Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Alplar Ve Elfler: Türk Ve İskandinav Dünyalarında Kahramanlık Olgusu

3 20.335

Doç. Dr. Osman KARATAY

Emre AYGÜN

Hayli cüsseli bir kitaplık oluşturan İskandinav sagaları Türkiye’de bir genel kültür konusu olmanın ötesine geçememiştir. Bilimsel çalışmalarda ele alın­masının örnekleri yok denecek kadar azdır. Bu yüzden, bilimsel olarak fazla bilinmeyen bu konuda ileri bir aşamayı içeren, karşılaştırmalı bir tarzda bildiri sunma cesaretini dinleyici kitlemizin çoğunluğunun halkbilimci ol­masından aldık. Bu yüzden biz saga tanımlamasına girmeyeceğiz. -/ünsü­zünü bulundurmayan Türkçenin alp kelimesi ile Kuzeylilerin el/ sözcüğü arasındaki dilbilimsel ilişkiyi kanaatlerinize havale ediyoruz. Belki başka bir çalışmada bu sözcükler etimolojik olarak tahlil edilmelidir. Aşina olunan usûl, karşılaştırmadan sonra tarihi zeminle ilgili bir sonuca varmaktır. Biz ise tersini yapacak ve önce tarihi zemini açıklayıp ardından bu zeminde karşılaştırma yapacağız.

Son yıllardaki araştırmalar Türk anayurdunun Altaylarda, hele de Si­birya’nın doğusunda olamayacağını açıklıkla göstermiştir. Muhtemel Türk yurdu İdil-Ural bölgesindedir. Eski Türkçenin söz varlığının bir ormancı- avcı-tarımcı topluma işaret etmesi bunun bir kanıtıdır. Ziraat yapan insan­ları ot bitmez bölgelere yerleştiremeyiz.[1] Bölgedeki yer adlarının Türkçe isimlerinin de olması buna işaret eder. Biz Anadolu’da bin yıldır ırmak isim­lerini Türkçeleştiremeyip, sadece bazılarına renk izafe ederken, Doğu Avru­pa’da ve Batı Sibirya’daki neredeyse tüm ırmak isimlerinin Türkçe adları vardır (Karatay 2010a: 17-26). Eski Türkleri betimleyen kaynaklar nere­deyse hep bir ağızdan sarışın bir kavimden bahsederler ve Kumanlar bu bahislerde sadece küçük bir yer tutar. Bu tip insanı herhalde en iyi bu böl­gede bulabiliriz.[2] Türk boy isimlerinin ezici çoğunluğu batı tarafa aittir ve doğuda geçmez. Şu an, dayatılmış kalıpları bırakarak eldeki veri ışığında düşünen bir dilbilimcinin rahatlıkla söyleyebileceği şey, Türkçenin en yakın akrabasının Macarca olduğu ve bu ikisinin muhtemelen aynı dilden indiği­dir (Marcantonio 2009: 68-94, Karatay 2010b: 27-46). Bu da aynı bölgeye işaret edecektir. Hatta başka ayrıntılar da tespit edilmiştir. Örneğin Osman Karatay’ın yenilerdeki bir tespitine göre, Göktürk devletini kuracak olan Türk budun, uğradığı felaketin ardından Ergenekon vadilerine sığınmadan önce Orta İdil civarında yaşıyordu (Karatay 2009).

Dolayısıyla İskandinavya ile İdil boylarını harita üzerinde düşündüğü­müzde, aralarında çok sıkı tarihi ve kültürel ilişkilerin bulunması değil, bu­lunmaması şaşırtıcı olacaktır. Hatta sıkı bir etnik ilişki düşünmek için de zemin bulunmaktadır. Yaklaşık aynı iklimi yaşayan iki kuzey bölgesinden bahsediyoruz. Şu an üzerinde bir proje olarak çalıştığımız saga metinlerinin incelenmesi bu konuda haklı olduğumuzu her geçen gün daha bir katiyetle göstermektedir.

En ünlü sagaların başında gelen Heimskringla, ilk sayfasında Kral Odin’in İskitya’nın, yani Ana Rusya’nın doğusundaki Turkland’dan göçünü anlatır. Feridun Ağasıoğlu bazı İskandinav yer isimlerinin Türkçe koktuğu­na işaret etmiştir (Ağasıoğlu 2000: 14). Biz bunun daha fazla olduğu düşün­cesindeyiz ve ilerde ayrıntılı çalışmaları bilim dünyasıyla paylaşacağız. Tür­kistan’dan İskandinavya’ya göçen Kral Odin, daha sonra tanrılaştırılmış ve Kuzeylilerin baştanrısı haline gelmiştir. Kavminin adı Az’dır, yani Göktürk yazıtlarında karşımıza Az Budun olarak çıkan, Abakan bozkırında Kırgız komşuluğundaki halk.

Eskiçağda Azları Aral boylarında görüyorduk. Timur bir sefere çıkma­dan önce bu bölgedeki Öden Ata’nın kabrini ziyaret etmiş, dua ve di-lekte bulunmuştur (Nizamüddin Şâmî 1987: 77). Şimdiki Daşoğuz yakınla-rında da Ütin Kala diye eski bir yıkıntıdan haber verilmektedir (Mantayev 2010: 105). Eğer bir Türk budununun önderi İskandinav kültüründe baştanrı haline geliyorsa, bizim Alpler ile Elfleri kıyaslamamızda hiçbir beis kalma­yacaktır.

Önce tarihi açıdan Türk ve İskandinav kahramanlarını, daha sonra da destanî anlamıyla alpları ve elfleri ana başlıklar halinde anlatacağız. Alp, Türkçenin çeşitli lehçelerinde kahraman, cesur, yiğit anlamlarına gelir. Tür­kiye, Azerbaycan, Türkmen, Kırgız, Karakalpak Türkçelerinde “alp”; Çuvaş­ça’da “ulıp”; Kazak, Tatar ve Hakas Türkçelerinde “alıp” şekillerinde kulla­nılmaktadırlar. (Bayram 2010: 83)

Destan çağlarından, İslamiyet’in kabul edilmesinden sonraki dönemle­re dek Alp unvanı, birçok boy tarafından ve hükümdarlardan küçük komu­tanlara kadar yayılan bir yelpazede kullanıldı (Köprülü 1997: 380). İslami­yet’ten sonraki devirlerdeki Alp-Gazi ve Alp-Eren kullanımları yaygınlaş­mıştır (Kaplan 1985: 112). Kişi ismi, sıfat, unvan olarak çeşitli kullanımları vardır (Köprülü 1997: 379).

Alplar, süreğen savaş şartlarında yaşayan göçebe boylarda önderlik ve savaşçılık yetenekleriyle sivrilen kimselerdir. İyi binicilerdir, savaş aletleri­ni çok iyi kullanırlar ve savaşlarda kişisel kahramanlıklarını sakınmadan sergilerler. Uzun boylu, bahadır ve güçlüdürler. Aralarında kan davaları sürer. Ozanlık yeteneklerini haiz olanları vardır. Kadınlar tüm bu özellikler açısından erkeklerden geri kalmaz. Konfederasyon şartlarında bir alpın çev­resinde daha alt düzeyde alplar toplanır. En üstteki alpla bağımlı alpları arasında gelişigüzel olmayan ve bir hukuka dayanan ilişkiler sistemi vardır. Büyük alp belli zamanlarda bağımlıları toplamak ve bu toplantılarda ziya- fetli şölen düzenlemek zorundadır (Köprülü 1997: 382).

Alp tipi olarak ilk ele alacağımız örnek Oğuz olmalıdır. Oğuz, dünyaya Tanrı tarafından düzeni sağlaması için gönderilmiştir. Doğumu, daha sonra evleneceği kadınlar, hatta silahları ve atları tanrısal bir doğaüstülük göste­rirler. Bünyesi çocukluğundan itibaren olağandışı gelişim seyri izlemiştir (Kaplan 1985: 14). Oğuz, kutun gereğini yerine getirir ve evrene, yani töre­ye dirlik düzenlik getirir (Kaplan 1985: 15).

Bütün bunları tek başına değil, yüksek önderlik yetenekleriyle çevresi­ne topladığı kitleyle gerçekleştirir. Göçebe federasyonları devri ideolojisinin temsilcisidir (Kaplan 1985: 27).

Batı Türk geleneğini temsil eden Oğuz’un düzen-devlet-töre kurucu alp özelliklerine nazaran Doğu Türklerinin alpları mazlum halkını zulümden kurtarmaya soyunan daha savunmada bir tiptir. Devlet kuruculuktan ziya­de, varlığını işgalciye karşı korumakla uğraşır. Güney ve Kuzey Sibirya des­tanları bu türden alpları barındırır. Manas destanı ise bu iki geleneğin ara­sındadır. Manas, hem halkının esaretini ortadan kaldırır hem de devlet ku­ruculuğu görevini üstlenir. Dolayısıyla kut, Manas’ta Sibirya destanlarının alplarına göre daha belirgindir (Aça 2000: 5-17 ).

Manas destanındaki alp tipinin ortak özellikleri şu şekildedir:

  1. Çeşitli hayvanların özelliklerini taşırlar ve diğer insanlara göre bu suretle farklılık gösterirler (Alman Bet, Acı Bay).
  2. Trajedinin ideal kahramanından ziyade daha insani, iyiliği, kötülüğü, çeşitli zaafları bünyesinde taşıyan karakter yapısına sahip kimselerdir (Acı Bay, Cakıp Han, Kan Çora, Kökçö Han).
  3. Kavrayışlı, bilge, öngörülüdürler. (Alman Bet, Kara Badişa, Kara Tölök)
  4. Güçlü ve iridirler (Çalbay, Coloy). Düşman saflarını tek başlarına darmadağın ederler (Semetey).
  5. Gece hızlı hareket etme ve karanlıkta iz sürme özellikleri vardır (Kaman, Dürsün, Caynur).
  6. Cömerttirler. Halkın koruyucusudurlar.
  7. Küçük yaşlarda beden hareketlerinin, silah kullanmanın ustası olur­lar, ülke yönetirler.
  8. Kullandıkları eşyayla (at, yay, ok) bütünleşirler ve bu eşyanın insan­lar gibisinden ismi vardır.
  9. Kahramanın tekliği ideolojisi vardır. Birden fazla kahramanın varlığı çatışmaya davetiye çıkarır (Yıldız 1985: 83-164).

Erkekler böyleyken kadınların da onlardan aşağı kalır meziyetleri yok­tur. Genel özellikleri şu şekildedir:

  1. Ne düşündüklerini çekinmeden söyleyebilirler.
  2. Öngörülüdürler (kehanet yeteneğini haiz) ve mantıklıdırlar. Falcılık yeteneği taşıyanları vardır (Ak Erkeç, Ak Saykal, Ay Çörök) (Yıldız 1985: 165-188).

Bu erkek ve kadın tiplerinin özelliklerin hemen hepsinin İskandinav kahramanlarında da olduğunu göreceğiz. Peki İskandinav kahramanı kim­dir? İskandinav metinleri malzeme olarak tarihçiler açısından hala tartış­malı kabul edilir, ancak İskandinav geleneklerinin ve tarihinin incelenmesi­ne girişen bir bilim adamı açısından paha biçilemez değerde oldukları şüp­he götürmez. Destanî-tarihi metinler olan sagalar, Hıristiyanlık öncesi çağın kozmolojisini yansıtan edda şiirleri ve saga özellikleri göstermekle birlikte onlar kadar uzun olmayan kısa anlatılar anılan kaynaklardandır.

Saga metinlerinde sahneye çıkan kahraman figürlerinin bazıları ger­çekten yaşamış olan tarihi şahsiyetler, bazıları ise hayalidir, hatta bazıları düpedüz masalsıdır (Kızıl Erik-14, “Tek Ayaklılar” gibi). Buna karşılık hiç şüphe yok ki merkezdeki krallarla merkezkaçtaki soylu beylerin mücadele­lerinin ve literatürde Viking Çağı olarak adlandırılan dış seferler çağının filizlenmeye başladığı bir kahramanlık çağının atmosferi yansıtılmaktadır.

Biz, İskandinav kahraman figürlerinin ortak özelliklerini dört kaynağa dayanarak belirledik. Bunlar; Yanık Njall, Heimskringla (ilk beş saga), Kızıl Erik, Egil sagalarıdır. Birincil kaynak olarak saga literatürü elbette çok daha geniştir ve incelemelerimizin derinleşmesiyle ilgi çekici sonuçlara ulaşaca­ğımız kesindir. Şimdilik vardığımız sonuçlar dahi heyecan vericidir. Önce İskandinav kahramanını tanımlayalım:

  1. Savaşçıdır. Muharebe esnasında komutan kral/bey dahi en önde çarpışır ve düşman saflarında ciddi bir bozgun yaratır. Silahtan olurlarsa birbirlerine -metinlerdeki ifadesiyle- tekme tokat girişirler. Savaşçılık öylesi bir meziyettir ki bir Viking yaşlandığı ve yatağında öleceğini anladığı için ilenmiş ve kralından ufukta görünen savaşta cephe görevi istemiştir. Metin­lerde sözü edilen birçok beyin ön saflarda çatışırken öldüğüne ilişkin çok sayıda değinme vardır. Bu yiğitlik paradigmasının içine, kendisinden haber­siz malını yağmaladığı adamın karşısında korkak durumuna düşmemek için geri dönüp mal sahibi adamı ve maiyetini yakmak gibi ilginç tutumlar da girer (Egil-46).
  2. Tüccardır. Yağmacılık ve haraççılıktan ayrılmayan melezlenmiş bir ticaret rutinleri vardır. Sadece kendi aralarında değil, ırmaklar yoluyla doğu ve güney ekseninde Doğu ve Batı Avrupa’nın içlerine kadar.
  3. Cömerttir. Bağlılarına karşı cimrilik yapanlardan iyi bir dille bahse­dilmez. Eli açıklık ise bir meziyet olarak daima yüceltilir.
  4. Hukukçudur. Düzen kurucu ve koruyucudurlar. Yapıca ve işlevce Türk dünyasının kurultayına benzerlik arz eden yıllık büyük althing toplan­tısı ve bunun yanında toyla eşleştirilebilecek küçük şölenler, düzenin sağ­lanmasında ve pekiştirilmesinde işlev taşırlar. Yağmacılık hukuksuzluk demek değildir. Yanık Njall’ın Sagası’nın başkahramanlarından Njall’ın şu sözü bir istisna değildir: “Ülkemiz yasalar üstüne kurulacaktır, yasasızlıksa yıkım getirecektir”. Saga kahramanlarında düzen kuruculuk ve kendi algıla­dıkları kozmosu dengeye kavuşturmak, sık rastlanan bir karakter özelliği­dir.
  5. Önsezilidir. Geleceği okumada olağandışı bir yetenekleri vardır. Bu, bilgelikten farklıdır. Kahraman özellikleriyle öne çıkmış bir kimse bilge olabilir, ama önsezili olmayabilir. Önsezili kişilerin en ünlü örneklerinden biri Njall’dır.
  6. Büyücüdür. Büyülü ruhları kullanırlar.
  7. Beden hareketlerinde, savaş aletlerinin kullanılmasın­da, binit kullanmada küçük yaşlardan itibaren ustalaşırlar.
  8. Eşyalarıyla bütünleşir. Kullandıkları savaş malzemeleri ile (kılıç, mızrak, at) bütünleşirler. Bu aletlerin ve binitlerin isimleri vardır.
  9. Önderdir. Küçük yaşlarından itibaren çevrelerine kitleleri toplayıp onları yönetme becerisini kazanırlar.
  10. Mütevekkildir. Kaderlerini sezdikleri durumda, sonunda ölüm dahi olsa ona boyun eğdikleri olur (Njall’ın öldürüleceğini sezmesi, buna karşın canını kurtaracak önlemleri almayı reddetmesi).
  11. Ozandır. Güzel Saçlı Harald’ın saray hiyerarşisinde ikinci sıradadır. Ozanlık yeteneği, idam suçunun bağışlanmasına bile vesile olabilir. Şiir ve şair büyü ile el ele ilerler. Şiir düzen şair, hasta başladığı boylamanın so­nunda tamamen iyileşebilir (Egil-81).
  12. Bazılarının masalsı yaratıklarla akrabalığı vardır. Egil-7’de Bjorgolf ile dağ devinin akrabalığı gibi.
  13. Endamlıdır. Çoğunlukla çok iri, uzun, görkemli bir figür olarak resmedilirler. “Hiç kimselere benzemeyen dev gibi” adamlardırlar (örn: Egil-25. bölümdeki Skallagrim ve yoldaşları). Egil-27’de Kveldulf bir güç patlaması yaşar ve hemen arkasından gücü normal insanların bile altına indiği için yataklara düşer. Egil-30’da Skallagrim, dört kişinin kaldıramadığı büyüklükte bir taşı denizin dibinden çıkarıp o taşla birlikte evine geri dö­ner. Egil’in kendisi üç yaşındayken altı yedi yaşında gösteren, her açıdan hızlı gelişme gösteren bir kimsedir. On iki yaşına geldiğinde o kadar güç­lenmiştir ki savaş oyunlarında rakibi yoktur. Nihayet yetişkin çağında dev kadar iri bir kimse olarak tarif edilmektedir. Sonradan açılan mezarında bulunan kemikleri normal insanlarınkinden çok daha iridir. Öyle ki, test etmek için baltayla kafatasına vurmuşlar, fakat birkaç çizik dışında hiçbir zarar verememişlerdir.
  14. İçki içmeyi sever. Çok içerler.
  15. Kadınlar da yiğitlikte, akılda ve kişilikli duruşta erkeklerden geri kalmaz. Savaşta kaçan erkekleri tekrar çatışmaya döndürmek için yalın kılıç düşman saflarına dalan, evlilikte son kararın kendisine bırakıldığı, kocasına rağmen Hıristiyanlığa geçen, devleti yöneten, büyü gücüne sahip kadınlar her yerde karşımıza çıkar (Sephton 1880, Green 1893, Morris vd. 1893, Thorsson 2000).

Görüleceği üzere İskandinav kahramanıyla Türk destanının kahramanı arasında büyük benzerlikler var. Hiç şüphesiz verilen bu özelliklerin hepsi bir kimsede toplanmıyor.

Alpların masalsı boyutlarını incelerken Dr. Bülent Bayram’ın “Çuvaş Türklerinin Kahramanlık Anlatmaları” isimli çalışmasından yararlandık. Bu çalışmadaki menkıbevi/masalsı alp tipi elflerle çarpıcı benzerlikler gösteri­yor. Bunun yanı sıra Ural-Altay, Orta Asya, Kafkasya, Tatar, Tuna Bulgarla­rının devler hakkındaki efsaneleriyle, Çuvaşların alplar hakkındaki anlat­maları benzer motifler taşır (Bayram 2010: 85-89) .

Alp, Çuvaş anlatımlarında onların her alanda yardımcısı olarak betim- lenmiştir. Normal hayatta Çuvaşların orman söküp tarla yapmalarına, tarla sürmelerine, ekin ekmelerine yardım eder. Düşman saldırdığında ise onlara karşı koyan ve Çuvaşları kollayan bir koruyucu kahraman konumundadır (Bayram 2010: 129-132).

Alplar uzun boylu ve insanüstü bir güce sahiptir. Doğduktan sonra çok hızlı büyümektedir. Bir anlatıya göre Alpın çocuğu, normal insanların ço­cukları ile oynamak ister. Çocukların onu oyuna almak için ondan olağandı­şı isteklerde bulunması üzerine alpın çocuğu, bunların hepsini yerine getirir (Bayram 2008: 126). Fiziksel özellikleri itibariyle popüler belleğin Asya- Türk tiplemesinden farklı olabilmektedirler. Sözgelimi Şan-Şakkay sapsarı sakallıymış. Bunun için ona Sarı Alp demişler (Bayram 2010: 242). Bir baş­ka anlatıma göre, eskiden panayıra giden bir grup, alpın sapsarı saçlı kızla­rını evlerinin bahçesinde dolaşırken görmüş (Bayram 2010: 185).

Bazen bir destan kahramanının yaptığı işleri yerine getiren ve halkı için savaşan bir kahraman konumundayken, bir başka zaman çok sıradan bir insan, basit bir kahraman şeklinde ortaya çıkabilmektedir (Bayram 2010: 129-132). Çobanlık ve tarım yaparak yaşayan alplardan bahsedilir (Bayram 2008: 196-197).

Alplar günümüz insanlarının olmadığı dönemlerde yaşamışlar ve çok iri yapılı olmuşlar. İnanışa göre bu alplar aynı zamanda Kafkas dağının ya­nında da bulunuyorlardı. Alpların Kafkasya’dan İdil boylarına göç edişlerin­den söz eden bir başka anlatım daha vardır (Bayram 2010: 191-2). Alp, bazen Tanrı tarafından çeşitli sebeplerle yeryüzüne gönderilmiştir ve O’nun adeta yeryüzündeki temsilcisi gibidir. Buna karşılık bazen de Tanrı tarafın­dan cezalandırılmakta ya da Tanrı alpın doğumunun kendisine kötülük getireceğinden korkmaktadır (Bayram 2010: 191).

Alpların yok oluş sebepleri; Tanrı’nın cezalandırması, su altında kal­ması, sır bir şekilde ortadan kalkma veya günümüzün normal insanlarına dönüşmedir. Alpların yok oluşları normal insanların hayatının başladığı dönemi açmıştır (Bayram 2010: 254-262).

Alp toprağı, alp tepesi, alp kurganı şeklinde adlandırılan tepelerin, bazı göllerin, çukurların oluşumlarını açıklayan efsanevi anlatımlar vardır (Bay­ram 2010: 262-302). Özellikle Alp tepeleri adı verilen tepelerin oluşumu konusunda çok sayıda anlatım vardır. Alp tepeleri geleneksel Türk inançla­rındaki kutsal ziyaret yerleri gibi görülmektedir. Bu tepeler kutsal kabul edilmiş ve onlar sürülmemiştir. Burada bulunan alpın savaş malzemeleri de kutsal kabul edilmiştir. Bu malzemelere Çuvaşlar büyük saygı göstermişler­dir. Bu tepeler aynı zamanda insanların başlarına gelen bir felaketten sıkın­tıdan kurtulmak için gelip yardım istedikleri dua ettikleri yerler haline dö­nüşmüştür. Buralara çeşitli zamanlarda çeşitli sebeplerle kanlı-kansız kur­banlar sunmuşlardır. Alplara ve onların günümüzdeki hatıraları olarak ka­bul edilen tepelere hala saygı gösterilir (Bayram 2010: 136-7).

Çuvaşlara göre kiremetler onlara birçok kötülüğü, hastalığı getirebil­mektedir: “Alpın ayakkabısını silkelemesiyle oluşan tepeler bir süre sonra bir kiremete dönüşür”. Bir anlatımda, kuraklığı ortadan kaldırmak için ki- remete kurban sunulmuşsa da yağmur yağmamıştır (Bayram 2010: 208). Olağanüstü özellikleri olmasına rağmen alplar ve çocukları, kendilerine kötü bir şey yapılmadığı müddetçe kimseye dokunmamıştır (Bayram 2010: 139-140). Böylece görülüyor ki alplar, kuralları belirlenmiş herhangi bir iyilik ya da kötülük çerçevesinin içine konulamıyor.

Elfler ise İskandinav, Anglo Sakson ve Germen kültür kollarına ayrılan kuzey kültürünün çok popüler bir halk inanışı figürüdür ve sadece coğrafi değil, zamansal olarak da geniş ilgi görmüş ve gerek kültürden kültüre, ge­rekse günümüze kadarki tarihsel süreçte hakkında çeşitlemeler yapılmıştır.

Otantik malzemeye girmeden önce kelimenin anlamı ve kökeniyle ilgili açıklamaları bir fikir verecek düzeyde serimlemek istiyoruz. İzlandaca- İngilizce sözlüğünde elfler şöyle açıklanmaktadır: “Âlfr: 1) Mitolojide elf, peri. Edda, Ljosalfar (Aydınlık Elfler) ve Dökkalfar (Karanlık Elfler) olarak ikiye ayırır. Karanlık Elfler gerek modern peri hikayelerinde, gerekse eski yazarlarca anılmaz. Elfler ve Ass’lar (ç: Aesir) dost tanrılardır. Alvismal’de elfler ve cüceler [: dwarfs) açık bir şekilde birbirinden ayrılır. Edda’da elfle- rin oturdukları bölge Âlfheimar’dır ve kralları da Frey’dir. Peri hikayelerin­de elfler tepelik yerleri uğrak yeri haline getirmiş olan Huldu [: gizli) tayfası olarak anılır. 2) Geçmişte Kuzey bölgesinin iki büyük nehir arasında yer aldığı düşünülüyordu; Gautelfr ve Raumelfr. Mitolojik zamanlarda bu ara bölge Âlfheimar olarak isimlendirilmişti ve sakinleri Âlfar [: elfler) idi.” (Cleasby vd. 1874: 42)

Ayto’ya göre; “Elfler, Germen efsanelerinde sahip oldukları olağandışı güçler sayesinde insanların yararına ya da zararına büyü yapabilen varlık­lardır. Zararlı küçük cinler haline dönüşmeleri 16. yy’dan itibarendir. Keli­me, P. Gmc: *albiz kökenlidir. Varyantları ON: ‘alfr’; G: ‘alp’tır [: kâbus).” (Ayto 2005: 189)

Walshe’in tartışmalı varsayımına göre ise kök, Sanskritçe “rbhus” (: kurnazlıkta usta bir çeşit peri) kelimesidir. Buna karşılık elf, alf ya da alfr kelimelerinin etimolojik olarak Sanskritçe ile bağlantılı olup olmadığı tartış­malıdır. OE’de“aelf” şeklinde geçer ve “ylf” türevidir. ON “aelfr, alfr”, MHG “alp” (: karabasan) benzer anlamlardadır. Batı dillerinde genel olarak “be­yaz” anlamına gelen “Alb” (<LL: “alba”) ile de karşılaştırılabilir (Partridge 1966: 931) .

Elf, Avrupa dillerindeki popüler bazı bileşik kişi isimlerinin de unsuru­dur; Alfred (Alfred), Alvin (Alfwine), Eldridge (Alfric) gibi.

Eddalardaki “Alfar” (tekil: “alfr”) bilinen en erken elflerdir (MacCulloch 1930: 219). Kuzeylilerin tapınımda bulunduğu alt sınıf tanrılardan biridir. Elfler atmosferin dünya yüzeyine yakın bölgede ve dünyanın iç bölgesinde yaşarlar. Birinciler Alfheim’de yaşayan Aydınlık Elfler (: Ljosalfar), ikinciler Karanlık Elfler (: Dökkalfar) olarak anılırlar. Snorri, Aydınlık Elfler’in güneş­ten daha sarı, Karanlık Elfler’in ise ziftten daha kara olduğunu yazar. Aydın­lık Elfler ile Karanlık Elfler erken dönem inanışlarında birbiriyle iç içe geç­miştir (MacCulloch 1930: 220-1).

Bazı elflerin davranışları ve görünüşleri insanlar gibidir ve yaşadıkları yerler tümseklerdir. Kendilerini insanlara zaman zaman gösterirler ve onla­ra yakınlık durumlarına göre iyilik ya da kötülük yaparlar. Sözgelimi savaş sırasında ordulara yardım ettiklerini biliyoruz (Kvideland vd. 1988: 10). Buna karşılık insanları ve hayvanları büyüleyip hastalandırabilirler. Buna İzlanda dilinde “alfabruni” (elf çarpması) denir (Kvideland vd. 1988: 212). Bu yüzden insanlar onların yakınlığını kazanmak için, yaşadıklarına inanı­lan tümseklerde ve tepeciklerde “alfablot” denilen sunu törenleri düzenle­yip kurban sunarak ibadet ederler (MacCulloch 1930: 226).

Elfler, tarla ve ormanlarla, suyla, yerin alt bölgeleriyle, evlerle olduğu gibi ışık ve havayla da bağlantılıdır. Tümseklerle birlikte tepelerde, taşlarda, kayalarda, mezarlıklarda ve hatta denizin içinde otururlar. Korular, ağaçlar, özellikle limon ağaçları onlardan sorulur. Bazıları dev gibidir. Bir hikayeye göre çok uzun bacaklı olan bir elf hep sobanın başında oturmak istiyor. Eğer bu olanak kendisine arkadaşça sağlanırsa herkesi mümkün olduğunca çev­resine oturtmaya çalışıyor ve ağaçları bütün olarak sürükleyip ateşe atmak istiyor (MacCulloch 1930: 226).

Huldu tayfası (<hylja: gizlenmek) olarak anılanları uzun boyludur. Ev­leri, davarları, kiliseleri vardır. Kendilerini ve mallarını insanlara görünmez kılabilirler. Beşiklerden vaftiz olmamış çocukları ve dışarıda yalnız dolaşan küçük çocukları kaçırırlar ve yerine kendilerininkini koyarlar. Kızları Hıris­tiyan erkeklere aşık olurlar ve kendilerine çekebilmek için kırlık alanday­ken onlara bira ya da süt sunarlar. Bu içiti yudumlayan adam büyünün etki­sine girer ve elf kızla birlikte elf mekânına gider. Bunlar, ruhlarını ölümsüz kılmak için ölümlüyle evlenmeye çalışırlar. Dişi olanları düşünülebilecek en güzel kadınlardır. Tanınmalarını sağlayacak tek şey büyük kısmını gizleme­yi başardıkları kuyruklarıdır. Görünmez varlıklarla insanlar arasında birçok başarılı evlilik vardır. Kısa süreli erotik karşılaşmalar da cabası (Kvideland vd. 1988: 174).

Ölüm kültünü kuzey inanışlarından ve elflerden ayrı düşünmemek ge­rekir (Ellis 1968: 111). Elfler ölümün ve doğanı ruhlarıdırlar, eski ırkların hatıralarıdırlar, rüyalar ya da hayaller onlardan sorulur. Alfar ya da bağlı kategorilerinin ölümle ilişkisi tümsek ya da tümülüslerde yaşıyor olmalarıy­la bağlantılıdır. Olaf Gudrusson ölümünden sonra ve henüz Geirstad-’daki defnedildiği tümsekte iken Geirstadar-alf (: Geirstaöaâlfr) olarak biliniyor­du (Ellis 1968: 112). Akrabaları ona bereketli bir yıl olması için kurban sundular. Yine de bu kanıt tüm ölülerin elf/alf olarak anıldığı konusundaki bir iddia için yeterli değildir. Olaf Geirstaöaâlfr’a gelince; o, dünyaya tekrar ve bu sefer Aziz Olaf olarak gelen bir varlıktır. Bu bağlamda elflerin “tepe­lerle” olan ilişkilerinin, tümülüslerin yeniden doğum olayıyla (Olaf va-kası) ilişkileri bağlamında değerlendirilmesi yerinde olabilir (Ellis 1968: 113).

Kökenlerine ilişkin olarak, eski geleneklerle Hıristiyanlığın karışması sonucu ortaya çıkmış çok ilginç tevatürler vardır. Bir tanesine göre bir gün Tanrı, Adem ve Havva’yı ziyaret eder. Havva çocuklarını gösterir. Tanrı, başka çocukları olup olmadığını sorduğunda Havva yok der, ama vardır. Çocuklar temiz olmadığı (yıkanmadığı) için göstermeye utanmıştır. Tanrı, “Benden gizlenenler insanoğlundan da gizlenecektir!” der ve o günden son­ra bu çocuklar ölümlülere görünmez olur. Koru, fundalık, tepecik ve taşlar­da yaşarlar. İşte elfler bunlardan türemiştir. İnsanlar ise Havva’nın göster­dikleri çocuklardan gelir. Ölümlüler elfleri, onlar kendilerini göstermedikçe göremezler. Fakat elfler insanları görebilir (Craigie 1896: 142).

Bir başka inanışa göre Tanrı, insanları cennetinden kovduğu zaman bunlar yeryüzüne indiler ve troll tayfası olarak bildiğimiz varlıklar oldular. Çatı tepesine düşenler nisse, suya düşenler su cini, tepelere düşenler tepelik tayfası, kırlara düşenler elf oldu (Kvideland vd. 1988: 206).

Elflerle destansı alpların ortak özelliklerini sıralamak gerekirse:

  1. Aynı elf, hem iyi hem kötü olabilir.
  2. İnsanlara, onların yaşamlarını kolaylaştıracak yardımlarda bulunur­lar (savaş, tarım, zanaat vs)
  3. Sıradan insanlar gibi yaşayanları vardır. Bunlar davarı, çifti çubuğu olan, çocuk ve aile sahibi elflerdir.
  4. Fiziki özellikleri itibarıyla normal insan gibi ya da tam tersi dev bo­yutlarında olabilirler.
  5. Tepelerde ve tümseklerde yaşarlar. Su, dağ, koru, ağaç gibi doğa un­surlarını kutsal kılarlar.
  6. Yaşadıkları tepeciklerde sunu törenleri (alfablot) yapılır.
  7. Unutulmuş zamanların atalarıyla, yani bir atalar kültüyle ilişkili ola­bilirler.
  8. İnsanların kaderlerine etki edebilecek güçleri olduğuna inanılır.
  9. Tanrı katından kovulma ya da Tanrı tarafından cezalandırılma teva­türüyle anılırlar.

Doç. Dr. Osman KARATAY

Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü. karatay.osman@gmail.com

Emre AYGÜN

Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Lisansüstü Öğrencisi. aygunemre@live.com

Not: Bu makale Ege Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri kapsamındaki 2009-TDAE-002 no’lu proje desteğiyle hazırlanmıştır. Çeşme’de düzenlenen II. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kongresi’nde (19-25 Nisan 2010) bildiri olarak sunulmuş olup, henüz yayınlanmamıştır.


KAYNAKÇA
♦ AÇA Mehmet (2000). “Türk Destancılık Geleneğine Bütüncül Yaklaşabilme ve Alp Kavramı Üzerine Bazı Yeni Yaklaşım Denemeleri”, Millî Folklor, VI/48: 5-17.
♦ AĞASIOĞLU Firidun (2000). Azer Xalqı, Bakı.
♦ AYTO, J. (2005). Dictionary of English Etymology, London: A & C Black Publ.
♦ BAYRAM Bülent (2010). Çuvaş Türklerinin Kahramanlık Anlatmaları (Alp­lar), Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay.
♦ CLEASBY R.-G. VIGFUSSON (1874). Icelandic English Dictionary, London: MacMillan and Co.
♦ CRAIGIE W. A. (1896). Scandinavian Foklore: Illustrations of the Traditional Beliefs of the Northern People, London.
♦ GREEN W. C. (trans.) (1893). The Story of Egil Skallagrimsson, London 1893.
♦ KÖPRÜLÜ Fuat (1997). “Alp”, Islam Ansiklopedisi, C. 1, Eskişehir: MEB Dev­let Kitapları.
♦ KAPLAN Mehmet (1985). Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar 3 (Tip Tahlil­leri), C. III., İstanbul: Dergâh Yay.
♦ KARATAY Osman (2009). “Ergenekon Öncesindeki Felaket Hakkında Bir Tarihleme Denemesi”, 1. Uluslararası Uzak Asya’dan Ön Asya’ya Eski Türkçe Bilgi Şöleni, Afyon Kocatepe Üniversitesi, 18-20 Kasım 2009 (bas­kıda).
♦ KARATAY Osman (2010a). “Dnyeper Nehrinin Türkçe Adı ve İzahı Gereken 2500 Yıl”, Karadeniz Araştırmaları, 26:17-26.
♦ KARATAY Osman (2010b). “Türklerin ve Macarların Ortadoğu Kökenleri Üzerine”, Turan, 9: 27-46.
♦ KVIDELAND R.-H. K. SEHMSDORF (ed.) (1988). Scandinavian Folk Belief and Legend, Minneapolis: University of Minnesota Press.
♦ MacCULLOCH J. A. (1930). Eddic Mythology, Vol. II, Boston.
♦ MANTAYEV T. (2010). Bir Tarih Kaynağı Olarak Muravyev ve Velihanov’un Eserleri, İzmir: Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
♦ MARCANTONIO Angela (2009). “Belso-âzsiai nyelv-e a magyar?”, Journal of Eurasian Studies, I/2: 68-94
♦ MORRIS W.-E. MAGNÛSSON (1893). The Saga Library (Heimskringla, Vol. I), Vol. III, London.
♦ NİZAMÜDDİN ŞÂMÎ (1987). Zafernâme, (çev. N. Lügal), 2. Baskı, Ankara.
♦ PARTRIDGE E. (1966). Origins: A Short Etymological Dictionary of Modern English, London: Routledge.
♦ SEPHTON J. (1880). Eirik The Red’s Saga, Liverpool: D. Marples & Co. Limi­ted.
♦ THORSSON Ö. (ed.) (2000). The Sagas of Icelanders: A Selection, London: Penguin Books.
♦ YILDIZ Naciye (1985). Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü İle İlgili Tespit ve Tahliller, Ankara: AKDTYK Türk Dil Kurumu Yay.

[1] Dilbilim camiası bu konuda beklenen çalışmayı henüz üretmemiştir. Türkçenin zengin tarım ıstılahı bilinir ve söylenir ama konu tarihi zeminde bunu değerlendirmeye gelince sükût edilir.
[2] Bu konuyu bir makale olarak hazırlama çalışmamız sürmektedir. Birinci el kaynakça yakla­şık tamamen toplanmış olup, yazım için uygun bir vakit gözlenmektedir.
3 Yorumlar
  1. Nusret diyor

    Teşekkür Ederiz…

  2. Zeynep Yaman Tokatlıoglu diyor

    Teşekkür ederiz.Bilgilendik.

  3. Fatih Tepe diyor

    Çok güzel bir çalışma. Maniple edilmiş değil gerçek tarihi yansıtıyor. Herşey ortada ve kendi tarihçileri dahi bunları kabul etmişken bir de batı medeniyetleri bize biraz saygı gösterip hakettiğimiz kefeye koysa bizi ne güzel olacak. Tebrikler.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.