Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Antalya’da Milli Teşkilatlanma

2 15.933

Nebahat Oran ASLAN

Sömürgecilik yarışı on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden itibaren Almanya ve İtalya’nın katılması ile birlikte daha da hızlandı ve 1900’lerin başlarında askeri blokların ortaya çıkmasına neden oldu. Bu bloklardan ilki İngiltere, Fransa ve Rusya’nın başını çektiği Anlaşma Devletleri, diğeri de Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan oluşan Bağlaşık Devletlerdi.

Bloklar arasındaki mücadelenin silahlanma ile birlikte Avrupa’nın dahil olduğu büyük bir coğrafyanın hem siyasi hem de askeri yapısını değiştireceği aşikardı. Bu rekabetin ilerdeki günlerde Osmanlı topraklarına da sıçrayacağı, kazanan taraf için sonsuz yer üstü ve yer altı kaynakları ihtiva ettiğinden haberdar olan dönemin Osmanlı hükümeti, devletin varlığını devam ettirebilmek için iki bloktan birine dahil olmayı zorunlu görmekte idi. Bu maksatla önce Anlaşma Devletleriyle ittifak yapılması için teklif götürüldü. İngiltere, Fransa ve Rusya’nın kendi emellerini dikkate alarak bu teklifi ne kadar ciddiye aldıkları açıktır. Üstelik tarafsız kalması durumunda bile Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü garanti etmediler. Zaten savaşı kazanmaları durumunda verilen sözlerinde bir kıymeti yoktu.

Osmanlı Devleti bu durumda yeni arayışlara yöneldi. Neticede Almanya ile 2 Ağustos 1914’te Türk-Alman gizli ittifak antlaşması imzalandı.[1] Bundan sonrada 29 Ekim 1914’te Karadeniz’de Osmanlı filosunun Ruslara karşı yaptığı taarruzla fiili olarak savaşa girmiş ve 11 Kasım 1914’te İtilaf Devletlerine harp ilan etmiştir. Almanya ve müttefiklerinin kazanması halinde Osmanlı Devleti siyasi varlığını müdafaa ettiği gibi Kars, Ardahan ve Batum’u geri alabilir, Balkan Savaşı’nda uğranılan bir kısım zararlarda telafi edilebilirdi.[2]

Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesiyle bir çok cephede dört yıl savaşılan bir süreç başlamış, bu süreçte Boğazlar üstün kuvvetlere karşı savunulmuş ve kapalı tutulmuş, harbin en az iki yıl uzatılması ve Rus Çarlık idaresinin yıkılması mümkün olmuştu.

Birinci Dünya Harbi sırasında İtilaf Devletleri ağır savaşlardan yenilgilerle çıkan Osmanlı Devleti’ni paylaşmak için gizli antlaşmalar yaptılar. Bunun nedeni de Rusya’nın Boğazlar konusundaki çabaları ve Osmanlı Devleti’nin geleceği hakkındaki mesele idi.

Bu antlaşmalar şöyle idi:[3]

  • İstanbul ve Boğazları Rusya’ya bırakan 4 Mart-10 Nisan 1915 İngiliz, Fransız, Rus anlaşması.
  • Harbe girmeden önce karşılığını sağlam isteyen İtalya’ya “Antalya, Güney Anadolu ve Akdeniz kıyılarında adilane bir pay” verilmesini kabul eden, İngiltere, Fransa ve İtalya arasındaki 26 Nisan 1915 Londra Antlaşması.
  • Güneydoğu Anadolu, Irak, Suriye ve diğer Arap memleketleri hakkında 3 Ocak 1916 “Sykes¬Picot” anlaşması.
  • 26 Nisan 1916 İngiliz, Rus, Fransız “Petesburg” antlaşması. Buna göre, Fransa ve Rusya’nın Sivas-Kayseri-Mersin çizgisi doğusundaki bölgeyi ilhaka hakları olduğu kabul edilmişti.
  • 9-16 Mayıs 1916 “Sykes-Picot” Antlaşması. Bu antlaşma, daha önceki iki uzman arasında yapılmış olan 3 Ocak 1916 tarihli sözleşmeyi tamamlamıştı.
  • İtalya’da; St. Jean-Maurienne’de (19-21 Nisan 1917) İtalya İzmir ile birlikte Batı Anadolu’nun kendisine ilhakını İngiltere ve Fransa’ya kabul ettirdiği gibi ilhak edilecek bölgenin kuzeyinde hemen Marmara’ya yakın bir İtalyan nüfuz bölgesi elde etti.

Böylece dört devlet tarafından (İngiltere-Fransa-İtalya-Rusya) paylaşılması düşünülen Osmanlı Devleti, Kastamonu, Ankara, Eskişehir ve Bursa vilayetinin bir kısmından ibaret küçük bir devlet haline dönüştürülmek istendi.

Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı hükümeti tarafından İspanya aracılığı ile Wilson’a mütareke isteği bildirildi. Fakat buna bir cevap alınamadı. Bunun üzerine, İzzet Paşa Hükümeti İstanbul’da esir olan İngiliz Generali Towshend aracılığı ile Amiral Calthorpe’a mütareke isteğini tekrar belirti. Taraflar arasında yapılan görüşmeler sonucunda 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı.

Mütareke ile birlikte, İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti’ni paylaşma projelerini uygulama imkanı buldular. Bunda en büyük hisseyi alacak olan İngiltere, Osmanlı ordusunun silahsızlandırılmasını, terhisini ve Osmanlı Devleti’nin müdafaasız bir hale getirilmesini istiyordu. Nitekim İngiltere bunu 16 Mart 1920 günü İstanbul’u işgal eden kuvvetlerin başında olmasıyla gösterdi.

Mondros Mütarekesi tesir ve devamı bakımından geçici bir mahiyet taşımaktan çok uzaktı. Bu mütareke Osmanlı Devleti için yeni dönemin başlangıcı idi ve aynı zamanda yeni Türkiye’nin doğuşuna neden olacaktı. Mondros Mütarekesi’nin en önemli maddeleri arasında; Boğazların işgal edilmesi, askerlerin terhis edilmesi, altı vilayette karışıklık çıkması durumunda işgal edilmesi, demiryollarının itilaf memurları emrine verilmesi, önemli stratejik noktaların işgali gibi çok ağır maddelerin kabul edilmiş olduğunu görmekteyiz.

Böylece İtilaf Devletlerinin niyetleri su yüzünü çıktı. Bunlardan biri olan İtalya 19. yüzyılda bütün Avrupa devletleri gibi sömürgecilik faaliyetlerini sürdürerek Eylül 1911’de Trablus ve Bingazi’ye saldırmıştı. Savaş sonunda da yapılan Uşi Antlaşması ile Trablus, Bingazi ve Oniki adalara sahip olma yolunda önemli adımlar attı.[4]

Birinci Dünya Savaşı’na İtalya’nın girmesinde, Türk toprakları üzerindeki emellerinin çok önemli bir rolü olduğu, savaş sırasında yaptığı gizli anlaşmalarda da görülmektedir. Londra Antlaşması olarak bilinen 26 Nisan 1915’te imzalanan antlaşmaya göre İtalya’ya Güney Batı Anadolu’dan topraklar vaat ediliyordu.[5] Antalya ve çevresi İtalya’ya verilirken, ayrıca Avusturya’dan ve Arnavutluk’tan alacağı yerlerinde tespit edildiği on altı maddelik bu antlaşmanın dokuzuncu maddesi, Anadolu’nun taksimine aittir. Şöyle açıklanmıştır: “Eğer bu savaş boyunca Fransa, Büyük Britanya ve Rusya, Asya Türkiyesi’nde yerler işgal ederlerse Antalya iline yakın olan Akdeniz Bölgesi İtalya’ya ayrılacaktır.[6] Bununla birlikte Anadolu’da menfaatleri olan İtalya, Sykes-Picot anlaşmasından haberi olmadığı için İtilaf devletlerine baskı yaparak yeni bir gizli antlaşma yapılmasını istemiştir. St. Jean de Maurenne Antlaşması olarak bilinen bu antlaşmaya göre İzmir bölgesi de İtalya’ya vaat edilmişti. Ancak Rusya’nın da bunu onaylaması gerekiyordu. Rusya’da kurulan Bolşevik rejimi bunun hükümsüz sayılmasına neden oldu.

Kısaca Türk toprakları üzerinde emelleri olan İtalya, önce Trablusgarb’ı daha sonrada Anadolu topraklarını istila etmek amacını ortaya koymuştur. Bu emellerini ilk fırsatta uygulamaya koyan İtalya, Antalya, Burdur ve Batı Anadolu’nun bazı kesimlerine askerlerini çıkardı.

Antalya’nın işgal edilmesinden önce İtalya’nın ve zararlı cemiyetlerin bölgede bazı faaliyetlerde bulundukları bir gerçekti. Trablusgarp Savaşı’ndan sonra İtalya’nın Antalya konsolosluğuna Marki Faranti atandı ve çok iyi bir siyaset izleyerek halkın güvenini kazandı. İşgal sırasında Marki siyasal müşavir olarak ön saflarda idi. Amacı Osmanlı hükümetinin nüfuz ve yetkisini kırmak, oradaki tek yetkili mercinin İtalya’ya ait olduğunu göstermekti.[7]

İtalyanların Antalya’yı işgal etmelerinden önce bütün zararlı cemiyetlerin temsilcileri gibi İstanbul Rum Patrikhanesi’nde bulunan “Mavri-Mira Heyeti”de bütün vilayetlerde propaganda yapmakla meşguldü.[8] Ermeni Patriği “Zaven Efendi” de Rum Heyetiyle beraber hareket ediyordu. Mütarekenin imzalanmasından sonra “Dr. Yakavos” İzmir’e gelerek Metropolit “Hirisostomos”[9] ile temasta bulunuyor, Antalya’da ne suretle hareket edeceği hakkında talimat alıyor, bunu müteakip Metropolit tarafından bir kaç balya askeri elbise Antalya limanına çıkarılıyor[10] ve daha sonra bunlar cephelerde kullanılıyordu.

1919 başlarında Marmaris’in işgalinden sonra İtalyanların Antalya başta olmak üzere Konya, Burdur, Muğla ve çevrelerini işgal edecekleri kesindi. Fransız Başbakanı Celemenceau, 3 Ocak 1919’da İtalyanların Antalya’yı işgaline razı oldu. Ancak İtalyanlar Antalya’yı hemen işgal etmediler,[11] önce mahalli hükümetten “İtalyan kontrol memuruna bir oda tahsis” edilmesini sağladılar, şehirde bir telsiz istasyonu kurdular ve okul açmak üzere rahip, rahibe ve öğretmenler getirdiler. Daha sonra da bazı mahkumların ceza evinden kaçmalarını, Antalya’dan Burdur’a giden posta arabasının 27 Mart’ta soyulmasını, aynı günün gecesinde Antalya’daki Hıristiyan mahallesinde bir kutu barutun patlamasını sağladılar. Bütün bu olanları da güvensizliğe örnek göstererek, önce Antalya’daki rahibelerin oturduğu binaya iki yüz İtalyan askeri yerleştirdiler ve 28 Mart 1919 günü öğleden sonrada şehri işgal ettiler.

İşgalden sonra Deniz Albayı Çana Aleksandro bir beyanname yayınlayarak, işgal nedenlerini açıkladı.[12] Bu beyannamede; “işgalin Antalya halkı tarafından vaki olan istid’a üzerine” asayişi korumak için yapıldığını açıklamıştı.[13]

Bu olaylar Antalya Mutasarrıf vekilinin, 176. Piyade Alayı, 57. Tümen ve 17. Kolordu Komutanlığı’nın protesto etmelerine sebep oldu. Ancak hiçbir fiili müdahalede bulunulmadı.[14]

Resmi makamların bu protestosunun yanı sıra, Antalya halkının da işgale tepki göstermesi İtalyanları tedirgin etti. İtalyan temsilcisi Marki Faranti, Mutasarrıf vekili Talat Bey’e müracaat ederek, Antalya ileri gelenlerinden Zeki ve Emin Beylerin faaliyetlerinin siyasetlerine uygun olmadığı gerekçesiyle bunların kendilerine teslim edilmelerini istedi. Talat Bey durumu derhal İstanbul’a bildirdi. Dahiliye Nezareti 5 Haziran 1919’da gönderdiği cevabi şifrede adı geçenlerin İtalyanlara teslim edilmesini istedi. Böylece İtalyanlara teslim edilen Emin ve Zeki Beyler bir İtalyan vapuru ile Rodos’a gönderdi.

Halkın tepkisi bununla da sınırlı kalmadı. Müftü Ahmed Hamdi Efendi de işgali protesto etti. Marko Faranti Müftü’yü de uzaklaştırmak istemişse de daha sonra bundan vazgeçti. Çünkü müftü gibi halk üzerinde büyük nüfuza sahip olan bir kişinin tutuklanması veya görevden uzaklaştırılması İtalyanlara karşı daha büyük tepkiye yol açabilirdi.

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’ni müteakip yurdun çeşitli bölgelerinde kurtuluşu amaçlayan dernekler kurulmuş, kongreler toplanmıştır. Ancak bunların amacı, vatanın işgal edilen yörelerindeki Türk-İslam halkının birlik ve beraberlik içinde ayakta kalması ve kurtuluşunu hedef olarak almalarıdır.

Antalya halkı da bu durum karşısında bir araya gelerek nasıl ve ne şekilde tedbirler alacaklarını konuşuyorlardı. Birkaç defa bir araya geldikten sonra Mutasarrıf Cemal Bey’in de katılımıyla “Müdafaa-i Heyet-i Milliye Cemiyeti” adı altında toplanmaya başladılar.

Eski Müftü Yusuf Talat Efendi’nin başkanlığında, Eski Belediye Başkanı Karakaş Hüsnü, Vilayet Encümen üyesinden Rasih Kaplan,[15] İbrişim Mustafa, Eski Telgraf Müdürü Hasan Tahsin, Avukat Halil İbrahim, Dr. Galip, Hacı Hatip Osman, Kesikçi Mehmed ve Giritli Mehmed Remzi Beyler bir heyet oluşturdular ve bu heyetin şubelerini kazalarda açmaya başladılar. Antalya Müdafaa-i Heyet-i Milliye Cemiyeti’nin kuruluşu Erzurum Kongresi’nin sona erdiği tarihe rastlamaktadır.[16]

Antalya Müdafaa-i Heyet-i Milliyi Cemiyeti kurulur kurulmaz kazalarda ve nahiyelerde şubeler açılarak vilayet genelinde kuvvetli bir teşkilat vücuda getirildi. Bundan başka diğer teşkilatlarla da sıkı işbirliğine gidildi. Özellikle Nazilli Heyet-i Milliye Merkezi’nin talepleri doğrultusunda cepheye gönderilmek üzere askeri malzemeler ve yardımlar toplanmaya başlandı. Antalya Müdafaa-i Heyet-i Milliye Cemiyeti Nazilli Cephesi’ne asker ve levazım sevk etti ve bu hususta hiçbir yardım esirgenmedi. Bu arada Sivas ile irtibat kurulmasına karşı çıkan, Demirci Mehmet Efe bu fikrinden Hacı Süleyman Efendi aracılığı ile vazgeçti. Hacı Süleyman Efendi, Sivas temsilcileri ile görüştü. Böylece Sivas Kongresi temsilcileri ile ilk temas gerçekleşmiş oldu. 12 Eylül 1919’da merkezi hükümetle irtibatın kesilmesi üzerine, Nazilli Cephesi Komutanı ile Antalya Müdafaa-i Heyet-i Milliye Cemiyeti yeni ilişkilere girdiler.[17] Cephe için gerekli yardım ve gönüllü asker sevkıyatına başlandı. Ayrıca Antalya’da iki yüz yataklı seyyar hastane takımı hazırlandı. Antalya işgal altında olmasına rağmen bu cemiyet elinden geleni yaptı ve Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin de faaliyetlerini yürüttü.

İşgal sırasında İstanbul hükümeti tarafından Anadolu’ya iki Nasihat Heyeti[18] gönderildi. Antalya’ya şehzade Abdürrahim Efendi’nin başkanlığında gelen heyetin amacı, halkın maneviyatını yükseltmekti. Bu heyet Abdürrahim Efendi, Sadr-ı Esbak Müşir Ali Paşa Erkan-ı Harbiye’den Fevzi ve Süleyman Şefik Paşalardan oluşmakta idi. Ayrıca onlarla beraber fırka kumandanı Mehmed Şefik Bey de geldi. Bu heyetin Antalya’yı ziyareti, İtalya işgal kuvvetlerine rağmen halkın üzerinde çok iyi tesirler bıraktı. Antalya halkı, heyeti büyük bir sevinçle karşıladı. Rasih Bey bu nedenle yaptığı konuşmasında; bütün kanlarını dökmek pahasına da olsa, Türklük camiasından ayrılmayacaklarını ifade etti.[19]

Antalya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ilk yazılı kararını 30 Eylül 1919’da aldı. 19 Kasım 1919’da da Sivas Kongresi sonuçları gereğince kurulmuş olan, Anadolu Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne bağlı olduğunu açıkladı.

Bu cemiyet 8 Ocak 1920’de İstanbul’daki İngiltere, Amerika, İtalya, Fransa siyasi temsilcilerine, İstanbul basınına, Oriental gazetesine, Dahiliye ve Hariciye Nezaretlerine aşağıdaki telgrafı çekti:[20]

“Sırf Türk memleketi olan vatanımızdan bazı aksamın hasbel mütareke işgal dolayısıyla hasıl olan teessürüne zemineten ekser mahallerde Türkler ve Müslümanlar hiç de muntazır olmayan bir takım suzişli vak’alara maruz kalıyorlar. Biz Türkler nizam ve intizamı, alem-i ihlal etmek taraftarı olmayıp vatanımızın bütün manası ile tamamen tahliyesi en büyük emelimizdir. Şu sırada kongrede Türkiye mesailinin müzakere olunacağını haber aldık. İşte Antalya’da akdettiğimiz yüz bin kişilik mitingde i’ta eylediğimiz kararı arz ediyoruz. Osmanlı İmparatorluğu arazisinden kale’l-harp Osmanlı hükümetine ait arazi kamilen Hükümeti Osmaniye’ye iade kılınacaktır. Hiçbir sebep ve vesile ile Türkler hakk-ı sarihlerinden mahrum edilmeyeceklerdir. Bunun hilafına verilecek kararı kabule muârız olduğumuzu ve her halde İtilaf Devletlerinin şimdiye kadar bu hususta vaki olan müracaat ve temenniyatımızı artık nazar-ı iltifata alarak adil ve insaf dairesinde Türklerin muhafaza-i hukuk esbabını temin eyleyeceklerine kat’iyen ümitvar bulunduğumuzu arz ve bu vesile ile takdim-i ihtiramat eyleriz efendim.”

31 Ocak 1920’de aynı makamlara ve Meclis-i Mebusan riyasetine çekilen protesto telgrafı şöyle idi:

“Maraş’ta üç günden beri Fransız ve Ermeniler top ve mitralyöz ateşleri ile oradaki İslamları imha etmekte oldukları ve kanlı müsademenin la-yankatı devam etmekte olduğu ve Maraş’tan eser kalmadığı haber alındı. Müslümanlar din kardeşlerinin şu suretle mahvedilmesine şimdiden sonra asla tahammül edemeyecekleri gibi bu hal şüphesiz avakıb-ı elimeyi intaç edeceğinden insaniyet ve medeniyetle katiyen kabil-i telif görülmeyen bu muameleyi şiddetle protesto ederiz. Kanaatimize göre İslamiyet’in daha doğrusu Müslüman namı altında yaşayanların kürre-i arzdan kaldırılmasına karar verildiği anlaşılıyor. Bu suretle imha edilmelerinden ise namus ve şeref-i milliyemizi muhafaza ederek ölmeye peyman ettiğimizi arzu beyan eyleriz”.[21]

Antalya’daki Milli Teşkilatın çalışmalarının Heyet-i Temsiliye’ce de desteklendiğini 1 Mart 1920’de Refet Bey’in Antalya’ya gelmesi gösterdi. Refet Bey burada Antalya Belediyesi önünde verdiği nutukda “Boynumuzda ecnebi zinciri, altından bile olsa koparıp atacağız.” Diyerek ahali üzerinde pek büyük bir tesir yaptığı ve neticesinde Antalya kadınları 15 Mart 1920’de Antalya Müdafaa-i Hukuk Kadınları Cemiyeti adı altında kadın cemiyeti kurmuşlardı. Kadınlar cemiyeti İngilizlerin İstanbul’u işgalini protesto ettiler, cephe için para yardımında bulundular ve Nisan ayı içerisinde bir terzihane açarak cephe ve muhacirler için elbise dikmeye başladılar.[22]

Bu arada Antalya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kazalarda haberleşmeyi temin edebilmek için 2 Temmuz 1920’de yeni kararlar almıştı. Diğer bir çalışmada Reis Müftü Yusuf Talat ve Kandilzâde Hasan, Kolordu Kumandanı ve Tacüddün Beylerden oluşan bir inzibat şubesinin 6 Temmuz 1920’de kurulması idi.

Birinci Dünya Harbi’nde tahrip edilen Antalya Gureba Hastanesi 1 Ağustos 1920’de Müdafaa-i Hukuk tarafından tamire başlandı. Yunanlıların İzmir’i işgali üzerine 8 Eylü1920’de Belediye önünde bir miting düzenleyerek milli istiklalimizi temin edinceye kadar kemal-i faaliyetle çalışmağa ve bu hususta manen ve bedenen her türlü fedakarlık ihtiyarına katiyen azm ve karar verilmiştir. Askerimizin ihtiyaçları için her nevi eşya ve malzeme tedariki ve cephelere kuvvetler sevki hususunda sebat eden halk faaliyetle çalışmayı taahhüt etmiş ve bu hususta faaliyet sahasını bir kat daha genişletmiş olduklarını, bu hususun cephede vatan için çalışmakta olan evlatlarına tebliğini istirham sureti ile Millet Meclisi Riyaseti’ne ve Garp Cephesi Kumandanı Ali Fuat Paşa’ya müracaat etti.[23]

Antalya’daki milli teşkilatlanma çalışmaları devam ederken Ankara’da toplanacak olan Millet Meclisi için seçimler yapıldı. Antalya’dan da İl encümen üyesinden Rasih Bey, İbrişimzâde Mustafa, Müderris Halil İbrahim, Belediye Başkanı Hasan Tahsin, Korkuteli Sabık Kaymakamı Ali Vefa Beyler seçildi ve bu heyet 29 Nisan’da Ankara’ya hareket etti.

Görüldüğü üzere Anadolu’nun işgali sonucunda ortaya çıkan milli teşkilatlanmalar Türk ve Müslüman nüfusun maruz kaldığı her türlü haksızlığa karşı neler yapabileceğini gösterdi. Antalya’daki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti de bunlardan biri idi. Bu cemiyet bir taraftan diğer teşkilatlarla işbirliği yaparken, cepheye asker, levazım desteği ve para gönderdi. Düzenlediği miting ve protestolarla işgallerin haksız olduğunu duyurmaya çalıştı.

Türk milletinin azim ve kararı yurt genelinde bir araya gelen bu teşkilatlar ve yapılan kongrelerle amacını ortaya koydu. Mustafa Kemal Paşa önderliğinde siyasi alanda ve sıcak savaşla yürütülen bağımsızlık mücadelesi Türk milletini yok olmaktan kurtarırken İtilaf Devletlerini hayal kırıklığına uğrattı.

Nebahat Oran ASLAN

Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 15 Sayfa: 830-834


Dipnotlar:
[1] Dr. Veli Yılmaz, “Birinci Dünya Harbi ve 2 Ağustos 1914 tarihli Türk-Alman İttifak Anlaşması”, Atatürk Yolu, S. 9, (Mayıs 1992), s. 122.
[2] Mithat Sertoğlu, ’’Birinci Cihan Savaşı’na Girişimizin Gerçek Sebepleri” Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S. 15, (Aralık 1968), s. 7.
[3] Türk İstiklal Harbi, I, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, (Genelkurmay Başkanlığı Yayını), Ankara 1999, s. 6-7.
[4] Nuri Köstüklü, Milli Mücadele’de Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları, Ankara 1999, s. 7.
[5] Nuri Köstüklü, “Türk Arşiv Belgelerine Göre Anadolu’da İtalyan İşgal Metodu”, Askeri Tarih Bülteni, S. 27, (Ağustos 1989), s. 113.
[6] Köstüklü, Milli Mücadele’de Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları, s. 12.
[7] Süleyman Fikri Erten, Milli Mücadele’de Antalya, Antalya 1996, s. 5.
[8] Erten, Milli Mücadele’de Antalya, s. 3.
[9] Engin Berber, “Kurtuluştan Sonra İzmir’de Yunan İşgal Dönemine Tepkiler”, Atatürk Araştırma Dergisi, 3/8, (1987), s. 454-455.
[10] Erten, Milli Mücadele’de Antalya, s. 3.
[11] Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, I, İstanbul 1991, s. 209.
[12] Erten, Milli Mücadele’de Antalya, s. 3.
[13] Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, I, s. 209.
[14] Sıtkı Aydınel, Güneybatı Anadolu’da Kuvay-ı Milliye Harekâtı, Ankara 1993, s. 16.
[15] Bu heyetin kurucuları ve faaliyetleri çerisinde yer alan Rasih Bey, 1883’te Antalya’nın Akseki İlçesi Fakılar mahallesinde dünyaya geldi. Rasih Bey’in babası Tahir Efendi, annesi Tevhide Hanım’dır. Ailelerinin adı Şatıroğullarıdır. Şatırzade Tahir Efendi 1893’te Akseki Müftülüğü, 1900’de Akseki Belediye Başkanlığı yapmıştır. Rasih Bey öğrenimine Akseki’de başladı, ilkokul ve ortaokulu burada bitirdi. Konya’da medrese eğitimi, Mısır’da Cimi’ül Ezher’de Arapça, Hukuk, Edebiyat ve Sosyoloji dersleri aldı, 1911’de yurda döndü, Antalya sancağından Konya İl Genel Meclisi’ne üye seçildi. Daha sonra Antalya’nın Konya’dan ayrılmasıyla Antalya İl Genel Meclis üyesi oldu. Rasih Bey 29 Nisan 1920’de Antalya’dan milletvekili olarak Ankara’ya gitti. 1950’ye kadar milletvekili olan Rasih bey evli ve dört çocuk babası idi. 13 Kasım 1952’de vefat etmiştir (Akseki İlçesi, Nüfus Müdürlüğünden Alınan Nüfus Kayıt Örneği. Mustafa Enhoş, Akseki Aksekililer, İstanbul 1973, s. 409. TBMM Arşivi, TBMM Azasının Tercüme-i Hal Kağıdı, Sicil No. 29.).
[16] Erten, Milli Mücadele’de Antalya, s. 15-16.
[17] Erten, Milli Mücadele’de Antalya, s. 16-17.
[18] Fehamettin Yılmaz, Anadolu Tahkik Heyetleri (1919), (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum 1994, s. 1-10.
[19] Rahmi Apak, Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, Ankara 1990, s. 75.
[20] Erten, Milli Mücadele’de Antalya, s. 24-25.
[21] Abdurrahman Güzel, “Milli Mücadele Yıllarında Antalya”, Türk Tarih Kongresi, VI, Ankara 1986, s. 2709.
[22] Erten, Milli Mücadele’de Antalya, s. 26.
[23] Erten, Milli Mücadele’de Antalya, s. 27.
2 Yorumlar
  1. Sulhi Ziya Okudur. diyor

    Teşekkür ediyorum.Antalya’nın KUVAYI MİLLİYE reisi Müftü Yusuf Talat Hocanın soyadını taşıyan torunlar dan biriyim.Yusuf Talat efendi çevre ilçeleri ve vilayetleri etkileyen ve Kuvayı Milliye için diğer muftulere ilk çağrıyı iletendir.Kidemi nedeniyle de Isparta,Burdur,Denizli,Uşak,Sinop müftüleri çağrısına ilk katılanlardır.M.Kemal’in meclisin başında görmek istediği kişidir.Bir çok önemli ismin de hocasıdır.. İstanbul dahil çalıştığı yerlerde öne çıkan müderris olmuştur.
    Saygılarımla..

  2. Erdal gülcan diyor

    Bende torununun torunuyum araştırıp yazanın kalemine taş demesi

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.