Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Anlatım Türlerinin Kimlik İnşasındaki İşlevi

0 12.643

Prof. Dr. Mustafa SEVER

Kimlik, Türkçe Sözlük’te “Toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünü; 2. [Kişinin] kim olduğunu tanıtlayan belge, hüviyet. 3. Herhangi bir nesneyi belirlemeye yarayan özelliklerin bütünü.” (1998:1324) şeklinde tanımlanır. Tanımdan yola çıkarak “kimlik”in “ben” ve “öteki”yi veya “biz” ve “”ötekiler”i işaret ettiğini, dahası ayırt ettiğini söyleyebiliriz. Yaşanan ortak kültürel çevre içindeki “ben”i veya “biz”i “ötekiler”den ayırt eden özellikler, milli kimliği oluşturur. Burada “Ötekiler kimlerdir?” diye bir soru sorulabilir. Ötekiler, beni/bizi öteki olarak görenlerdir. Bizim algılamalarımızdan, adlandırmalarımızdan, inanmalarımızdan, vd. algılamaları, adlandırmaları ve inanmaları farklı olanlardır.

Milli kimlik, milli kültürün, yani mensup olunan milletin yazı öncesi dönemlerinden bu güne kadar nesilden nesile aktararak getirdiği kültürün kişide veya milletteki yansıması, görüntüsüdür. Kişiyi diğer kişilerden, milleti diğer milletlerden farklı kılan özelliklerin bütünüdür. İnsan veya millet, kendini, çevresini (insanı, diğer varlıkları, dünyayı, evreni, …) algılayışıyla, anlamlandırışıyla, çevresinden etkilenişi veya çevresine etkileriyle, kısacası yaşama şekliyle ortaya koyduğu özelliklerle diğer kişilerden veya milletlerden farklılaşır; ki bu farklılaşmayla da insan veya millet, milli şahsiyet/milli kimlik kazanır.

Her milletin bir şahsiyeti vardır. Bu şahsiyet/kimlik, zamana ve zemine göre değişir ve gelişir; yani durağan bir yapıda olmayıp gelişmeye açıktır. Kimlikteki bu gelişme, kendi kültür kaynaklarından beslendiği ölçüde sağlıklıdır ve içtimaî hayatta sorunlar asgarî düzeydedir. Ancak, “öteki”ni taklit etme ve benimseme şeklindeki bir gelişme, daha doğrusu değişme ise, “kimlik”in yozlaşmasına, bozulmasına ve aslından uzaklaşmasına sebep olur.

Bir kişinin veya milletin kimliğinin oluşmasında, o milletin yazı öncesi çağlarından başlayarak sözlü; yazının kullanılmaya başlamasıyla da sözlü ve yazılı kültürünün en önemli yapı taşlarından biri olarak edebiyatı gelir. Tüm sanatların olduğu gibi, edebiyatın işlevi de milletin ortak hafızasını, milletin duyuşunu, düşünüşünü, bakışını, kısacası algıladığı her türlü varlık hakkındaki maddî ve manevî gerçekliğini yansıtmasıdır. Bu yönüyle “edebiyat, kolektif kimliğin aynası olarak hizmet verir ve aynı zamanda onun hikâyesini anlatır.” (Jusdanis 1998:68).

Milli Kimlik ve Anlatım Türleri

Anlatım türleri (destan, efsane, masal, fıkra, hikâye, roman, vd.) anlattığı olay, durum ve tipler vasıtasıyla olması gerekeni, ideal olanı veya tam tersi, olmaması gerekeni, olumsuzu bir arada sergileyerek kişinin/toplumun kimliğinin olumlu yönde gelişimine katkı sağlar. Çünkü, sözlü veya yazılı anlatımı yapan özne (anlatıcı/yazar), var olanı, yaşanmışı veya yaşanmakta olan gerçekliği, kendi bakış açısı ve içtimaî değerler açısından yeniden üreterek sanatsal gerçeklik şeklinde anlatımında sergiler. Sanatsal gerçeklik, taklitle başlar. “[T]aklit, sanatın yaşam görüngülerini, yontular, resimler, sahne gösterileri, şiirler ve anlatılar hâlinde yansıtma yetisi[dir]; yani sanatın, yaşamdaki insanları, olayları ve doğayı ortaya getirme, gösterme, anlatma yeteneği[dir]” (Pospelov 1995:45). Edebiyat da -diğer sanatlarda olduğu gibi- gerçekliği taklit ederek sanatsal gerçeklik hâline getirir; yani özeli genelleştirerek kamuya sunar; ki bu da kamuda iyiye, güzele, olumluya, doğruya, vb. yönelik bir değişimin gelişmesini sağlar.

Anlatıcı/yazar, yaşanmış veya yaşanması muhtemel olayları, gerçek veya muhtemel şahısları, örnek olay tipleri, örnek kişilik tipleri şeklinde sergileyerek gelecekte yaşanacak olaylar karşısında ideal tepkilerde bulunabilecek ideal insanı, dolayısıyla ideal içtimaî hayatı inşa etmede kullanır. Böylelikle anlatıcıyı dinleyen veya yazarın eserini okuyan kişide bir kendi içine dönüş, bir kendi muhasebesini yapmaya yöneliş başlar; ki bu da Aristo’nun, tragedyanın dramatik (oyun) biçiminin işlevi için söylediği “katharsis/arınma” (Cömert 2013:67) sağlayıcılığına denk gelir. İç arınması sağlayıcılığı ile halk edebiyatı anlatım türlerinin, “halkı toplumsal açıdan değer ve normları edinmeye teşvik ettiği düşünülür.” (Jusdanis 1998:9).

İçtimaî değerler hususunda ortak hareket eden, ortak değerler yönünde kalıp davranışlar meydana getiren fertlerde ve dolayısıyla toplumlarda kolektif kimlik gelişip güçlenir. Bu hâliyle halk edebiyatı türleri, milletin kimliğinin ifadesidir; bir yandan içinde geliştiği içtimaî hayatı konu edinip ondan etkilenirken diğer yandan da onu etkiler, ona yön verir. Çünkü sözlü veya yazılı her edebî eserde, toplumun yaşadığı olaylar, durumlar, toplumda var olan şahıslar sergilenir. Bu sebeple, dinleyici/okuyucu farkında olarak veya olmayarak dinlediği/okuduğu anlatıma/edebî esere tepki verir. Bu tepkinin en bâriz şekli, kişide gelişen özdeşleşmedir. Özdeşleşme, kişinin anlatım içerisinde eyleyen rolündeki tiplerle etkileşime girerek düşünüşünü, davranışını geliştirmesi sürecidir. Bu süreçte kişi, toplum değerleriyle paralel olan ideali keşfeder ve çoklukla da ideal olanın yerine kendisini koyar. Halk edebiyatı türleri, sözgelimi efsane, destan, hikâye, vd. bu açıdan bakıldığında ferde ve dolayısıyla topluma yeni bir hayatın, millet olmanın kapılarını açmaktadır. Sözlü ve yazılı bir bütün olarak edebiyat, Jusdanis’in (1998:82) işaret ettiği gibi, milli kültürün meydana getirilmesinde vasıta rolü oynar. Özellikle milletlerin sıkıntılı dönemlerinde dilin, ortak aklın yansıtıldığı bir ayna olması hasebiyle edebiyat, fertleri ortak duygu, düşünce ve eylemde birleştirmek yönünde bir vasıtadır. “[M]illet inşasının başlangıç aşamasında milliyetçiliğin taşıyıcıları, bir milli bilinç belirleyip kodlayacak kurumlar kurmak isterler. Edebiyat bu tür kurumlardan biridir.” (Jusdanis 1998:68). Dilin canlandırılması, hatta standartlaştırılması, edebî dilin zenginleştirilmesi, milli hafızanın genç nesillere aktarılması, edebiyatın güncele taşınmasıyla mümkün olacaktır. Filozof, ilahiyatçı ve edebiyatçı J. G. Herder (1744-1803), bir milletin ortak ruhunun en sağlam ve bozulmamış şekilde onun halk edebiyatında bulunduğunu, bu sebeple bir milletin hür ve bağımsız yaşaması ve insanlığın ortak kültürüne katkıda bulunması için öz kültürünü geliştirmesinin gerekliliği üzerinde durur. Herder, milletin bağımsız yaşaması ve gelişmesi, herhangi bir sebeple kesintiye uğrar veya tehlikeye düşerse, milleti ve dolayısıyla milletin kültürünü kurtarmak için gidilecek en doğru yolun halk türkülerini toplamak, onları milli ruhu canlandırmak ve korumak için kullanmak olduğunu söyler (Başgöz 1992:7-8). Milli rûhun canlandırılması, milli kimliğin yeniden inşası, milletin yeniden ortak duygu ve düşüncede toplanması, milli hedefe ulaşma yönünde harekete geçirilmesidir. Bu açıdan bakıldığında, edebiyatın millet hayatında ve dolayısıyla milletin inşasındaki işlevi önemlidir.

Çeşitli edebî türlerde model olay ve kişi tiplerinin sergilenmesi yoluyla kimlik inşası, edebiyatta kullanılan en etkili yöntemlerden biridir. Halk edebiyatı edebî türlerinde (efsane, masal, fıkra, destan, hikâye, vb.), iyi-kötü, olumlu-olumsuz, güzel-çirkin, vd. şekilde belirginleştirilmiş kişilik özellikleriyle bir insan grubunu temsil eden “tip”, içtimaî normların adeta somutlaştırıldığı varlıktır. Bu somutluk, örnek alınması gereken ile kendisinden kaçınılması gerekeni bir arada gösteren bir somutluktur. Milletin ortak aklı gereği, üzerinde mutabık kaldığı değerleri somutlayan/örnekleyen tipler yoluyla anlatıcı/yazar, ideal olanı sergiler. İster sözlü ortamda bir anlatım türünün (masal, efsane, destan, vb.) anlatımında isterse okunmasında olsun, anlatıcının/yazarın fizikî ve rûhî yönden tasvir ettiği “tipler, sosyal bakımdan manâlıdır. Onlar, muayyen bir devirde toplumun inandığı temel kıymetleri temsil ederler.” (Kaplan 1985:5).

Anlatıcı/yazar tarafından çeşitli olaylarda veya durumlar karşısında gösterdiği davranışlarıyla, tepkileriyle sergilenen tipleri, dinleyici/okuyucu kimi zaman benimseyerek örnek alır, onunla özdeşleşir; kimi zaman da onlara karşı cephe alır. Bu tavrıyla dinleyici/okuyucu, hem tip vasıtasıyla sergilenen iyi, olumlu özellikleri benimser, örnek alırken hem de sergilenen kötü, olumsuz özelliklerden uzaklaşırken, yani içini bu kötü, olumsuz özelliklerden arıtırken de kişiliğinde bir gelişme, iyileşme sağlar. Bu özdeşleşme, örnek alma, çoklukla kişinin çocukluk veya gençlik çağlarında daha yoğun olup farkında olunmadan bilinçaltında gerçekleşir. Anlatıcıyı dinleme veya okuma yoluyla bu tiplerle karşılaşan çocuk veya genç, bir yandan dış dünyayı tanırken bir yandan da aile, millet, vatan gibi kavramların anlam ve önemine vâkıf olmaya, karşısındakiyle empati kurmaya başlar ve bu çocuk veya gençte kendine, ailesine, milletine, vatanına sevgi, saygı ve bağlılık duyguları gelişir. Empati kurma ile çocuk veya gençte örnek olanla özdeşleşme gerçekleşir; ki özdeşleşme ile de fertte içinde bulunduğu toplumun düşünüş ve davranış şekliyle paralellik gelişecektir.

Fertte milli kimliğin inşasını bir eğitim süreci olarak düşünürsek, bu süreçte kullanılabilecek en uygun aracın ve malzemenin halk edebiyatı anlatım türleri olduğunu görebiliriz. Sözgelimi bir masalda, destanda veya efsanede anlatılan olay ve şahıs tipi, ferdin gündelik hayatta fark ettiği değerlerin, ahlâkî normların, içtimaî yasa ve yasakların hangilerinin kendisine uyup uymadığını üzerinde denediği olay ve şahıslardır. Fert, bu denemede kendisinin beğendiği, benimsediği ile reddettiğini kıyaslayarak geliştirdiği davranış şekliyle toplumun beklentisi arasında bir uyum ve denge kurması gerektiğinin idrakine varır.

Anlatım türlerinin temel özelliklerinden biri, tek yanlı bir bakış açısına sahip oluşu, diğer bir söyleyişle zıtlık kuralıdır. Ak-kara, iyi-kötü, olumlu-olumsuz, güzel-çirkin, vd. şeklinde bir zıtlık, keskinlik içinde sunulan olay, durum ve şahıslar yoluyla dinleyen veya okuyanda taraf olma duygusu uyandırırlar. Bu durum, fertte içtimaî hayatta iyiden, doğrudan, haklıdan, vd. yana olma dürtüsünü geliştirir. Dahası, fert bir bütün olarak algılamakta güçlük çektiği insan ilişkilerini, içtimaî yapıyı anlatım türlerinde hazır bulur. Efsanelerde, hikâyelerde, destanda, vd. çeşitli ferdî özelliklerinin abartılması, sivriltilmesiyle belirginleştirilen tipler, çocukta veya gençte ferdî özelliklerin gelişiminde ve yerleşmesinde oldukça etkilidir. Sözgelimi destanlarımızdaki alp tipi, “[d]oğumundaki, ölümündeki olağanüstülükler; kadın, aşk, aile, ahlâk, vefâ, dostluk, arkadaşlık, güvenilirlik kavramlarıyla ilişkisi, maddi acıya dayanıklılığı, vatan, ata, baba, ana, kardeş kavramlarına bağlı algılayış, kavrayış ve yorumlayışı, insanları yönlendirip yönetme özelliği; bilgisi, belleği, zekâ ve akıl yürütme özelliği; toplumdaki bütünlüğü yaralayanlara karşı tavrı; yasa, töre, kural saydıkları ve bunlara katkısı, esirgeyen yüce varlık ile bedenî ve ruhî ilişkisi” (Tural 1999:17) ile ferdin dinlediğinde veya okuduğunda hemen özdeşlik kuracağı ideal insan tipidir. Efsanelerde yaşanmış veya yaşanabilirliğiyle örnek olay, durum ve var olan insan tipleriyle toplumun ahlâkî normları, ödül-ceza mantığı içinde sergilenirken masallarda miş’li geçmiş zamanda geçen fantastik olay, durum ve tipler vasıtasıyla aslında yaşanılan gerçeklik işaret edilir ve ideal şahsiyet ve içtimâi düzen ortaya konur. Diğer yandan fıkralar, yaşanılan çevrede “çarpıklıkları, gülünç durumları, tezatları, eski/yeni çatışmaları ince bir mizah, hikemî söyleyiş, keskin bir istihza ve güçlü bir tenkit anlayışına sahip bir üslup içinde, dramatik öğeleri ağır basan bir hikâye çatısı etrafında toplayarak genellikle bir tipe bağlı olarak anlata[rak]” (Yıldırım 1992:333) dinleyicisini güldürürken uyarıp düşündürür. Bir başka örnek ise, Türk anlatım geleneği içinde apayrı bir yeri ve önemi olan Dede Korkut Oğuznâmeleri’dir; ki bu Oğuznâmeler’in en tipik özelliklerinden biri “kadın-erkek ilişkilerinde ahlâkı gözetmesidir. Tek kadınla evliliği esas alan, aileyi savunan ve kadını bir şehvet aracı olarak görmeyen yapısıyla yüksek bir ahlâk örneğidir.” (Gürel 1998:71).

Örnekler çoğaltılabilir; ancak genel olarak söylersek destan, hikâye, fıkra, hikâye veya efsanede olay, durum ve fert tipleri, ferde içtimaî yapıyı, kültürel dokuyu, bu dokudaki süregelen özellikleri gösterir bir ayna işleviyle onun ferdiyet kazanma/kimlik inşası sürecinde etkinlik gösterirler. Bu etkinlik ona, kimi zaman açık kimi zaman da imâ ederek örnek bir kimlik, belli bir hayat tarzı sunmak şeklindedir.

Sonuç

Halk anlatım türleri, sözlü kültür ortamında dilden dile, nesilden nesile aktarıla gelen edebî metinlerdir. Bu metinler, yaşanmış veya yaşanması muhtemel olaylar, durumlar ve bu olay ve durumlar hakkındaki düşünce ve değerlendirmelerle yapılanmış, tarihî süreç içinde anlatanlarca ve dinleyenlerce eklemelere, çıkarmalara, değiştirmelere maruz kalmıştır. Bu süreçte elbette muhtevasına da milli özelliklerin/milli normların damıtıldığı gerçeği unutulmamalıdır. Bu normlar/özellikler, tarihin derinliklerinden gelerek yaşanılan çağda da geçerliliğini koruyan ve çağın ihtiyaçlarına cevap verme niteliğindeki özelliklerdir. Anlatım türlerinde bu özellikler, örnek olay, durum ve tipler vasıtasıyla sergilenir. İçtimaî hayata uyumlu, ona katkı sağlayıcı, her türlü olay ve durum karşısında yılmaz, başarı için azimli, akıl ve izan sahibi, erdemli, vb. özelliklerle teçhiz edilen tipler, anlatı türlerinde dinleyene veya okuyana ideal insanı işaret ederler.

Bağlamı içerisinde dinlenilen, okunan hatta seyredilen bu eserler, içtimaî kurumların, değer normların tasdik edilmesi, dahası güncellenmesini sağlarlar. Mitik dönemden başlayarak günümüz elektronik kültür çağına kadar bu eserler, insanın kültürlenmesinde, kimlik edinmesinde araç olarak kullanılmıştır. İletişimin son derece kolaylaştığı günümüzde bu eserler, milli kimliğin inşasında bir eğitim aracı, malzemesi olarak işlev görebilir. Her millet, kendi durum ve şartları içinde geliştirdiği plan ve programlarla vatandaşını ortak bir duygu, düşünce ve amaçta birleştirmek ister. Bu amacı gerçekleştirmede Türk halk edebiyatı anlatım türleri, ferdin anadilinin zenginliklerinin idrakine varmasında, içinde yaşadığı toplumun inanç ve değerlerine uygun davranabilecek ve bu değerlere katkı sağlayabilecek bir fert olmasında en pratik araçlardır.

Prof. Dr. Mustafa SEVER

*Bizim Külliye, sayı 67, Mart-Nisan-Mayıs 2016, s.36-39.


KAYNAKLAR
♦ BAŞGÖZ, İlhan 1992, “Avrupa Fikir Tarihinde Halkbilim”, Sibirya’dan Bir Masal Anası-Mark Azadovski, Kültür Bakanlığı Yay., Ank., s. 1-39.
♦ CÖMERT, Bedrettin 2013, Estetik, De Ki Yay. (2.b), Ank.
♦ GÜREL, Zeki 1998, “Dede Korkut’u Çocuklara Anlatmak”, Türk Yurdu, c. XVIII, sayı 136, s. 66-71.
♦ JUSDANİS, Gregory  1998, Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür, Metis Yay., İst.
♦ KAPLAN, Mehmet 1985, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 3-Tip Tahlilleri, Dergah Yay., İst.
♦ POSPELOV, Gennadiy N. 1995, Edebiyat Bilimi, Evrensel Yay., İst.
♦ TURAL, Sadık 1999, Tarihten Destana Akan Duyarlık, Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ank.
♦ TÜRKÇE SÖZLÜK 2 K-Z  1998. Türk Dil Kurumu Yay.(9.b), Ank.
♦ YILDIRIM, Dursun 1992, “Fıkra”, Türk Dünyası El Kitabı, c.III, TKAE Yay., Ank.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.