Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Atatürk Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkileri

0 29.107

Prof. Dr. Sabahattin ÖZEL

Türkiye-Yunanistan ilişkileri Lozan Barışı’na rağmen 1923 yılından sonra da normalleşememiş, 1930 yılına kadar gerginliğini korumuştu. Bu süreçte Yunanlıların Batı Trakya Türklerine uyguladığı mezalim,[1] Yunan adalarından Batı Anadolu kıyılarına yönelik korsanca eylemler[2] Edirne’nin düşman işgalinden kurtuluşunun yıldönümü kutlamalarıyla ilgili olarak bayrak krizi gibi olaylar yaşanmışsa da, gerginliğin asıl nedenini Mübadele Antlaşması’nın uygulanmasına ilişkin anlaşmazlıklar oluşturmuştu. 30 Ocak 1923’te imzalanmış “Türk ve Rum Nüfus Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” Rum Ortodoks dininden Türk uyrukları ile Müslüman dininden Yunan uyrukların değiştirilmesini öngörmüş, 30 Ekim 1918 öncesinde İstanbul belediye sınırları içinde yerleşmiş Rumlarla, Batı Trakya Müslümanlarını mübadele dışı tutmuştu. Daha sonra uygulama için Türk ve Yunan temsilcilerinin de yer aldığı uluslararası bir komisyon kurulmuş, Ekim 1923’te çalışmalarına başlamıştı.[3] Bu aşamada yerleşmiş (etabli) deyiminin içeriği konusunda anlaşmazlık çıktı. Türkiye deyimin anlamının kendi yasalarına göre belirlenmesi görüşündeydi. Yunanistan ise 30 Ekim 1918 öncesinde İstanbul’da bulunan tüm Rumların yerleşmiş sayılmasını istiyordu. Sorunun havale edildiği Milletler Cemiyeti, Lahey Adalet Divanı’ndan görüş istedi. Divan’ın Yunanistan lehindeki kararı gerginliği daha da tırmandırdı.[4] Bunda Yunanistan’ın gerek 1912’den önce Türkiye’ye göç etmiş Türklerin, gerekse Batı Trakya Türklerinin mallarına el koymasının, Türkiye’nin de Mukabele-i Bilmisl Kanunu’nu çıkarıp 19 Ocak 1925’te yürürlüğe sokmasının da önemli etkileri oldu. Yine Patrik Gregorios’un ölümüyle, yerine bir mübadil olan Arapoğlu Konstantin’in Başpapaz seçilmesi[5] bir eğer gerginlik unsurunu oluşturdu.

Türkiye’nin 30 Ocak 1925’te Başpapazı Yunanistan’a sevketmesi, Yunanistan’ın hem Avrupa devletleri nezdinde protestosuna hem de Batı Trakya Türkleri üzerindeki baskısını arttırmasına yol açtı. Bu durum Konstantin’in 19 Mayıs 1925’te istifasını açıklaması, yerine Vasilios’un Başpapaz seçilmesiyle bir yumuşama sürecine dönüştü. Taraflar 1925 yazısında ilk elçilerini karşılıklı olarak atadılar. Argyropoulos 20 Temmuz 1925’te İstanbul’a gelirken, Cevat Bey Atina’ya gönderildi. 1926 yılında Başpapazlığın yapmak istediği bir toplantıya ekümeniklik peşinde koşulduğu, bunun Lozan’a aykırı olduğu gerekçesiyle izin verilmedi.[6] Yumuşama süreci 1 Aralık 1926’da mübadele sözleşmesinin pürüzlerini gidermeye yönelik Atina İtilafnamesi’nin imzalanmasıyla sonuçlandı.[7]

Ancak Atina İtilafnamesi’nin uygulanmasında da sorunların çıkması ilişkileri tekrar gerginleştirmişti. Savaş rüzgarları esiyor, Yunan basınında Türkiye’nin adalara saldıracağına ilişkin haberler yayınlanıyordu. Oysa Türkiye soruna yapıcı ve sağduyulu bir şekilde yaklaşıyor, Balkanlar’ı bir barış ve istikrar bölgesi haline getirebilmek için güçlü bir irade sergiliyordu. İşte bu sırada Yunanistan Başbakanı Venizelos’un geçmişin yanılgılarını tekrarlamaktan kaçınan uzlaşmacı bir tavır benimsemesi, bir barış sürecine girilmesinde ve sonuçta barışa ulaşılmasında önemli bir etken oldu. Bir zamanlar Megali İdea aşığı olan Venizelos, Anadolu macerasından gerekli dersleri aldığını daha Lozan’da göstermiş, Yunanistan’ın Anadolu’da savaşı sürdürmesinin bir budalalık olduğunu itiraf etmişti.[8]

Şimdi de Türk-Yunan gerginliğinin doğurabileceği kötü sonuçları görmüş ve 1928 yılı ortalarından itibaren Yunanistan’ın Türkiye politikasında kökten bir dönüşüm anlamına gelen barışçı bir politikaya yönelmişti. Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin Lozan Barışı sonrasındaki genel seyrine ilişkin bu genel girişten sonra makalemizin asıl konusu olan 1930-1932 dönemi Türk-Yunan ilişkilerine geçebiliriz. Bu dönem ilişkilerinin önemi ilk defa Venizelos’un ağzından Yunanistan’ın Megali İdea siyasetini terk ettiğinin, Ege Denizi üzerinde egemenlik kurma siyasetinden vazgeçtiğinin açıklanmış olmasıdır.

Yunan Başbakanı Venizelos 1930 yılı başlarında Türk-Yunan sorununun çözümüne yönelik görüşmelerin sonucundan emin görünüyor ve anlaşmanın sağlanmasının ardından Ankara’yı ziyaret etmeyi düşünüyordu.[9] Yine Venizelos aynı günlerde Yunan meclisinde muhtelif vesilelerle yaptığı konuşmalarda Yunanistan’ın Türkiye politikasındaki köklü değişikliği seslendiren önemli mesajlar vermişti. Yunan mebusu Zovitziono’nun Türkiye’nin silahlanmasının yarattığı tehlike hakkındaki sorusuna şu cevabı vermişti: “Türkiye’nin bize karşı silahlanmadığı hakkında güven ve inancım vardır. Fakat zannetmeyiniz ki biz savaşacak durumda değiliz. Allah bizi afetten korusun. Gerekirse savaşmasını biliriz”. Ayrıca Türkiye’nin kesin bir barış politikası izlediğini, çözüm bekleyen sorunların hallinden sonra Türkiye ile bir deniz antlaşması yapılacağını söylemiş[10] denizcilik politikasına ilişkin bir soruyu cevaplarken halen Yunan dış politikasını oluşturanların önemli dersler çıkarabileceği şu açıklamalarda bulunmuştu: “Yunan Hükümeti savaş gemilerini bir tarafa bırakarak hafif filoyu ve hava kuvvetlerini güçlendirme politikası gütmektedir. Bu politikanın esası sadece hükümete özgü olmayıp, barışa bağlı olan bütün ülkenin malıdır.

Yunanistan kendi aleyhindekiler de dahil olmak üzere savaş sonrası yapılan bütün antlaşmaları iyi niyetle kabul etmiştir. Çünkü insanlık Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı darbelerden sonra bu gibi patlamalara engel olmadığı takdirde ilerlemeye doğru olan yoluna devam edemez. Dolayısıyla hepimiz barışa ve özellikle Türkiye ile olan barışa bağlıyız. Dörtbuçuk yüzyıl süren Megali İdea ile dolu olduğumuz sürece Türkiye’ye karşı savaşçı politikamız gereği Adalar Denizi’nde (Ege Denizi) egemenliği hedefliyorduk. Fakat mademki antlaşmaların bize çizdiği ve sağladığı sınırları kabul ettik ve mademki Yunan refahını bu sınırlar içinde kurmaya hazırız. Adalar Denizi’nde egemen olmak fikrimizin de esası ortadan kalkmış oluyor.[11] Bugün Türkiye’nin kesinlikle barışçı olduğuna, ne Yunanistan’ın ne de diğer herhangi bir ülkenin topraklarında gözü olmadığına eminim. Türkiye kendisini Türk devletinin yeniden kuruluşuna adamıştır. Türk imparatorluğunun yıkılışından sonra Türkiye milli bir devlet olmak istediği takdirde yeniden yabancı milletlere ait toprakların fethinde hiçbir çıkarının olmayacağını kesinlikle hissediyor”.

Venizelos, İsmet Paşa’nın Lozan’da Türkiye’nin Batı Trakya’da kesinlikle gözünün olmadığı, Balkan milletlerinin topraklarından bir kısmını hediye etseler bile reddedeceği hakkındaki sözlerine atıf yaparak sözlerini şöyle sürdürmüştü: “Sanırım bu güvence içtendir. Çünkü sadece Türkiye’nin çıkarına uygun olmakla kalmıyor, aynı zamanda İsmet Paşa gibi etkili ileri gelen bir siyasiden geliyor”. Venizelos, Türkiye’nin Lozan’da yalnız Embros (İmroz) ve Tenedos’u (Bozcaada) istediğini,[12] diğer adaların Yunanistan’a ait olduğunu kabul ederek bu yönde hiçbir isteğinin olmadığını anımsatmıştı. Daha sonra bir savaş halinde Yavuz’un ne gibi bir rol oynayabileceğini, Yunanistan’ın ulaşımını sağlamak için ne yapmak gerekeceğini incelemiş, ardından Büyük Denizcilik Şurası’na sunduğu Yunanistan’ın deniz politikasını içeren raporunu okumuştu. Bu bağlamda Yunan Hükümeti, Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı deniz üstünlüğünü gerektirecek bir saldırıda bulunmayacağı görüşündeydi. Türkiye’nin de Yunanistan’a karşı saldırgan bir amaç gütmediğini, Avrupa’da egemenliğini genişletmek gibi hiçbir emeli olmadığından statükoyu içtenlikle kabul ettiğini düşünüyordu. Yine Türkiye’nin galip, Yunanistan’ın mağlup imzaladıkları Lozan Antlaşması, Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Midilli, Sakız adaları üzerindeki isteklerinden vazgeçtiğini kanıtlamıştı. Ayrıca Türkiye Akdeniz statükosunun değiştirilmesine uluslararası alanda izin verilmeyeceğini çok iyi bilmekteydi. Çünkü önünde bu gibi hareketleri bastıracak Milletler Cemiyeti’ni bulacaktı.

Venizelos, Türkiye’yle silahlanmanın sınırlanması görüşmeleri hakkında ise şunları söylemişti: “Bu fikir tekrar görüşme alanına konulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin de bizim prensiplerimizi benimser göründüğünü ve deniz kuvvetlerimiz hakkında bir anlaşmaya varabileceğimizi meclisinize sunmakla bahtiyarım. Türkiye ile bir yıldır devam eden görüşmeler bitince -ki bitecektir- ve dostluk antlaşmasını imzalayınca bu konuda anlaşma mümkün olacaktır. Esas, iki ülke donanmalarının eşitliğidir.”

Yine Yunan meclisinde Türkiye’nin Yavuz’u onarmakla kesinlikle Yunanistan’la savaşmayı düşünmediğini,[13] ülkesini düşünen bir politikacının Türkiye’yle savaşı öneremeyeceğini, bunun felakete yol açacak bir delilik olacağını vurgulamış; gençliğin ülküsünün savaş değil, barış olması gerektiğini, uzun süreli bir barışın da sağlandığını ifade etmişti.[14]

Venizelos’un Yunan meclisinde dile getirdiği bu tarihi görüşler her iki ülkenin basınında yankı bulmuş, genelde olumlu değerlendirmelere yol açmıştı. Örneğin Siirt Mebusu Mahmut Bey (Soydan) Hakimiyet-i Milliye’deki bir başmakalesinde Venizelos’un görüşlerini, Türkiye’nin siyasi hedeflerinin gün geçtikçe daha iyi anlaşılması ve takdir edilmesi anlamında değerlendirmiş, özetle şunları yazmıştı: Yeni Türkiye’nin inkılabın emrettiği bayındırlık ve gelişme politikasında başarılı olabilmesi için, her şeyden çok devamlı bir barışa muhtaç olduğu her fırsatta vurgulanıyordu. Venizelos’un bu gerçeği anlamış olması şaşırtıcı sayılmamalıydı. Çünkü kendisi deneyimi, kıvrak zekası ve pratik yaşama uydurduğu mantığıyla eşsiz bir diplomattı. Dolayısıyla söylediklerini içten ve ciddi kabul etmemek için hiçbir neden yoktu. Bir ara Yunan komşularımız milli savunmamızı düzenleme çalışmalarını kötüye yormuşlar, kendilerine karşı bir hazırlık gibi algılamışlardı. Buna bazı küçük politikacıların, Ankara-Atina ilişkilerinin gelişmesini çekemeyen bazı çevrelerin kışkırtmaları da eklenince, Yunanistan’da Türkiye’ye karşı bir tereddüt, tepki ve kaygı havası yaratmıştı. Oysa Cumhuriyet Türkiyesi’nin antlaşmaların sağladığı sınırlar içinde halkının refahını, ülkesinin bayındırlığını sağlamaktan başka bir amacı olamazdı. Biraz geç de olsa komşumuzun bu gerçeği anlamış olması memnuniyet vericiydi. Venizelos’un “Yunanistan’da Megali İdea’nın hakim olduğu devirlerde Adalar Denizi’nde bizim için deniz egemenliğinin bir gereği ve anlamı vardı. Halbuki bugün öyle bir gerek duymuyoruz. Onun için deniz egemenliği esasına dair Türkiye ile aramızda hiçbir mesele yoktur” sözleri, duruma ve gereklerine akılcı ve mantıklı bir yaklaşımın eseriydi. Venizelos durumu çok iyi görmüş, Türkiye’nin gaye ve amaçlarını çok iyi anlamıştı. Yunan Başbakanı söylendiği gibi Ankara’ya gelir, birçoğunu tanıdığı devlet adamlarımızla görüşürse, bu kanısı daha da güçlenecek, Türk dostluğu hakkında vatandaşlarına daha büyük bir içtenlikle güvence verebilecekti.[15]

Yine ertesi gün Zeki Mesut Hakimiyet-i Milliye’deki başmakalesinde Venizelos’un açıklamalarının ışığında Türk-Yunan ilişkilerini özetle şöyle değerlendirmişti: Venizelos’un iki ülke ilişkilerine ilişkin sözleri, bu ilişkilerin içten ve dostça olmasını isteyenleri memnun edecek mahiyetteydi. Yalnız aklın ve mantığın değil, duyguların da önemli bir şekilde hakim olduğu alanlarda ihtirasları dindirip, dostluk havasını yaratmak güçtü. Gerçek devlet adamı kendisini demagojiye kaptırmadan gerçeği anlar, bunu vatandaşlarına açık bir şekilde anlatırdı. Geçmişte Megali İdea peşinde koşan Venizelos, şimdi realist bir devlet adamı olduğunu kanıtlamıştı. Türkiye, Lozan’da Yunanistan’la milli ve siyasi sorunlarını çözdükten sonra iki taraf arasında hep gerçek bir dostluğun kurulmasını istemişti. Balkanlar’da ve Adalar Denizi havzasında karşılıklı çıkarlarla birbirine bağlı iki devletin dostluğu hem kendi ilerleme ve gelişmelerinin hem de Avrupa barışının esaslı güvencelerindendi. Türkiye bu gerçeği anladığından taraflar arasında yıllardır süren, ara sıra duyguları kışkırtıp dostluk havasını bulandıran bazı pürüzleri de halletmek istiyordu. Durumu Venizelos gibi gören her Yunan vatandaşı Türk dostluğunun doğal ve zorunlu olduğunu takdir ederdi. Yunan politikasının, hatta Yunan milli emellerinin en yetkili ağzı, Yunanistan’ın siyasi statükodan memnun olduğunu söylüyordu. Adalar Denizi egemenliği sorunu daha çok bazı Yunanlıların hayalinde doğmuş bir vehimden ibaretti. Türkiye’nin en büyük hedefi sınırları içinde uygarlık ilkelerini gerçekleştirmektir. Türkiye yalnız uluslararası hayatın gereklerine ve zorunluluklarına göre her devlet için doğal görülen savunma tedbirlerini alıyordu. Sınırlarının neresinde olursa olsun bir hegemonya siyaseti izlemekten çok uzaktı. Ancak kendisine yöneltilen böyle bir iddia bahanesiyle Yunanistan’ın Adalar Denizi’nde egemenlik peşinde koştuğundan kuşkuluydu. Venizelos, bu karşılıklı yanlış anlayışı gidermeye çalışmış, eşitlik esasının yeterliliğini açıklamıştı. Türkiye’de Yunan dostluğu hakkında sağduyuya dayanan düşünce daha kapsamlı ve geneldi. Venizelos Yunanistan’da da aynı düşünceyi yayabilirse, bundan gerek iki ülkenin çıkarları, gerekse Avrupa barışı yarar sağlayacaktı.[16]

Türkiye-Yunanistan ilişkileri Yunan basınının gündeminde de ön sıraya çıkmıştı. Gazeteler genelde iki ülke arasında bir türlü çözülemeyen sorunların halledilmekte oluşundan duydukları memnuniyeti yansıtmışlardı. Acropolis Gazetesi Venizelos’un Türk-Yunan dostluğunun henüz kesinleşmemiş ticari nizamnameden sonra bir antlaşmayla belgeleneceğini resmen açıklayacağını yazmıştı.[17] Kathimerini Gazetesi ise Yunan Dışişleri Bakanı Mihalakopulos’un sözlerine yer vermişti. Buna göre, Türkiye ile son görüşmelerin Yunanistan’ın çıkarına olduğu, bir türlü halledilemeyen sorunların çözümlenmesiyle iki ülke arasında yeni bir devrin başlayacağı ifade edilmişti. Bakan ayrıca gerek deniz, gerekse karadan ticari ilişkilerin başlamasıyla taraflar arasında deniz silahlanmasını sınırlayan bir antlaşmanın yapılmasının beklendiğini söylemişti.

Diğer taraftan Türk basını da Yunan basınındaki bu ve benzeri yayınları, muhalifler de dahil olmak üzere tüm Yunan gazetelerinin görüşmelerin bir an önce sonuçlandırılmasını içtenlikle istedikleri şeklinde değerlendirmişti.[18] Ayrıca Türk basını Türk-Yunan sorunlarının çözüm noktasına vardığı doğrultusunda yayınlar yapmaktaydı. Örneğin Falih Rıfkı (Atay) Hakimiyet-i Milliye’deki “Ankara Temas” başlıklı başmakalesinde Yunan Dışişleri bakanının tarafsız delegelerle Ankara’ya gelmesinin bu haberleri güçlendirdiğini belirttikten sonra şöyle devam etmişti. Yıllardır iki komşu ülke havasını kötümserlik bulutlarıyla karartan sorunların çözümlenmesinden memnun olmamak olası değildi. Ancak bu konuda Ankara teması tam bir sonuç vermeden bir hüküm vermek erkendi. Uluslararasında eski acı anıları uyanık tutmak, sürekli kin edebiyatı yapmak barışseverlerin tavrı olamazdı. Akıl ve hesap, bu duygu fırtınaları yatıştıktan sonra mümkün olabilirdi. Türkiye ve Yunanistan geçmişin kötü politikaları yüzünden kaybettiklerini kazanabilmek için uzun yıllar sükun içinde çalışmaya muhtaç ülkelerdi. Bu sükun devrini elde edebilmenin ilk şartı iki ülke arasında maceracı politikacılara fırsat verecek pürüzler bırakmamaktadır. Türk dışişleri bu konuda başlangıçtan beri yapıcı ve dürüst davranmıştı. Buna karşılık Yunanistan’da küçük politikacılar Türk-Yunan sorunlarını bir manevra sahnesine çevirmişlerdi. Onların gözünde kendi kişisel hesapları, Yunanistan’ın yüksek çıkarlarından önde geliyordu. Demagoji çoğu kez, menfaat ve mantık kuvvetlerini yenmeyi başarmış, sorunların çözümünü engellemişti. Bu bakımdan Ankara temasının barış umutlarını yeniden kıracak engellerle karşılaşmamasını dilemek gerekirdi. Çünkü herkes Türk- Yunan sorunlarına çözümü güç olan değil, halli istenmeyen bir iş gibi bakmaya başlamıştı. Türkiye şimdiye kadar böyle bir anlayışın sorumluluğunu kendisine affettirecek hareketlerde bulunmamıştı. Venizelos’un gazetelere son söylediklerinden bu komşu devlet adamının küçük politika oyunlarından, iki ülke arasındaki havanın bulanık kalmasından memnun olmadığı anlaşılmıştı. Şunu söylemek gerekir ki, Balkanlar’daki güvensizlik ve geçimsizlik geleneğini kaldırmayı başaracak devlet adamları, yeni barış tarihinin en hayırlı insanları sayılacaklar ve gittikçe genişleyen barış fikirlerini temelinden güçlendirmiş olacaklardı.[19]

1930 yılı ortalarında Türk-Yunan görüşmeleri olumlu sonuçlanmış ve etabli sorunu 10 Haziran 1930 tarihli Ankara Sözleşmesi’yle kesin bir çözüme kavuşturulmuştu.[20] Bu münasebetle Türk ve Yunan delegeleri birer konuşma yaptılar. Türkiye adına Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey (Aras) şu konuşmayı yaptı: “Elçi Hz., Reis Beyler, Efendiler: Bizi bu masanın etrafına toplayan hadise hem mes’ut hem de mühim bir hadisedir. Bu hadiseyi, bu tasfiye mukavelenamesini imzalarken duyduğum sevinç ve Türk ve Yunan Cumhuriyetleri arasındaki dostluk ve iyi komşuluk münasebetlerinin atisi hakkında duyduğum ümitlerden bahsetmeden geçiştirmek istemedim.

Efendiler; bu iki memleket arasında tam ve samimi bir itilafın temellerini iki büyük devlet adamı İsmet Paşa ile M. Venizelos Lozan’da atmışlardır. O günden beri paraya müteallik meselelerin hallinin tevlit ettiği büyük müşkülata rağmen büyük gayretlerimiz bu tasfiye işinin tahakkuku ve dostça münasebetlerimizin inkişafına müsait bir devrin açılmasını istihdaf etmiştir.

Efendiler; bugün açılacak olan bu devir Şarki Akdeniz ve Balkanlar ve binaenaleyh Avrupa sulhunun mühim bir amili olarak telakki ettiğim Türk-Yunan münasebetlerinin atisini hakiki bir itimatla derpiş etmemizi mümkün kılmaktadır.

Hepimiz için çok mühim ve çok memnun kılıcı bir hareketin ifasına hazırlandığım şu anda bu eserin tahakkukuna samimiyetle çalışanları şükranla yadeder ve M. Papas ile M. Eksindarisi ve M. Diyamandapolos ile M. Viding ve M. Ekstrand gibi Muhtelit Mübadele Komisyonu’nun mümtaz bitarafazasını ve Mübadele Komisyonunda Türk Heyeti Murahhasası’nın riyasetinde beni istihlaf etmiş olan Saraçoğlu Şükrü ve Cemal Hüsnü Beyleri samimiyetle selamlarım. Keza hatırası bizler için ebedi olan General Delarayı da hürmetle yadetmek isterim.

Mümtaz meslekdaşım M. Mihalakopulos ile Milano mülakatları namıyla tanılan ve bu mülakatlara tekaddüm eden Cenevre’deki teati-i efkarımızın bu müzakeratın intacında ne kadar hayırlı bir tesir yapmış olduğunu bilhassa burada hatırlatmak isterim.

Ankara’daki Sefirler Heyeti azasının hususiyle en kıdemli sefir olan M. Soriç, Kont de Chambron ve Ankara’ya gelir gelmez bu eserin tahakkukunu kolaylaştırmağa hasrı nefsetmiş olan Baron Aloizi, Macaristan’ın mümtaz sefiri M. Tahi ve İtalya sefaretinin çalışkan müsteşarı M. Koh’un müzakeratın etrafında idame ettikleri pek samimi havadan bahsetmezsem kusur etmiş olurum. Bu esere hasrı nefsedip bunun ameli tahakkukunu temin etmek bahtiyarlığına nail olanlara teşekkür eylemeği bir vazife bilmekteyim.

Bunların hepsi bir masa etrafında toplanmış bulunuyorlar ve bu suretle çok sevimli, yorulmak bilmez ve tatlı bir müzakereci olan Sefir M. Polihronyadis, yüksek vasıflarıyla her iki tarafın da dostluğunu temin etmiş olan reis M. Holstad, M. Rivas ve M. Anderson’u Yunan heyetinin çok nazik reisi M. Fokas’ı dostum ve mesai arkadaşım Tevfik Kamil Bey’i ve bunların Vekaletteki, Sefaretteki ve Muhtelit Komisyonu’ndaki arkadaşlarımı şahsen selamlamak ve onlara teşekkür edebilmek bahtiyarlığına nail olabiliyorum”[21]

Yunan Sefiri Polihronyadis ise şunları söyledi: “Vekil Efendi, Reis Beyler, Efendiler: Bir an evvel imza ettiğimiz vesikanın altına Yunan Hükümeti namına imzamı koyduğumdan dolayı bahtiyarım. Bu vesikaya uzun senelerce tekaddüm etmiş ve onu hazırlamış olan çetin ve meşakkatli müzakeratın tarihçesini burada yapacak değilim. İtilafname’yi şu birkaç kelimeyle tarif ve hülasa edebilirim. Bu bir vesikadır ki bunun vasıtasıyla iki taraf ırkdaşlarına ait nakdi metalibat namına atinin bize intikal ettirdiği bütün meseleler iki memleket için şayanı memnuniyet bir surette kati ve mesut bir tarzda kesilmiş, atılmış bulunuyor. İtilafname’nin akdinden evvelki müzakeratın mefharetle idare ettiğim kısmının cereyanı müddetince zarar görenler arasında hiçbir fark gözetmeksizin bunları mümkün mertebe ve şiar-ı insaniyete yakışır bir surette tazmin çareleri bulmaya çalışmayı -bu husustaki müddeiyat ister benim tarafımdan, ister karşı taraftan vaki olsun- prensip ittihaz ettim. Mükemmel bir eser vücuda getirdiğimiz zannı müftehiranesinde bulunmuyorum. Zaten mukemmeliyet tabirinin hakayik-i cihanda yeri yoktur. Fakat müşahede edilen herhangi bir sakatlığın iki memleketimizin ve milletimizin müstakbel münasebatımızın sıhhat ve rasanetine halel getirmesi mümkün olan bir carihaya tebeddül etmesine mani olmak için adeta bir doktor gibi hareket ederek bütün tedabir-i sıhhiyeye müracaat ettiğimizi kuvvetli bir kanaat ile temin edebilirim. Müzarekeciler çok defalar yekdiğeriyle çarpışan menfaatlerin haşin mücadelesi karşısında bulunmuşlar ve diğer bilcümle menfaatlerin ve hatta umumi menfaatlerin fevkinde tutulmak ve bazan da bunların zararına olarak her şeye takdim ve tercih edilerek nazarı itibara alınmak isteyen her türlü menfaatlerin muhacematına uğramışlardır.

Umumi menfaatler bittabi sair menfaatlere galebe çalmıştır. Bu itilafnamenin her maddesi bilhassa bu umumi menfaatlerin icabı olarak düşünülüp yapılmıştır. Bu ise en mühim şeydir. Bu hal ve keyfiyet ancak hususi menfaatler namına velevki hüsniyetle yapılacak bütün hücumları hükümsüz ve tesirsiz bırakmaya kafidir. Arada husule gelen İtilafname’nin iki memleketin ve umumi müsalemetin nef-i ve hayırı için şayanı hayret derecede kısa bir müddet zarfında vucuda getireceğimiz yeni binanın temel taşını teşkil edeceğine kani bulunuyorum. Bu bina ticaret, sanayi, ziraat ve seyrisefain sahalarındaki sıkı teşriki mesaimizin semerelerinin timsali olacaktır. Bu teşrikimesai esnasında birbirini daha iyi tanıyıp anlamaya muvaffak olacak olan iki millet müşterek bir müdafaa seddini inşa edeceklerdir. Sulhu bozmak veya bulanık suda avlanmak maksadıyla vaki olacak herhangi bir teşebbüs bu sedde çarpıp kırılmaya mahkum olacaktır.

Efendiler, vücuda getirilen eserin kısmı azamının Türkiye Başvekili İsmet Paşa’nın sayesinde husule geldiğini söylemeyi vazife addederim. Yüksek bir şahsiyet olan müşarünıleyh müzakeratı hakiki hükümet adamlarına mahsus büyük bir dirayet ve rüyetle idare eylemişlerdir. Müşarünileyhin kavi bir surette teeyyüt etmiş olan siyasi şöhretinin hakikaten pek haklı bir şöhret olduğu çetin müzakereler esnasında daha iyi anlaşılmıştır.

Şimdi Vekil Beyefendi’nin bu itilafın hakiki yapıcısı olduğunu söylemekle tevazuuna dokunmuş olacağım. Fakat bu böyledir. İstikbalde çok daha büyük bir mükafata nail olacaktır. Bu mükafat büyük sanatkarların eserleri sayesinde meşhur olmalarıdır. Müzakeratın hitam bulmuş olmasına müteessif olduğumu söylersem hayret edersiniz. Fakat bu kadar sevimli münevver samimi ve tatlı bir müzakereci ile artık müzakere edecek bir şey kalmadığından dolayı müteessirim”. Elçi daha sonra komisyonun tarafsız üyelerine teşekkür ederek antlaşmanın gerçekleşmesindeki hizmetlerinden söz etmiştir. Ardından da iki delegasyonun başkanları Tevfik Kamil Bey ve M. Fokas’ın çabalarından söz etmiş ve kendilerine teşekkür etmiştir.

Daha sonra söz alan M. Holstad ise şu konuşmayı yapmıştı: “Hazır bulunmaktan memnun olduğumuz mesut hadise dolayısıyla Türkiye Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Beyefendi ile M. Polihronyadis cenaplarına gerek bizzat kendi namıma gerekse arkadaşlarım namına en samimi tebrikatımın arzına müsadenizi rica ediyorum. Beşeri medeniyetin inkişaf ve terakkisine müştereken çalışmak için iyi komşuluk münasebetleri içinde yaşamaları tabiaten mukadder olan iki millet beynindeki dostluk bağlarını ve bu pek mühim hadisenin daha ziyade kuvvetlendirmeye hadim olacağını hepimiz ümit etmekteyiz. Gözleriniz önünde ikmalini gördüğümüz bu eserin tahakkukuna Tevfik Rüştü Beyefendi birçok seneler çalıştı ve M. Polihronyadis dahi bu büyük işin kazanılmasına son derece sarfı mesai eyledi.

Müzarekeye memur zevat teşriki mesaimize müteaddit defalar müracaat lutfunda bulundular ve bu müracaatın delalet ettiği itimattan dolayı iftihar hissettik. Bu müracaatlara mukabelede daima müsaraat gösterdik. Her iki murahhasın bize söylediği iltifatkar sözlere karşı çok mütehassisiz. İki devlet tarafından yeni itilafnamenin tatbikinde bize mühim vazifeler tevcih edilerek hakkımızda gösterilen itimattan dolayı bahtiyar olduğumuzu ve vazifeleri bizlere tevdi edilmiş olan muazzam meselelerin kati halline vasıl olabilecek surette ifaya sarfı gayret eyliyeceğimizi ilave edebiliriz. Bu fikir ve zihniyetlerdir ki itilafnamelerden iki memleketin istifadesi için en büyük bahtiyarlık tevellüt etmesini temenni ederek Zât-ı Ailelerine en samimi tebrikatımın arzına ictisar eyliyorum”.

Yapılan bu konuşmaların ardından Türk-Yunan antlaşması münasebetiyle Tevfik Rüştü Bey ve Venizelos, yine İtalya’nın Berlin Büyükelçisi Orsini ve Tevfik Rüştü Bey arasında şu telgraflar çekilmişti.[22]

Atina’da Başvekil ve Hariciye Nazırı M. Venizelos Hazretlerine Mukavelenamenin bu sabah vaki olan keyfiyeti imzasını haber verirken Yunan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin müstakbel münasebatı için ehemmiyeti azimeyi haiz olan bu hadiseden duyduğum derin memnuniyeti zatı devletlerine beyan etmek isterim. Bu mukaveleyi vücuda getiren müzakerat büyük beşeri kütlelerin nakdi menfaatlerine taalluk etmek dolayısıyla uzun, yorucu ve ekseriya güç olmuştur. Maahaza mükalematımızı sevk ve idare eden hüsnüniyet ve uzlaşma fikri, bunların hüsnü neticeye iktiranını temin etmiştir. Gene bu iki amil imzaladığımız bu mukavelenin tek kalmayacağına ve esasatı zaten hazırlanmış bulunan dostluk ve hakem muahedesinin en başta bulunacağı, diğer muahedatın onu kariben takip edeceğine zımandır. Bu süretle aralarında muğlak olan nakdi mesaili tasfiyeden ve komşuluk münasebatı hasenesinin temellerini atmış bulunan Yunanistan ve Türkiye, neticesi yalnız müstakbel menfaatleri nokta-i nazarından velüt olmakla kalmayıp Akdeniz’in şarki havzasında, Balkanlar ve binnetice Avrupa’da müsalemet davasına azim hizmetler ifa edecek fiili ve samimi bir müşarekete amade olacaklardır. Bu ümniyye iledir ki Başvekil İsmet Paşa Hazretlerinin şahsi dostluklarını teyiden bildirmekle beraber zatı âlilerine ihtiramatı faikamı takdim eylerim.

Ankara’da Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Beyefendi Hazretlerine: İtilafnamenin imzalandığını öğrenmekle bahtiyarım. Ve bu uzun ve yorucu müzakeratın hüsnü neticeye isali için tarafeynce ibrazı lazım gelmiş olan hüsnü niyet ve uzlaşma fikrini göstermekle kendi memleketlerimizin emnü itimadını hak ettik zannederim. Mübadil mallarına kıymet takdir etmek meselesinin muhtelit komisyon bitaraf azasına tarafımızdan muhavvel hallini her iki hükümetin tasvip eyliyeceğini ümit ederim. Bu suretle imza ettiğimiz itilafın ekseriya müellim olan bir maziyi katiyyen tasfiye ettikten sonra her iki memleketin atiyen kendi menfaatleri lehine olarak komşuluk münasebatını inkişaf ettirecek ve aynı zamanda çok güzel buyurduğunuz gibi Akdeniz’in şarki havzasında, Balkanlar’da ve binnetice Avrupa’da müsalemet davasına fiili ve samimi bir müşareketle hizmet edecek olan sair muahedeler ve bu meyanda ve en başta dostluk ve hakem muahedesiyle ikmal edileceği memuldur. İsmet Paşa Hazretlerine samimi dostluğumu teyiden arz ve dostane telgrafınızdan teşekkürlerimle birlikte ihtiramatı faikamı kabul etmenizi rica ederim.

Venizelos

Ankara’da Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Beyefendi Hazretlerine: Yunanistan’la İtilafname’nin akdi vesilesiyle en samimi tebrikatımı kabul buyurmanızı rica ederim. Alakadarların nefine olan iki memleket arasındaki bu eseri müsalemetin vücuda getirilmesinde size isabet eden hisse malumum olduğu için büyük muvaffakiyet-i şahsiyenizden dolayı hıssiyat-ı takdirkaranemi tebrikatıma terdif eder, zatı devletleriyle birlikte Madam Tevfik Rüştü Beyefendi’ye gerek kendi ve gerek refikam namına samimi dostluğumuz teminatını takdim eylerim.

İtalya’nın Berlin Büyük Elçisi Orsini

Berlin’de İtalya Büyük Elçisi M. Orsini Barone Hz.

Türk-Yunan mukavelenamesinin imzası münasebetiyle vukubulan dostane tebrikatınızdan ve şahsım hakkındaki nazikane hitabınızdan derin surette mütehassis olarak samimi teşekküratımın lütfu kabulünü rica ederim. Cümlemizde en iyi hatıralar bırakan Ankara’daki ikametleri sırasında zâtıalilerinin Türkiye ve Yunanistan arasında mevcut olan nakdi mahiyetteki mesailin hallini teshil sadedinde ifadan bir an hali kalmadıkları kıymetli yardımı hiçbir vakit unutamayacağım. Sefire Hazretlerine hissiyatı hürmetkaranemin ifadesini ve refikamın samimi dostluğunu arz etmenizi ricasıyla ihtiramatı faikamı teyit eylerim.

Tevfik Rüştü

Yunanistan Başbakanı E. Venizelos Türk-Yunan Antlaşması hakkında Yunan parlementosunda açıklamalarda bulunmuş, hükümetin itilafnameyi sorumluluğu bizzat üzerine alarak uygulayacağını ve bunu Türkiye’yle diğer antlaşmaların izleyeceğini söylemişti. Ayrıca kendilerine muhalefet edildiği takdirde, hükümetin meclisi feshederek yeni seçimlere gideceğini eklemişti. Bu arada Kafondaris, Çoldaris ve Kondilis’in antlaşmanın onaylanmasına ilişkin oylamada karşı oy verecekleri anlaşılmıştı.[23]

Diğer taraftan Atina’daki Rum muhacirleri de Türk-Yunan Antlaşması karşıtı bir miting düzenlemişlerdi. Konuşmacılar Venizelos’un milli emanete ihanet ettiğini, milletin ona güveninin kalmadığını vurgulamışlar, kahrolsun Venizelos diye bağırıp Yunanistan’dan kovulmasını istemişlerdi. Miting sonucunda antlaşmanın feshedilmesi ve seçimlere gidilmesi kararlaştırılmıştı. Mitinge katılanların polislere saldırması sonucu birçok kişi yaralanmıştı.[24] Antlaşma’nın Yunan meclisinde onaylanmasının arifesinde Yunan elçisi basına verdiği demeçte, iki ülke arasındaki ilişkilerin bu antlaşmadan önce de normal olduğunu, antlaşmayla kuşkusuz daha sıkı bir samimiyetin kurulacağını söylemişti.

Türk-Yunan Antlaşması’nın her iki ülke parlamentolarınca onaylanmasının ardından Siirt Mebusu Mahmut Bey gelinen noktayı şöyle değerlendirmişti: Sonuç, iki komşu devletin ilişkileri açısından çok önemli bir olaydı. İşin önemi imza ve onay işleminde değil, görüşmeler sırasında Türk ve Yunan meclislerinde göze çarpan ruh hali, özellikle iki ülke liderlerinin kanaat ve politikalarındaki samimiyetti. İsmet Paşa ile Tevfik Rüştü Bey’in millet kürsüsünden söyledikleri nutukların ne kadar samimi bir kanaat ve politika ürünü olduğundan eminse, Venizelos’un da Antlaşma’nın onaylanması için sarfettiği çabadan, Türk-Yunan ilişkileri cephesinden savunduğu politikanın samimi bir kanaat ürünü olduğundan emindi. Venizelos Türkiye’yle işbirliği yaptığı takdirde Yunan çıkarlarını güvenceye alacağını görecek kadar zeki ve siyasi basireti olan bir devlet adamıydı. Yunanlılar arasında bu politikaya karşı olanların sayısı pek azdı. Meclisteki oylamanın sonucu da bu gerçeği doğrulamıştı. Ancak bu durum her mecliste olduğu gibi Yunan meclisinde de küçük bir azınlığın büyük bir gürültü ve heyecan yaratmasını engelleyememişti. Buna karşın Venizelos’un ülkesinin çıkarlarına uygun gördüğü antlaşmayı savunması takdire değer bir hareketti. Ankara-Atina anlaşmazlığı yıllardır sürüyordu. Ankara’nın Türk-Yunan ilişkileri çerçevesindeki sorunlarda çok uysal ve bunları bir an önce sonuçlandırmaya arzulu tutumuna karşın, birkaç kez hayal kırıklığı yaşaması B.M.M.’de doğal olarak bir duyarlılık ve heyecan yaratmaktan geri kalmamıştı. Tevfik Rüştü Bey herşeyden önce meclise güven vermek zorunluluğuyla karşılaşmıştı.

İsmet Paşa’da antlaşmaya karşı çıkan mebusların eleştirilerine cevap vermek zorunda kaldığında konuşmasına şöyle başlamıştı: “Çetin bir mevzu üzerinde söz söylemek vaziyetinde olduğumu bilirim. Fakat bazı zamanlar vardır ki vazife teveccüh edince insan birçok vatandaşların hoşuna gitmese bile hakikatleri bağıra bağıra söylemek mecburiyetinde kalır. Yunanistanla bizim münasebatımızda bizi ihtilaflı bulunduracak bir sebep yoktur. Bizim o memlekette gözümüz olduğu söyleniyor. Cevap veriyorum: Bizde böyle bir arzu yoktur. Uzun zaman iki memleket arasında birçok anlaşmazlıklar olmuştur. Bunların mahiyetini ve sebeplerini bilmeksizin kalplerinde düşmanlık yer etmiş vatandaşlar bulunabilir. Fakat bizim muhitimiz böyle hassas vatandaşlara iki memleket arasında dostluk teessüs etmesinin bu memleketlerin menafıına muvafık olduğunu haykırmaktadır”. Diğer taraftan Venizelos da Yunan meclisindeki konuşmasında şöyle demişti: “İtilafnameyi tasdik ediniz. Reyiniz Türkiye’yle muhadenet ve teşrik-i mesai dairesinde yaşamak azminde bulunduğumuza bir delil teşkil edecektir”.

Makalenin son bölümünde ise şu görüşler ifade edilmişti: Antlaşma imzalanmış, her iki ülkenin parlementolarında onaylanmıştı. İki ülkenin kamuoyu da tarafların elele vererek kendi varlıklarının, dolayısıyla barışın korunmasına taraftar bulunuyorlardı. Her iki başkentte devletin mukadderatını ellerinde tutanlar karşılıklı güven ve samimiyet duygularıyla doluydular. Zaman, durum ve şartlar 

taraflar arasında pek sıkı ve ciddi bir dostluğun kurulmasına uygundu. Böyle bir dostluğun hemen kurulmasını, iki ülkenin genel ve özel çıkarları da gerektiriyordu. Venizelos’un sonbahardaki Ankara seyahatinin çok iyi sonuçlar vereceği ümidindeydi. Bu sonuçlar sadece dostluk Antlaşması’nın genel hatları çerçevesinde kalmayacak, her iki ülkenin ekonomik ve siyasi alanlarda sıkı bir işbirliği şeklinde gerçekleşecekti. Ankara-Atina ilişkilerinin gelişmesi yalnız tarafların çıkarlarına hizmet etmekle kalmayacak, dünya barışına da büyük katkılar yapacaktı.[25]

Diğer taraftan İsmet Paşa Türk-Yunan Antlaşması’nı takiben Venizelos’a gönderdiği mektupta iki ülke arasında yeni bir evreye girmiş olan ilişkilerin dostluk alanında gittikçe güçlendirilmesi ve gelişmesi arzusundan söz etmiş ve kendisini Türkiye’ye davet etmişti. Venizelos da aynı duyguları paylaştığını ifade ettiği 19 Haziran tarihli cevabi mektubunda kendisine yapılan daveti kabul ettiğini, ekim ayında Ankara’yı ziyaret edeceğini bildirmişti.[26]

E. Venizelos Türkiye ziyaretinin arifesinde Yunanistan’ın yeni Türkiye politikasına ışık tutan açıklamalarda bulunmuştu. Yunan istiklal mücadelesi kahramanı General Colocotrovis’in kemiklerinin nakli münasebetiyle Tripolis’te verdiği söylevinde Yunan milletinin barış için çalışması gereğini kaydetmiş, Yunanistan’ın göçmenlerin iskanı için 30 milyar Drahmi sarfettiğini, gelecek yıllarda da sarfedeceğini söyleyerek şöyle devam etmişti: Geçici bir fikir de olsa tasavvur eder misiniz ki bu halkın Anadolu’ya dönüşünün tasavvuru mümkün olup olmadığını görmek için yeni bir savaşı denemek isteyelim? Zannetmiyorum, zira göçmenlerin iskanı için bu kadar insan üstü çalıştıktan sonra bunun ardından tekrar mücadeleye başlamak millet için son budalalık olur.[27] Daha sonra Lozan Konferansı’ndaki çalışmalarını hatırlatarak İsmet Paşa’ya söylediği şu sözleri özellikle tekrarlamıştı: “Türklerle aramızda yedi asır süren mücadele veya muhakeme bitiyor. Son karar Lozan ahitnamesiyle verilmiş bulunuyor. Kendi hesabıma istinaf arzusunda değilim. Size de öyle yapmanızı tavsiye ederim.” Venizelos daha sonra şöyle devam etmişti: “Bir milletin istiklalini elde ettikten sonra ilk ideali sulhtur. Şimdi Yunan istiklalinin ikinci asrı içinde bulunan sizler bedeni ve fikri faaliyetinizi memleketin dahili inkişafına tahsis ediniz”.[28]

Bu arada Türkiye’nin Atina Büyükelçisi Enis Bey (Akeygen) 15 Ekim’de Yunanistan Dışişleri Bakanı Mihalakopulos’u ziyaret ederek Venizelos için Ankara’da uygulanacak karşılama programı hakkında bilgi sunmuştu.[29] E. Venizelos beraberinde Dışişleri Bakanı ve eşleri olduğu halde 26 Ekim’de Elli adlı bir kruvazörle İstanbul’a geldi.[30] Karaya çıktığı Haydarpaşa’da Hükümet adına bir karşılama resmi uygulandı. Binlerce halkın arasından polislerin güçlükle açtıkları yoldan gara girdiği sırada, refakatindeki Yunan gazetecilerinin “Zito Mustafa Kemal Paşa, Zito Venizelos” şeklindeki haykırışlarına, Türk halkı da “yaşa” sesleriyle karşılık verdi. Bu sırada mütebessim bir çehreyle halkı selamlarken, İstanbul basını adına kendisine hoşgeldiniz diyen gazetecilere teşekkür ettikten sonra şöyle demişti: “Türk hükümetinden ve bizzat halktan gördüğüm samimi alaka ve muhabbet beni çok mütehassıs etti. Borçlu olduğum şükran ve minnetimi zamanın vereceği müsadelerle ödemeye çalışacağım”. Diğer taraftan Yunan resmi çevrelerinin haberlerine göre Venizelos’un Ankara ziyareti için İzmit’te karaya çıkması planlanmıştı. Çünkü Yunan Başbakanı İstanbul’a çıktığı takdirde Başpapazlığı ziyaret etmek zorunda kalacağından, bunun yanlış anlamalara yol açmasından kaygı duymuştu. Bu düşüncesini de Türk büyükelçisi aracılığıyla Ankara’ya iletmiş, verilen cevapta ise hükümetin böyle bir ziyareti doğal karşıladığı ve asla itiraz etmeyeceği bildirilmişti. Türk Dışişleri Bakanlığı İstanbul’da Rum Başpapazlığının varlığının iki taraf arasında dostane ilişkilerin gelişmesine engel olamayacağını açıklamıştı.

Yunan Başbakanı Venizelos ve maiyyeti 27 Ekim saat 9.30’da özel bir trenle Ankara’ya ulaştı, İsmet Paşa ve Tevfik Rüştü Bey’in karşıladığı konuklar Ankara Palas’ta hazırlanan dairelerine yerleştiler. Venizelos ve Dışişleri Bakanı Mihalakopulos saat 10.30’da Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal tarafından kabul edildiler. Kabulde Tevfik Rüştü Bey de bulundu. Konuklara hariciye köşkünde öğle yemeği verildi. İsmet Paşa gece 20.30’da bir ziyafet verdi. Venizelos, İsmet Paşa’nın konuşmasına cevaben verdiği söylevde, Cumhurbaşkanı’yla görüşmesine ilişkin duygularını şöyle ifade etti: “Gazi Mustafa Kemal ile ilk defa görüştüm; kendileri hakkında ifade edilecek sitayiş ve takdirler bütün dünya tarafından defaatla tekrar edilmiş ve tarihe geçmiştir. Ben büyük reisinizi kudretli bir asker olarak tanıdım. Bugün görüşmemde aynı zamanda yüksek bir siyasi olduğunu gördüm ve mülakattan mesut ve bahtiyar çıktım”.[31]

Venizelos 28 Ekim’de Ankara Palas’ta kabul ettiği Cumhuriyet gazetesi muhabirine verdiği mülakatta Megali İdea peşinde koştuğu günlere dair adeta günah çıkardı. Ancak bunu yaparken suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışmaktan da geri kalmadı. Girit İhtilali’nden başlayarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtilalden sonra ada üzerindeki hukukunun önemini yitirdiğini; Yunanistan’ın Osmanlı Devleti aleyhindeki Balkan ittifakına ne gibi zorluklarla katıldığını, bu ittifakta Yunanistan’ın başlangıçta bir savunma rolünün olduğunu iddia etti. Sadrazam Sait Halim Paşa’yla Ege Adaları konusunu görüşmek üzere Brüksel’e gitmeye hazırlanırken Birinci Dünya Savaşı’nın çıktığını, siyasetinin daima aynı yönde yürüdüğünü, yani Türkiye ile anlaşmak olduğunu söyledi.[32] Ayrıca seyahatinin, Macar Başbakanı Kont Bethlen’in seyahatine rastlamasının tamamen bir tesadüf olduğu cevabını verdi.

29 Ekim 1930 Cumhuriyet’in 7. yıldönümünü kutlamalarının bir özelliği de iki ülke başbakanlarının aynı gün Ankara’da olmalarıydı. Programa göre Cumhurbaşkanı’nın Büyük Millet Meclisi’ndeki resmi kabulü müteakip tribüne teşriflerinde sözlü olarak verilecek emirle resmi geçide başlanacaktı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Cumhurbaşkanı’nın milli bayram tebriklerini saat 13.00’ten itibaren Büyük Millet Meclisi’ndeki özel dairesinde kabul edeceğini, dolayısıyla törene katılacakların 12.30’da Mecliste bulunmalarını bildirdi. Cumhurbaşkanı aynı gün konuklar onuruna bir ziyafet verdi.[33]

30 Ekim’de Türk-Yunan Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakemlik Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya deniz kuvvetlerinin sınırlandırılmasına ilişkin bir protokol da eklendi.[34] Yine ayrıca bir ikamet, Ticaret ve Seyrisefain Sözleşmesi yapıldı.[35]

Venizelos ve maiyeti 31 Ekim’de Ankara’daki muhtelif ziyaretleri takiben İstanbul’a hareket etti. İstasyondaki uğurlama esnasında Yunan Başbakanı vagonun penceresinden “Orovaar, yaşasın Türkiye!” diye haykırmıştı. Buna “Yaşasın Yunanistan” sesleriyle cevap verilmiş, alkışlar istasyon alanını doldurmuştu.[36]

Venizelos ve Mihalakopulos Türkiye’den ayrılmak üzere bulundukları bir sırada Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey’e şu veda telgrafını çekmişlerdi: “Vücuda getirilmiş olan muazzam eserin yorulmak bilmez failini ve Türk-Yunan dostluğunun kıymettar amili bulunan zat-ı devletlerine güzel memleketinizi terketmek üzere olduğumuz şu anda har-ı teşekküratımızı ve samimi selamlarımızı takdim ederiz. Bu selamı sizin bilumum mesai arkadaşlarınızla işimizi teshil etmiş ve ikametimizce hissettiğimiz azim ve hazzı katmak için gayretlerini esirgememiş olan bütün bu zevata teşmil ediyoruz”.[37]

Ayrıca Venizelos’a refakat eden Yunanlı gazeteciler adına Tevfik Rüştü Bey’e çekilen telgrafta gördükleri yakın ilgi ve konukseverlikten dolayı duyulan memnuniyet dile getirilmiş, Başbakan ve Cumhurbaşkanı nezdinde de duygularına tercüman olunması istenmişti. Diğer taraftan Yunanistan basınında Venizelos’un Türkiye gezisi hakkında iki ülke ilişkilerinde yeni dönemin ruhuna uygun değerlendirmeler yapıldı. Elefteron Vima Gazetesi ülkelerinin iki şampiyonu İsmet Paşa ve Venizelos’un ellerini birbirlerine uzatarak bugüne kadar süren mücadelenin bittiğini, barış içinde ilerlemek için birlikte çalışmanın başladığını ilan ettiklerini yazdı. Türk ve Yunan milletlerinin bundan esinlenip, geleceğe doğru birlikte yürümeleri gerektiğini vurguladı. Etnos Gazetesi ise her iki milletin bugüne kadar uzun mücadeleleriyle kuvvetlerini yıprattıklarını, bundan sonra güçlerini karşılıklı güven içinde barış ve refah yolunda işbirliğiyle kullanacaklarını belirtti. Yunanlı gazeteciler Türkiye gezileri sırasında özellikle Türk devriminden etkilenmişler, ülkelerine döndüklerinde gazetelerinde bu konuda makaleler yayınlamışlardı. Örneğin Elefteron Vima muhabiri -Feracesiz Hanım ve Kadınlığın Bugünkü Vaziyeti- başlıklı makalesinde Türk kadın hakları alanındaki gelişmelerden hayranlıkla söz etmişti. Ankara Palas’ın aydınlık salonlarında Türk kadınlığını tam anlamıyla Avrupalılaşmış bir halde bulmuştu. Ancak Avrupa kadınlığının bütün inceliğini tamamen almakla beraber, bunu Doğululara özgü cazibeleriyle birleştirmişlerdi. Onun Ankara’da gördüğü yeni Türk kadını ruhsal eğilimleri, sosyal eğitimi ve öğrenimi itibariyle başlı başına bir şiirdi. Kadınların bürolarda, posta gişelerinde, tüm resmi ve özel hizmetlerde çalıştıklarına, muhataplarına son derece nazik davrandıklarına tanık olmuştu…[38]

Venizelos Atina dönüşü yaptığı açıklamada sağlam bir dostluğun esaslarının kurulduğunu ifade etmişti. Halkı “yaşasın Türk-Yunan dostluğu” diye bağırmaya davet eden sözleri alkışlarla karşılanmıştı.[39] 1931 yılında Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Büyük Millet Meclisi’nin toplanması, Başbakanın yeni hükümeti kurması münasebetiyle yaptıkları konuşmalar Yunan basınında Türkiye’nin izlediği siyaset lehinde değerlendirmelerin yapılmasına olanak sağlamıştı. Tarafsız bir programla yeni çıkmaya başlayan ve Yunan basınında yıllardır çalışmış saygın bir gazetecinin yönetimindeki Proti Gazetesi şöyle diyordu: “Türk-Yunan dostluğunun kıymet ve ehemmiyetini izah sadedinde Başvekil İsmet Paşa’nın beyanatı Yunan efkarı umumiyesinin de hissiyatına tetabuk etmektedir. Yunanistan’da bu dostluğun müebbet kalması ve iki millet arasındaki münasebatın bir kat daha arttırılması arzusundan başka Yunan efkarı umumiyesinin üzerinde bu kadar birleştiği ve emniyet ettiği bir mesele yoktur…” Gazete iki ülke arasında tamamen halledilmiş olmasına rağmen henüz muallak gibi görünen sorunlara değindikten sonra şöyle devam etmişti: “Resmi hükümet mehafili haricinde de Türk-Yunan milletleri aralarında geçen ve maziye intikal etmiş olan meseleleri tamamen unuttuklarını ve daha sıkı ve samimi bir iştiraki mesai arzusunu gösteren kati misaller izhar eylemişlerdir.”

Cumhuriyet karşıtı ılımlı muhaliflerden Proia Gazetesi’nin değerlendirmesi ise şöyleydi: “Türk milletinin iki büyük reisi Büyük Millet Meclisi’ndeki çok samimi ve yüksek beyanatlarıyla Türk-Yunan dostluğunu müstesna bir surette tebarüz ettirdiler. Bu vaka, Türk-Yunan dostluğu hakkında Türkiye zimamdaranının göstermekte olduğu samimiyete bir delildir. Yunan ricali tarafından her vesileden istifade edilerek gösterilen samimiyete bir cevap teşkil eylemektedir.” Proia, Avrupa barışını güçlendirmeyi amaçlayan Cenevre görüşmelerine her iki ülkenin katılmalarını doğal bulduğunu “Tabii hudutları içinde sulhu takviye etmiş olanlar, Avrupa sulhunun muhafızları olarak kendilerini göstermekte tamamen haklıdırlar” ifadesiyle belirtiyordu.

Yarı resmi Hestia Gazetesi’nin değerlendirmeleri de aynı paraleldeydi: “İsmet Paşa Türk-Yunan münasebatında hakiki bir inkılap fiilen tahakkuk etmiştir demekle mübalağa etmiş değildir. Asırlarca hakim olarak yaşamış olan iki milletin zihniyet ve hissiyatındaki bu inkılap tarihte tek bir defa olarak gösterilebilir. Maziye kati olarak bir örtü çeken bu iki millet birbirini çok iyi anlamışlar ve kendilerine çok mesut ve emin bir anı temin eden ve tamamen birbirinin aynı bulunan menfaatlerini görmüşlerdir”.

Diğer muhalefet gazetelerine gelince, bunlar her ne olursa olsun muhalefet etmek hususundaki alışkanlıklarına rağmen bu meseleyi konu etmektedirler. Kamuoyu ise iki millet arasındaki bu hakiki iştirak ve dostluk tezahüratını istisnasız büyük bir teveccüh ve sevgiyle karşılamaktadır.[40]

Yunan Başbakanı Venizelos 1931 yılı yazında Newyork’ta yayınlanmakta olan Atlantis Gazetesi muhabirine verdiği mülakatta esas olarak Türkiye’yle olan ilişkiler konusuna yer vermişti. Muhabirin Türkiye ile yapılan ikamet mukavelenamesine birkaç bin mübadilin yurtlarına dönebilmelerine sağlayabilecek maddeler konamazmıydı sorusunu şöyle cevaplamıştı: “Bu hususta pek akıllı ve ileriyi görür bir siyaset adamı olan Türkiye Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Beyefendi’nin Cenevre’deki beyanatını okumanızı tavsiye ederim. Buna benzer bir suale karşı demişti ki: Bu meseleler matbuatın müdahalesi olmadan halletmek lazımdır. İstanbul Rum Patrikliği ünvanı bu yolda kolaylıkla halledilmedi mi?” Venizelos şöyle devam etmişti: “Ben bu beyanata bir şey ilave etmek istemem. İki tarafta da hüsnüniyet vardır. Ve hüsnüniyet olan her işte anlaşmak kolaydır. Fakat halli için münasip zaman gelmeyen meseleleri vaktinden evvel ortaya atmamalıyız”. Yine muhabirin “Ankara mukaveleleri Türkiye ile Yunanistan’ın sulhperverlikleri teminatı esasına müstenittir. Fakat acaba üçüncü bir devlet sulhu ihlal ederse Türkiye bitaraflığını muhafaza edecek midir?” sorusuna karşılık şu cevabı verdi: “Böyle bir şey düşünmüyorum. Fakat dünyada bir muharebe zuhur ettiği ve Türkiye’nin de bu harbe karıştığı farzedilse bile Yunanistan’a hücum etmeyeceğini ümit ederim. Böyle bir hücuma sebep yoktur. Bugün Türkiye’nin başında bulunanlar eminim ki candan, yürekten Türk-Yunan dostluğuna taraftardırlar ve iki millet arasındaki samimiyetin artmasını arzu ederler. İki memleketin müşterek menfaatleri de bunu istilzam ediyor. Bugünkü günde Türkiye ve Yunanistan Avrupa’nın en sulhperver iki memleketidir.”[41]

Venizelos 23 Ağustos 1931’de Avrupa’dan dönüş güzergahı üzerindeki İstanbul’a uğramış ve bu vesileyle siyasi temaslarda da bulunmuştu. Venizelos’u taşıyan vapur 13:45’de Büyükdere’ye gelmiş, kendisini Vali Muhittin Bey (Üstündağ) ve Yunan elçisi karşılamışlardı. Venizelos buradan Yeniköy’deki Yunan elçiliğine geçti.[42] Biri Dolmabahçe’de, diğeri Yunan elçiliğinde olmak üzere İsmet Paşa ve Tevfik Rüştü Bey’le Venizelos arasında iki görüşme gerçekleştirildi. Her iki ülke başbakanları bu vesileyle Türkiye ve Yunanistan arasında mevcut olan dostluğun mütemadiyen tezahür eden inkişafı ve bu dostluk ve samimiyetin takviye ve tezyidi iki millet, menafiine tevafuk etmekte olduğunu memnuniyetle gözlediklerini belirtmişlerdi.[43]

Aynı günlerde İsmet Paşa’nın Venizelos’un bir yıl önceki ziyaretini iade etmek üzere Yunanistan ziyaretini gerçekleştirmesi gündemdeydi. Bu vesileyle Macaristan’ı da ziyaret edecekti. İsmet Paşa Eylül 1931 sonunda Atina’ya hareket etmek üzere Ankara’dan ayrılırken yaptığı açıklamada, Atina’da Türk ve Yunan milletleri arasında hallolunmamış bir dava kalmadığını, uzun süren mücadelelerin tamamen son bulmasına dayanan bir iyi komşuluğun yaratıldığını vurgulayacağını söylemişti.[44] İsmet Paşa ve Tevfik Rüştü Bey 1 Ekim’de Ege Vapuru ile İstanbul’dan hareket etmişlerdi. Venizelos bu ziyaretin ardından Ankara’ya giden Yunan gazetecilerine Türkiye Cumhurbaşkanı’nın göstermiş olduğu yakın ilgiden duyduğu memnuniyeti ifade için basına verdiği demeçte şunları söylemişti: “Böyle bir hüsnü kabulden emindim. Mustafa Kemal kudretli bir ihataya malik devlet adamıdır. Ve iki milletin hakiki menfaatlerini görmektedir. Mustafa Kemal’in nüfuz-ı nazarını bütün cihan takdir etmiştir. Daha geçenlerde İkinci Balkan Konferansı’nda söylediği nutukta Gazi Hazretleri Balkan milletlerinin aralarındaki ayrılıklara son vermelerindeki ortak çıkarı göstermek için Balkan milletlerinin sıkı yakınlıklarından sözetmiştir.”[45]

1932 yılında Yunanistan’da meydana gelen deprem felaketi her iki ülkenin önde gelenleri arasında karşılıklı sıcak telgrafların çekilmesine vesile oldu. Gazi M. Kemal imzasıyla Yunan Cumhurbaşkanı Aleksandr Zaimis’e çekilen “Zelzelenin Yunanistan’da tevlit ettiği felaket haberini büyük bir teessürle aldım. Yunan milletinin uğradığı zayiattan dolayı taziyetlerimi ve bu çetin imtihanda Yunan milletine karşı duyduğum derin samimiyeti zatıâlilerine arzederim” telgrafına, Aleksandr Zaimis imzasıyla çekilen cevabi telgraf şöyleydi: “Zelzele felaketinin bizde uyandırdığı acıya lütfen vaki olan iştiraklerinden dolayı fevkalade mütehassisim. Yunan milletinin de tamamen iştirak etmekte olduğu çok samimi teşekkürlerimin kabulünü zatıalilerinden rica ederim”.[46] Yine Başbakanlar arasında çekilen telgraf metinleri şöyleydi: “Memleket içerilerinde yapmakta olduğum seyahat esnasında çok elim neticeler tevlit eden zelzele yüzünden dost Yunan milletinin uğradığı acı felaketi büyük yeisle haber alıyorum. Derin ve dostane hissiyatımı zatıalilerine çok samimi taziyetlerimle birlikte arz ederim. İsmet”.

Müthiş zelzele felaketi dolayısıyla tarafı ailelerinden sarfolunan samimi sözler beni çok mütehassis etti. Bu derece elim bir akıbetin kurbanları hakkında lütfen izhar olunan hissiyatın bence hususi bir kıymeti vardır. Derin minnettar ve dostluk hislerime itimat buyurulmasını zatıalilerinden rica ederim. Venizelos”.

Aynı yıl Türkiye Cumhurbaşkanına Cumhuriyet Bayramı munasebetiyle kutlama telgrafı çekenler arasında Atina’daki Türk-Yunan Cemiyeti başkanı da bulunuyordu.[47]

Diğer taraftan 1932 yılında Avrupa’nın genel durumu pek iyi görünmüyordu. Bilindiği gibi Gazi Mustafa Kemal 27 Eylül 1932’de Dolmabahçe sarayında A.B.D. Genel Kurmay Başkanı General Mac Arthur’la yaptığı görüşmede yaklaşmakta olan genel bir savaşa ilişkin kehanet derecesinde öngörülerde bulunmuştu. Avrupa’nın bir parçası olarak Balkanlar’ın durumu da farklı değildi. Bu bağlamda Yunanistan’da seçim mücadelesinin sonuçlarına göre bir hükümet kurmanın güçlükleri yüzünden iç durum karışık bir görünüm arzediyordu. Mali ve ekonomik güçlükler de memnuniyetsizliklere, düzensizliğe, güvensizliğe yol açıyordu. Sonuçta Yunanistan’da kralcı bir politikacı olan P. Tsaldaris (Çoldaris) bir koalisyon hükümeti kurdu. Yunan elçisi Polihronyadis Tevfik Rüştü Bey’i ziyaret ederek yeni Yunan hükümetinin kurulması vesilesiyle, hükümetinin Türk-Yunan dostluğuna apayrı bir önem vermesinden eski hükümetin çizdiği dostluk siyasetinden hiçbir şekilde sapmayacağını, zaten bu siyasetin bir partiye mahsus olmayıp bütün Yunan milletinin bir siyaseti olduğunu, yeni hükümetin bu dostluk ve işbirliğinin daha da güçlenmesi, günden güne genişlemesi için hiçbir çabayı esirgemeyeceğini bildirdi. Tevfik Rüştü Bey Yunan elçisine hükümeti adına yaptığı açıklamadan dolayı teşekkür etmiş, Türk hükümetinin de yeni Yunan hükümetinin sıkı bir dostluk siyaseti izleyeceğinden emin olduğunu, aradaki dostluğun sadece iki milletin çıkarlarının ortaklığından doğan milli bir anlaşmaya dayandığını ifade etmişti.[48]

Sonuç olarak ele aldığımız dönemdeki Türkiye-Yunan ilişkilerinin günümüz Türk-Yunan ilişkileri açısından vermiş olduğu mesajlar çok açık ve zengindir. Görüldüğü gibi günümüzde Türkiye’nin Yunanistan için bir tehdit ve tehlike oluşturduğu iddiası geçmişte de ileri sürülmüş, ancak iddianın sahipleri daha sonra bunun bir hata olduğunu kabul etmişlerdir. Yine iki ülke arasında çözümsüz sorunların gelecekte doğurabileceği tehlikeli sonuçlar, iki taraf arasında yıllarca süren bir diyaloğun olumlu bir sonuca vardırılmasıyla önlenmiştir. Bu sonuç günümüzdeki mevcut sorunları çözümsüz bırakmanın aklın yolu olmadığını göstermektedir. Yine gençliğinden beri Megali İdea peşinde koşmuş, modern Yunan tarihinin en ünlü politikacısı Venizelos, Yunanistan’ın bu politikayı terkettiğini, bu yüzden Ege Denizi üzerinde egemenlik kurma iddiasından vazgeçtiğini söylemiştir. Günümüz Yunan politikacılarından Venizelos’un gösterdiği bu sağduyu ve basireti göstermelerini beklemek barışa inanan herkesin hakkıdır. Türkiye bu gün de geçmişte olduğu gibi Atatürk’ün barışçı yolundan gitmekte, kuşkusuz Yunanistan’dan kendisine uzatılacak Venizelos’un bilinç ve olgunluğundaki bir eli tutmaya hazır bulunmaktadır.

Prof. Dr. Sabahattin ÖZEL

İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 16 Sayfa: 643-653


Dipnotlar :
[1] İskeçe’de 29 Ağustos 1923’de 10 Türk idam, 28 Türk onar yıl kürek cezalarına çarptırılmış, köylerde yağma ve imha hareketleri gerçekleştirilmişti (bkz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, c. II, 2. devre, s. 39, 143. ). Ayrıca İskeçe’de Türklere zulüm yapıldığına ve Batı Trakya’da Türklerin boğazlandıklarına dair bkz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Zâbıt Ceridesi, C. V, 2. devre, s. 236-237, C. XI, 2. devre, s. 128.
[2] Midilli, Sakız, özellikle Sisam’ın korsanlık ve eşkiyalık merkezi olduklarına, Marmaris, Söke, Kuşadası yörelerinde birçok Türkü şehit ettiklerine, sahil halkının iç bölgelere göçe başladıklarına dair bkz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, C. V, 2. devre, s. 284, 412-413, 738.
[3] Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, Ankara, 1983, s. 325. komisyon ve çalışmaları hakkında bkz. Feridun Cemal Ergin, Dışişlerinde 34 Yıl, C. I, 2. baskı, Ankara 1987, s. 13. Cahide Zengin, Türkiye ve Yunanistan Devletleri Arasında Mübadele Meselesi ve Kamuoyu (1918-1930) basılmamış doktora tezi, İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İstanbul 1998, s. 111 vd.
[4] Cahide Zengin, a.g.t., s. 201. vd.
[5] Türkiye, Lozan sonrasında İstanbul’da artık bir Rum Patrikhanesi değil, bir Rum Başpapazlığı olduğu görüşündeydi (Bu konuda 20 Aralık 1923’te TBMM’ne Patriklerin imtiyazlarının kaldırılmasıyla, kendilerine Başrahip unvanı verilmesine dair bir önerge de verilmişti Bkz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, C. IV, 2. devre, s. 333. 1931 yılında İstanbul Belediyesinin açtığı bir zarar ziyan davası münasebetiyle I. Hukuk Mahkemesi celp varakasını Rum Başpapazlığına hitaben yazmıştı. Buna karşılık evrakı götüren mübaşire Türkiye’de bir Rum Başpapazlığının olmadığı söylenmişti. Celp Varakası, arkasına “Başpapazlık yoktur. Rum Patrikhanesi vardır” notu düşülmek, altına Türkiye Rum Patrikhanesi mührü basılmak suretiyle iade edilmişti. Bunun üzerine İstanbul Vilayeti savcılığın Türkiye’de Rum Başpapazlığı mı, yoksa Rum Patrikhanesi mi bulunduğu sorusuna, Başpapazlığın bulunduğu cevabını vermişti. Mahkeme bu cevap karşısında Rum Başpapazlığına hitaben ikinci bir celp varakası hazırlamış (bkz. Cumhuriyet Gazetesi, 24 Şubat 1931, 2443), fakat birincisinde olduğu gibi kabul edilmemesi üzerine bir tutanak tutularak Başpapazlıkta bırakılmıştı. İstanbul Vilayeti’nden duruma ilişkin şu açıklama yapılmıştı: “Cumhuriyetin ilanıyla beraber hükümet işleri ile din işleri de yek diğerinden ayrılmıştır. Bu suretle Fener müessesatı ruhaniyesinin de hükümetin kabul ettiği bu esasa riayeten ecnebi memleketlerdeki eşhas üzerine velev dini dahi olsa hiçbir alakası kalmaması lazımdır. Bu sebebe mebnidir ki hükümet patrikhane namı ile herhangi bir teşekkülü tanımıyor ve Fener Başpapazlığının vaziyetini Türkiye’de Ortodoks Hıristiyanların bir ruhani reisi olarak biliyor”, bkz. Cumhuriyet, 25 Şubat 1931, 2444. Yine aynı konuda Başpapazlıktan gönderilecek evrakın Fener Patrikhanesi ibaresini taşıması halinde kabul edilmemesi kararlaştırılmıştı, bkz. Cumhuriyet, 27 Şubat 1931, 2446.
[6] Adnan Sofuoğlu, Fener Rum Patrikhanesi ve Siyasi Faaliyetleri, İstanbul 1996, s. 210.
[7] Metni için bkz. Düstur, 3. tertip, c. VIII, Ankara 1946, s. 129.
[8] Şarkıkarip Umuru Hakkında Lozan Konferansı, Birinci Takım, c. I, İstanbul 1924, s. 24.
[9] Venizelos’un Mayıs’ta Ankara’ya gideceğine ilişkin Anadolu Ajansı’nın Havas Ajansı’na atfen verdiği Atina kaynaklı haber için bkz. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 11 Şubat 1930, 3086.
[10] Hakimiyet-i Milliye, 12 Şubat 1930, 3087.
[11] Anadolu Ajansı’nın Atina kaynaklı haberi için bkz. Hakimiyet-i Milliye, 13 Şubat 1930, 3088.
[12] Türkiye Lozan’da ayrıca Semadirek adasının da kendisine verilmesini, Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarının silahsız ve bağımsız bir siyasi varlığa sahip olmalarını istemiş (bkz. Şarkıkarip Umuru Hakkında Lozan Konferansı, Birinci Takım, c. I, s. 107), ancak çözüm Venizelos’un söylediği şekilde gerçekleşmişti.
[13] Hakimiyet-i Milliye, 23 Şubat 1930, 3098.
[14] Hakimiyet-i Milliye, 26 Şubat 1930, 3101.
[15] Hakimiyet-i Milliye, 16 Şubat 1930, 3091.
[16] Hakimiyet-i Milliye, 17 Şubat 1930, 3092.
[17] Hakimiyet-i Milliye, 1 Mart 1930, 3104.
[18] Hakimiyet-i Milliye, 6 Mart 1930, 3106.
[19] Hakimiyet-i Milliye, 11 Mart 1930, 3110.
[20] 17 Haziran 1930’da onaylanan sözleşme metni için bkz. Düstur, 3. tertip, c. XI, Ankara 1930, s. 1939.
[21] Hakimiyet-i Milliye, 13 Haziran 1930, 3202.
[22] Aynı Sayı.
[23] Hakimiyet-i Milliye, 18 Haziran 1930, 3207.
[24] Hakimiyet-i Milliye, 24 Haziran 1930, 3213.
[25] Hakimiyet-i Milliye, 1 Temmuz 1930, 3220.
[26] Hakimiyet-i Milliye, 7 Temmuz 1920, 3226.
[27] Cumhuriyet, 15 Ekim 1930, 2314.
[28] Hakimiyet-i Milliye, 15 Ekim 1930, 3306.
[29] Cumhuriyet, 16 Ekim 1930, 2315.
[30] Cumhuriyet, 27 Ekim 1930, 2326.
[31] Hakimiyet-i Milliye, 28 Ekim 1930, 3339.
[32] Cumhuriyet Gazetesi, 29 Ekim 1930, 2328.
[33] Hakimiyet-i Milliye, 31 Ekim 1930, 3341.
[34] T. B. M. M’de 12 Şubat 1931’de onaylanan metin için bkz. Düstur, 3. tertip, c. XII, Ankara 1931, s. 73-85.
[35] T. B. M. M’de 5 Mart 1931’de onaylanan metin için bkz. Düstur, 3. tertip, c. XII, s. 114-173.
[36] Hakimiyet-i Milliye, 1 Kasım 1930, 3342.
[37] Hakimiyet-i Milliye, 3 Kasım 1930, 3444.
[38] Hakimiyet-i Milliye, 23 Kasım 1930, 3463.
[39] Hakimiyet-i Milliye, 5 Kasım 1930, 3446.
[40] Hakimiyet-i Milliye, 20 Mayıs 1931, 3534.
[41] Hakimiyet-i Milliye, 2 Ağustos 1931, 3608.
[42] Hakimiyet-i Milliye, 23 Ağustos 1931, 3630.
[43] Hakimiyet-i Milliye, 24 Ağustos 1931, 3631.
[44] Hakimiyet-i Milliye, 1 Ekim 1931, 3669.
[45] Hakimiyet-i Milliye, 31 Ekim 1931, 3698. Atatürk, 25 Ekim 1931’de II. Balkan Konferansı sebebiyle T. B. M. M’nin son oturumunda Fransızca verdiği söylevinde: Balkan milletlerinin yüzyılları kapsayan ortak bir tarihlerinin olduğunu, siyasi ve sosyal görüntüleri her ne olursa olsun Orta Asya’dan gelmiş aynı kandan, yakın soylardan ortak atalara sahip olduklarının unutulmaması gerektiğini vurgulamıştı. Bkz., Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. II, 4. baskı, Ankara 1989, s. 305.
[46] Milliyet, 3 Ekim 1932, 2388.
[47] Milliyet, 3 Kasım 1932, 2418.
[48] Milliyet, 11 Kasım 1932, 2426.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.