin de Rusya’yla stratejik işbirliği ve yeni ilişkiler geliştirme isteği son dönemde ikili ilişkilerde sık-sık gündeme gelen ve en son Kasım ortasında Washington ve Texas’da yapılan Bush-Putin görüşmelerinde sürekli dile getirilen bir konudur. ABD’nin Moskova büyükelçisi Alexander R. Vershbow da yazdığı bir yazıda 11 Eylül saldırısının ardından Putin’in Amerika’ya destek verme yönünde stratejik tercih yapmasının Rusya ve ABD’nin bir çok ortak amacı olan dost ülkeler olduğunu ortaya koyduğu değerlendirmesini yapmıştır.[101] Aynı büyükelçi yaptığı basın toplantısında ABD’nin Rusya’ya, Afganistan’daki harekat nedeniyle Orta Asya’da konuşlanan askerî varlığının kalıcı olmayacağı yolunda güvence verdiğini belirtmiştir.

Bu açıklama ve değerlendirmelerden ABD’nin Orta Asya’daki etkinliğini gerçekten Rusya ile stratejik işbirliği temelinde yürütmeyi stratejik bir tercih olarak mı benimsediğini, yoksa Afganistan’da Rusya’nın desteğini almak için taktik bir hamle mi olduğunu şimdilik kestirmek çok zordur. Aslında bu sorunun cevabı aynı zamanda 11 Eylül’ün dünya siyasî tarihi ve uluslararası ilişkiler sistematiğindeki öneminin ortaya konması noktasında ciddî bir ölçüt olacaktır. Çünkü tarihsel gelenek ve 11 Eylül’e kadarki egemen uluslararası ilişkiler sistematiği Orta Asya’da iki büyük gücün çıkarlarını uzlaştıramadığını ve bu bölgenin genelde tek bir gücün nüfuz alanında olageldiğini göstermektedir. Hele bu iki gücün son elli yılın en keskin rekabetini yapan ABD ve Rusya olduğu düşünülürse, iki devlet arasında ister genel, isterse de Orta Asya anlamında stratejik işbirliğine gidilmesi 11 Eylül’ün bir milad olup olmadığı konusunu daha net biçimde ortaya koyacaktır.

Nâzım CAFERSOY

Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Rusya-Ukrayna Araştırmaları Masası / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 19 Sayfa: 648- 659


Dipnotlar :
[1] Milan Hauner, What is Asia to Us? Russia’s Asian Cenrtland Yesterday and Today, Londra ve New York, Routledge, 1992, s. 44-45’den aktaran Lena Jonson, Russia and Cenrtal Asia: A New Web of Relations, Londra, Royal Institute of International Affairs, 1998, s. 16.
[2] Sultan Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, Pro et Contra, Cilt 5, Sayı 3, s. 75.
[3] Jonson, Russia and Cenrtal Asia., s. 16.
[4] “Strategiya dlya Rossii”, Nezavisimaya gazeta, 19 Ağustos 1992, s. 4-5’den aktaran Jonson, Russia and Cenrtal Asia., s. 17.
[5] Jonson, Russia and Cenrtal Asia., s. 17.
[6] Jonson, Russia and Cenrtal Asia., s. 17.
[7] Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, s. 75.
[8] Nikita Lomagin, “Novıe Nezavisimıe Gosudarstva Kak Sfera İnteresov Rossii i SŞA”, Pro et Contra, Yaz 2000, s. 67.
[9] Jonson, Russia and Cenrtal Asia., s. 17.
[10] Jonson, Russia and Cenrtal Asia., s. 18.
[11] Jonson, Russia and Cenrtal Asia., s. 18.
[12] Bu konuda ayrıntılı analiz için bkz Anar Somuncuoğlu, “Avrasya Ekonomik Birliği: Rus Dış Politikasında Yeni Bir Atak”, Stratejik Analiz, Sayı 12, Temmuz 2001, s. 86-91.
[13] Rus dış politikasında enerji faktörü konusunda bkz. Nazim Cafersoy, “Enerji Diplomasisi: Rus Dış Politikasında Stratejik Araç Değişimi”, Stratejik Analiz, cilt 1, Sayı 8, Aralık 2000, s. 52-60.
[14] Sally N. Cummings, “Happier Bedfellows? Russia and Central Asia Under Putin”, Asian Affairs, Haziran 2001, Cilt 32, Sayı 2, ss. 142-153.
[15] Cummings, “Happier Bedfellows? Russia and Central Asia Under Putin”.
[16] Cummings, “Happier Bedfellows? Russia and Central Asia Under Putin”..
[17] Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı, “Rusya’nın Bağımsız Devletler Topluluğu Ülkeleriyle İlişkilerdeki Dış Politika Doktrini”, Avrasya Dosyası, Cilt 2, Sayı 3, Sonbahar 1995, s. 143.
[18] Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı, “Rusya’nın Bağımsız Devletler Topluluğu Ülkeleriyle İlişkilerdeki Dış Politika Doktrini”, s. 143.
[19] Bu konuda ilgili belgenin “Rusya-Özbekistan İlişkileri” başlıklı bölümüne bakılabilir.
[20] Melvin, Uzbekistan., s. 102.
[21] Melvin, Uzbekistan., s. 102.
[22] Melvin, Uzbekistan., s. 102.
[23] Melvin, Uzbekistan., s. 102.
[24] Melvin, Uzbekistan., s. 100.
[25] Henry E. Hale, “İslam, State-Building and Uzbekistan’s Foreign Policy”, 23 Ekim 2001.
[26] Hale, “İslam, State-Building and Uzbekistan’s Foreign Policy”..
[27] Hale, “Islam, State-Building and Uzbekistan’s Foreign Policy”.
[28] Melvin, Uzbekistan., s. 101.
[29] Hale “Islam, State-Building and Uzbekistan’s Foreign Policy”,
[30] Hale, “Islam, State-Building and Uzbekistan’s Foreign Policy”.
[31] Hale, “Islam, State-Building and Uzbekistan’s Foreign Policy”.
[32] Mohiaddin Mesbahi, “Russia and Its Central Asia ‘Near Abroad’: Towards a Doctrine for the Periphery”, Hafeez Malik (der), The Roles of the United States, Russia and China in the New World Order, USA, St. Martin’s Press, 1997, s. 172.
[33] Melvin, Uzbekistan., s. 101.
[34] Gretsky “Russia’s Policy Toward Central Asia”.
[35] Alişer Taksanov, “Rossiya i Uzbekistan-Bratya Navek?”, 24 Mayıs 2001.
[36] Vladimir Babak, “Tsentralnaya Aziya: Problemı Postsovetskoy Integratsii”, Tsentralnaya Aziya, Sayı 9, 1997.
[37] Petrov. N. I., “Political Stability in the Conditions of the Command-Administrative Regime”, Alexei Vassiliev (der.), Central Asia: Political and Economic Challenges in the Post Soviet Era, Londra, Sagi Books, 2001, s. 91.
[38] Petrov, “Political Stability in the Conditions of the Command-Administrative Regime”, s. 91.
[39] Cummings, “Happier Bedfellows? Russia and Central Asia Under Putin”,
[40] Hale “Islam, State-Building and Uzbekistan’s Foreign Policy”,
[41] Melvin, Uzbekistan., s. 101.
[42] Hale “Islam, State-Building and Uzbekistan’s Foreign Policy”.
[43] Mesbahi, “Russia and Its Central Asia ‘Near Abroad’: Towards a Doctrine for the Periphery”, s. 172.
[44] Kasenov. U. T., Bezopasnost Tsentralnoy Azii: Natsionalnıye, Regionalnyıye i Globalnıye Problemi, Almatı, Universitet “Kaynar”, 1998., s. 70.
[45] Kasenov, Bezopasnost Tsentralnoy Azii, s. 70.
[46] Kasenov, Bezopasnost Tsentralnoy Azii, s. 70 ve Jonson, Russia and Cenrtal Asia, s. 34.
[47] Jonson, Russia and Cenrtal Asia, s. 34.
[48] 26 Aralık 1996 Sayılı Nezavisimaya Gazeta’dan aktaran Babak, “Tsentralnaya Aziya”.
[49] Babak, “Tsentralnaya Aziya”.
[50] Melvin, Uzbekistan., s. 103.
[51] Jonson, Russia and Cenrtal Asia, s. 34.
[52] Jonson, Russia and Cenrtal Asia, s. 34.
[53] Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, s. 82.
[54] Kasenov, Bezopasnost Tsentralnoy Azii, s. 120.
[55] Kasenov, Bezopasnost Tsentralnoy Azii, s. 120.
[56] Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, s. 83.
[57] Kasenov, Bezopasnost Tsentralnoy Azii, s. 129.
[58] Ahmet Rashid, “The Fires of Faith in Central Asia”, World Policy Journal, Spring 2001, Cilt 18, Sayı 1., s. 45-56.
[59] Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, s. 84.
[60] Rashid, “The Fires of Faith in Central Asia”.
[61] Rashid, “The Fires of Faith in Central Asia”.
[62] Rashid, “The Fires of Faith in Central Asia”.
[63] Melvin, Uzbekistan., s. 102.
[64] Grozin. A., “Pervıy Vizit V. Putina v Postsovetskuyu Aziyu: Taşkent Perehvatıvaet u Astanı Titul “Luçşego Druga Moskvı”,
[65] Yuriy Egorov, “Uzbekistan Ukreplyayet Oboronu”, 9 Şubat 2000.
[66] Sergey Danilov, “Uzbekistan-Toçka Pereseçeniya İnteresov”, 5 Nisan 2000.
[67] Yuriy Egorov, “Bezopastnost-Glavnaya Tema dlya Putina i Karimova”, 4 Mayıs 2001.
[68] Ayrıntılı bilgi için iki devlet başkanının yaptığı ortak açıklamaya bkz: “Sovmestnoe Zayavleniye Prezidentov Rossiskoy Federatsii i Respubliki Uzbekistan”, 24 Eylül 2001.
[69] “Sovmestnoe Zayavleniye Prezidentov Rossiskoy Federatsii i Respubliki Uzbekistan”.
[70] Sanobar Şermatova, “Taliban Kak Faktör Rossiyskiy Politiki”, Moskoviskie Novosti, 7 Haziran 2000,
[71] Şermatova, “Taliban Kak Faktör Rossiyskiy Politiki”,
[72] Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, s. 84.
[73] Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, s. 84.
[74] Akimbekov, “Rossiyskaya Politika v Tsentralnoy Azii: Sostayanie i Perspektivı”, s. 84.
[75] Vladimir Socor, ‘Central Asia: Not Russia’s “Neighbhood”, Not Moscow’s to “Deliver”, The Fortnight in Rewiew, Jamestown Fondation, Cilt VII, Sayı 19, 28 Eylül 2001,
[76] Pobert Cotrell ve David Stern, “Eastern Promises”, Financial Times, 2 Ekim 2001.
[77] Socor, ‘Central Asia: Not Russia’s “Neighbhood”, Not Moscow’s to “Deliver”.
[78] Socor, ‘Central Asia: Not Russia’s “Neighbhood”, Not Moscow’s to “Deliver”.
[79] Socor, ‘Central Asia: Not Russia’s “Neighbhood”, Not Moscow’s to “Deliver”.
[80] Pobert Cotrell ve David Stern, “Eastern Promises JJ.
[81] Socor, ‘Central Asia: Not Russia’s “Neighbhood”, Not Moscow’s to “Deliver”.
[82] The Washigton Post, 16 Eylül 2001.
[83] Jihor Y. E., “Noviy Vitok Rossiysko-Uzbekskih Otnoşeniy”,
[84] “Joint Statement between the Government of the United States of America and the Government of the Republic of Uzbekistan”,
[85] Anthony Baird, “New Alliance Brings United States, Uzbekistan Into Long-term Embrace”,
[86] Baird, “New Alliance Brings United States, Uzbekistan Into Long-term Embrace”,
[87] Jihor, “Noviy Vitok Rossiysko-Uzbekskih Otnoşeniy”.
[88] Jihor, “Noviy Vitok Rossiysko-Uzbekskih Otnoşeniy”.
[89] Jihor, “Noviy Vitok Rossiysko-Uzbekskih Otnoşeniy”.
[90] Jixor Y. E., “Uzbekistan na Perepute”,
[91] Igor Tobakov, “Moscow Wary About Taşkent Military Ties With The United States”, 6 Kasım 2001.
[92] Josh Machleder, “US General Tight-lipped on Specifics of US-Uzbek Military Cooperation”,
[93] Tobakov, “Moscow Wary About Taşkent Military Ties With The United States”.
[94] Beniamin Ginodman, “Islam Menyayet Orientatsiyu”,
[95] Tobakov, “Moscow Wary About Taşkent Military Ties With The United  States”.
[96] Tobakov, “Moscow Wary About Taşkent Military Ties With The United States”.
[97] Tobakov, “Moscow Wary About Taşkent Military Ties With The United States”.
[98] Ümit Özdağ, “Terörizm, Küresel Güvenlik ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Kasım 2001, Cilt 2, Sayı 19, s. 7-8.
[99] Özdağ, “Terörizm, Küresel Güvenlik ve Türkiye”, s. 8. ve Rusya’nın Afganistan sorunu nedeniyle değişen bölge dengeleri üzerine izlediği politika için bkz. Sinan Oğan, “Rusya’nın İkinci Afganistan Çıkmazı”, Stratejik Analiz, Kasım 2001, Cilt 2, Sayı 19, s. 52-60.
[100] “Vstreça Prezidenta Rossiyskoy Federatsii V. V. Putina s Şef-korrespondentam Moskovskih Byuro Veduşih Amerikanskih SMİ”, 11Kasım 2001.
[101] Alexander R. Vershbow, “The Beginning of a U. S. -Russian Alliance?”, Moscow Times, 25 Kasım 2001.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.