Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Altay Cumhuriyeti

0 18.339

Anar SOMUNCUOĞLU

Altay Dağları Kazakistan ve Moğolistan bozkırlarının ve Sibirya ormanlarının birleştiği yerde, Asya kıtasının ortasında bulunmaktadır. Altay dağlarında ve eteklerinde yer alan Dağlık Altay cumhuriyetinin yüz ölçümü 92.902 km karedir. Dağlık Altay Cumhuriyetinin topraklarının %85’i dağlıktır ve 1/4’i ormanlarla kaplıdır. Dağlık Altay’da bir çok nehir ve 7000 göl bulunmaktadır. Cumhuriyet, RF içinde Tuva Cumhuriyeti, Hakasya Cumhuriyeti, Kemerovo bölgesi ve Altay bölgesi ile sınırdaştır. Altay’ın üç dış ülkeyle de sınırı mevcuttur. Komşu olduğu ülkeler Kazakistan, Çin ve Moğolistan’dır.[1]

Altay’ın eşsiz güzelliği, 2001 yılında Altay ve Katun milli parklarının, Teles gölünün, Beluha dağının ve Ukok ploskogoryesinin UNESCO Dünya Tabiat Mirasının listesine girmesine vesile olmuştur.[2]

Altay Türkleri Dağlık Altay’da yaşayan çeşitli Türk kabilelerinden oluşan bir halka verilen addır. Bunlar Kuzey Altaylar denilen Tubalar, Çelkan, Kuğu Kişi, Kumandin; ve eskiden Beyaz Kalmık denilen Güney Altaylardır: Altay Kişi, Telengit, Teles ve Teleutlardır.[3]

Bugünkü Dağlık Altay Cumhuriyeti’nin toprakları, Türk tarihinin ihtişamlı dönemlerinin yaşandığı topraklardır. Milattan önce bu topraklar Sakaların ve Hunların hakimiyetine tanık olmuştur. Milattan sonra Gök Türk Kağanlığı, Uygur ve Kırgız devletleri bu topraklarda hakimiyetini sürdürmüştür. Cengiz Han ordularının bölgeye gelmesinden sonra, 12. asrın sonundan itibaren Altay’da Cengiz Han ve haleflerinin hakimiyet zamanı başlamıştır. 15. yüzyılda Altay Cungarya etkisine girmiş ve Cungarya’ya vergi öder duruma gelmiştir.[4]

Altay’daki Türk varlığını tehdit eden etki 17. asırda, bölgeye Rusya’nın girişiyle başlamıştır. Kazan Hanlığının ardından Sibirya Hanlığı’nın da düşmesinden sonra Sibirya’nın içlerine doğru ilerleyen Ruslar 17. asırda Altay Türkleriyle karşılaşmıştır.

Altay’ın Rusya tarafından işgal edilmesi ve Altay’da demografik değişim

17. yüzyıl boyunca Rusya Altay Dağlarının çevresinde çeşitli kabilelerle savaşıp, yerli halkı vergiye bağlamaya çalışıyordu. Bu yüzyılda bugün Altay halkını oluşturan bazı kavimler Rus yönetimi altına girmiştir. Mesela, 1625-1627 yılları arasında Çelkan, Tubalar ve Kumandı gibi kavimler yasağa bağlanmıştır. Çarlığın buradaki politikası mümkün olduğu kadar çok kürkü elde etmeye dayandığı için, av sahaları, otlaklar, tarlalar, nehirler, göller ve ormanların kullanımı için yerli halktan vergi alıyordu.

Fakat 17. yüzyılda Çarlığın bu bölgedeki iktidarı kesin değildi ve yerli kabileler bazen yasak ödemeyi kabul ediyor, bazen red ediyor, bazen da başka yerlere göçüyordu. Ancak Cungarya Çin tarafından dağıtıldıktan sonra, 19. asrın ikinci yarısında Altay’da Rusya’nın kesin hakimiyeti sağlanmıştır.[5]

Rusya, Altay Türkleri üzerinde kesin bir hakimiyet sağladıktan sonra, Altay’da yoğun bir Ruslaştırma politikası çerçevesinde Hıristiyanlaştırmayı başlatmıştır. 19. yüzyılda Altay topraklarında Ruslar, Altay Ruhani Misyonunu oluşturmuştur. Misyon, Çarlığın asimilasyon ve sömürge politikasında aktif bir rol üstlenmiştir. Altay Ruhani Misyonu Hıristiyanlaştırma politikası çerçevesinde Altay’da haç dikmeye başlamıştır. Altay Türklerine haç bulunduğu yerden 6 kilometre çevresinde kendi ayinlerin yerine getirilmesi kesin olarak yasaklanmıştır. Bunun etkisiyle Altay Türkleri dağlara çekilmek zorunda kalmıştır. Haçın etrafında ise Rus köylüleri yerleşiyordu. Misyonun üstlendiği Hıristiyanlaştırma politikası çerçevesinde Hıristiyanlığı kabul eden Altay Türklerine Altay Misyonu tarafından maddi ve mali yardım gösteriliyordu: vergiler azaltılıyor, giyim ve gıda malları veriliyordu. Hıristiyanlaşmayı Ruslaşmaya dönüştürmek için ek tedbirler de mevcuttu. Hıristiyanlığı kabul etmiş Altaylar köylere yerleşmeli, göçebeliği bırakmalı, Rus giysilerini giymeliydi. Özellikle kiliseye Altay milli kıyafetiyle girmek yasaktı. Bu gibi tedbirler Altay Türkleri arasındaki rahatsızlığa sebep oluyordu.[6]

Yürütülen Hıristiyanlaştırma politikası sonucunda bazı Altay Türkleri Hıristiyanlaşmış ve bundan dolayı daha kolay asimile olmuştur. Bunlar arasında, mesela bugün de Hıristiyan olan Telengitler ilk göze çarpanlardandır. 20. yüzyılın başında Altay’ın nüfusu 75.000 kişiden oluşuyordu. Bunların %57’sini Altay Türkleri, %40’ını Ruslar ve %2’sini Kazak Türkleri oluşturuyordu. Dini dağılım ise daha farklıydı: Ortodoks Hıristiyanlar nüfusun %67’sini, Şamanistler ve Burhanistler beraber, nüfusun %31’ini ve Müslümanlar nüfusun %2’sini oluşturuyordu.[7]

Altay’ın toprakları tarıma elverişli olduğu için, Rusya’dan kitlesel bir topraksız köylü göçüne uğramıştır. Sibirya’nın Rusya tarafından Ruslaştırılması tarihinden bilinmektedir ki, Rus göçmenlerin özellikle tarımla uğraştıkları yerlerde yerli halkların asimilasyonu daha hızlı gitmiş ve yer yer yerli halk tamamen Ruslar arasında dağılmıştır. Böylece planlı Ruslaştırma çabalarının dışında, kendiliğinden süre giden bir Ruslaşma süreci de mevcuttu. Bölgedeki Rus nüfusu artarken, işgal sırasında bir çok Altay Türkü hayatını kaybettiği gibi, Rusların getirdiği salgın hasatlıklardan dolayı da bir çok yerli hayatını yitirmiştir. Kısaca bir yandan Rus göçü, bir yandan asimilasyon, öte yandan da Altayların nüfusunun azalmasından dolayı, Altay’daki demografik durum gittikçe değişiyordu.

Altay’a yönelik Rus göçü, Rusya hükümeti tarafından çeşitli şekillerde özendiriliyor ve Rus göçmenlere kolaylıklar sağlanıyordu. Rus göçmenlerinin yerleşmesiyle ilgili olarak Altay Türklerine baskılar yapılmıştır. Altay’a gelen Ruslar Altay Türklerinin topraklarını zapt ederek, yıllar içinde geniş bir alana yayılmışlardır. Vergiye bağlanarak Rusların idaresine boyun eğen Altay Türkleri, çeşitli sebeplerle topraklarından kovuluyorlardı. Bunun için kullanılan yöntemler arasında doğrudan öldürme olduğu gibi, evlerinin yakılması, Altaylara yiyecek satma ve onları eve alma yasağı da geniş olarak kullanılmıştır. Böylece Altay Türkleri açlıkla ve ölümle karşı karşıya bırakılıyordu. Rusların bu yayılması Altay Ruhani Misyonu başta olmak üzere yetkili organlar tarafından destekleniyordu. Rusların Altay Türklerinin topraklarını zapt etmesi sadece tarım alanlarıyla sınırlı kalmıyordu. Kürk vergisi “yasak” ödeyen Altay Türklerinin sadece gerektiği kadar hayvan avladıkları biliniyordu. Tabiattaki dengeyi korumaya çalışan Altay Türklerinin aksine, Çarlık idaresi mümkün olduğunca daha fazla kürk elde etme niyetindeydi. Bu yüzden, avcılığın yapıldığı alanlardan da Altay Türklerinin zorla kovulmaları yaşanmıştır. Bunların yerine avcılık yapmak üzere Ruslar yerleştiriliyordu.[8]

Yukarıda anlatıldığı gibi, Altay Türklerinin topraklarını zaptetmeye yönelik Çarlık politikası, yüksek vergiler, ekonomik ilişkilerin değişmesi, salgın hastalıklar gibi sebepler, Altay Türklerinin kitlesel ölümlerine yol açıyordu. Çarlık zamanında Altay Türklerinin yeryüzünden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldıkları o zamanın Rus edebiyatına bile yansımıştır.[9] Asimilasyon ve ölümler dolayısıyla Altay Türklerinin maruz kaldıkları nüfus kayıpları şu örnekten bariz anlaşılmaktadır: Altay tarihçisi Satlayev’in de değindiği gibi, 16. yüzyılda Teleutlar, Altay Türklerinin en kalabalık Altay kabilesiydi, halbuki bugün Teleutlar, Altay Türklerinin az nüfuslu gruplarından biridir ve nüfusları sadece 3.000’dir.

20. Asrın Başında Milli Hareket

19. asrın sonunda Altaylar arasında çıkan ilk milliyetçi hareket Burhanizm denilen mesihçi bir din çerçevesinde örgütlenmiştir. Bu dinin doğmasının sebebi Altayların yaşadığı zorlu şartlardı. Çarlık idaresi altında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelen Altay halkının elinden topraklar alınmış, dağlık bölgelere sıkıştırılmış, Hıristiyanlaştırma ve Ruslaştırma çabalarıyla asimile edilmeye çalışılmış, vergi toplayıcıların ve yerel otoritelerin zorba davranışlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Bütün bunlar Altay halkını sefalete sürükleyince ve asimilasyona karşı tepki yükselince, Cungar dönemi altın çağ olarak hatırlanmaya başlanmış ve Cungar dönemine atfen Oyrot Han adındaki kurtarıcının geleceği yönünde efsaneler dolaşmaya başlamıştır.

Ak inanç veya süt inanç olarak adlandırılan Burhanizmde Lamaizm’den gelen bazı motifler yerli efsanelerle ve Şamanizm’de olan bazı inanışlarla birleşmiştir. Farklı usullerle ibadet etmeyi getiren Burhanizm, Hıristiyanlığa, Ruslaşmaya ve Şamanizm’e karşı çıkmıştır. Burhanizm’in yayıcısı olarak tanınan Çet Çelpan’ın vaatleri direk olarak Rus karşıtıydı ve Rus mallarının kullanımını, Rus paralarının kullanımını dahi yasaklıyordu. Altaylar arasında hızla yayılan Burhanizm Çarlık otoritelerini harekete geçirmiş ve 1904 yılında Çet Çelpan’ın da bulunduğu ayin polis tarafından ve silahlandırılmış Rus köylüleri tarafından basılmıştır.[10]

1905 ihtilalinden sonra, Rusya’da genel özgürlük havası içerisinde ve yayılan liberal akımların etkisinde, kurulan birinci Duma’nın liberaller grubu Çet Çelpan’a ve yandaşlarına karşı açılan davaya müdahale etmişler ve gönüllü olarak müdafaasını üstlenmişlerdir. Devlet Duması’nın müdahalesi ve liberal avuktların yardımıyla Burhanistler idam cezasından kurtulmuştur.[11]

Burhanizm dışında Altay’da aydınlar arasında Türkçü hareket de oluşmaya başlamıştır. Çarlık Rusyası’ndaki Türkçülük daha çok Müslüman Türkler arasında yayıldıysa da, Altay ve Hakas gibi resmi olarak Hıristiyan olan ve sayıca çok küçük olan halklar arasında da Türkçülük etkili olmuştur. Ve Çarlık Rusyası’nın Türklerin yaşadığı bölgelerinde olduğu gibi, Çarlığın yıkılması Altay milliyetçilerinin önünde tarihi bir fırsat sermiştir. Uyanış yaşayan diğer Türk halkları gibi, Altaylar da bağımsız bir devlet kuracaklarına inanmışlar ve bu uğurda çalışmışlardır.

Rusya’da Şubat Devrimi’nden sonra, Altay’da oluşan otorite boşluğu Altay Türkçüleri için büyük bir fırsat olmuştur. Şubat 1918’de toplanan Dağlık Altay Kurultayı’nda konuşan Altay milliyetçisi Anuçin, Altaylar dışında Hakasları ve Tuvaları da kapsayan Altay Cumhuriyeti’nin kurulmasını talep etmiştir. Anuçin parçalanmışlıktan doğan güçsüzlüğü ve zayıflığı görmüş, Güney Sibirya Türklerinin birlikte hareket etmeleri gerektiğini anlamıştı. Kongrede toplananlara göre ancak Güney Sibirya Türklerinin ortak devletinin kurulmasıyla süre giden Ruslaşmayı önlemek mümkündü. Kurulacak olan devlet üç devletin topraklarında: Rusya, Çin ve Moğolistan topraklarında kurulacaktı. Kolarz’ın söylediği gibi, bugün bu proje ütopya gibi gözükebilir, fakat Rusya’nın parçalanmak üzere olduğu, Çin’in iç sorunlarla boğuştuğu ve Moğolistan’ın karışıklık yaşadığı o dönemden bakılırsa, durum hiç de böyle değildi.[12]

Bağımsız Birleşik Altay Devleti’ni kurmak isteyen Altay milliyetçileri, amaçlarına ulaşmak için, Beyazların ve Kızılların savaşında Beyazları desteklemişlerdir. Burhanizm de Sovyet iktidarına karşı bir araç olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ancak ne Kolçak ne de Altay milliyetçileri Bolşevikleri engelleyememiş ve 1919 yılında Altay’da Sovyet iktidarı yerleşmiştir.[13]

Sovyet Döneminde Altay

Sovyet iktidarının Altay’da yerleşmeye çalıştığı zaman Altay milliyetçileri ve Burhanizm’in din adamları “yarlıkçılar” bunu engellemeye çalışmıştır. Altay halkı arasında Kızıl orduya karşı tepki büyüktü ve 1919 yılından sonra da bu tepki devam etmiştir.

Bolşeviklerin zaferiyle Güney Sibirya Türklerinin birleşik devlet hülyaları bitmiş değildi. İlk başta Sovyet Rusya’nın Milletler Komiserliği, birleşik Altay-Hakas otonom bölgesini oluşturacaktı, fakat zamanla bu fikirden vazgeçilmiş ve ayrı arı Oyrot ve Hakas Otonom Bölgeleri oluşturulmuştur.

Bolşevikler iktidarda olmalarına ve Güney Sibirya Türklerinin birleşik devletinin fikri red edilmesine rağmen, Altay’da Altay milliyetçileri hala güçlüydü, bu yüzden Oyrot Otonom Bölgesi oluşturulmuş ve ilk başta Altay milliyetçileri oluşturulan Oyrot Otonom Bölgesinin yönetim organlarında yer almışlardır. 1930’ların yarısına gelindiğinde, Altay’da milliyetçilik hala çok güçlüydü, fakat Stalin’in ölüm makinesi de artık hiç engel tanımıyordu. Bu yıllarda Altay yöneticilerine ve aydınlarına karşı tasfiye hareketi başlamıştır, Oyrot Otonom Bölgesinin yöneticileri “Çin’in Sincan eyaletindeki devrim karşıtı unsurlarla” işbirliği yapmakla suçlanmıştır.[14] 1948 yılında milliyetçi duyguları yok etmek amacıyla Oyrot Otonom Bölgesi’nın adı Dağlık Altay Otonom Bölgesi olarak değiştirilmiştir.[15]

Temizlik hareketi ayrıca Burhanizm’e karşı da yapılmıştır ve yönetim organlarında “kendi amaçlarını gizleyen” Burhanistler de mahkum edilmiştir. Bu arada halk arasında Burhanizm’in etkisi zayıflatmaya çalışılmıştır. Bunun için “yarlıkçıları” karalayan propaganda ve yayınlar yayınlanmış, dinsizlik propagandası yapılmıştır. Ancak bunlara rağmen, Rus araştırmacı Danilin’in de tespit ettiği gibi 1930’lu yıllarda Burhanizm’in etkisi zayıflamış olsa da, hala etkiliydi.[16]

1924 yılında başlayan kolektifleştirme ve göçebe Altayları yerleşik hayata geçirme çabaları halk arasında büyük tepkilere yol açmış, Rusya’nın diğer bölgelerinde de olduğu gibi halkı sefalete ve açlığa sürüklemiştir. 1930 yılında Altay’da açlık baş göstermeye başlamıştır.

Dağlık Altay’ın zengin mineral kaynakları, Sovyet döneminde bölgenin büyük ölçüde Ruslaşmasına yol açmıştır. Sovyetler Birliği’nin ilk zamanlarından beri Altay’ın zengin doğal kaynaklarını kullanıma açmak için bölgeye teşvik edilen Rus göçünün sonucunda, Birinci 5 yıllık plan süresi içerisinde bile, Altay Otonom Bölgesi’ndeki toplam nüfusu içindeki Altay Türklerinin nüfus oranı %41.8’den %36.4’e düşmüştür. 1939 yılı itibariyle Altay Türklerini sayısı 47.700 idi.[17] 1970 yılına gelindiğinde, Altay Türkleri cumhuriyet içerisinde toplam nüfusun %27,8’ine inmiştir. 1979 ve 1989 yıllarında yapılan sayımda Altay Türklerinin cumhuriyet içindeki oranı sırasıyla %29, 2 ve %31’dir.[18]

Altay Türklerinin Milli Uyanışı

Sovyetler Birliği’nin diğer bölgelerinde de olduğu gibi, 1980’li yılların sonu-1990’lı yılların başı, Altay halkının milli kimlik arama, öze dönüş yılları olmuştur.

Bu yıllardaki milli bilinçlenme, ana dil kullanımının yaygınlaşması ve eski geleneklere dönüş Altay toplumunu etkilemiştir. Halkın toplumsal hayatında kendisini gösteren bu gelişmelerin siyasileşmesi de uzun zaman almamıştır.

Güney Sibirya Türklerinin asır başındaki ortak milliyetçi arayışları ve birleşik Güney Sibirya Türklerinin devletini kurma çabaları, 1980’lerin sonundaki Güney Sibirya Türklerinin hareketlerine de yansımıştır. 1980’lerin sonunda Güney Sibirya Türklerinin ortak hareketi canlanmıştır. Sankt Petersburg’da Altaylar, Hakaslar ve Şorlar tarafından Sibirya Kültür Merkezi (SKM) kurulmuştur. SKM Güney Sibirya Türklerinin milli otonomilerinin genişletilmesi gerektiğini, sanayileşmenin sebep olduğu asimilasyonu engellemek gerektiğini ve yerli dillerin durumunu iyileştirmek gerektiğini savunuyordu. Merkezin amaçlarından birisi de, Altay, Hakas ve Şor Türklerinin tarihi birliğini canlandırmak olarak belirlenmişti.[19] Sibirya Kültür Merkezi’nin üyeleri çok çeşitli kesimleri temsil ediyordu. Hepsinin ortak amacı Sibirya Türklüğünü korumak ve birliğini sağlamak olmasına rağmen, kullanmak istedikleri araçları çok farklıydı. Ilımlılar sadece RF içindeki egemenlik talepleriyle ortaya çıkarken, radikaller Rusya’dan ayrılmayı talep ediyorlardı.[20]

Bu arada Altayların milli kültürlerine dönüşü başlamış ve Altay Türkleri milli kimliklerini aramaya girişmişlerdir. Milli kültüre artan ilginin etkisiyle 1988 yılında Altay’da daha sonra her iki yılda bir kutlanacak olan El-Oyun festivali, yani milli oyunlar festivali milli düzeyde tertip edilmiştir. Daha önce bu festival Altay’ın değişik bölgelerinde yerel düzeyde kutlanıyordu. Altay boyunca yapılan ilk El-Oyun festivalini tertip edenlerden olan Aleksandr Selbikov, ilk başta bir çok kişinin başarıya ulaşacaklarına inanmadıklarını ifade etmiştir. Söylediklerine göre, bir çok kişi milliyetçilikle suçlanmaktan korkuyordu. Bu çekincelere rağmen, ilk El-Oyun festivali milli uyanışın dönüm noktası olmuştur. Bir çok Altay Türkü, bu festivalle kimliğinin farkına varmış ve Altaylığını hissetmiştir. Bu festivalden sonra Altay’daki sosyal-siyasi hareketten söz etmek mümkün olmuştur.[21]

1990’ların başında Rusya’nın bölgelerini saran egemenlik tutkusu Altay’da da kendisini göstermiştir. 25 Ekim 1990’da Dağlık Altay Bölge Sovyeti’nin olağanüstü toplantısında Dağlık Altay Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin egemenliği ilan edilmiştir. Bu ilandan sonra Dağlık Altay Cumhuriyeti Altay eyaletinden ayrılmıştır. Eylül 1991 yılında Dağlık Altay Cumhuriyet’inde en yüksek yasama organı Yüksek Sovyet olmuştur. Ekim 1993’te Altay Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin kararıyla, cumhuriyetin en yüksek yasama organı olarak Devlet Konseyi-El Kurultay ilan edilmiştir.[22]

Ekim 1993’te Dağlık Altay Cumhuriyeti El Kurultayı Dağlık Altay Cumhuriyeti’nin Rusya Federasyonu’ndan ayrılma hakkını tespit eden bir kanun tasarısı hazırlamıştır. Fakat bu tasarı kağıtta kalmıştır ve hiçbir zaman hayata geçmemiştir.[23]

Halkın milli kimlik arama çabalarının siyasi arenaya taşınması üzerine, 1993 yılında Diller Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunda Altay ve Rus dilleri resmi dil olara ilan edilmiştir. Bu kanunla Altayca okullarda özel ders olarak okutulmaya başlamış, Altay halkının yoğun olarak yaşadığı yerlerde ise milli okullar açılmıştır.[24]

1992 yılında Altay Cumhuriyeti Milli Okullarının Programı geliştirilmiş ve Altay hükümetince kabul edilmiştir. Bu programda Altay, Rus ve Kazak okul modelleri belirlenmiştir. Altay okul modeline göre, Altayca eğitim ve terbiye okul öncesinde başlamalı ve sonra da orta okula kadar sürdürülmelidir.

Özellikle ana dilini bilmeyen veya az bilen çocuklara özel önem verilerek, programda onlar için özel sınıfların oluşturulması planlanmıştır. Ancak bugüne kadar diller kanunun ve bahsi geçen programın etkin işlemesi sağlanamamış ve Altayca okullarda okutulmasına rağmen, bu eğitimin kalitesi çok düşüktür, tecrübeli okutman kadroları mevcut değildir. Sonuç olarak, okullarda okutulan Altayca dersi, dil durumunu iyileştirememektedir. Şehirlerdeki Altay aileleri çocuklarını köylere yollayarak, dil asimilasyonuna karşı koymaya çabalamaktadır. Perestroykadan sonra canlanan milli bilinç ve milli kimlik arama çabaları, insanların bireysel bazda da ana dillerine olan merakını arttırmıştır. Çocuklarının Altayca bilip bilmemesi gurur meselesi haline dönüşünce, 1990’larda dil durumunun biraz düzeldiği söylenebilir.

Altaycanın geliştirilmesi ve kullanım alanlarının genişletilmesi büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Altay Cumhuriyeti’nin bütçesinin %75’inin merkezden gelen transferlerle karşılanması, yani merkezi bütçeye bağımlı olması da bu durumu etkileyen faktörlerden birisidir. Gerekli malzemenin hazırlanması, okul çağındaki çocuklara Altaycanın öğretilmesi mali sorunlarla karşılaşmaktadır.

Altay Halkı Kurultayı’nın El Başçısı Yuriy Antaradonov’a göre, Altay çocuklarının Rus çocuklara göre daha okul öncesi çağından eğitim alma hakkı kısıtlanmıştır. Bunun sebebi Altay halkının %70’inin kırsal kesimde yaşaması ve bundan dolayı da dar gelirli ailelerin çoğunlukta olmasıdır.

Sovyet zamanında başlayan ve 1990’larda devam eden ekonomik krizin neticesinde okul öncesi kurumların kapatılması özellikle kırsal kesimi etkilemiştir. Okul öncesi çağındaki Altay çocukları için gerekli eğitici materyaller halen de mevcut değildir. İlkokul çağındaki Altay çocuklarının eğitim imkanları çok daha iyi değildir: 1991 yılından beri Altayca temel dilbilgisi kitabı yayınlanmamıştır. Bu problem sadece bütçede bu amaç için ayrılan paranın tahsis edilmemesinden değil, uzmanların hazırlanmamasından da kaynaklanmaktadır. Altay ailelerinin büyük bir çoğunluğunun dar gelirli olması da çocukların eğitim alabilmelerini de son derece yakından etkilemektedir. Kimi zaman üniversitede okuyan bir çocuğun yol parasını bile karşılayamayacak durumda olan Altaylar arasında, fakirlikten dolayı bazı çocuklar orta öğretim okuluna bile gidememektedir. 1998-1999 yılları arasında 137 Altay çocuğu giyecek ve ayakkabı yokluğundan dolayı okula gidememiştir.24 Bunun dışında öğretmen eksikliğinden dolayı kırsal kesimde bir çok temel ders okutulmamaktadır, ki bu husus da maddi sıkıntıların yanı sıra, Altayların üniversiteye girmelerini de engellemektedir.[25]

1994 yılında yapılan örnekleme nüfus sayımından Altayca’nın kullanım alanları konusunda bir fikir edinilebilir. Bu sayımın sonuçlarına göre, 1994’te 1000 Altay Türkü içinde 743’ü, yani %74’ü evde Altayca kullanmakta, okuyan bin öğrencinin %50’si okulda Altayca kullanmakta, çalışan 1000 kişinin içinde %57’si işyerinde Altayca kullanmaktadır.[26]

1990’larda Altaycanın Kiril alfabesinden Latin alfabesine geçişi konusunda yoğun çalışmalar yapılmıştı. Ruslar bu uğraşların, Altayları Ruslardan ayırmak ve daha da farklılaştırmak amacıyla yapıldığının kanısındadırlar. Bu uğraşların Rusya için tehlikeli olabileceği konusu Dağlık Altay Cumhuriyeti FSB[27] başkanı Polejayev dolaylı olarak dile getirmiştir.[28]

Altay halkının milli uyanışı, eski inançlara dönüşünde de kendisini göstermiştir. 1980’li yıllardan başlayarak, Altay’da Şamanizm’in ve Burhanizm’in geri dönüşü yaşanmaktadır. Eski inançlara dönüş, Altay kültürüne dönüşle bütünleşmiş ve bir arada yürümüştür. Altay Cumhuriyeti ilan edildikten sonra yapılan milli bayramlarda Şamanist gelenekler, şaman ayinleri geniş olarak kullanılmıştır. Şamanların tedavi güçleri de olduğu için, Altaylar sık sık doktorlara değil, şamanlara baş vurmaktadır. Genel olarak ise şaman faaliyetleri yoğunlaşmış ve halkın ilgisini çekmektedir.

Altaylar arasında Hıristiyanlığın etkisini kırabilecek Burhanizmin canlanması Rusya’yı tedirgin etmektedir. Altay Cumhuriyeti’nin FSB başkanının ifadesiyle, Burhanizm Altayları ve Rusları ruhani olarak birbirinden ayıracaktır.[29]

Altay Cumhuriyeti’nde Etnikler Arası İlişkiler

1990’lı yıllarda Altayların ve Rusların ilişkilerini belirleyen bu halkların psikolojisi olmuştur. 300 yıldan fazla bir süre Altay’da yaşayan Ruslar kendilerini buranın yerli halkı olarak saymaktadır. Altay’da doğup büyüyen Rusların oranı büyüktür. Zaten Altay kanunlarına göre, Ruslar da Altay’ın yerli halkı olarak sayılmaktadır. Bu yaklaşım Altayların yaklaşımıyla aykırıya düşmektedir. Kendi topraklarında azınlığa düşürüldüklerini düşünen Altaylar, Rusları “sonradan gelenler” olarak algılamaktadır.

Altay’daki etnikler arası ilişkiler genellikle sakin olmasına rağmen, zaman zaman bazı sürtüşmeler yaşanmaktadır. Etnik temelli sürtüşmeler yönetimdeki temsille yakın ilişkilidir. Altay Türkleri yönetimde yeterince temsil edilmediklerini düşünürken, Ruslar, Altayların hak ettiklerinden daha fazla yönetimde temsil edildiklerini düşünüyorlar. Altay’ın yönetimi ise etnik problemleri kendi usullerince çözmeye çalışmaktadır.

Mesela, Ağustos 1997’de Altay Cumhuriyeti’ndeki bir yerel televizyon kanalı bir Altay Türküyle röportaj yapmıştır. Röportaj sırasında çiftçi olan Georgiy Kebekov, çoğunlukla Ruslardan oluşan yerel yönetimin kiralık otlağı nasıl onun elinden almak istediklerini anlatmıştır. Altayca konuşan Kebekov, Rusları suçlamış ve hatta çocukları olmasa Çeçenistan’a Çeçenlere yardım etmek için gitmek istediğini ifade etmiştir.

Röportaj yayınlandıktan birkaç gün sonra, röportajı yapan gazeteci hakkında etnik çatışmayı teşvik ettiği suçlamasıyla dava açılmıştır. Yerel FSB ise hemen harekete geçerek, Moskova ve Altay cumhuriyetinin yönetimine cumhuriyetteki zor etnikler arası ilişkilerden bahseden bir çok rapor yollamıştır. Röportajı yapan gazeteci Altayçi Sanaşkin aynı zamanda yerel Budist cemaatinin lideri olduğu için, FSB olayda Japonya ve Hindistan’ın parmağı olduğunu iddia etmiştir. Olaylı röportaj merkezi basına da yansımasına rağmen, 1997 yılında Altay Cumhuriyeti’nin başkanı olarak seçilen Rus kökenli Zubakin iş başına geldikten sonra, Sanaşkin aniden affedilmiştir.[30]

Rusya’nın diğer yerlerinde de olduğu gibi, etnik faktörler seçimlerde aktif olarak kullanılmıştır. Yerel ve genel seçimlerde adaylar, Altayların oylarını alabilmek için, Rusya’dan ve Kazakistan’dan Altay’a olan göçü sınırlandıracaklarına dair sözler vermişti.[31]

1997’deki seçimlerden sonra, cumhuriyetin %65’ini oluşturan Ruslar, Altay yönetim organları içindeki Altay Türklerinin etkisini kırmayı amaçlamışlardı. O yıldan itibaren Altay yönetim organlarından Altay kökenlilerin azaltılma politikası yürütülmektedir.[32]

Bu politikanın sonucunda bugün Altay Türkleri cumhuriyet yönetiminde etkili değildir. Yönetimin büyük bir kısmı Ruslardan oluşmuştur. Bugün Ruslar iktidarda, Altay halkı ise muhalefette sayılabilir. Bu durum toplumda rahatsızlık yaratmaktadır. Toplumdaki rahatsızlık Putin’in Rusya’nın başına geldiğinden beri sürdürülen merkezileşme çabalarından sonra daha da artmıştır. Putin milli cumhuriyetlere karşı “savaş” açarak, cumhuriyet mevzuatlarının federal mevzuata uydurulması için kararlı adımlar atmıştır. Bu durum büyük gazetelerde “çaldığınız egemenliği geri verin” benzeri başlıklarla yankı bulmuştur. Altay Cumhuriyeti örneğine dönülürse, muhalefet ve iktidar arasındaki çatışma federal merkeze taşınmıştır. 2000 yılında muhalefetle olan problemini federal organlar yardımıyla çözmeye çalışan Altay Devlet Başkanı Zubakin, RF Anayasa Mahkemesi’ne Altay Cumhuriyeti’nin Anayasa’sını federal anayasaya uymamaktan dolayı şikayet etmiştir. Bu durum Altay halkı arasında rahatsızlığa sebep olmuştur.[33]

RF Anayasa Mahkemesi’nin Altay Cumhuriyeti Anayasa’sı üzerinde yaptığı incelemesi sonucunda 7 Haziran 2000’de Altay Cumhuriyeti Anayasası’ndan bazı maddelerin çıkarılmasına karar verilmiştir. RF Anayasa Mahkemesi’nin kararına göre, Altay Cumhuriyeti’nin egemenliği ve cumhuriyetin yer altı ve yer üstü kaynakları üzerindeki mülkiyet hakkı federal anayasaya aykırı bulunmuştur. Buna ek olarak, değişik organ başkanlarının Altay parlamentosunun onayıyla atanmasını düzenleyen madde de federal mevzuata aykırı bulunmuştur. Ayrıca, Altay parlamentosunun, Altay başkanının “seçmenlerin güvenini kaybetmekten dolayı” görevine son verme hakkı da iptal edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı Rusya Federasyonu içinde bir örnek oluşturmuş ve merkezin bölgelere karşı yetki sınırlandırma girişimlerinin ciddi olduğunu göstermiştir. Altay Cumhuriyeti bu anlamda bir “günah keçisi” rolünü oynamıştır. Bu karardan sonra, bir çok bölge mevzuatlarını federal mevzuata uydurmak için “gönüllü” olarak harekete geçmiştir.

Zubakin Anayasa Mahkemesi’ne baş vurduktan sonra, bu konu yerel basında genişçe tartışılmıştır. Basın yayın organları ikiye bölünmüştür: Rusça yayınlar “Rus görüşünü”, yani iktidarın görüşünü desteklerken, muhalefetin görüşleri Altayca yayınlanan basın yayın organlarında temsil edilmiştir. Bunlar arasında Altay Türkçesinde yayınlanan “Altaydın Çolmonı” ve hem Rusça hem Altay Türkçesinde yayın yapan “Ulalu” gazetesidir.[34]

Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra, toplumsal teşkilatların temsilcileri bununla ilgili olarak bir bildiri hazırlamışlardır. Bildiride Zubakin, başkanı olduğu cumhuriyetini ispiyonlayan bir yemin bozan olarak nitelendirilmiştir. Çünkü Zubakin Altay’ın başkanı olarak bu Anayasa’ya göre seçilmiş ve bu Anayasa’ya uymaya yemin etmiştir. Bundan dolayı, 2000 yılında yapılacak Altay Türklerinin bayramı olan El-Oyun Festivali için Zubakin “istenmeyen misafir” olarak ilan edilmiştir. Ayrıca bildiride Altay devlet başkanı Zubakin istifaya davet edilmiştir. Bu bildiri Altay Cumhuriyeti televizyon kanalında iki dilde: Altay Türkçesi ve Rusça okunmuştur.[35]

Altay Türklerinin cumhuriyet yönetiminde etkili olmamaları yerel seçimlerde de kendisini hissettirmektedir. 2002 yılının Ocak ayında Dağlık Altay Cumhuriyeti başkanlık seçimleri sırasında iki temel aday da Rustu ve Altay Türklerinin seçimlerde herhangi bir varlık göstermemiştir. Benzer durum Rusya parlamentosu seçimlerinde de 10 yıldır yaşanmaktadır.

Rusya’nın Altay Türklerinin topraklarını zapt ettikten sonra yürütülmeye başlanan Hıristiyanlaştırma politikası bugün de hissedilmektedir. Çarlık zamanında yürütülen Hıristiyanlaştırma konusunda Altay Türklerinin tarihi hafızasında olumsuz hatıralar kalmıştır. Bugün de bu hatıralar Altay Türklerinin Ortodoksluğa karşı olan duygularını etkilemektedir. 2000 yılı için tasarlanan Haç Seferinin Altay Türklerini etkilememesi mümkün değildi, çünkü bu sefer Altay topraklarından geçiyordu ve Haçların dikilmesi gibi bir hazırlık da yapılmıştı. Hazreti İsa’nın 2000. doğum günü için tasarlanan bu sefer Rusya resmi makamları tarafından desteklenmiş bir faaliyetti. Bu faaliyet çerçevesinde seferin geçeceği topraklarda haçlar dikilmiştir. Fakat haçların dikilmesi sadece İsa’nın doğumuyla ilgili değildi. Daha önce de, çeşitli sebeplerle dikilmiştir. Mesela Dağlık Altay’ın Rusya’ya katılma yıl dönümüyle alakalı olarak 10 metrelik haçın dikilmesi gibi veya Rus sınır muhafızlarının papazın ziyareti öncesinde Altay-Moğol sınırında haçın dikilmesi gibi olaylar Altay Türklerini etkilememesi mümkün değildi. Altay Türklerini temsil eden teşkilatlar bu gibi olaylara karşı çıkmıştır. Haç seferi dolayısıyla dikilen haçlarla ilgili olarak “Ene Til” (Ana Dil) cemiyeti El Kurultay’a bir protesto yollamıştır. Aynı protesto cumhuriyet radyosunda da okunmuştur.[36]

Altay Türkleri hala asimilasyon tehlikesiyle karşı karşıyadır. Altay Türk halkının oluşmasında merkezi rol oynayan Altay Kişiler dışında kalan gruplar için bu özellikle geçerlidir. Bu küçük gruplar bir şekilde asimilasyona karşı koymaya çalışmaktadır. Mesela, 1998 yılında Altay Cumhuriyeti ve Kemerovo bölgesi arasında iki bölgeyi birbirine bağlayacak Taştagol-Turaçak kara yolunun yapımı konusunda bir anlaşma imzalanmıştır. Fakat buna karşı çıkan bir grup Altay Türkü, bu yolun Rus göçüne sebep olacağını ve zaten dillerini kaybeden Altay Türklerinin küçük gruplarının tamamen asimile edileceklerini ifade etmişlerdir.[37]

Ruslar tarafından asimilasyona maruz kalan Altay Türkleri, Çin’den Rusya’ya doğru yaşanan demografik değişikliklere karşı da çok duyarlıdırlar. Yoğun bir Çinli göçünden korkulmaktadır. Bu yüzden, Çin ve Altay Cumhuriyeti’ni bağlayacak kara yolu ve kara yoluna paralel olarak yapılması planlanan gaz boru hattı projesi, Altaylar arasında büyük tepkilere yol açmaktadır. Bu kara yolunun Çin’i Transsibir Demir yolu hattına bağlayacağı düşünülmektedir. Bu kara yolunun yapımına karşı çıkmalarının diğer bir sebebi ise, kara yolunun koruma altında olan el değmemiş tabiat alanlarından geçmesidir.[38]

Altay kökenli Duma eski milletvekilli Vladimir Kıdıyev, yolun yapılması halinde Altay’da Rus Uzak Doğusunda yaşananların yaşanacağını ve yoğun bir Çinli göçü ile karşı karşıya kalınacağını söylemiştir. Ona göre, bunun sonucunda Altaylar etnik grup olarak kaybolacak ve Altay’ın eşi bulunmaz tabiatı tahribata uğrayacaktır.[39]

Şu anda, diğer Sibirya bölgeleri gibi, Altay Cumhuriyeti de çok zor zamanları yaşamaktadır. Altay Cumhuriyeti Rusya’da ilk olarak Açık Ekonomik Bölge statüsünü almıştır. Fakat bu statü Altay’ın ekonomisini kurtaramamıştır. 2000 yılına gelindiğinde Altay Cumhuriyeti Rusya Federasyonu üyeleri arasında en düşük hayat standardına sahip olmuştur.

Altay Cumhuriyeti nüfusunun %85’i fakirlik çizgisinin altında yaşamaktadır. Cumhuriyet’teki ortalama hayat uzunluğu 44 yaşına kadar düşmüştür.[40] Özellikle kırsal kesim fakirlik çizgisi altında yaşamaktadır. Altay Türklerinin çoğunlukta kırsal kesimde yaşadığı hatırlanırsa, Altayların bugün karşı karşıya kaldıkları problemler daha iyi anlaşılacaktır. Kırsal kesimdeki Altayların çoğu sadece kendi ürettikleriyle yaşamakta, çok yakın zamana kadar yıllardır maaş ve sosyal yardımları almamıştır.

Altay Türklerinin Etnik Ayrışması

Son zamanların maddi sıkıntılarının da etkisiyle bugünlerde Altayların etnik ayrışması yaşanmaktadır. Güney Altaylıların dili Kıpçak lehçesine aitken, Kuzey Altaylıların dili ise Oğuz lehçesine aittir. Sovyetler Birliği zamanında değişik Altay kavimleri aynı idari birimin çatısı altında toplanmış ve Altay Kişilerin dili temel konuşma dili ve edebi dil haline getirilmiştir. Altaylar içinde en kalabalık grup olan Altay Kişilerin oynadıkları merkezi rol, bugün sorgulanmakta ve Altay Türklerini oluşturan çeşitli gruplar birbirinden farklı olmaya devam etmek ve hatta ayrılmak istiyorlar. Rusya’nın nesli tükenen halklar için yürüttüğü destekleme politikası buna vesile olmaktadır. Böylece bugün için zaten Ruslar ve Altay Türkleri olarak bölünmüş bugünkü Altay Cumhuriyeti’nin toplumu, bir de Altay Türkleri arasındaki sorunlarını yaşamaktadır.

Çarlık Rusya’sı zamanında Altay Ruhani Misyonu’nun yazı dili olarak Teleut ağzı, yani bir Güney Altay ağzı seçilmiştir. Sovyet zamanında da, yukarıda değinildiği gibi, Altay Kişilerin ağzı edebi dil olarak seçilmiştir. Altay Kişiler de Güney Altay Türklerindendir. Bugün Altay edebi dilinin okutulması Kumandı, Çelkan ve Tubalar ağızlarının kaybolmalarına yol açmaktadır. Altay Türklerinin bu grupları zaten çok az nüfusludur. Altay Türklerinin toplam nüfusu 1989 rakamlarına göre 69.000 ise, mesela Çelkan Türkleri sadece 2000 kişidir. Kumandı Türkleri en son 1926 nüfus sayımında ayrı bir etnik grup olarak sayılmıştır, o zamanki sayıları 6.3 bin kişiydi. Gerçi Altay Kişiler dışındaki Güney Altay grupları da az nüfusludur. Mesela Teleutlar sadece 3.000 kişidir.

1990’larda bütün Rusya’da ve özellikle Sibrya’da yaşanan ağır sosyo-ekonomik şartların etkisiyle Teleut, Kumandı ve Çelkan Türkleri kendilerini ayrı birer etnik grup olarak tanımlama yoluna gitmişlerdir. Rusya’nın oluşturduğu Az Nüfuslu Halklar Listesi’ne girmeye çalışan Altay Türklerinin bu grupları, nesli tükenen halklara verilen federal yardımdan faydalanmak istemiştir. Bugünkü şartlarda gıda malları, tıbbi malzeme ve paradan oluşan bu yardım hiç de azımsanacak bir yardım değildir. Teleut, Kumandı ve Çelkanların yanı sıra, Telengit ve Tubalar Türkleri de Altay Türklerinden soyutlanma planlarını yapmıştır.

Kuzey Altayların Birliği, cumhuriyet yönetimine başvurarak Kuzey Altayların sosyal-ekonomik gelişimini sağlayacak programın kabul edilmesini istemişlerdir.[41]

Son dönemde aktifleşen Kuzey Altaylar, Şubat 1999’da yapılan Altay Türklerinin genel Kurultayı’ndan ayrı olarak, 19 Haziran 1999’da I. Kuzey Altay Kurultayı’nı tertiplemişlerdir. Bu Kurultay’da kabul edilen sonuç bildirisi aşağıdaki kararları içermektedir:

  • Altay Cumhuriyeti’nin yürütme organının yanında Kuzey Altay etnik gruplarının haklarını savunmak amacıyla bunların temsilcilerinden oluşan bir konseyin oluşturulması;
  • Yerel yönetimin yasama, yürütme ve yargı organlarında Kuzey Altaylar için kotanın konulması;
  • Kuzey Altay ağızlarında eğitim yapan Altay okullarının açılmasına yardımın edilmesi;
  • Yüksek öğrenim okullarında Kuzey Altaylar için kotaların konulması;
  • 2000 yılını Tubalar kökenli aydın olan Ulagaşev’in yılı olarak ilan edilmesi.[42]

2000 yılının yazında Altay halkının parçalara bölünmesi resmen gerçekleşmiştir: Daha önce az nüfuslu halk olarak tanına Teleutlara ek olarak Kumandı, Çelkan, Tubalar ve Telengit grupları az nüfuslu yerli halk olarak ilan edilmiştir.[43]

Altayların etnik ayrışmasının Altay Cumhuriyeti’nin statüsü üzerinde olumsuz etki gösterip göstermemesi sorunu Altayları düşündürtmektedir. Özellikle Rusya Federasyonu bölgelerinin birleşmesini öngören kanunun çıkması cumhuriyetin lağvedilmesi için hukuki bir zemin hazırlamıştır. Altay Cumhuriyeti’ndeki Ruslar arasında zaman zaman dile getirilen “cumhuriyete ne gerek var” görüşü Altay aydınlarını tedirgin etmektedir.

Anar SOMUNCUOĞLU

Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM)Rusya-Ukrayna Araştırmaları Masası /Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 20 Sayfa: 141-148


Dipnotlar :
[1] Kazakistan Geliştirme Enstitüsü (KGE), “Respublika Altay”, Türkskiy Mir, Almatı, Kazakistan Geliştirme Enstitüsü, 1997, s. 68.
[2] L. P. Potapov, “The Altays”, M. G. Levin ve L. P. Potapov (Eds.), The Peoples of Siberia, Chicago, London, The University of Chicago Press, 1964, s. 305.
[3] Potapov, “The Altays”, s. 309.
[4] F. A. Satlayev, Gornıy Altay v Period Feodalizma v Rossii, Gorno-Altaysk, Yüç-Sümer, 1995, s. 11-44.
[5] Satlayev 1995: s. 78, 129-139; Tadina N. Ve S. Yabıştayev, “Altay: Etnokonfessionalnaya Situatsiya”, Etnolojik Monitoring ve Çatışmaların Erken Önleme Ağının Bülteni, No. 25, Mayıs-Haziran 1999: s. 19-20.
[6] Tadina ve Yabıştayev, “Altay: Etnokonfessionalnaya Situatsiya”, s. 20.
[7] Satlayev, Gornıy Altay., s. 79-81.
[8] Satlayev, Gornıy Altay, s. 100-101.
[9] Bkz. A. G. Danilin, Burhanizm: İz İstoriyi Natsionalno- Osvoıboditelnogo Dvijaeniya v Gornom Altaye, Gorno-Altaysk, Ak Çeçek, 1993.
[10] Abdülkadir İnan, “Sibirya Türkleri”, Türk Dünyası El Kitabı, İstanbul, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1976, s. 1275.
[11] Walter Kolarz, The Peoples of the Soviet Far East, ABD, Archon Books, 2. baskı, 1969, s. 173-174.
[12] Danilin, Burhanizm, s. 142; Kolarz, The Peoples of the Soviet Far East, s. 174.
[13] Kolarz, The Peoples of the Soviet Far East, s. 174-175.
[14] “Repubilc of Altai”, The Territories of The Russian Federation 2001, London, Europe Publication, 2001, s. 45.
[15] Danilin, Burhanizm, s. 138-152.
[16] Kolarz, The Peoples of the Soviet Far East, s. 171.
[17] Rusya Federasyonu Devlet İstatistik Komitesi (Goskomstat), Rossiyskiy Statistiçeskiy Ejegodnik: Statistiçeskiy Sbornik, Moskova, Goskomstat, 1999, s. 67, tablo 5. 12.
[18] Fondahl, Gail, “Siberia: Assimilation and its Discontents”, in Bremmer, İan and Ray Taras (Eds), New States, New Politics: Building the Post-Soviet Nations, New York, Melbourne, Cambridge University Press, 1997, s. 207.
[19] Fondahl, “Siberia: Assimilation and its Discontents”, s. 207.
[20] Lily Hyde, “Altaians Celebrate Cultural Freedom in Siberia”, Turkistan Newsletter-Türkistan Bülteni, 8 Ağustos 2000.
[21] KG E, “Respublika Altay”, s. 73.
[22] KG E, “Respublika Altay”, s. 75.
[23] KG E, “Respublika Altay”, s. 74.
[24] Yuriy Antaradonov, “Gornıy Altay: Sovremennaya Situatsiya”, Bülten, L’auravetl’an Indigenous Information Center, No. 33, 2000.
[25] Nadejda Surkaşeva, „Jizn Altaytsev na Rubeje XXI veka”, Bülten, L’auravetl’an Indigenous Information Center, No. 24, İlkbahar-Yaz, 1999.
[26] Goskomstat, s. 69, tablo 5. 13.
[27] Eski KGB’nin yurt içiyle ilgilenen kısmı, Federal Güvenlik Servisi.
[28] Boris Ustyugov, “A Report from Altai and the Greater Altai Region”, The Silent Regions, Moskova, Sashcko Publishing House, 1999.
[29] Ustyugov, “A Report from Altai. ”, 1999.
[30] Ustyugov, “A Report from Altai. ”, 1999.
[31] Ustyugov, “A Report from Altai. ”,  1999.
[32] Antaradonov, “Gornıy Altay: Sovremennaya Situatsiya”.
[33] N. Tadina ve S. Yabıştayev, “Altay: Respublika ili Avtonomnıy Okrug?”, Etnolojik Monitoring ve Çatışmaların Erken Önleme Ağının Bülteni, Sayı 32, Temmuz-Ağustos 2000, s. 12-14.
[34] Tadina ve Yabıştayev, “Altay: Respublika ili Avtonomnıy Okrug?”, s. 12.
[35] Tadina ve Yabıştayev, “Altay: Respublika ili Avtonomnıy Okrug?”, s. 13-14.
[36] Tadina ve Yabıştayev, “Altay: Etnokonfessionalnaya Situatsiya”, s. 19.
[37] N. Tadina ve S. Yabıştayev, “Altay: Nakanune Kurultaya Altaytsev”, Etnolojik Monitoring ve Çatışmaların Erken Önleme Ağının Bülteni, Sayı 22, Aralık 1998, s. 26.
[38] Sergey Golubçikov, “Gornıy Altay na Puti v XXI Vek”, Nezavisimaya Gazeta, Regionı eki, 22 Şubat 2000.
[39] Ustyugov, “A Report from Altai. ”, 1999.
[40] Golubçikov, “Gornıy Altay na Puti v XXI Vek”.
[41] N. Tadina ve S. Yabıştayev, “Altay: Gorodskoy Kurultay Altaytsev”, Etnolojik Monitoring ve Çatışmaların Erken Önleme Ağının Bülteni, Sayı 23, Ocak- Şubat 1999, s. 14.
[42] N. Tadina ve S. Yabıştayev, “Altay: Problemı Razvitiya Severnıh i Yujnıh Altaytsev”, Etnolojik Monitoring ve Çatışmaların Erken Önleme Ağının Bülteni, Sayı 26, Haziran-Ağustos 1999, s. 13-14.
[43] Tadina ve Yabıştayev, “Altay: Respublika ili Avtonomnıy Okrug?”.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.