Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Akkoyunlular – Akkoyunluların Tarihi Sahnesine Çıkışı

0 14.383

Doç. Dr. İlhan ERDEM – Mustafa UYAR

Akkoyunluların Kökeni ve Beyliğin Kurulması

Oğuzların Üçok kolundan Bayındır boyuna mensup olan Akkoyunlular, kaynaklarda ilk olarak 1340 yılında, Trabzon-Rum İmparatorluğu’na yapmış oldukları akınlar dolayısıyla geçmektedirler.[1] Onların bilinen ilk tarihi şahsiyetleri Tur Ali ve Kutlu Beylerdir. Hangi tarihlerde öldüğü tam olarak bilinmeyen, fakat 1360’lı yıllar olarak tahmin edilen Tur Ali Bey’in ardından Akkoyunluların başına Kutlu Bey geçmiştir. Onun döneminde Akkoyunlular, Erzincan ve yörelerinde yaşamışlar; Bayburt ve çevresini yurt tutmuşlardır.[2] Kutlu Bey’den sonra Ahmed’in beylik makamına geçtiğini görmekteyiz.[3] Ahmed Bey zamanında Akkoyunluların Mutahharten ile arasının açıldığını ve bunun, Karakoyunlularla ittifak yaparak Akkoyunlular üzerine saldırdığını biliyoruz. Alınan yenilgi sonucu Akkoyunlular Kadı Burhâneddin’e sığınmak zorunda kaldılar.[4]

Ahmed Bey’in ardından Akkoyunluların başına geçen kişi olarak Kara Yülük Osman Bey’i görmekteyiz. O, Sivas, Kayseri Hükümdarı Kadı Burhâneddin’in yanında bulunmuş, onunla birlikte bazı seferlere katılmıştır. Fakat, Kadı Burhâneddin’in, Kara Yülük Osman Bey’in halazadesi olan Şeyh Müeyyed’i öldürtmesi, aralarının açılmasına sebep olmuş; Sivas dolaylarında, Karabel’de yapılan çatışma da ise Burhâneddin hayatını kaybetmişti (1398).[5] Bu olay Akkoyunlu tarihi açısından dönüm noktası olmuş, Osman Bey Sivas’a yönelerek burayı kuşatmıştır. Fakat Osmanlı Şehzadesi Süleyman’ın Sivas’a yardıma gelmesi üzerine kuşatmadan vazgeçerek Emir Mutahharten’in yanına geldi ve oldukça iyi karşılandı. Bu tarihlerde Emir Timur, Horasan, Mâzenderân ve İran’ı hakimiyeti altına almış ve Anadolu’ya ulaşmıştı. Kara Yülük Osman Bey de Mutahharten’le birlikte, Avnik’te bulunan Timur’a bağlılıklarını bildirdiler.[6] Bu olayın ardından Timur’un, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezıd’a karşı girişmiş olduğu savaşlarda (1400-1402) Osman Bey’in de yer aldığını görmekteyiz. Bundan dolayı Timur ona Diyarbekir’i vermiştir (1403).[7]

Kara Yülük Osman Bey Dönemi

Akkoyunlu tarihi içerisinde Kara Yülük Osman Bey, Akkoyunlu Beyliği’nin kurucusu olmak yanında, aşiretten beyliğe, beylikten konfederasyon ve imparatorluğa geçiş sürecini başlatan kişi oldu. Onun Diyarbekir merkezli beyliği, bir taraftan Erzincan’a diğer taraftan da Mardin’e uzanmaktaydı. Ayrıca ona Çağataylı Hükümdar Timur tarafından 1403 yılında verilen beylik menşûru da Akkoyunlu Beyliği’nin resmen kurulduğunu kanıtlayan önemli bir veridir.[8]

Diyarbekir’i emaretine alan Osman Bey, hakimiyet sınırlarını genişletmekle meşgul oldu. Karakoyunlular, Memlük Devleti ve Türk oymaklarından Döğerler, Avşarlar ve İnallılar ile bazı Arap veKürt kabileleriyle komşu olan Osman Bey’in hakimiyet alanının Kemah, Amîd ve Ergani’yi kapsadığını görmekteyiz.[9]

Bu komşulardan Döğerlerin bazı mütecaviz hareketleri meydana gelmiş ve Osman Bey tarafından yapılan baskınla yenilgiye uğratılmışlardır. Ardından Mardin’i kuşatmış ve çevresini tahrip etmiştir. Mardin’e beş fersah uzaklıkta olan Saûr Kalesi’ni ele geçirmiş ve civardaki Kürt kabilelerini itaate alarak vergiye bağlamıştır (1404-1405).[10]

Kara Yülük Osman Bey’in bu faaliyetleri yürüttüğü sırada, Timur’un önünden kaçarak Memlüklere sığınmış olan Karakoyunlu Reisi Kara Yusuf, 1407 yılında geri dönmüş ve bu yılın baharında Amîd’e girmiştir. İki taraf arasında çıkan çatışmada ağır kayıplar verilmişse de sonuç alınamamıştır. Kaynağın bildirdiğine göre, bu savaşın ardından Karakoyunlu Kara Yusuf elçi göndererek “Her ikimiz de Türkmeniz, bundan sonra birbirimizin yerini işgal etmeyelim; sen Rumlarla meşgul ol, ben de Çağataylılar tarafına gideyim” diyerek barışı sağladı (1408).[11]

Barışı sağlayan Osman Bey, Mardin’i kuşatmak üzere bu şehre yönelmiş, civardaki Kürt emirlerine baskınlar düzenlemiştir. Mardin hakimi ve Kürt reislerinin bu saldırılara karşı koyacak güçleri olmadığından Memlük-Suriye Valisi Emir Çekem’den yardım istemişlerdi. Talebi kabul eden ve çevrede kendisinden oldukça korkulan Çekem, Dımaşk, Haleb ve Hama askerlerini toplayarak Mardin hakiminin yardımına koştu. Yaklaşık on bin askeri bulunan Çekem, Osman Bey’i yenilgiye uğratmış ve Amîd’e sığınmasına sebep olmuştu. Fakat Çekem, şehrin müdafaası için oluşturulan bataklığa saplanıp ardından öldürülünce, başsız kalan Memlük askerleri bozgun halinde dağıldılar. Kaleden çıkan ve kaçan askerleri takip eden Kara Yülük Osman Bey, bunların çoğunu öldürdü. Ölenlerin arasında Mardin Hükümdarı İsa Bey de vardı. Yapılan bu kritik savaşta oğlu İbrahim’i kaybeden Osman Bey’in[12] Akkoyunlu tarihi açısından önemli bir başarı kazandığı görülmektedir. Zaferin ardından Osman Bey, kendisine katılmış olan bir kısım Döğerli ile birlikte Urfa’yı zapt etmiş (1408), bu şehir bir daha da Akkoyunluların elinden çıkmamıştır.[13]

Urfa’yı ele geçiren Osman Bey, buradan Mardin’e yönelerek şehri kuşattı. Bu sırada çok zayıf durumda bulunan Mardin Artukluları, çareyi Karakoyunlulardan yardım istemekte buldular. Bu sırada Muş’ta bulunan Kara Yusuf Bey, verdiği sözü unutarak Mardin’e yardıma geldi. Kuşatmayı kaldırarak Amîd hududunda Yusuf’u karşılayan Osman Bey’in burada yapılan savaşta yenilgiye uğradığını görüyoruz.[14] Kazandığı zaferden sonra Mardin’e gelen Kara Yusuf, burayı ülkesine kattı ve Artuklu hükümdarına da Musul’u ikta olarak vererek oraya gönderdi. Böylece, Mardin ve yöresinde yaklaşık üç asır hüküm süren Artuklular da tarih sahnesinden kalkmış oluyordu. Buradan hareket eden Kara Yusuf, Bayburt, Tercan ve İspir’i ele geçirmiş; buraları Erzincan Hakimi Pîr Ömer’e vermiştir. Bu dönemde Karakoyunlular çok güçlenmiş, Çağataylıları Azerbaycan’dan çıkarmayı başarmışlardır. Karakoyunlular karşısında etkisiz kalan Osman Bey’in elinde ise sadece Amîd, Urfa ve Ergani gibi şehirler kalmıştı.[15] Kara Yusuf, 1412 yılında Akkoyunlu topraklarına girmiş, Amîd ve Çermük’teki ekinleri tahrip ettikten sonra Osman Bey’in bulunduğu Ergani’ye yürümüştür. Kendisini Ergani önlerinde savunan Osman Bey, yine başarısızlığa uğramış ve şehrin kalesine kapanmıştır. Kuşatmaya girişmeyen Kara Yusuf şehri yağmaladıktan sonra Tebriz’e dönmüştür.[16]

Bu tehlikeyi atlatan Osman Bey’in 1416 yılında Erzincan’ı kuşattığını, buranın hakimi Pîr Ömer’in de Kara Yusuf’tan yardım istediğini görüyoruz. İstenilen yardım üzerine Yusuf Bey oğlu İskender ile Erzincan’a bir ordu göndermiş, bunu haber alan Osman Bey de kuşatmayı kaldırarak geri çekilmiştir. Ertesi yıl (1417) Osman Bey, Kara Yusuf’la tekrar karşılaşmış, Kâhta yakınlarında yapılan savaşta yenilgiye uğrayan Osman Bey, bir miktar para, at ve deve karşılığında Sâvûr Kalesi’ni Kara Yusuf’a teslim etmek zorunda kalmıştır.[17] Fakat, bu alışverişten doğan sükunet uzun sürmemişti: Osman Bey bir sonraki yıl (1418) tekrar Mardin’i kuşattı ve çevresini tahrip etti.

Çevredeki birçok küçük kaleyi ele geçirerek yaklaşık yirmi köy halkını, istihdam etmek üzere kendi bölgesine nakletti. Bu durumu haber alan Kara Yusuf, hemen harekete geçerek Amîd önlerine çekilmiş bulunan Osman Bey’e yetişti. Burada yapılan çatışmada tutunamayan Kara Yülük Osman Bey, Memlük topraklarına kaçmak zorunda kaldı. Fakat, onun peşini bırakmayan Yusuf Bey, 20 Eylül 1418 tarihinde Mercidabık’ta bir yenilgiye daha uğrattı. Çareyi Haleb’e kaçmakta bulan Osman Bey, Memlük Sultanı Şeyh’in, Kara Yusuf’u Memlük sultanlığı topraklarını terk etmesi için uyarması ve Yusuf’un da bu ikaza uyarak Osman Bey’in peşini bırakması üzerine kurtulmuştur. Bu kovalamacanın ardından Kara Yülük Osman Bey’in Amîd’e geldiğini görmekteyiz.[18] Kara Yusuf’un bu son darbesi Akkoyunlularda bazı karışıklıkları yol açmış, daha Osman Bey’in emrinde olan İnallu, Bayat ve Avşarlar ondan ayrılarak Trablus tarafına gitmişlerdir.[19]

1420 yılına kadar sakin geçen devrenin ardından Kara Yusuf’un Erzincan Valisi olan Pîr Ömer’in, Osman Bey’in oğlu Yakub’un elinde bulunan Kemah’a yürüdüğünü görüyoruz. Kemah önlerinde yapılan savaşta Yakub yenilerek esir düştü. Kaleyi ele geçiremeyen Pîr Ömer, Erzincan’a döndü, yanında bulunan Yakub’u Tebriz’e gönderdi ve Osman Bey’den gelecek muhtemel bir saldırı karşısında da Kara Yusuf’tan yardım istedi.[20] O da Bayram Bey komutasında yirmi bin kişilik bir orduyu Pîr Ömer’e yardım için gönderdi. Ordu Van Gölü’nün kuzeyinde bulunan Aladağ civarına geldiğinde durum Kara Yülük’e bildirildi. Bu orduyla karşılaşmamak isteyen Osman Bey, amacına ulaşarak Erzincan’a geldi Pîr Ömer’den şehri teslim etmesini istedi. Bu teklifi kabul etmeyen Pîr Ömer, ele geçirilerek öldürüldü ve başı Mısır sultanına gönderildi (Temmuz 1420). Durumu haber alan ve değerli emirinin öldürülmesine çok üzülen Kara Yusuf, intikam almak amacıyla harekete geçmek istediyse de, bu sırada üzerine doğru sefere çıkmış bulunan Timurlu Şahruh tehlikesi buna engel oldu. Bunun üzerine Yusuf Bey, küçük oğlu Ebû Sa’id’i Erzincan’a vali olarak göndermekle yetindi.[21]

Kara Yusuf, 1420 tarihinde, üzerine yönelmiş bulunan Şahruh’u karşılamak üzere Tebriz’den çıktığı sırada hastalanarak öldü. Bu yüzden, başsız kalan Karakoyunlular dağılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlar; Kara Yülük Osman Bey de bu sayede rahat bir nefes almıştır. Bu karmaşadan yararlanmak isteyen Kara Yülük Mardin’i kuşatma teşebbüsünde bulunmuşsa da buranın hakimi Karakoyunlu Tanrıvermiş’in erken önlem alması onu bu düşünceden vazgeçirmiştir.

Kara Yusuf’un ölümü üzerine saltanat mücadelesine girişmiş bulunan oğullarından İskender Mirzâ, Osman Bey’le Nusaybin ve Hâtuniye arasında savaşa tutuştular. Çok şiddetli geçen savaşta, İskender Mirzâ’ya takviye kuvvetlerinin gelmesi ve Döğerlerin saf değiştirerek onun tarafına geçmesi savaşın sonucunu belirlemiştir. Birçok yerinden yara alan Osman Bey, Amîd’e döndü.[22]

Şahruh Mirzâ Doğu Anadolu’ya girmiş, Aladağ’a geldiğinde Muş sahrasında bulunan Kara Yusuf’un oğullarından İspend Bey’in üzerine emirlerinden İbrahim Caku’yu göndermişti. Bu durumda İspend Bey kaçarak Cizre taraflarındaki ağabeyi İskender Mirzâ’nın yanına geldi. Fırsattan yararlanan Osman Bey, oğlu Ali’yle birlikte 600 kadar askerini Şahruh’un hizmetine vermişti. Ali, İspend ile kardeşi İskender’in birleşerek Şahruh üzerine geldiklerini ona bildirdi. Derhal savaş düzeni alan Şahruh’a Osman Bey de gelerek bizzat katıldı. Eleşkird’e iki fersah uzaklıkta, Ağa Deve mevkiinde yapılan savaşta Karakoyunlular mağlubiyete uğratıldılar (1 Ağustos 1421). Bu zaferin ardından Osman Bey memleketine dönmüş, oğlu Ali Bey ise Şahruh tarafından Azerbaycan valiliğine atanmıştır.[23]

Şahruh’un Horasan’a dönmesinden sonra Tebriz’de bir süre daha kalan Ali Bey, Karakoyunlu Şehzadesi İsfehan Bey’in Tebriz üzerine yürümesi sonucu Diyarbekir’e döndü. Bir süre sonra da Arap kabileleri üzerine bir sefer yaparak birçok ganimet ele geçirdi.[24]

Aldıkları yenilgiler sonucunda Karakoyunluların düştükleri güçsüz durumu değerlendiren Osman Bey, Erzincan ve Mardin üzerine akınlar gerçekleştirdi. Çemişkezek, Bayburd, Tercan ve Erzincan’ı alarak kendi topraklarına kattı. Ardından baharı bekleyen Osman Bey, bu mevsimde Mardin’e yöneldi. Amacı, hakim olduğu toprakları genişletmekle birlikte Karakoyunluları Doğu Anadolu’dan çıkarmaktı. Fakat Karakoyunlular bu sırada tekrar güçlenmişler, İskender Mirzâ önderliğinde Azerbaycan’ı tekrar ele geçirmişlerdi. Osman Bey’in onlar hakkındaki düşüncelerine sessiz kalmayacakları da açıktır. Buna uygun olarak İskender Mirzâ, 1422 yılında Tebriz’den hareketle Bingöl yaylağına geldi ve burada büyük bir sürek avı düzenledi. Bu sırada huzuruna gelmiş olan Kürt reislerini ihanetlerinden dolayı yakalattı ve birçoğunu öldürttü.

İskender Mirzâ’nın Kürt beylerini cezalandırması, onların Osman Bey taraftarı olduğunu göstermektedir. Bu hadiselerden sonra Osman Bey, Harput üzerine yürüdü ve burayı fethederek oğlu Ali’ye verdi. Diğer oğlu Habil Bey ise Urfa yörelerinde, Memlüklere ait topraklara akınlar yapmakla meşguldü. Memlükler buna karşılık Emir Tanrıvermiş kumandasında bir orduyu Urfa’ya gönderdiler ve şehri ele geçirdiler. Habil Bey de esir düşerek Mısır’a gönderildi (1429).[25] Bir yıl sonra, 1430 yılında Kara Yülük Osman Bey Mardin’i ele geçirdi. Bu tarihte Nasır adında bir Vali Mardin’de, Karakoyunlular adına bulunmakta idi. Osman Bey buranın yönetimini oğlu Hamza Bey’e verdi. Hamza Bey, aynı tarihlerde Hısn-ı Keyfa’ya bağlı olan Haytam’ı (Heysem) ele geçirdi ve bura ahalisini Mardin’e nakletti.[26]

Akkoyunlu Devleti’nin kurucusu olan Kara Yülük Osman Bey’in ölümü, yine baş düşmanları Karakoyunluların elinden olacaktı. 1434 yılında, Karakoyunlu reisi İskender Mirzâ, Timurlulara tabi olan Şirvânşâhlara saldırmış, ülkelerini harabeye çevirmişti. Bunun üzerine Şirvânşâh Halil, Timurlu Hükümdarı Şahruh ve Osman Bey’den yardım istemiştir. Şahruh’un da emriyle Diyarbekir’den hareket eden Osman Bey, İskender Mirzâ’nın üzerine yürüdü. Kısa bir yürüyüşten sonra Erzurum önlerine geldi ve şehri Karakoyunlu Valisi Pîr Ahmed Duharlu’nun elinden aldı. Şehri ele geçiren Osman Bey, buraya oğlu Şeyh Hasan’ı vali olarak tayin etti.[27]

Şahruh da bu sırada Tebriz’den çıkmış, bunu haber alan İskender Mirzâ da Erzurum yönüne kaçmaya başlamıştı. Karakoyunlu beyinin arkasından Emir İbrahim Cuki’yi gönderen Şahruh, Osman Bey’e de İskender’in önünü kesmesini bildirdi. Aldığı emre uyarak İskender’in önüne çıkan Osman Bey, Karakoyunlu reisi ile Erzurum önlerinde savaşa tutuştu ve mağlup oldu. Pek çok Akkoyunlu askerinin de öldürüldüğü savaş sonucunda Kara Yülük Osman Bey, çekildiği Erzurum’da hayata gözlerini yumdu. Onun ölümüyle otorite sorunu yaşanmış ve Uzun Hasan Bey’in ortaya çıkışına kadar bu durum sürmüştür.[28]

Osman Bey’den Uzun Hasan’a: Fetret Devri

Ali Bey, Sultan Hamza ve Cihangir Mirza Dönemleri

Osman Bey’in ölümü üzerine şehzadeler arasında saltanat mücadelesi yaşandı ise de sonunda Ali Bey tahta oturdu. O, Mısır Memlükleriyle ilişkilerini barış içerisinde sürdürmek istediğinden, dostluğunun bir göstergesi olarak oğlu Hüseyin’i Mısır’a yolladı. Fakat, Memlükler Hüseyin’i iyi karşılamadılar ve hapsettiler. Ardından da Diyarbekir yöresine saldırdılar. Ali Bey Amîd’in yönetimini kardeşi Hamza’dan alarak oğlu Cihangir Mirzâ’ya vermişti. Memlüklerin saldırısına karşı koymaya çalışan Cihangir yenilmiş ve onlara esir düşmüş, ardından da Mısır’a götürülmüştü.[29] Bu haberi duyan ve çok üzülen Ali Bey, bu sırada Akkoyunlu topraklarına giren İskender Mirzâ’yı karşılamak için harekete geçtiğinden bir şey yapamadı. İskender Mirzâ’yı engellemek üzere Harput’a yönelen Ali Bey, herhangi bir savaş olmadan Amîd’e döndü (1437).[30]

Ali Bey’in bir süre sonra iktidarını kardeşi Hamza’ya kaptırdığını görmekteyiz. Hamza Bey tarafından Diyarbekir’den çıkarılan Ali Bey, Osmanlı Hükümdarı II. Murad’a sığınmış, oğulları Uzun Hasan ve Üveys’i de yardım istemek üzere Mısır’a göndermişti. Mısır Memlükleri, onun yardım talebini olumlu karşılayarak asker gönderdiler. Erzincan’ı Yakub Bey’den alan Memlükler, Ali Bey’in tutsak oğlu Cihangir’i de buranın valisi olarak görevlendirmişlerdi.[31]

Ali Bey bir süre Osmanlı toprağı olan İskilib’de ikamet ettikten sonra Haleb’e gitti ve tahtı kazanabilmek için Memlüklerden yardım istedi. Memlükler tarafından Hamza Bey’le yapılan elçi teatisi sonucunda Haleb’in kuzeyinde bir kısım toprak ona verildi. Fakat Ali Bey bu olaydan sonra daha fazla yaşayamadı ve 1441 yılında Haleb’de hayata gözlerini yumdu.[32] Arkasından üç yıl sonra da Hamza Bey vefat etti.[33] Ölmeden önce Ali Bey’in oğlu Cihangir Mirzâ’yı yanına çağırarak kendisine halef yaptı.[34]

Cihangir Mirzâ’nın saltanatının ilk yıllarında, Kardeşi Uzun Hasan Suriye’ye bir sefer yaparak Câber Kalesi’nde bulunan Süleymanşâh’ın mezarını yağmalamak isteyen Arap kabilelerini dağıttı. Yine bu sıralarda Cihangir’in amcası olan Erzincan Valisi Şeyh Hasan isyan ederek Kemah’ı zapt etmişti. Bundan dolayı Cihangir, amcasının üzerine yürüyerek Erzincan’ı kuşattı ise de ele geçiremedi (1445).[35] Akkoyunlular birbirleriyle uğraşırken bölgedeki en büyük güç konumunda bulunan Timurîler, Şahruh’un ölümünden sonra yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlar; Karakoyunlular ise Azerbaycan, Irak-ı Acem, Irak-ı Arab’ı ve İran’ın büyük bir kısmını ele geçirerek imparatorluk haline gelmişlerdi. Bu sırada Karakoyunlular içinde bir karmaşa yaşandı ve Akkoyunlular da buna dahil oldular. 1448 tarihinde Elvend b. İskender, kardeşi Cihanşah’a karşı isyan etmiş ve başarılı olamayarak Akkoyunlu Bey’i Cihangir’e sığınmıştı. Cihanşah, Elvend’in iadesini istemişse de Cihangir bunun geleneklere aykırı bir istek olduğunu söyleyerek reddetmiştir. İsteği reddedilen Cihanşah, Arabşah adındaki bir komutanını yaklaşık 60.000 kişilik bir orduyla Cihangir Mirzâ üzerine göndermiş (1449) ve ordu Erzincan’ı kuşatmıştır. Şehir Karakoyunlulara teslim olmuştu. Cihanşah Elvend’i bir kez daha istedi. Akkoyunluların diretmeleri üzerine Cihanşah, bu kez Emir Rüstem Tarhan komutasında 30.000 kişilik bir orduyu Diyarbekir’e gönderdi. Emir Rüstem Tarhan’ın Malatya’ya ulaştığı haberi gelince Cihangir, bir kengeş yaparak komutanlarından Mehmed Bektaş ve Şeyh Ali Pürnek’i Rüstem’e karşı gönderme kararı aldı. Hilvan civarında yapılan savaşı, Karakoyunlu komutanı kazandı. Zaferin ardından Rüstem Tarhan, Mardin ve Diyarbekir’i zapt etti (1450). Cihangir Mirzâ ise Haleb’e kaçtı.[36]

Burada bir süre kaldıktan ve Karakoyunlularla barış yaparak tekrar Amid’e döndü. Ardından kardeşi Uzun Hasan’ı, Karakoyunlularla işbirliği yapmış olan amcası Şeyh Hasan’a karşı gönderdi. İkisi arasında yapılan savaşta Şeyh Hasan yenildi ve öldürüldü (1451); böylece Cihangir Mirzâ kuvvetli bir rakibinden kurtulmuş oluyordu.

Akkoyunlu Devleti’nin Yükseliş Devri: İmparatorluğa Giden Süreç

Uzun Hasan’ın Padişah Dönemi

Cihangir Mirzâ’nın Karakoyunlularla yaptığı son barış antlaşması, Akkoyunluları onların tâbiyyetine düşürmüş, Uzun Hasan da bu durumu tanımamıştı. Bu yüzden ağabeyi Cihangir’e karşı cephe aldı. Cihanşah’ın Çağataylarla da uğraşmasından yararlanan Uzun Hasan, Erzincan ve Van Gölü çevresini yağmaladı. Ağabeyinin Amîd’den ayrıldığı bir sırada süratle şehre gelen Uzun Hasan, hile ile kaleye girmiş ve şehri ele geçirmiştir. Onun tahta geçmesiyle Akkoyunlular, beylikten imparatorluğa geçiş sürecine gireceklerdir.

Uzun Hasan Bey saltanatının ilk yıllarında, tahtı tekrar ele geçirmek isteyen ağabeyi Cihangir’in faaliyetleriyle ilgilenmek zorunda kaldı. Sonunda anneleri Sara Hatun’un araya girmesiyle 1454 tarihinde barış yapmışlar, Amîd’in Hasan Bey’de, Mardin’in ise Cihangir’de kalması kararlaştırılmıştı.[37] Ertesi yıl Uzun Hasan’ın Erzincan’a sefere çıktığı sırada atından düşerek yaralanmasını fırsat bilen Cihangir, tekrar harekete geçmiş ve Amid çevresini yağmalamıştı. Uzun Hasan’ın onunla karşılaşması ve yenmesi fazla uzun sürmedi. Her fırsatı değerlendiren Cihangir, 1456’da tekrar isyan etti ve Karakoyunlu Hükümdarı Cihanşah’tan da yardım talep etti. Hasan Bey kardeşini Mardin’de sıkıştırmış, Karakoyunlu Cihanşah da Emiri Rüstem Bey’i kuvvetli bir orduyla Cihangir’in yardımına göndermişti. Karakoyunlu ordusunu Fırat kenarında karşılayan Uzun Hasan, 1457 yılında yapılan savaşta Rüstem Bey’i yenmiş ve öldürmüştü.[38] Savaşın ardından Uzun Hasan Mardin’e gelerek Cihangir’i tekrar kuşatmış, fakat annelerinin araya girmesiyle sükunet sağlanmıştı. Yapılan anlaşma ile Cihangir Mirzâ, oğlu Ali Han’ı Hasan Bey’e rehin verdi. Bu şekilde bir daha Uzun Hasan aleyhine bir saldırıya girişmeyeceğini teyit etti. Diğer kardeşleri olan Üveys’e de Urfa’yı vermişlerdi.[39]

İç meselelerini bu şekilde sonuca bağlayan Hasan Bey, vakit geçirmeden Karakoyunluların elinde bulunan Erzincan üzerine sefer yaptı ve burayı zapt etti (1457). Yeğeni Hurşit Bey’i şehre vali olarak bırakarak geri döndü.[40]

Tüm bunlar olurken, Karakoyunlu topraklarından kovulan ve Anadolu’ya gelen Safevî Şeyhi Şeyh Cüneyd, Uzun Hasan tarafından iyi karşılanmış ve büyük saygı görmüştü. 1457 yılında Amid’e gelen Cüneyd, burada üç yıl boyunca kalmış, Akkoyunlu hükümdarıyla beraber, gelecekte kuracakları imparatorluğun stratejisini belirlemişlerdi.

Akkoyunlu Uzun Hasan bu faaliyetleri yürütürken, Osmanlı Sultanı Fatih de Karadeniz bölgesini fetih siyaseti çerçevesinde Sinop’a kadar uzanan bir sefer yapmış ve Trabzon Rum İmparatorluğu’nu da haraca bağlamıştı. Bunun üzerine Trabzon Rum İmparatoru İoannes, Uzun Hasan Bey’e elçi göndererek yardım istemiştir. Uzun Hasan ise yapacağı yardıma karşılık imparatorun kızını ve bazı toprakları talep etmiştir. Kızının Hıristiyan olarak kalması koşuluyla şartları kabul eden İoannes’le Uzun Hasan arasında 1458 tarihinde bir antlaşma aktedilmiştir.[41] Bu şekilde Uzun Hasan Trabzon Rum İmparatorluğu’nun hamisi olmuş, bu durum Batı’da hemen yankı bulmuştu. Fatih’e karşı Doğu’da kendilerine müttefik arayan Papalık ve Venedik Devleti Uzun Hasan’a ittifak teklif etmek için sıraya girdiler. Bu ittifak önerisine ilk başta temkinli yaklaşan Hasan, gerçekleştirmek istediği ideallere ulaşabilmek için bir araç olacağından teklifi kabul etti. Uzun Hasan Anadolu, Gürcistan, Suriye ve Horasan’ı içine alacak bir imparatorluk kurma amacındaydı.[42]

Bu ittifakın ardından İstanbul’a bir elçi gönderen Uzun Hasan, Fatih’e artık Trabzon Rumlarının kendi himayesinde olduğunu bildiriyor; bu devletin verdiği verginin de artık alınmamasını söylüyordu.[43] Bu cevap Fatih’i Uzun Hasan üzerine sevk etmiş, Osmanlı sultanı büyük bir ordu ile 1460 yılında Erzincan önlerinde belirmişti. Uzun Hasan, Fatih’in bu hareketine hazırlıksız yakalanmış, ona karşı koyacak güçte bulunmadığından annesi Sara Hatun’u göndererek barış talebinde bulunmuştu. Bunun üzerine Fatih, Uzun Hasan üzerine gitmekten vazgeçerek Trabzon üzerine yönelmiş ve şehri uzunca bir kuşatmadan sonra ele geçirmiştir. Böylece Trabzon Rum İmparatorluğu da tarihe karışmış oluyordu (1461).[44] Bu olay, Uzun Hasan’la Fatih arasındaki rekabeti ve askeri çatışmayı başlatan kıvılcım niteliğindedir.

Uzun Hasan 1462 yılında Hısn-ı Keyfayı Eyyübîlerin elinden almış ve Siirt’i de kuşatmıştır. Amaç, bu civarda huzursuzluk çıkaran Kürtleri itaat altına almaktır.[45] Hasan’ın bu faaliyetleri, Karakoyunlularla arasını tekrar açacaktır.

Uzun Hasan Bey’in 1458 yılından itibaren Gürcüler üzerine beş defa sefer yaptığına şahit olmaktayız. Bu seferlerden birçok ganimet elde etmişse de fazla bir toprak kazancı olmamıştır.[46] 1458’deki seferinin ardından 1463’te, Gürcistan prensleri arasındaki taht kavgalarından yararlanarak Kartli ve Somheti’ye kadar ilerlemiş ve büyük ganimet ele geçirmiştir.[47] 1466’da gerçekleştirmiş olduğu üçüncü seferde ise Ahıska Kalesi’ni ele geçirmiş, ardından 1472 yılında Samçe şehrine girip ganimet elde ederek dördüncü seferini gerçekleştirmiştir. Beşinci ve son seferini ise 1477 yılında gerçekleştiren Uzun Hasan, Tebriz’den 20.000 atlı ile hareket ederek Tiflis’e girmiş; Gürcüler ancak vergi ödemeyi taahhüt ederek onu durdurabilmişlerdi.[48]

Uzun Hasan’ın Memlüklerle olan siyasetine baktığımızda, onun genişleme siyaseti sebebiyle Memlüklerle olan ilişkilerinin bozulduğu görülür. Uzun Hasan, 1462 tarihinden itibaren Memlük topraklarına küçük çaplı akınlarda bulunmuş; 1466’da da Harput’u ele geçirmiş ve ardından da Memlüklere tabi olan Birecik kalesini kuşatmıştı. Birecik’i ele geçirememesi sebebiyle 1473 tarihinde ikinci bir defa kuşatma yapmış, bunun üzerine Memlük Sultanı Emir Yaşbek komutasında 30.000 kişilik bir kuvveti Hasan Bey’i püskürtmek üzere göndermiştir. Fakat Uzun Hasan, bu sıralarda herhangi bir çatışmaya girmenin uygun olmayacağını düşündüğünden kuşatmayı kaldırarak geri çekilmiştir. Uzun Hasan 1475 yılında Memlük topraklarına düzenlediği sonuncu akınında Haleb’e kadar gelmiş, fakat fazla ileri gitmeyerek geri dönmüştür.[49] Memlüklerle büyük çapta bir çatışmanın olmaması, her iki taraf için de ufukta beliren Osmanlı tehlikesine bağlanabilir.

Karakoyunlular, artık kendileri aleyhine sürekli olarak genişleyen Akkoyunluların bu ilerleyişlerine bir son vermek amacındaydılar. Hasan Bey’in artan şöhreti ve gücü, Karakoyunlu Cihanşah’ı oldukça rahatsız etmekteydi. Bu yüzden Uzun Hasan’ın saltanatına son vermek isteyen Cihanşah, 15 Mayıs 1467 yılında Tebriz’den büyük bir orduyla hareket etti.[50] Bunu öğrenen Hasan Bey de bir taraftan savaş hazırlığı yapıyor, diğer taraftan da Karakoyunlu beyini seferinden vazgeçirmeye çalışıyordu. Cihanşah amacından vazgeçmiyor ve kendinden emin davranıyordu. O, bu yılın Ekim ayında Muş Ovası’na inmiş ve buradan göndermiş olduğu öncü kuvvetler Uzun Hasan tarafından mağlup edilmişti. Bunu haber alan Cihanşah, kış mevsiminin de bastırması üzerine Kiğı havalisine çekilmiş, askerlerinin büyük bir kısmını da kışlaklara göndermişti; kendisi de az bir kuvvetle Tebriz’e doğru yola çıkmıştı. Bu durumu casusları aracılığıyla öğrenen Uzun Hasan, fırsatı kaçırmayarak Cihanşah ve askerlerini Çapakçur yakınlarında sıkıştırıp bozguna uğrattı. Cihanşah kaçamayarak hayatını kaybetti ve Karakoyunlular bu savaş sonucunda tarih sahnesinden silindiler (11 Kasım 1467).[51]

Cihanşah’ın ölümünden sonra oğlu Hasan Ali, Akkoyunlulardan intikam almak amacıyla Timur’un torunlarından Ebû Sa’id’den yardım istemiş, fakat daha önce davranan Uzun Hasan tarafından 1468 Mayısı’nda yapılan savaşta yenilgiye uğratılmıştı. Bozguna uğrayan Hasan Ali, o sıralarda Azerbaycan üzerine yürümekte olan Ebû Sa’id’e sığınmıştı.[52] Uzun Hasan yaklaşan tehlikeyi önlemek maksadıyla Ebû Sa’id’e elçiler göndererek barış isteğinde bulunmuş, barış koşuluyla Irak’ı kendisine vereceğini vaad etmişti. Fakat, Hasan Bey’in bu isteği Sa‘id tarafından kabul görmemişti. Yoluna devam eden Sa‘id 1468 baharında Sultâniye şehrine ulaştı. Uzun Hasan ise onun hareketini takip ederek Karabağ’a çıktı. Kışın bastırmasına rağmen, Ebû Sa’id’in bir kışlak bulamaması ve bu yüzden binek hayvanlarının çoğunun telef olması ile ordusu zayıfladı.[53] Fırsattan yararlanan Uzun Hasan Sa’id’in ordusunu kıskaç içine aldı. Ebû Sa’id’in sonradan yaptığı barış isteklerine kulak asmadı ve 28 Ocak 1469 yılında Çağataylıları Mahmud-Âbâd civarında kesin bir yenilgiye uğrattı. Yenilen Ebû Sa‘id esir düştü yine Akkoyunlulara sığınmış Timur’un torunlarından olan Yadigar Mirzâ tarafından hayatına son verildi.[54] Sa’id’e sığınan Karakoyunlu Hasan Ali ise Hemedan’a kaçmışsa da orada Uzun Hasan’ın oğlu Uğurlu Mehmed tarafından öldürülmüştür.[55] Karakoyunluların ve Timurîlerin saf dışı bırakılmasının ardından Akkoyunlular, Uzun Hasan önderliğinde büyük bir zenginliğe ve güce kavuştular. Azerbaycan ve Batı İran onların eline geçmiş, payitaht Tebriz’e taşınmıştı (1469). Başkentin Tebriz’e taşınmasının ardından İran memleketini oğulları arasında paylaştıran Uzun Hasan, Uğurlu Mehmed’e Fars’ı, Zeynel Mirzâ’ya Kirman’ı, Maksud Bey’e Bağdat ve çevresini, Yakub Bey’e ise İsfahan’ı verdi.[56]

Akkoyunluların bu derece güçlenmesi, kendisine rakip olan Fatih’in dikkatini çektiği gibi Batılıların da gözünden kaçmamaktaydı. Yukarıda da belirttiğimiz üzere, Fatih’e karşı Doğu’da kendilerine müttefik arayan Venedik ve Papalık, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki ilerleyişini durduracak planları Uzun Hasan’la görüşmeye başlamışlardı. Venedikli Zeno’nun yapmış olduğu gözlemler sonucunda Akkoyunluların, ateşli silahlar bakımından Osmanlı ordusuyla karşılaştırılamayacak derecede zayıf olduğu ortaya çıktı. Bu yüzden Akkoyunlulara ateşli silah yardımı yapılması kararlaştırıldı. 12 Ağustos 1473 tarihinde, Tercan yakınlarındaki Otlukbeli’nde yapılan savaşta Akkoyunlular yenilgiye uğratıldılar. Fatih’in ordusu 100.000 kişiyken, Uzun Hasan’ın ordusu ise 70.000 civarında idi. Sayı bakımından az olma yanında, kararlaştırılan silah yardımının zamanında yapılmaması, Akkoyunlu ordusunun yenilmesine sebebiyet vermişti.[57]

Her iki devletin de kaderini tayin eden bu savaştan sonra Uzun Hasan önemli bir faaliyette bulunmamış ve 1477’de gerçekleştirdiği Gürcü seferinin ardından hastalanarak Ocak 1478 yılında hayata gözlerini yummuştur. Öldüğünde elli dört yaşında olan Uzun Hasan, kendisinin yaptırmış olduğu Nâsıriyye Medresesi’ne defnedilmiştir.[58] Akkoyunluların en önemli hükümdarı olan Uzun Hasan, kaynaklarda güzel ve açık tenli, uzun boylu, zeki, kararlı cesur, adil, alimleri ve sohbeti seven birisi olarak tanımlanmaktadır.[59]

Duraklama Devri

Yakub Bey Dönemi

Uzun Hasan’ın ölümünden sonra yerine en büyük oğlu Halil geçmişti (Ocak 1478). Fakat bu durum diğer kardeşler tarafından tanınmayarak isyan hareketi başlatıldı. Kardeşleri Maksut, Murad b. Cihangir, İbrahim b. Cihangir ve Yakub Bey arasında geçen mücadelelerin sonunda Yakub Bey tahta oturdu.[60] Yakub Bey 15 Temmuz 1478 tarihinde Hoy yakınlarında yapılan savaşta Halil Bey’i yenmiş ve onu ortadan kaldırarak Akkoyunlu tahtına oturmayı başarmıştı.[61]

Yakub Bey Dönemi, Uzun Hasan Dönemi’ne kıyasla daha huzurlu bir devir niteliğindedir. O tahta geçer geçmez devlet işlerinde bazı düzenlemeler yaparak, Bayındır Bey’i Irak valiliğine göndermiş, Fars eyaletini de divana bağlamıştır.[62]

Uzun Hasan’ın ölümünden sonra çıkan iç karışıklıklar sırasında Çağataylılar ve Karakoyunlular fırsatı değerlendirerek Kirman’ı işgal etmişlerdi. Burada yağma ve talanda bulunmuşlar, ardından da Şiraz’a girmişlerdi. Durumu haber alan Yakub Bey onlara karşı Sûfî Halil’i göndermiş, Halil Çağataylıları Sircan’da kuşatmıştı. Dağılan düşman Tâberistan taraflarına kaçtı ve Çağataylıların lideri Ebû Bekir b. Ebû Sa‘id öldürüldü. Böylece Kirman tekrar Akkoyunluların hakimiyetine girdi (1479).[63]

Uzun Hasan Bey’in ölümünden Memlüklerin de yararlanmaya çalıştıklarını görmekteyiz. Memlük Suriye Valisi Emir Yaşbek büyük bir orduyla Fırat’ı geçip Urfa’yı kuşattı. Bunu haber alan Yakub Bey, ona karşı Bayındır Bey ve Biçenoğlu Süleyman’ı gönderdi. Urfa önlerinde yapılan savaşı Memlükler kaybetti; Akkoyunlular ise birçok ganimetle Tebriz’e döndüler (1482).[64]

Bu zaferin hemen ardından, Yakub Bey’in, komutanlarından ve Memlüklerle yapılan savaşı kazanan Bayındır Bey’in isyanıyla uğraştığını görmekteyiz. Bayındır Bey Hemedan’a gitmiş ve orada sultanlık iddiasında bulunarak çevredeki emirleri kendisine katılmaya zorlamıştır. Yine o, Timurluları da kendi yanına çekmeye çalıştıysa da başarılı olamamıştır. İsyan üzerine Tebriz’den hareket eden Sultan Yakub Kum’a ulaşmış ve buradan Sûfî Halil Bey’i göndererek izini sürmüştür. Sonunda Sâve yakınlarında bir dağın eteğinde kıstırılan Bayındır Bey, kısa bir takipten sonra yakalanarak Halil Bey tarafından öldürüldü (1483). Bu isyan hareketinin başarıyla bastırılmasından sonra Yakub Bey, Hacı ve Mansur Beyleri İsfehan ve Kum valiliklerinde bırakarak Tebriz’e döndü.[65]

Yukarı Kura bölgesinde bulunan Samstskhe prensinin Akkoyunlu topraklarına tecavüz etmesi üzerine Yakub Bey, Irak seferinden sonra Gürcüler üzerine yürümeye karar verdi. Şücâeddin Süleyman ve Bektaş Güllabî gibi emirlerle Ahıska Kalesi önüne gelerek bu kaleyi kuşatan Yakub Bey, kaleyi ele geçirmiş ve birçok da esir elde etmişti. Ertesi gün bu prensin hazinelerinin korunmakta olduğu kaleyi de ele geçiren Akkoyunlu sultanı, yıllık 500 tümen vergi karşılığında bu prensi affetti ve onunla barış yaptı (1485).[66]

Bu arada, uzun zamandan beri Akkoyunlulara tabi olan Mâzenderân’da bir taht kavgası meydana gelmiş, saltanat müddeilerinden Şemseddin Sultan Yakub’dan, Abdulkerim ise Geylan Hükümdarı Emir Ali’den yardım istemişti. Şemseddin’in çağrısını olumlu karşılayan Yakub, Biçenoğlu Süleyman’ı Geylan’a göndermişti. Bunu işiten Emir Ali, kendisine sığınmış bulunan Abdülkerim’i iade edeceğini ve haraç vereceğini vaad ederek barış talebinde bulundu. Barış talebi kabul gördü ve seferden vazgeçildi.[67]

Bu arada Şeyh Cüneyd’in oğlunun bazı faaliyetlerde bulunduğunu ve Yakub tarafından öldürüldüğünü görüyoruz. Şeyh Cüneyd’in Uzun Hasan Dönemi’nde onun yanında bulunduğunu daha önce söylemiştik. Bu sırada Hasan’ın kız kardeşiyle (Hatice Begüm) evlenen Cüneyd’in Haydar adındaki oğlu dünyaya geldi. Şehy Cüneyd ise Çerkezlere karşı gaza için gitmiş olduğu Karasu bölgesinde Şirvânşâh Halil tarafından öldürülmüştü. Haydar, babasının şeyhlik postuna oturdu ve Şirvânşâhlardan babasının intikamını almak için fırsat kolladı. Bu amaçla 1483 yılında Şirvânşâhlar üzerine bir sefer yaptı ve onları ağır bir hezimete uğrattı. Şirvânşâhların Akkoyunlulara tabi olması münasebetiyle Sultan Yakub, Şeyh Haydar’ı uyardı ise de Şeyh 1488 yılında Şirvânşâh arazisine bir sefer daha düzenledi ve bölgeyi harabeye çevirdi. Bu durum, Yakub’u harekete geçirdi ve sultan Biçenoğlu Süleyman önderliğinde bir orduyu Şeyh’in üzerine gönderdi. 4 Temmuz 1488 yılında, Elburz eteklerinde yapılan savaşta şeyh Haydar yakalanarak öldürüldü.[68]

Şeyh Haydar hadisesinin ardından, Sultan Yakub’un yardımıyla tahtını elinde tutabilmiş olan Emir Şemseddin, tâbilik görevlerini yerine getirmemiş ve vergilerini ihmal etmeye başlamıştı. Bu durumdan rahatsız olan Yakub, Emir Bekir’i Şemseddin’in üzerine gönderdi. Şemseddin, üzerine gönderilen ordu karşısında tutunmasının mümkün olmadığını gördüğünden Mâzenderân’ı terk etti (1488).[69] Böylece Mâzenderân ve Sârî bölgeleri de Akkoyunluların eline geçmiş oluyordu.

Ardından 1489 yılında Emir Sûfî Ali, Gürcistan’a bir sefer yaptı ve bu sefer sonucunda Tiflis zapt edildi, büyük ganimet ele geçti. Yine bu yıl vezir Kadı İsa’nın çıkarmış olduğu bir kanunla tüm ileri gelenlere bağışlanmış olan soyurgallara el koyulması kararlaştırıldı, fakat bu kanun Yakub’un ölmesi üzerine uygulanamadı. Sultan Yakub’un ölümü ülkeyi iç mücadelelere sürükledi ve böylece Akkoyunluların da sonu gelmiş oldu.[70]

Akkoyunluların Yıkılışı

Sultan Yakub’un ölümünün hemen ardından taht kavgası meydana gelmiş, ümera da kendi arasında ihtilafa düşmüştü. Emirlerden Sûfî Halil ve Musullu emirler Yakub’un oğlu olan Şehzade Baysungur’u, Pürnek ve Bayındır aşiretlerine mensup olan beyler de Uzun Hasan’ın oğlu olan Mesih Bey’i desteklemişlerdi. Kızışan taht mücadelesi savaşa dönüştü ve çatışmada Mesih Bey hayatını kaybetti. Bu savaşta esir alınan Uzun Hasan’ın torunu Rüstem de Alıncak Kalesi’ne hapsedildi.[71] Fakat kısa bir süre sonra buradan kurtulan Rüstem, topladığı askeri kuvvetlerle Baysungur üzerine yürümüş ve 1492’de tahtı ele geçirmişti. Ardından, diğer rakibi Şirvânşâhlara sığınmış olan Baysungur’u ortadan kaldırmak için harekete geçti. Şirvânşâhları sindirmek içinse onların ezeli düşmanı olan Safevî şeyhlerini kullandı. Babasının ölümü üzerine tarikat postuna oturmuş olan Şeyh Ali, 1493 yılında Şirvânşâhlar ülkesine yürüdü ve bu ülke ordusunu mağlup etti. Fakat bu olay ardından Şeyh Ali, Rüstem için büyük bir tehlike halini almıştı. Bu yüzden Rüstem, Erdebil’de bulunan Şeyh üzerine büyük bir ordu göndererek kuvvetlerini bozguna uğrattı, bu arada da Şeyh hayatını kaybetti (1493).[72] Sultan Rüstem, Ali’yi ortadan kaldırdıktan sonra şeyhlik makamına geçen İsmail’in peşine düştü. Şah İsmail Lahican bölgesinde saklanmaktaydı. Fakat aramalar sonuç vermedi ve Şah İsmail bulunamadı.

1497 yılında Akkoyunlu Devleti’nde yeni bir taht değişikliği meydana geldi. Uğurlu Mehmed’in oğlu olan Göde Ahmed, Rüstem’i Osmanlı Devleti’nden de aldığı yardımlarla devirmiş ve Akkoyunlu tahtına geçmişti. Fakat Ahmed de tahtta uzun süre kalamadı ve 1498 yılında öldürüldü. Onun öldürülmesi sonucu ülke paylaşılmış, bu da Akkoyunluların sonunu hazırlamıştı. Ülke, Elvend, Uzun Hasan’ın torunu Mehmed ve Yakub’un oğlu Murad arasında bölüşülmüş; meydana gelen mücadeleler sonucunda Mehmed ölmüştü.[73] Paylaşıma göre,

Irak-ı Acem ve Arab, Fars ve Kirman Murad’a Azerbaycan, Erran ve Diyarbekir eyaletleri de Elvend Bey’e kalıyordu. Fakat tüm bu karışıklıktan istifade eden Şah İsmail, 1502 yılında tekrar ortaya çıktı ve Elvend Mirzâ’nın saltanatına son verdi. Üç yıl sonra da Murad’ı yenerek Akkoyunlu Devleti’ni ortadan kaldırdı.[74]

Akkoyunlu Devleti’nin ortadan kaldırılmasının ve Şah İsmail’in İran’a hakim olmasının ardından Osmanlı Devleti’nin de güvenliği tehlikeye girmişti. Ayrıca Şah İsmail dağılan Akkoyunlu aşiretleri üzerine takibatlarda bulunmuş, çoğunu ortadan kaldırmıştı. Osmanlı himayesine girebilenler ise Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da istihdam edilerek sınırları İranlılara karşı korumuşlardır.

Akkoyunluların Bayındırlık Faaliyetleri ve Edebi Hayatına Kısa Bir Bakış

Beylikten imparatorluğa geçiş süreci gayet hızlı ve aktif olan Akkoyunluların bu karmaşa içinde dahi kayda değer eserler bıraktıklarına şahit olmaktayız. Uzun Hasan Tebriz’de Hasan Padişah Mescidi adında bir cami yaptırmıştır. Ayrıca Safa veya Iparlı adlı caminin de onun tarafından yaptırıldığı zannedilmektedir. Mardin’de hüküm süren Akkoyunlu Beylerinden Kasım Bey’in 1487-1507 yılları arasında inşa ettirdiği Sultan Kasım Medresesi ve Şeyh Matar Camii Akkoyunluların en önemli abidevi eserlerindendir. Hamza, İbrahim ve Cihangir’in zaviye ve medreseler bina ettirdiği ve yine Bayındır Bey’in Ahlat’ta medrese, imaret, mescid ve bir de hamam inşa ettirdiğini biliyoruz.[75] Bu imar eserleri yanında Akkoyunluların kültür hayatına ve ilme de büyük önem verdikleri bariz bir şekilde anlaşılmaktadır. Örneğin, Akkoyunlu Devleti’nin en ünlü Hükümdarı Uzun Hasan, ülkesinde bilim ve sanatın yayılması için çaba harcamakta, bu sebeple çeşitli medrese ve imaretler yaptırmakta, Tebriz ve diğer önemli şehirleri bayındır hale getirerek çevre ülkelerdeki âlim, şair ve edipleri de yanına davet etmekteydi. Ünlü matematikçi ve astroloji bilgini Ali Kuşçu bunlardan yalnızca birisiydi. Ahlâk-ı Celâlî olarak da bilinen Levâmiü’l-işrak fî mekârimi’l-ahlâk adlı eseri yazan ve Uzun Hasan’a sunan Celâlüddin Devvânî de ondan büyük iltifat ve ihsan görmüştü. Aynı müellifin kaleme aldığı Arznâme adlı eser Uzun Hasan Bey zamanındaki askeri durum hakkında bilgi vermektedir. Yine bu hükümdarın emriyle Mehmed b. Mansûr tarafından meydana getirilen ve metalürji bilimine ilişkin olarak ortaya konmuş ilk eserlerden sayılabilecek Cevâhirnâme adlı yapıt, yirmiye yakın madenin oluşum şekilleri, özellik ve çeşitleri hakkında bilgi vermektedir. Makalemizde oldukça sık kullandığımız Akkoyunlu Devleti tarihinin başlıca kaynaklarından olan Kitâb-ı Diyarbekriyye adlı kroniğin yazarı Mevlâna Ebû Bekr-i Tihrânî onun hizmetinde yer almış, matematikçi Mahmud Can, alim ve edip Mesîhüddin İsa Savci de Uzun Hasan’ın devamlı ziyaretçisi olmuşlardır. Yine Hasan Bey zamanında Kıran-ı Habeşî adlı bir hikayenin Farsçadan Türkçeye tercüme edildiği görülmektedir. Rivayete göre onun sadece kendi kütüphanesinde elli sekiz kişi görevliydi. Bu sayıya bakıldığında onun kitaplara ve bilgiye ne kadar önem verdiği ortaya çıkar. Musikiye de oldukça önem veren Uzun Hasan bey, ehl-i tarab adı verilen musiki heyetini sefere çıktığında dahi yanında götürürdü.[76]

Uzun Hasan’ın oğlu Yakub zamanı, ülkenin nispeten huzura kavuşması sebebiyle bayındırlık faaliyetleri ve sanat etkinliklerinin arttığı, bunlar açısından en üretken sayılabilecek bir dönemdir. Türkçe ve Farsçayı iyi derecede bilen ve bu dillerde şiirler kaleme alan Yakub, şair, edip, musikişinas ve alimleri himayesinden dolayı, kendisine birçok şiir ve kaside ithaf edilmiştir. Bu devrin önemli şahsiyetleri arasında Necmeddin Mesud, divan katipliği ve nişancılık görevinde bulunan, Heşt- Bihişt[77] adlı ünlü eserin yazarı İdris-i Bitlisî, Tihrânî’nin oğlu Şah Mahmud, yine ünlü bir eser olan Tarih-i Âlem-ârâ-yı Emînî’yi kaleme alan Fazlullah Ruzbehân İsfehanî ve Uzun Hasan Devri’nde de adını andığımız Devvânî’yi sayabiliriz. Fazlullah Ruzbehân, yukarıda zikredilen eseri dışında Bedi’ü’z- Zamân fî kıssati Hayy b. Yakzân adlı ünlü hikayesini de 1487’de yazarak Yakub Bey’e ithaf etmiştir. Bu müellifin babasının ise bu sultan için Semeretü’l-Eşcâr isimli eseri kaleme aldığını bilmekteyiz. Celâlüddin Devvâni, Yakub Bey için Risâle-i Adâlet isimli eserini meydana getirmiştir. Yine aynı müellifin Halil Bey adına Hâşiye-i Kadîme adlı kelam ilmine ilişkin bir eser yazdığı bilinmektedir.[78]

Doç. Dr. İlhan ERDEM – Mustafa UYAR

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 6 Sayfa: 873-881


Dipnotlar :
[1] İA, “Akkoyunlular”, c. I, s. 251-253; İlhan Erdem-Necip Akkoyunlu, Akkoyunlu İmparatorluğunun Kuruluşu, Ankara 1999, s. 25.
[2] İA., “Akkoyunlular”, c. I, s. 253-254.
[3] Aziz b. Erdeşîr-i Esterâbadî, Bezm ü Rezm, (neşr. Kilisli Rıfat), İstanbul 1928, s. 369.
[4] Esterâbadî, Bezm ü Rezm, s. 370; Sümer, Karakoyunlular, Ankara 1984, s. 49.
[5] Ebû Bekr-i Tihrânî, Kitâb-ı Diyarbekriyye, (neşr. F. Sümer-N. Lugâl), Ankara 1962-64, s. 45; İA, “Akkoyunlular” c. I, s. 256.
[6] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 47.
[7] Şerâfeddin Ali Yezdî, Zafernâme, Kalkutta, 1887-88, c. II, s. 424; Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 49-51; Nizamüddin Şâmî, Zafernâme, (çev. Necati Lugal), Ankara 1949, s. 289-290; Walter Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd (çev. Tevfik Bıyıklıoğlu), Ankara 1948, s. 112.
[8] Yezdî, Zafernâme, c. II, s. 424; Erdem, Akkoyunlular, s. 53.
[9] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 53-54; İlhan Erdem, “Ak-Koyunlu Devletinin Kurucusu Kara Yülük Osman Bey’in Hayatı ve Faaliyetleri (?-1435) ” AÜDTCF Dergisi, XXXIV/1-2, Ankara 1990, s. 100-101.
[10] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 54-56.
[11] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 58-59; Erdem, “Kara Yülük Osman”, s. 101.
[12] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 59-66; İbn Tağrıberdi, en-Nücûmü’z-Zâhire, Kahire 1942, c. VI. S. 184-85; K. Yaşar Kopraman, Aynî’nin Ikdu’l-Cuman’ında XV. yy. ‘a ait Anadolu Tarihi ile İlgili Kayıtlar, (Basılmamış Doktora Tezi) Ankara 1971, s. 58-60.
[13] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 67; Erdem, “Kara Yülük Osman”, s. 101-102.
[14] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 68-69; Abdürrezzak Semerkandî, Matla‘u’s-Sa’deyn, (neşr. Muhammed Şefi), Lahor 1946, c. II, s. 121-122.
[15] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 69; İA. “Karakoyunlular” mad.; Erdem, “Kara Yülük Osman”, s. 103.
[16] Semerkandî, Matla‘u’s-Sa’deyn, s. 241-242. Sümer, Karakoyunlular, s. 90.
[17] Sümer, Karakoyunlular, s. 96-97; Erdem, “Kara Yülük Osman”, s. 103-104.
[18] İbn Tağrıberdi, en-Nücûmü’z-Zâhire, C. VI, s. 384-385; Sümer, Karakoyunlular, s. 97.
[19] Sümer, Karakoyunlular, s. 99.
[20] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 69; Sümer, Karakoyunlular, s. 101-102.
[21] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 70-74; Sümer, Karakoyunlular, s. 102-103.
[22] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 77-8; Sümer, Karakoyunlular, s. 120-121.
[23] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 85-88; Sümer, Karakoyunlular, s. 120-121.
[24] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 89; Erdem, “Kara Yülük Osman”, s. 105.
[25] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 101-107; İbn Tağrıberdi, en-Nücûmü’z-Zâhire, s. 645-646.
[26] Chronography of Bar Hebraeus, II, Zeyl, (çev. A. W. Budge) London, 1932, s. XXXIX.
[27] Tihrânî, Diyarbekriyye, 107-108; Sümer, Karakoyunlular, 133; Erdem, “Kara Yülük Osman”, s. 107.
[28] Tihrânî, Diyarbekriyye, 110-119; Sümer, Karakoyunlular, 135; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 113.
[29] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 121-123; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 113.
[30] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 127-128; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 113.
[31] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 132-140; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 114.
[32] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 132-140; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 114.
[33] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 153, Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 114.
[34] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 168; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 114; John E. Woods, Akkoyunlular (çev. Sibel Özbudun) İstanbul 1993, s. 136-137.
[35] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 171-176.
[36] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 179-182; İbn Tağrıberdi, en-Nücûmü’z-Zâhire, c. VII, s. 201.
[37] Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 115; Woods, Akkoyunlular, s. 145-148.
[38] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 280; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 115.
[39] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 281; Woods, Akkoyunlular, 169-170.
[40] Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 118.
[41] Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, 29.
[42] Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 38.
[43] Aşıkpaşa-Zâde, Tevârih-i Al-i Osman, Ali Bey Neşri, İstanbul, 1332, s. 137; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 33.
[44] Aşıkpaşa-Zâde, s. 428-430.
[45] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 158-159.
[46] Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 39.
[47] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 394; Brosset, M. E., Histoire de la Georgie, Petersburg, 1849-58, c. II, s. 382.
[48] Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 119.
[49] Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 123.
[50] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 406; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 42.
[51] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 424-432; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 42.
[52] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 509-510; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 46.
[53] Zahirüddin Mar’aşî, Tarih-i Geylan ve Deylemistan, (neşr. H. C. Rabino) Reşt, 1911-12, s. 324; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 46.
[54] Mar’aşî, s. 325; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 46.
[55] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 510; Woods, Akkoyunlular, s. 184-190.
[56] Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 47.
[57] Tihrânî, Diyarbekriyye, s. 572; Oruç b. Adil, Tevarih-i Al-i Osman, (neşr. F. Babinger) Hannover, 1925, s. 129; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 47-55.
[58] Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 57.
[59] Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 58.
[60] Fazlulah b. Ruzbihan İsfehânî, Tarih-i Âlem-ârâ-yi Eminî, (terc. V. Minorsky), Londra 1957, s. 31-32.
[61] İsfehânî, Âlem-ârâ, s. 33-37; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 57.
[62] İsfehânî, Âlem-ârâ, s. 39-40.
[63] İsfehânî, Âlem-ârâ, s. 42-43.
[64] İsfehânî, Âlem-ârâ, s. 44-45; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 130.
[65] İsfehânî, Âlem-ârâ, s. 46-49; Woods, Akkoyunlular, s. 238-240.
[66] İsfehânî, Âlem-ârâ, s. 51-52.
[67] İsfehânî, Âlem-ârâ, s. 57-58; Woods, Akkoyunlular, s. 254-255.
[68] İsfehânî, Âlem-ârâ, s. 81-82; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 75-76; Faruk Sümer, Safevî Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türkmenlerinin Rolü, Ankara 1976, s. 14.
[69] İsfehânî, Âlem-ârâ, s. 84.
[70] İsfehânî, Âlem-ârâ, s. 90-93; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 78-79.
[71] İsfehânî, Âlem-ârâ, s. 113; Hoca Sadeddin Efendi, Tâcüttevârih, (haz. İsmet Parmaksızoğlu), İstanbul 1975, c. II, s. 308.
[72] İsfehânî, Âlem-ârâ, s. 114; Sümer, Safevî Devletinin Kuruluşu, s. 14.
[73][73] Hasan Beg Rumlu, Ahsenü’t-Tevârih, (neşr. C. N. Seddon), Baroda 1931, c. X, s. 16; Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, s. 86.
[74] Hoca Sadeddin, Tâcüttevârih, s. 342.
[75] Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul 1993, s. 199-201; İsmail Hakkı Uzun Çarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, s. 230.
[76] Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 225.
[77] Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, İstanbul 1998, s. 288-289.
[78] Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.225-226.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.