Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Afşin’de Eshab-ı Kehf Vakıfları

0 12.221

Yaşar BAŞ

A. Eshab-ı Kehf

Her milletin tarihinde maddi ve manevi kahramanları vardır. İnsanlar bazen geçmişleri ile iftihar etmek için efsanevi kahramanlar uydurdukları gibi, bazen de var olan kahramanlarını mübalağalar ile büyüttükleri ya da değer vermedikleri görülmüştür. Bunların yanında gerçek çehreleri gün yüzüne çıkmamış, eksik ya da yanlışlarla karışık olarak tanıtılmış kahramanlar da vardır. Eshab-ı Kehf de bu gruptan olsa gerektir.

Kelime anlamı itibariyle Türkçe’de mağara arkadaşları anlamına gelen Eshab-ı Kehf, iki kelimeden oluşan Arapça bir tamlamadır. Eshab kelimesi, sahip kelimesinin çoğuludur. Arkadaşlar anlamına gelmektedir. Kehf kelimesi ise, dağda bulunan geniş mağara anlamına gelmektedir. Şu halde Eshab-ı Kehf tamlaması, mağara arkadaşları, mağara yaranı ve mağara dostları anlamına gelmektedir. Bunlar, zamanın idarecisinin zulmünden kaçarak bir mağaraya sığınan ve Kur’an’a göre, mağarada 309 yıl uyuyup, Allah’ın izni ile uyandıktan sonra, tekrar vefat eden inançlı gençleri ve köpeklerini ifade etmektedir. Konu, tarihi ve dini yönü ile tarih boyunca Hıristiyan ve İslam dünyasında muhtelif sebeplerle tartışılmıştır. Önemine binaen Kur’an’ın bir suresine de Kehf adı verilmiş ve sürenin on sekiz ayeti (9-26 arası)’nde Eshab-ı Kehf olayına yer vermiştir.[1]

Eshab-ı Kehf’in yaşadığı zamanla ilgili olarak Hıristiyanlar tarafından iki tarih üzerinde durulmuştur. Bir rivayete göre, Roma İmparatoru Dakyanus zamanında milattan sonra 298 yılında uyuyan Eshab-ı Kehf, 150 yıl sonra, milattan sonra II. Theodosius Devri’nde 448 senesinde uyanmışlardır. Diğer bir rivayete göre de 251’den 448’e kadar tam olarak 197 sene uyumuşlardır. Görüldüğü üzere, burada iki tarih üzerinde durulmaktadır. Ancak Eshab-ı Kehf’in Hıristiyanlar tarafından ileri sürülen uyuma müddetleri ile ilgili fikirlerden ikisi de Kur’an’da zikredilen ve İslam alimleri tarafından nakledilen bilgilere uymamaktadır.[2]

Kur’an’da Eshab-ı Kehf’in mağarada ne kadar kaldıkları üzerinde durulurken onlar mağaralarında 300 yıl kaldılar ve buna 9 yıl daha ilave etmişlerdir denmektedir.[3] Bu suretle, 309 bu müddeti açıklığa kavuşturmak için ifade edilmiştir. Merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın verdiği bilgilere göre, Hıristiyanların Romalılara galebe ile meydana çıkmaları miladi 4. asrın başlarında vaki olduğuna göre, o zamana kadar 300 küsur sene durmuşlar demektir. Eshab-ı Kehf’in başından geçen olay, milattan sonra 2. yüzyılın başlarında meydana gelmiştir. Dakyanus’un krallık dönemi hususunda ise, genelde 249-251 yılları gösterilmektedir. Bu tarih Hıristiyan kaynaklarına en azından mağaraya çekiliş tarihleri olarak uymaktadır. Ancak başlangıç tarihi olarak milattan sonra 250 tarihi ve İslâm kaynaklarına göre 309 yıl orada kaldıkları kabul edildiği taktirde, uyanışları 559 yılına tevafuk etmektedir. Bu da diğer tarihi bilgilerle çakışmaktadır. Çünkü, Eshab-ı Kehf’in uyandıkları zamanın hükümdarı Teyezosis’in (Theodosius) 401-450’li yıllarda krallık yaptığı bilinmektedir. Bu takdirde Hamdi Yazır’ın yaptığı tahmin doğrudur. Yani Eshab-ı Kehf’in 2. yüzyılın başlarında mağaraya çekilmiş olmaları ihtimali kuvvetlidir.[4]

Hz. Ali tarafından gelen bir rivayete göre, Eshab-ı Kehf’in sayıları yedi idi. Köpekleri ile sekiz adet oldukları bildirilmektedir. Bu rivayette Eshab-ı Kehf’in isimleri ve görevleri şöyle sıralanmaktadır. Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş, Şazenuş’dan ilk üçü hükümdarın sağ kol danışmanları; son üçü de sol kol danışmanları idiler. Bunların yanlarına aldıkları çobanın adı Kefeştatayyuş ve köpeğinin adı da Kıtmir idi.[5]

Eshab-ı Kehf’in yaşadığı şehir ve sığındıkları mağara hakkındaki ihtilaflar günümüze kadar sürmüştür. Mağaranın yeri ile ilgili fikirlerin uzayıp gitmesinin çeşitli sebepleri vardır.

Kısaca özetlemek gerekirse, geçmişten günümüze kadar Eshab-ı Kehf mağarasının farklı yerlerde gösterilmesi, dini ve tarihi özelliği olan mağaraya halkın yakın olmak ve sahiplenmek isteği, tarif edilen mağaraların biri birine benzemesi ve bazı hissi yaklaşımlar bu olaya neden olmaktadır. Esasen bu konu, tarihi ve dini özelliği itibarıyla yüzde yüz çözülecek olsa bile, sonuç olarak pek bir şey değişecek gibi değildir. İnsanların inanışı, bu mağaraların kültürel birer miras oluşu, bir kısmının üzerinde tarihi eserlerin bulunması, bazı dini ve kültürel duygu ve ihtiyaçların buralarda giderilmesi, tarihi birer hatıra olmaları ve benzeri nedenlerle Eshab-ı Kehf mağarası olarak gösterilmekte olan yerler, bulundukları devrin şartlarına göre, konumlarını devam ettirecekleri gibi, yerleri ile ilgili olarak ileri sürülen fikirlerin de devam edip gideceği muhakkaktır.

Dünyanın birçok ülkesinde Eshab-ı Kehf mağarasının bulunduğu iddia edilmektedir. Nitekim İspanya, Cezayir, Mısır, Ürdün, Şam, Afganistan ve Doğu Türkistan’ın da dahil bulunduğu 33 yerde Eshab-ı Kehf mağarasının bulunduğu bildirilmektedir. Bu yerler arasında en önemlileri ise Tarsus ve Afşin’dir. Mağaralarda bulunan cesetlerin sayıları, mağaraların konumu ve üzerlerinde yapılan binalar ile ilgili olarak da bazı farklılıklarla beraber birbirinin benzeri iddialar ileri sürülmektedir.[6] Bu gerçeğe karşılık Hıristiyanlar, yedi uyuyanlar dedikleri Eshab-ı Kehf’in Efes’te bulunduğu fikri üzerinde ısrar ederler. Hıristiyanlara göre, Efes’te bulunan Eshab-ı Kehf’in kalıntıları, bulundukları yerden alınarak Marsilya’ya nakledilmiştir. Nakil esnasında kullanılan büyük taş sandık ise, Marsilya’daki Sent Viktor Kilisesi’ndedir.[7]

Afşin ve Tarsus’daki mağaralar ile ilgili tartışmalar ise Müslümanlar tarafından kabul görmektedir. Eshab-ı Kehf’in Tarsus’da ya da Afşin’de olduğunu bildiren tarihi kayıtlar ve buradaki mağaraların konumlarına karşı, diğer görüşler çok zayıf kalmaktadır. Yani bu konudaki görüşler, Afşin ve Tarsus üzerinde yoğunluk kazanmaktadır. Bu tartışmalar; mağaraların konumu, Kur’an ayetlerine uygunluğu, bulundukları dağın adı, üzerlerinde vakıf eserler kurulmuş olup olmamaları, bulundukları şehirlerin eski adı ve tarihi geçmişi, bu merkezlerin hangisinin Eshab-ı Kehf’in köyü olduğu, kaynaklarda gösterilen yerin hangisi olup olmadığına dair başlıklar altında toplanmaktadır. Bu konu, ne yazık ki zaman zaman ilmi değeri olmayan hissi yaklaşımlarla da açıklanabilmektedir.

Tapu Tahrir Defterleri’nde Efsus ve Yarpuz adları ile kaydedilmiş olan bugünkü Afşin kasabasında Eshab-ı Kehf’in makamı ve vakıfları olduğu kayıtlıdır.[8] Aynı dönemde Tarsus’daki mağara üzerine de vakıfların yapılmış olduğu dikkati çekmektedir.[9] Benzeri bilgiler, Osmanlı yıllıkları olan vilayet salnamelerinde de bulunmaktadır.[10] Elbistan’ın ve Tarsus’un ayrı ayrı birer kaza merkezi olarak Haleb Vilayeti’ne bağlı olduğu yıllarda hazırlanan 1285/1868 tarihli vilayet salnamesinde, Efsus Nahiyesinde Eshab-ı Kehf’in makam-ı alileri ve Tarsus civarında Eshab-ı Kehf’in merâkid-i şerifeleri vardır denilmektedir.[11] Konu ile ilgili benzer görüşler tarih ve tefsir kaynaklarında bir çok yönleri ile ele alınmıştır.[12]

B. Eshab-ı Kehf Vakıfları ve Tarihi Gelişimi

  1. Eshab-ı Kehf Vakıflarının Kuruluşu

Etrafındaki temel kalıntıları ve diğer bazı işaretlere göre, Eshab-ı Kehf mağarası üzerinde ve çevresinde ilk defa Bizanslılar tarafından dini mahiyette bazı eserlerin yapıldığı bilinmektedir.

Eshab-ı Kehf’in bulunduğu bölge, Osmanlı öncesine kadar stratejik önemi olan bölgelerden biriydi. Bizans ve Selçuklular devrinde Eshab-ı Kehf mağarası çevresinde dini, sosyal ve eğitime yönelik vakıf eserler kurulmuş ve bunlara vakıf gelirleri tahsis edilmiştir. Ancak bu faaliyetlerden en önemlisi Selçukluların Maraş Emiri

Nüsretüddin Hasan tarafından gerçekleştirilmiştir. Nüsretüddin Hasan Bey,[13] vakıf eserlerin ele alındığı bölümde görüleceği üzere, burada bir cami, bir kervansaray ve bir ribattan oluşan muazzam bir külliye inşa ettirmiş; kendisi ve zamanındaki Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubad tarafından, buraya vakıf gelirleri tahsis edilmiştir.[14]

Zülkadir[15] Beyliği zamanında Eshab-ı Kehf vakıflarına dokunulmamıştır. Zülkadir Beylerinden Süleyman Bey, burada bir buk’a (zaviye, orta dereceli okul) yaptırmıştır. Alauddevle Bey ise, babasının yıkılmış olan buk’ası ile birlikte bazı ilave ve değişikliliklerle burada medrese ve misafirhane olarak kullanılmış olan kervansaray ve mescidi tamir ettirerek yeniden faaliyete geçirmiş ve vakıf gelirleri tahsis etmiştir.[16] Mescidin önünde bulunan Çardak (küçük mescid) da vakıf eserlerin incelendiği kısımda izah edildiği üzere, Osmanlılar zamanında yaptırılmıştır.

2. Eshab-ı Kehf’de Kurulan Hayri Vakıflar

A. Eshab-ı Kehf Camii

Yukarıda izah edildiği üzere cami, Selçukluların Maraş Valisi Nüsretüddin Hasan Bey tarafından, Eshab-ı Kehf mağarası üzerine kurulmuş olan eski bir Bizans kilisesinin kalıntıları üzerine inşa edilmiştir.[17] Camiin kapısı üzerinde Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubad ile Maraş emiri Nüsretüddin Hasan adına 630/1233 tarihli üç satırlık bir kitabe mevcuttur. Kitabe, mescidin 1320/1902 yılındaki tamiri esnasında duvarın içinde bulunmuş ve yeniden inşa edilen kapısının üzerine konulmuştur. Fakat Faruk Sümer’in de dikkati çektiği üzere, kitabede cami adı geçmemekte, inşa edilen şeyin bir ribat olduğu ifade edilmektedir. Ribatın tekke, zaviye, buk’a, sınır boylarında mücahitlerin kaldıkları uç karakolu ya da kervansaray anlamına geldiği ve burada bu vasıflara uyan başka bir yapı olmadığı göz önünde tutulursa, kitabenin Eshab-ı Kehf külliyesini oluşturan kervansaray (ribat, medrese), yani bu gün misafirhane olarak adlandırılan tesise ait olduğunu kabul etmek gerekiyor.[18] Konu medresenin incelendiği bölümde daha geniş olarak değerlendirilecektir. Ancak bu bilgiler ışığında ulaşılan sonuca göre, ilk yapılış tarihi bilinmeyen camiin Nüsretüddin Hasan tarafından ribat (zaviye, buk’a) ve kervansarayın yaptırıldığı yıllarda inşa edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Alauddevle Bey de bu camii, 1500 yılından önceki yıllarda yeniden yaptırmıştır. Çünkü vakfiyesi 906/1500 tarihini taşımaktadır. Camiin Alauddevle Bey’in hanımı olan Rüstem Bey’in kızı Şems Hatun tarafından ya da onun adına Alauddevle Bey tarafından yeniden yaptırılmış olması ihtimali daha kuvvetlidir. Camiin yanında bulunan ve bu gün Çardak adı ile bilinen kısımda, onun adına yazılmış 905/Mart 1499 tarihli bir mescid kitabesi mevcuttur. Bu kitabe muhtemelen camiye aittir. Şems Hatun adına yaptırılan camiye Alauddevle Bey de vakıflar tahsis etmiştir. Nitekim 906/1500 tarihli vakfiyede de ihya edilen eserin bir kubbe, başka bir yerde de mescid olduğu kaydedilmiştir. Bu ifadeler de camiyi göstermektedir.[19]

Yukarıdaki açıklamalardan sonra, Eshab-ı Kehf Camii’nin planı ve yapısı hakkında da bilgi vermek yerinde olacaktır. Eshab-ı Kehf Camii, aynı adla bilinen mağaranın hemen önüne yapılmıştır. Kaynaklarda ve araştırma eserlerin bir kısmında mescid olarak tanıtılan cami; daha sonraki tamirler nedeni ile harici şeklini değiştirmiş olmasına rağmen, içi ilk yapıldığı devre has yapı özelliğini hala korumakta ve Selçuklular’ın ulu camileri tipini andıran bir plana sahip olduğunu göstermektedir. Mihrabın önündeki kubbe, şeklini değiştirmiş olmakla beraber, sütunlara dayanan kemerleri ilk hallerini korumaktadırlar. Ayrıca camiin mağaranın şekline uydurulmasındaki maharette ve onunla münasebetinde en küçük bir değişiklik dahi sezilmemektedir.[20] Eshab-ı Kehf külliyesini oluşturan diğer iki asli eserin kuzeyinde bulunan cami; esas cami bölümü ve kutsal mağara bölümünden oluşmaktadır. Camii bölümüne doğudaki bir kapıdan girilerek son cemaat mahalline gelinir. Burası üç mermer direk üzerine kurulmuştur. Direklerin ölçüleri birbirinden farklıdır ve daha eski bir yapıya aittirler. Yine bu bölümün ikisi kuzeyde, biri doğuda olmak üzere, üç geniş ve uzun penceresi vardır. Bölümün kemerleri ve tonoz kısmı tuğla ile örtülmüştür.

Cami’in esas bölümünü oluşturan ikinci kısmı, yarım daire şeklindeki bir kubbe ile örtülüdür. Mihrabı, minberi ve duvarlarının kayda değer bir hususiyeti yoktur. Bu kısmın doğuya açılan üç penceresi vardır.

Cami ile ilgili bilgi verirken, onun bitişik olduğu mağara kısmını da cami ile birlikte değerlendirmek gerekir. Çünkü yukarıda ifade edildiği üzere, bu iki birimin münasebetleri sebebi ile bunları ayrı düşünmek imkansız gibidir.

Eshab-ı Kehf’in makamını oluşturan mağara kısmı kutsal mağara ve önündeki ibadet yeri olmak üzere, iki kısma ayrılmıştır. Mağaranın batı yönündeki uç kısmında bir kaynak suyu vardır. Kaynağın dışında kalan mağara tarafı dörtgen şeklindedir. Bu kısmın önünde ikinci bir bölüm vardır. Burası da dörtgen şeklindedir. Burada da yine mağara kısmında bulunan bir ibadet yerine ulaşılır. İbadet yerinin kemer ve tonozları tuğla, duvarları ise, moloz taş ile inşa edilmiştir. Mağara tarafındaki duvarın üzerinde, halkın vaftiz taşı adını verdiği mermer bir mihrab bulunmaktadır. Burası Bizans devrinde kilise olarak kullanılmıştır. Kuzeye açılan bir pencere ile aydınlatılması ve havalandırılması sağlanmıştır.[21] Tahrirler esnasında mağarada Kur’an okumakla görevli cüz han-ı türbe-i şerif olan kimselerden de bahsedilmektedir. 1527’de bu görevi Habib oğlu Abdullah’ın yaptığı kayıtlıdır.[22]

Tahrir kayıtları ve sonraki yıllara ait belgelerde camiin görevlileri hakkında da bazı bilgilere rastlanmaktadır. 1525 yılında camiin hatibi Yusuf oğlu Mevlana Taceddin; Müezzini Abdülaziz oğlu Mevlana Ali idi. 1527 yılında hatipliği Tahir Hacı oğlu Bum Hayır, müezzinliği Ahmed oğlu Ömer, 1563’de ise, camiin hatipliğini Aydoğmuş oğlu Mevlana Ümmet, imamlığını da kardeşi Ali Fakih yapmakta idiler.[23]

Vakfiyelerde ve tahrir kayıtlarında Eshab-ı Kehf Külliyesi’ni oluşturan tesislerin vakıfları hakkında da bilgi verilmektedir. Ancak bu bilgiler genellikle Eshab-ı Kehf vakfı adına kaydedilmiş, hangi tesisin hangi vakıf gelirine sahip olduğu ve hangi tesiste hangi görevlilerin hizmet ettiği tam bir açıklıkla kaydedilmemiş, her tesisin durumunun ayrı ayrı değerlendirilmesine yarayacak bilgi verilmemiştir. XIX. yüzyıla ait kayıtlarda külliyeyi oluşturan tesislerin gelirleri ve sair durumu da yine topluca kaydedilmiş, ancak açıklayıcı bilgi verilmemiştir.

B. Eshab-ı Kehf Medresesi

Önceki kısımda izah edildiği üzere, Selçuklular’ın Maraş Valisi Nüsretüddin Hasan, Eshab-ı Kehf makamının bulunduğu yerde, bir ribat, bir cami ve bir kervansaray (han medrese) yaptırmıştır. Selçuklulardan sonra bölgede bir beylik kuran Zülkadiroğulları, Nüsretüddin Hasan Bey’in vakıflarını yenileyerek tamir ettirmişler ve yeni tesisler ilave etmişlerdir.[24] Ancak Alauddevle Bey’in eskiden burada bulunan bir cami ve medrese ile daha önce babası Süleyman Bey’in aynı yerde yaptırmış olduğu Buk’a’yı yeniden tamir ederek faaliyete geçirmesi, külliyenin günümüze kadar ayakta kalmasını sağlamıştır. Bugün de külliyeden günümüze bir cami, bir ribat (zaviye, buk’a) ve kervansaray (ribat, medrese, misafirhane) kalmıştır. Aşağıda ve ilgili bölümlerde de izah edileceği üzere, bu eserler Alauddevle Bey’in 906/1500 tarihli vakfiyesinde ihya ettiğini bildirdiği buk’a, medrese ve mescide karşılık gelmektedir.[25]

Alauddevle Bey’in tamir ettiği medresenin yeri ve tarihi bilinmediğine şu anda mevcut olan kervansarayın değişik yapı özelliği ile handan ziyade medreseyi andırdığına ve medrese olarak kullanılmış olabileceğine dair görüşler ileri sürülmüştür.[26]

906/1500 ve 916/1510 tarihli vakfiyelerine göre Alauddevle Bey, burada bir buk’a bir mescid ve bir medreseyi yeniden ihya ederek bu tesislere vakıf gelirleri tahsis etmiştir. Medrese de külliyenin diğer tesisleri ile birlikte vakfa dahildir. Külliyenin diğer tesisleri ayakta durduğuna göre, çok özel bir gelişmenin haricinde, medresenin de yıkılmamış olması gerekiyor. Çünkü vakfa dahil olan medresenin diğer tesislerle birlikte korunacağı ve ihtiyaca cevap verir halde tutulacağı muhakkaktır. Tarihi bilgiler ve mevcut durum da bunu doğrular niteliktedir. Mesela, elimizdeki birkaç belgeye göre medrese, 1077-1258/1666-1842 yılları arasında ve bu tarihlerden bir süre sonrasına kadar faaliyette olduğu bilinmektedir.[27]

Medresenin uzun süre faaliyette olduğu tespit edildikten sonra, bu defa onun nerede olduğu düşünülebilir. Yukarıdaki bilgiler göz önünde tutulacak olursa, medresenin burada şu anda mevcut olan tesislerden birisi olması gerekiyor. Eshab-ı Kehf Camii’nin ele alındığı kısımda izah edildiği üzere, bu tesislerden medrese olmaya en elverişli olanı ise, bazı kaynaklarda kervansaray (ribat, han) olarak gösterilen ve şu anda misafirhane olarak bilinen kısım olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, medresenin yerinin belli olmadığına dair fikirlere de cevap verilmiş olmaktadır.

Medresenin misafirhane olarak bilinen kervansarayda faaliyet gösterdiğine dair bir çok işaretler vardır. Camiin ele alındığı bölümde, caminin kapısı üzerinde bulunan kitabenin esas olarak bir ribat’a (kervansaray) ait olduğu izah edilmişti. Bu durumda kitabenin, şu andaki misafirhaneye ait olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Külliyenin tarihi seyri ve mevcut durumu da böyle bir sonucu ortaya çıkarmaktadır. Bu sonuca göre medresenin kitabesi ve özelliği göz önüne alınır ise, ilk defa Nüsretüddin Hasan tarafından gelen geçen yolcuları ağırlamak üzere 630/1233 tarihinde yaptırılmıştır.[28] Alauddevle Bey ise, 1500’lü yıllardan önce burayı bazı ilavelerle tamir ederek faaliyete geçirmiştir. Çünkü vakfiyesi 906/1500 yılına aittir.[29] Ancak bu ilave sonucunda eser tam olarak eski özelliğini kaybetmemiştir. Ama hem bir kervansaray hem de bir medresenin organlarını barındıran bir yapı görünümünü almıştır. Nitekim Tahsin Özgüç ve Mahmud Akok da kervansarayın bir handan ziyade bir medreseyi andırdığını, eserin anayola sapa bir yere, dini maksatla yani mukaddes mahalli aileleri ile ziyaret edip orada bir müddet kalan insanların ikametine tahsis edilmiş bir anıt olduğunu, planı ile Selçuklu kervansaraylarından ayrıldığını, kendine has yeni bir tipi temsil ettiğini ileri sürmüşlerdir.

Refet Yinanç da bu duruma binaen kervansarayın medrese olarak kullanılmış olabileceğini ileri sürmekle doğru bir tespitte bulunmuştur. Osman Turan ise, kervansarayı ribat olarak adlandırmakla 630/1233 tarihli kitabeye uygun bir tespitte bulunmuştur.[30] Bu duruma göre, Alauddevle Bey, ribatı tamir ederek medrese halinde kullanılacak bir hale getirmiştir. Ancak eserin eskiden kervansaray olarak kullanıldığını gösteren bazı izler silinmemiştir. Burasının medrese olarak kullanıldığını gösteren 1079/1668 tarihli bir buyrulduda, medresenin müderrisi Hüseyin’in görevini terk etmesi üzerine, öğrencilerin de medreseyi terk ettiği ve medresenin sahipsiz kalması nedeni ile günden güne tahrib edildiği, yıkılmaya yüz tuttuğu ve misafirlerin de burayı mesken olarak kullanmaya başladıkları ifade edilmektedir.

Medrese (Kervansaray), yapısı ve planı ile yolculara ve idarecilerine mahsus revaksız odaları, tonozları, kemerler, küçük kapıları, yapı tekniği, açık bir avlu etrafındaki dikdörtgen planı ve hanın sağ tarafı boyunca uzanan ahırı ile Selçuklu kervansaraylarından ayrılan bir yapı özelliğini göstermektedir. Medrese’de hayvanlar için bir ahırın bulunması da eskiden ahırları olan kervansarayın, alauddevle bey tarafından bir medrese haline getirilmesi neticesinde eski yapıdan bir kısmının aynen bırakılmış olduğundan kaynaklanmaktadır.[31]

1947 öncesi pek harap bir durumda olduğu söylenen medrese (han, misafirhane), bu tarihte tamir edilirken taç kapısı yeniden yapılmıştır. Taç kapının çerçevesinde süslemelerin bulunmaması bu husus ile ilgilidir. Kapı girişinin sağında bir oda vardır. Bu odadan “L” şeklinde kapalı ve geniş ayrı bir bölmeye girilir. Bazı araştırıcılar burasının bir ahır olduğunu iddia etmişlerdir. Sağda bulunan bir kapıdan da başka bir odaya girilir. Giriş avluya açılır burada karşılıklı eyvan ve odalar görülür. Girişin tam karşısında da bir eyvan vardır. Bu eyvandan bir kapı ile sağ ve soldaki odalara girilir. Araştırıcıların ahır dedikleri kısma gelince, burası uzun bir tonozla örtülüdür ve kemerler ile altı kısma ayrılmıştır. Doğu tarafına düşen duvarlarda üç büyük çıkıntı vardır. Yapının bütünü kesme taşlarla yapılmıştır.[32]

Belgelerde medresede görev yapanlar hakkında da bazı bilgiler verilmiştir. 1525’te Hasan oğlu Mevlana Alaaddin, 1527’de Hacı Sadık oğlu Mevlana Şemseddin, 1563’de ise, Abdülaziz oğlu Mevlana Ali Fakih, Muhyiddin oğlu Yakub Halife ve kardeşi Yusuf Eshab-ı Kehf Medresesi’nde müderrislik yapmakta idiler. Bu tarihte buk’a da faaliyette idi. Ancak bu müderrislerin hangisi buk’a da görev yaptığı kaydedilmemiştir.[33] 1079/1668 yılı öncesinde ise, Hüseyin adlı birisi burada müderrislik yapmaktaydı. Ancak görevi bırakarak bulunduğu yeri terk etmesi nedeni ile yerine ulemadan Ali Efendi tayin edilmiştir.[34] 1145-1166/1732-1753 yılları esnasında medresenin müderrisleri Mehmed Zeki ve Ahmed idi. Bu göreve 19 Rebiulevvel 1238/4 Aralık 1822’de Mehmed Vehbi, 17 R 1258/28 Mayıs 1842’de Seyyid Mehmed ve Seyyid Ali efendiler tayin edilmişlerdir.

Medresenin görevlilerine ve gelirlerine zaman zaman müdahaleler yapıldığı dikkati çekmektedir. 1080/1669’da müderrislik yapan Ali Efendi’ye medresenin eski müderrisi Hüseyin’in müdahalesi ve 1137/1724’de medresenin vakfından olan Parsama köyünün malikane hissesinin gelirini tasarruf eden vakfın mütevellisi Osman’a yapılan müdahale bunlardan ikisidir.[35]

Asırlar boyunca hayatiyetini sürdüren medresenin zaman zaman tamir edildiği bilinmektedir. Ancak bu konu kaynaklarda ayrıca yeterli bir şekilde ele alınmadığından külliyenin tarihi gelişiminin genel olarak değerlendirildiği bölümde incelenmiştir.

Vakfın gelir gider durumu cami ve zaviyede olduğu gibi, Eshab-ı Kehf Vakfı içinde topluca gösterilmiştir. Ancak medreseye ait olan vakıflardan bazıları adı ile belirtilerek diğerlerinden ayrılmıştır. 906/1500 tarihli vakfiyeye göre, Alauddevle Bey, Eshab-ı Kehf medresesi müderrisi için üç bin dirhem gümüş para, yılda sekiz ölçek buğday, müderris yardımcısına, üç bin dirhem gümüş para, müderrisin harap evini tamir etmek için dört bin dirhem gümüş, Harabiye Emirliği’nden her sene sekiz ölçek tahıl ve müderris yardımcısı için bin dirhem para vakfetmiştir. 4 Zilkade 1082/3 Mart 1672 tarihli bir buyrulduya göre, Eshab-ı Kehf Zaviyesi ve Buk’ası’nın yarım hisselik gelirini medresenin müderrisi Ali Efendi, diğer yarısını da hizmetkarlar kullanmaktaydılar. Medresenin vakıflarından biri de Kayseri’nin Koramaz nahiyesine bağlı Parsama köyünün malikane hissesiydi. Bu hisseyi tasarruf eden müderrislerden Mehmed Zeki ve Ahmed arasında, vakfın diğer hisselerini de ellerine geçirmek istemeleri sebebi ile anlaşmazlıklar çıkmıştır. Şahruh Bey’in vakfiyesine göre, Parsama köyü malikane hissesinin yarısı, medresenin müderrisleri, talebeleri ve sair ihtiyaçları için vakfedilmiştir.[36]

C. Eshab-ı Kehf Zaviyesi

Eshab-ı Kehf Camii ile bu günkü misafirhane arasında bulunmaktadır. Kapısının girişi üzerindeki kitabede, eserin ilk defa Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus zamanında Maraş Valisi Nüsretüddin Hasan Bey tarafından, 612/1215 tarihinde bir ribat u’l-mübarek (zaviye, buk’a, kervansaray) olarak yaptırıldığı kayıtlıdır.[37] Bazı araştırıcılar kitabeye uygun olarak eseri; çilehane, ribat ve ribatu’l- mübarek şeklinde tanımlamışlardır. Bu ifade ise, eserin ilk yapıldığı Selçuklular Dönemi’nde uç gazilerinin, mücahitlerin ve dervişlerin sınır boylarında ikamet ve ibadet ettikleri uç karakolu, müstahkem mevki ve zaviye anlamına gelmektedir. Ancak özellikle Zülkadir Beyliği’nin son döneminden itibaren ribatların askeri önemi azalarak içlerinde dervişlerin ve tarikat erbabının barındığı dini ve sosyal görünümü ağırlık kazanan yapılar haline gelmişlerdir. Ayrıca benzeri eserler için, ribat terimi yerine buk’a ve daha sonra da zaviye teriminin kullanılması tercih edilmiştir. Bu ifadeler ise, birbirine yakın anlamları taşımaktadırlar.[38]

Yukarıdaki bilgiler göz önünde tutulacak olursa, bu gün zaviye olarak bilinen eser kendisinin yerinde inşa edilmiş olan eski binanın kalıntıları üzerine kurulan buk’anın devamı olmalıdır. Çünkü 906/1500 tarihli vakfiyesine göre, Alauddevle Bey, babası Süleyman Bey’in Eshab-ı Kehf’deki buk’ası ile birlikte, aynı yerdeki bir medrese ve bir mescidi tamir ederek faaliyete geçirmiştir.[39] Bu üç eserden medrese ve mescidin yeri ve kimliği bilindiğine göre, buk’ada bu gün zaviye olarak adlandırılan bina olmalıdır. Belirtilen tarihlerde buk’a kelimesinin zaviye ya da orta dereceli okul anlamına kullanılmış olması da bu fikri desteklemektedir. Hatta Eshab-ı Kehf Zaviyesi ile ilgili Osmanlı belgelerinde de buk’a ve zaviye kelimesinin birbirinin yerine kullanıldığı görülmektedir. Mesela, 1563 tarihli tahrir kayıtlarından birinde Eshab-ı Kehf Buk’ası ve Camii Vakfı’ndan bahsedilmektedir. Halbuki her ikisi de aynı vakfı göstermektedir. Ancak buk’anın özellikle Osmanlı’nın ilk zamanlarında hem zaviye hem de düşük dereceli medrese ya da bu günkü karşılığı ile ilk okul ve üniversite arasında kalan eğitim müessesesi yerine kullanıldığı da bilinmektedir. Nitekim 1563 yılı tahriri esnasında cami, medrese ve zaviyenin faaliyette olduğu bir esnada buk’anın da ayrıca kaydedildiği ve Eshab-ı Kehf merkezinde görevli olan müderrislerin sayısının üçe çıktığı görülmektedir. Bu gelişme, Eshab-ı Kehf’de ikamet edenlerin sayısının artmasına binaen, zaviye kısmında veya medresenin bir bölümünde yukarıdaki çerçeve içinde kalan derslerin verilmeye başlandığını akla getirmektedir. Zaviyenin kuruluşundan beri alt katındaki büyük bölmeler de zaman zaman eğitim için kullanılmış olabilir. Bazı kayıtlarda ise, ikisi birinci katta, biri de onların altında bulunan üç bölmenin, zaviyenin oturma yerlerini teşkil ettiği ileri sürülmektedir.[40]

Zaviye, planı itibarı ile kapısı, mihrabiyesi ve çile odaları arasındaki mihrabı, Selçuklu tezyinat sanatının en güzel örneklerindendir. Tonozlarla örtülen uzun salonları çok önemli birer plan arz eden çile odaları ve diğer bölümleri ile Anadolu’da görülmeyen ve bugüne kadar korunamayan yeni bir tipi temsil etmektedir.[41] Zaviyenin duvarları ikinci kata kadar kesme taşlarla yapılmıştır. İkinci katı tuğla ile örülmüştür ve hemen hemen tamamı ile yeniden inşa edilmiştir. Yapının zemininin içi kısmı da kesme taşlar ile inşa edilmiştir. Kemerler ve tonozların tümü yontma taştandır.

Zaviyenin taç kapısı yapının güneyinde bulunmaktadır. Sivri kemerin içindeki istalaktitleri, çerçevesinde düzenli oymalar şeklindeki motifleri, sivri kemer ve üstündeki mermer kitabe arasında bezenmiş gülcükler ile diğer Selçuklu taç kapılarından farksız bir güzelliğe ve çekiciliğe sahiptir. Zaviyenin iç kısmına gelince, taç kapıdan girildiğinde sağda her biri on sekiz metre uzunluğunda iki geniş bölme bulunmaktadır. Bu bölmeler tonozlu olup birbirine sivri kemerlerle bağlıdır. Her iki bölmenin kuzeyde birer küçük kapıları vardır. Doğu duvarına bitişik olan ikinci bölmenin sivri kemerli üç penceresi olup ortadaki diğerlerine nazaran daha büyüktür. Bu bölmenin altında, giriş kısmının pek yakınında merdivenle inilen ve kapıdan girilen üçüncü bir bölme daha vardır. Bu bölmenin uzunluğu 17 metre, eni 2,5 metre ve yüksekliği de 2,65 metredir. Tonozlu olan alt bölmenin dört penceresi vardır.

Yine taç kapıdan girildiğinde sol tarafta ise, çilehane ve mescid kısımları yer almaktadırlar. Çilehane, geniş bir aralık ile ona açılan dört hücreden müteşekkildir. Hücrelerin genişlikleri birbirinden farklıdır. Ananeye göre, Hacı Bektaş-ı Veli gibi bazı tanınmış zatlar bu çilehanede kalmışlardı ve burada muhtelif tarikatların zaviyeleri bulunmaktaydı. Mescid kısmı ise, geniş bir kemerle birinci bölmeden ayrılmaktadır, mihrabı oldukça süslemelidir. Mihrabın solundaki eyvandan küçük bir odaya girilir. Zaviyenin ikinci katı geniş bir sofa ile buraya açılan altı odadan müteşekkildir. Odalar muhtelif büyüklükte olup tavanları yüksek, ferah ve manzaralıdır. Bu katın mütevellilere ve ailelerine ayrılmış olması muhtemeldir.[42]

Zaviyede görev yapan şahıslar hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Selçuklular zamanında zaviyenin idaresi burada şubesi bulunan Kadiri tarikatının şeyhi tarafından yapılmaktaydı. Zülkadir Beyliği dönemi hakkında ise, bu konuda bir bilgiye sahip değiliz. Bölgenin Osmanlıların eline geçmesinden sonra 1527’de zaviyenin eski şeyhi Habib oğlu Habib idi. O tarihte ise, Yusuf fakih oğlu Taceddin Halifeydi.

Zaviyenin tevliyeti 29 C. 1086/20 Ekim 1675’ken önce Süleyman’a bu tarihten sonra Mustafa’ya, evasıt Za. 1087/14-24 Ocak 1677’den itibaren Seyyid Mustafa’ya verilmiştir. Bu zatlar, Alauddevle Bey’in kendisine yurtluk olarak Çoban Pınarı adlı araziyi verdiği ve vakıflarının tevliyetine tayin ettiği Seyyid Şeyh Hüseyin el-Hüseyin et-Tirmizi’nin nesebinden gelen kimselerdir. Bu durumları belgelerle de sabittir. Nitekim 3 S. 1166/10 Aralık 1752 tarihinde zaviyenin tevliyetini yapmakta olan Seyyid Yahya, Seyyid Osman, Seyyid Ömer ve Seyyid Ahmed’in, Efsus (Afşin) sakinlerinden Seyyid Şeyh Hüseyin el-Hüseyni el-Tirmizi’nin torunlarından olmaları nedeni ile zaviyenin tevliyetinin vakfedenin şartlarına uygun olarak üç yüz seneden beri bunların elinde olduğu belirtilmiştir.[43]

Zaman zaman bu zaviyeye müdahaleler de yapıldığı dikkati çekmektedir. Bu müdahaleler vakfın idaresini elinde bulunduran sülaleye ve vakıf gelirlerine yönelik olarak gelişmiştir. Bunlardan en dikkati çekeni de Eshab-ı Kehf medresesi müderrislerinden Mehmed Zeki ile Ahmed’in müdahaleleri olmuştur. Yıllar boyunca süren anlaşmazlık nihayet 1143/1730’da yapılan muhakeme sonunda, müderrisler için men-i müdahale kararı verilmiş, ancak bu zatlar, uydurma bir vakfiye düzenleyerek aynı faaliyetlerine devam etmişlerdir. Mesele, 1166/1753 yılında çözüme kavuşturulmuştur.

Zaviyenin gelirleri de topluca Eshab-ı Kehf Vakfı içinde gösterilmiştir. Bununla birlikte Nişanid (Başüstü) köyünün çift vergisi karşılığında halkın zaviyeye odun getirmeleri, Efsus’dan elde edilen vergi gelirinin yarısı (cami ve zaviye’ye) ve Ağcasu mezrasının gelirinin zaviyeye ait oldukları bilinmektedir. 1105/1694 tarihinde ise, 1440 akçelik gelir gideri vardı. 24 N. 1088/20 Ekim 1677 tarihli bir buyrulduya göre, zaviyenin hububat gelirinin yarısı, daha sonra medreseye tahsis edilmişti.[44]

D. Çardak (Mescid)

Ali Paşa Çardağı ya da Çardak adı ile bilinen tesis, Eshab-ı Kehf Camii’nin doğusunda ve cami avlusunun bitişiğinde bulunan bir ek yapıdan ibarettir.[45] Bu kısma ait iki kitabe bulunmaktadır. Bunlardan birincisinde Alauddevle Bey’in hanımı Şems Hatun’un adı geçmektedir. Ancak caminin (mescid) incelendiği bölümde izah edildiği üzere, bu kitabenin camiye ait olması ihtimali kuvvetlidir. İkinci kitabe, bugünkü yapının güney duvarında bulunmaktadır. Dört satırlık kitabede hiçbir farklı yoruma imkan bırakmayan kesin ifadeler ile yapının Kanuni Sultan Süleyman devrinde, yeni bir mescid olarak altındaki üç odası ile birlikte, Zülkadir Beyi Ali Bey’in, Kaba Naib olarak bilinen en önemli vezirlerinden merhum Minnet Çelebi’nin ruhu için yeni bina ve imar edildiği ve evahir-i Z. 937/14 Haziran 1531’de tamamlanmış olduğu bildirilmektedir.[46] Kitabeden anlaşıldığına göre, yapının üstü mescid olarak yapılmış ve arkasındaki caminin ek bir bölümü haline getirilmiştir. Yapının kimler tarafından yaptırıldığı kaydedilmemiştir.

Ancak Minnet Çelebi’nin yakın akrabalarından biri tarafından yaptırılmış olabilir. Kitabedeki ifadeler, burasının Minnet Çelebi ya da Şems Hatun tarafından yaptırılması ihtimalini de ortadan kaldırmaktadır. Çünkü kitabede verilen bilgiler, yapıyı tarif etmekte, yeni bir mescid olduğunu, yeni bina ve imar edildiğini, kimin zamanında ve hangi tarihte yapıldığını açıkça izah etmektedir. Buna karşılık, daha önce burada bulunduğu bildirilen Şems Hatun’a ait kitabedeki bilgiler, esasen üzerinde kendi kitabesi bulunmayan cami (mescid)’e daha çok uymaktadır. Çünkü kitabede yeni bina edilmekten bahsedilmemekte, var olan bir kubbenin tamir edildiği belirtilmektedir. Kubbe deyimi ve diğer ifadeler, Şems Hatun’un zamanı, Alauddevle’nin buradaki eserleri tamir ettiği ve vakıflar tahsis ettiği düşünülür ise, daha çok camiye uymaktadır.

Çardak kısmı, arazinin meyilli olması nedeni ile vadiye uçmuştur. Ancak 1969-1970 yıllarında aslına uygun olarak yenilenmiştir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılmış olan bu kısım, muhtemelen ziyaretçilerin çoğalması üzerine, üstünün mescid, altının misafirhane, geçici dinlenme ve ibadet etme yeri ve benzeri şekilde çok yönlü kullanılmak üzere inşa edilmiştir.

Eshab-ı Kehf külliyesindeki zaviyenin kuzeyinde camiin doğusunda yer alan ve arazi meylinden dolayı üstü camiin avlusunu teşkil eden bu ilave kısım, her katta üç oda olacak şekilde iki katlı olarak düzenlenmiş ve boyutları farklı olan kesme taşlardan yapılmıştır.

Binanın alt katına yuvarlak kemerli basık bir kapıdan girilmektedir. Kapının kemer formuna uygun şekilde uzayan beşik tonoz ile örtülü bir koridor baştan başa uzamaktadır. Bu koridora yan yana sıralanmış alttaki üç hücrenin kapıları açılmaktadır.

Üst kata, yandaki camiye çıkış merdivenleri ile ulaşılmaktadır. Bir teras şeklindeki üst katın hücrelerinin arası bölünmemiştir. Doğuya bakan bu üst kısmın örtüsü bilinmediğinden restorasyon sonrasında da üzeri açık bırakılmıştır. Binanın içinde ve dışında bir bezeme unsuruna rastlanmamaktadır.[47]

Yapının Osmanlılar zamanında tamiri, görevlileri, ve gelirleri hakkında bir bilgiye rastlamadık. Vakıf gelirlerinden buraya da harcama yapılmış olması ve külliyenin tamiri esnasında zaman zaman burasının da tamir edilmiş olması gerekir.

3. Eshab-ı Kehf Külliyesi’nin Geçirdiği Tamirler

Eshab-ı Kehf Külliyesi’ni oluşturan vakıf eserlerin zaman zaman tamir edildikleri muhakkaktır. Cami kısmının bilinen ilk tamiri, 739/1338 tarihinde yapılmıştır. Bu yıllarda külliyenin diğer tesisleri de tamir edilmiş olabilir. Alauddevle Bey ise, bir tamirden ziyade 1500 yılından önceki yıllarda eski kalıntılar üzerine bazı ilaveler yaparak külliyeyi yeniden inşa etmiştir. Camiin önüne sonradan eklenmiş olan Çardak kısmının duvarında, daha önceleri Alauddevle Bey’in Hanımı Şems Hatun’un adına 905/1500 tarihli bir kitabenin bulunması ve 906/1501 tarihli vakfiyede Alauddevle’nin mescidi (cami) ihya ettiğinin ifade edilmesi, bu tarihlerin doğruluğunu ve mescidin Şems Hatun’un adına ihya edildiğini göstermektedir.[48]

Külliyenin Osmanlılar tarafından yapılan tamiratı ile ilgili bir bilgiye ulaşamadık. Çardak kısmının 937/1530 yılında inşası esnasında diğer bölümler de tamir edilmiş olabilir. Külliyenin bilinen son tamiratı, 1320/1902[49] ve 1328/1910 yıllarında yapılmıştır.[50] Cumhuriyet Devri’nde de 1947 ve 1959-1960 yıllarında yeniden tamir edilmiştir. Vadiye uçmuş olan Çardak kısmı ise, 1969-1970 yıllarında restore edilerek yenilenmiştir.[51]

4. Eshab-ı Kehf Vakıflarında Görev Yapan Şahıslar (Osmanlılar Zamanı)

Zülkadir Beyliği ve Osmanlılar zamanında Eshab-ı Kehf Külliyesi’nin idarecilik, şeyhlik ve benzeri görevlerini, 724/1324 yılından beri Emir Hüsameddin b. Seyyid Hüseyin el Hüseyni et- Tirmizi’nin ahfadından olanlar yerine getirmekteydi.[52] Zülkadir oğlu Alauddevle Bey’in Cerid ve Boynu Yoğunlu cemaatlerinden tayin ettiği hizmetkarlar ise, bu başlık altındaki inceleme konumuz dışındadır.

Çünkü Alauddevle Bey, bu cemaatlerin ödemekle yükümlü oldukları vergilerini Eshab-ı Kehf’e vakfetmiş, Eshab-ı Kehf’in ikinci derecede kalan hizmetlerini yerine getirmeleri karşılığında bu vergileri kendilerinden almamayı taahhüd etmiştir. Bizim inceleyeceğimiz göreviler ise, aşağıda görüleceği üzere, vakfın dağılmasına kadar, Seyyid Hüseyin el-Hüseyni’nin soyundan olup vakfın mütevellilik ve zaviyedarlık görevini yerine getiren görevliler ile bu görevlilerin dışında benzeri işleri yerine getiren ve Osmanlılar zamanında Eshab-ı Kehf’in merkezinde külliyenin ikamete mahsus bölümlerinde oturmakta olan kimselerdi Ancak Efsus ’un(Afşin) merkezinde ikamet edenler de vardı. Bunlar külliyenin cami, medrese ve zaviyesinde görevlendirilen müderris, hatib, müezzin, mütevelli, zaviye şeyhi ve benzeri görevleri yerine getiren kimselerdi.

1525 yılında Eshab-ı Kehf Külliyesi’nde; müderris olarak Hasan oğlu Alaaddin, Hatib olarak Yusuf oğlu Taceddin, müezzin olarak Abdülaziz oğlu Ali, nazır-ı evkaf olarak Seyyid Mehmed oğlu Seyyid Ahmed burada görev yapmaktaydılar ve aynı yerde ikamet etmekteydiler. Nazır-ı evkaf, vakfın mütevellisi tarafından kendisine ödenen dört akçelik yevmiye ile burada görev yapmakta idi. Ancak vakıfta bu şekilde görevli olan kimseleri bunlardan ibaret saymamak gerekir.[53]

1527 yılı tahrir kayıtlarına göre, vakıf görevlilerinin sayısında artış olmuştu. Bu mahalde müderris olarak Hoca Sadık Şemseddin, İmam Abduşşems oğlu Ümmet, çerağdar, ferraş, cüz han, şeyh-i atik Habib oğlu Habib, zaviye şeyhi Yusuf fakih oğlu Taceddin Halife, Yusuf Fakih oğullarından Mahmud, Ahmed, Lütfullah ve Mustafa adlarını taşıyan muhassıllar ve müezzin Ahmed oğlu Ömer görev yapmaktaydı. Ayrıca bunların ve burada ikamet eden vergi nüfusunun dışında, daha önce külliyede görev yapmış olan Çerağdar Abdülaziz oğlu Ali, Ferraş Abdülaziz oğlu Hamza, eski hatiplerden Abduşşems oğlu Himmet de burada ikamet etmekteydi. Eskiden hatiplik yapmış olan Abduşşems oğlu Ümmet ise, 1527 yılında burada imamlık yapmaktaydı. Adı geçen görevlerde bulunan son üç şahsa daha önce haksız bir şekilde müdahale yapılarak görevleri ellerinden alınmıştı. Yine bu tarihte camiin bir hatibi ve medresenin müderrisi Efsus’ta ikamet etmekteydi.

1527 yılında tutulan tahrir kayıtlarında, Eshab-ı Kehf vakıflarından elde edilen gelirin sarf edildiği yerler ve daha çok cami kısmında bulunan görevliler ve aldıkları yevmiyelerle ilgili geniş bilgiler bulunmaktadır. Bu kayıtlara göre, vakfın tevliyeti için günde 4 akçe, mescidin harcamalarına karşılık olmak üzere, günde 2 akçe ve ayrıca Haleb kilesi ile 30 kile buğday; kitabet ve siyanet için bulunulan mahallin halkından olması şartı ile günde iki akçe; hitabet ve imamet görevi için ikisine birlikte 3 akçe; çerağdar, müezzin ve ferraştan her birine bir akçe; cüz okuyana iki akçe yevmiye verilmekteydi. Ayrıca vakfın sade yağ ihtiyacı için bir akçe ayrılmıştır.[54]

1563 yılında Eshab-ı Kehf’in bulunduğu mahalde Abdülaziz oğlu Ali Fakih, Muhyiddin oğlu Yakub Halife ve Muhyiddin oğlu Yusuf adlarını taşıyan üç müderris ile hatib, Aydoğmuş oğlu Ümmet; imam, Aydoğmuş oğlu Ali Fakih ve Aydoğmuş oğlu Mehmed, İbrahim oğlu Memi, Memi oğlu Hayreddin adlarını taşıyan muhassıllar ikamet etmekte idiler. Bunlarla beraber 11’i mücerred, toplam 33 vergi nüfusu ikamet etmekteydi. Kars-ı Maraş (Kadirli) Kadısı da burada ikamet etmekteydi.[55]

Bölgede yapılan ilk üç tahrirden sonra, vakıf ve vakıf görevlileri hakkında çok az bilgi vardır. 1233/1818 tarihli bir buyrulduya göre, bu tarihte vakıf gelirlerinin tevliyetini Hüseyin Seyyid Ahmed oğlu Seyyid Mustafa, Seyyid Mustafa oğlu Seyyid İbrahim ve Seyyid Ömer oğlu Seyyid Osman adlı şahıslar yapmaktaydı.[56]

XIX. yüzyılda Eshab-ı Kehf vakıflarının idaresi, Haremeyn vakıflarına bağlı olarak idare edilmekteydi. 1266-1273/1850-1857 yıllarına ait vakıf tahrir defterinde, Eshab-ı Kehf vakıflarında görevli olan müderris Seyyid Ali ve mütevelli vekili Seyyid Mehmed’in adı kaydedilmiştir. 1276/1860’da vakıf gelirlerinin tevliyeti, Hasan adlı bir zatın tasarrufundaydı. 1278/1861’de mütevelli sayısı üçe çıkmıştır. Defter kaydında, Seyyid Mehmed, Seyyid Hüseyin ve Seyyid Halil’in burada mütevelli oldukları kaydedilmiştir. 1279/1862 yılına ait vakıf kaydında ise, vakfın adı geçmemektedir.[57]

5. Eshab-ı Kehf Vakıfları’nın Gelirleri

A. Selçuklular Zamanında Vakıf Gelirleri

Önceki kısımlarda Selçukluların Maraş Valisi Nüsretüddin Hasan Bey’in Eshab-ı Kehf makamının bulunduğu mevkide tesisler inşa ettiği ifade edilmişti. Bir çok araştırmacı tarafından, bu tesislerin harap olmaması, görevlilerin iaşesi ve ziyaretçilere yapılan harcamaların karşılanması amacıyla Nüsretüddin Hasan Bey’in Atlas Yazısı (Efsus) adı ile bilinen köy ve ekinliklerin bir çoğunu vakfettiği ifade edilmektedir.[58] Bölgenin Osmanlılar tarafından fethinden sonra, 1525 yılında yapılan ilk tahriri esnasında tutulan bir kayda göre, Eshab-ı Kehf’e tahsis edilen vakıf gelirlerini Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubad vakfedip serbestlik şekli üzere kullanılmasını şart koşmuştur. Zülkadir Beyleri zamanında bunların vakfiyeti devam etmiştir. Alauddevle ve Ali Beyler de gelirlerin devamını sağlayan takarrürnameler vermişlerdir. Bu durum, 1525 yılında mevcut olan bilirkişiler ile memleketin ileri gelen resmi ve mahalli görevlileri tarafından tasdik edilerek tahrir defterine kayd olunmuştur.[59] Bu kayıtlardan Nüsretüddin Hasan Bey’in kurmuş olduğu söylenen vakıfların, Selçuklu sultanlarının izni ile ve onların adına kurulmuş oldukları anlaşılmaktadır. Nitekim adı geçen belgede, Atlas Yazısı adı ile bilinen bölgenin, I. Alaaddin Keykubad tarafından Eshab-ı Kehf’e vakfedildiğinin zikredilmesi de bunu göstermektedir.

B. Zülkadir Beyliği Zamanında Vakıf Gelirleri

Önceki kısımda Zülkadiroğulları tarafından Eshab-ı Kehf vakıflarının korunduğu belirtilmişti. Ancak Alauddevle Bey zamanına gelinceye kadar bu vakıflar hakkında geniş bilgiye sahip değiliz. Alauddevle Bey, I. Alaaddin Keykubad’ın vakıflarını bazı ilave ve değişikliklerle aynen devam ettirmiştir. Onun zamanında oğlu Şahruh Bey tarafından da Eshab-ı Kehf’e vakıflar yapılmıştır.

Alauddevle Bey’in 906/1500 ve 916/1510 tarihli vakfiyelerine göre, Pınarbaşı (Kaya Pınar), Nişanid (Başüstü), Efsus’un yarısı, Sevin-i Sağir (Küçük Sevin), Sevin-i Kebir (Büyük Sevin) ve Resul Hacılı köyleri ile Çanakçı Avşar Mezrası; Cerid, Boynu Yoğunlu, Ebu Leyli cemaatlerinin vergi geliri ve Eshab-ı Kehf’in bazar vergisi (Bac-ı Bazarı), Alauddevle Bey tarafından Eshab-ı Kehf’e vakıf geliri olarak tahsis edilmiştir. Alauddevle Bey’in oğlu Şahruh Bey de 1492’de Kayseri’nin Parsama köyünü Eshab-ı Kehf Medresesi’nin müderrislerine, talebe ve sair ihtiyaçlarına vakfetmiştir. Ali Bey ve Osmanlılar zamanında da vakıflara dokunulmamış ve vakıf arazileri üzerinde yeni köyler, mezralar kurularak ya da benzeri faaliyetler yapılarak vakıf gelirleri korunmaya ve artırılmaya çalışılmıştır.[60]

C. Osmanlılar Zamanında Vakıf Gelirleri

C.A. XVI. Yüzyıl Tahrir Defterlerine Göre Vakıf Gelirleri

Bölgenin Osmanlılar tarafından fethinden sonra, XVI. yüzyıl boyunca üç defa tahriri yapılmıştır. Eshab-ı Kehf vakıflarını oluşturan köy, mezra, yaylak, cemaat ve sairinin toplam gelirleri, 1525 yılında yapılan tahrir esnasında 38125 akçe; 1527 yılında yapılan tahrir esnasında 72589 akçe ve 500 kile buğday; 1563 yılında yapılan tahrir esnasında 44616 akçe idi.

C.A.A. Köyler

Çağılğan Köyü: Vakıf araziler üzerinde ve Zülkadir Beyi Ali Bey zamanında kurulmuş bir köydür. 1525 yılında köyde dördü mücerred, toplam 12 vergi nüfusu vardı. Yıllık geliri 1465 akçe idi. 1527 yılında yapılan tahrir kayıtlarından birinde, köyün daha önceki tahrirde Eshab-ı Kehf Vakfı içinde yazıldığı ve halkın ödemesi gereken çift vergisini elden getirerek Eshab-ı Kehf’e teslim ettikleri, diğer vergi ve öşürlerini de toprak sahibi’ne (sahib-i arz) verdikleri kaydedilmiştir. Ancak 1527 yılında yapılan tahrirde köy Hüdaverdi’nin tımarı olarak kaydedilmiştir. Daha sonraki yıllarda da vakıf olarak gözükmemektedir.[61]

Çoban Pınarı (Emirli) Köyü: Alauddevle Bey’in 1500 ve 1510 tarihli vakfiyelerinde adı geçmemektedir. Eshab-ı Kehf’in yakınında bulunmaktadır. Tahrir kayıtlarına göre, burası hiç kimsenin ikamet etmediği boş ve bakımsız bir arazi iken, Alauddevle Bey tarafından Seyyid Hüseyin el- Hüseyni’ye yurdluk olarak verilmiş ve mahsulünden Eshab-ı Kehf Camii’nin müezzini olan kimseye yıllık 75 Halebi akçe vermesi şart koşulmuştu. Seyyid Hüseyni de mülk arazisini ihya ve imar ederek çocukları ile birlikte bu bölgeye yerleşmiş ve köyün vergi gelirini Eshab-ı Kehf’e vakfetmişti.

1525 yılında yapılan tahrir esnasında Sevin-i Kebir köyüne bağlı olan Çoban Pınarı, çoğunluğu Seyyid Hüseyin’in soyundan olan kimselerin ikamet ettiği bir mezra idi. Burada bir cabi, bir mütevelli dışında 9 vergi hanesi vardı. Seyyid Hüseyin’in soyundan olan kimselerden vergi alınmazdı. Aileden Halil oğlu Mehmed mezranın vakıf gelirini toplamakla görevli idi. Yani cibayet görevine tasarruf etmekteydi. Emir Hasan oğlu Seyyid Hüseyin de 10 akçelik yevmiye ile vakıf mezranın idaresi ile ilgili işleri, yani tevliyet görevini yürütmekteydi. Mezranın yıllık geliri 620 akçe idi. Bu gelir, köydeki bir değirmen ve tahıldan elde edilen vergi geliri idi.

1527 yılı tahrir kayıtlarına göre, köy halini alan bölgenin, 5 sadat, 3 mücerred (bekar), 6 evli vergi nüfusu vardı. Sadattan ikisi muhassıl, biri mücerred idi. Kendilerinden vergi alınmazdı. Bunların dışında, Seyyid Hüseyin oğlu Seyyid Hasan, vakıf köyün tevliyetine seçilmişti, kardeşi Muhammed de vakfın katibi idi. 1527 yılı tahrir kayıtları esnasında, aslında Eshab-ı Kehf’in vakfı olan köyün Bektut- zâde adına yurt olarak verilmiş olduğunu gösteren bir hüccet getirildiği, ancak vakıf yerin yurdluk olarak verilmesinin İslam hukukuna uygun olup olmadığının alimlerden sorulması gerektiği belirtilmiştir. Bu tarihte vakfın yıllık 1190 akçelik geliri olduğu zikredilmiştir.

1563 yılında Çoban Pınarı köyünün 8 vergi nüfusu ve 433 akçe geliri vardı. Çoban Pınarı suyunun kenarındaki 13 değirmenin de 300 akçe geliri vardı. Alauddevle Bey’in hanımı Şems Hatun adına kurulmuş olan bir değirmen ile birlikte, köyde 15 değirmen vardı. Bu kayıtlara bakılırsa, köyün çevre köylere göre, merkezi bir konumda olduğu anlaşılmaktadır.[62]

Efsus (Afşin) Köyü: Vakfiyelerde ve tahrir defterlerinde, köyün yarısının Eshab-ı Kehf’in, diğer yarısının da Afşin’deki Deve Baba Zaviyesi’nin vakfı olduğu kaydedilmiştir. Burada ikamet edenler, her yıl Eshab-ı Kehf Külliyesi’ne 16 (‘icli?) odun getirmekle görevlilerdi. Serbestlik şekli üzere vakfa hizmet ederler, buna karşılık avarız ve nüzul vergisi ödemezlerdi.

1525 yılında köyde, bir imam, bir yaşlı ve bir muhassıl vardı. Bunlar, resmi görevli oldukları için vergi vermezlerdi. Köyün 29’u mücerred olmak üzere, toplam 112 vergi nüfusu vardı. Yıllık geliri 19585 akçeydi. Bu gelire, köydeki 6 değirmenin 240 akçelik geliri de dahildi. Bu tarihte, Sevin-i Sağir, Aşık Kilisesi, ve Çanakçı mezraları da köye bağlı idiler. Ancak bu mezralar köyden ayrılmışlardır.

1527 yılında köyde bir hatib, bir imam, bir müderris, üç muhassıl ve bir ahi tabbahan (derici) vardı. Ayrıca 47’si mücerred olmak üzere köyün toplam 236 vergi nüfusu vardı. Köydeki değirmenler ile birlikte toplam geliri 23892 akçe idi. Köyün vergi nüfusundan da anlaşılacağı üzere, bu tarihte köyün nüfusu çok artmıştı, bu nedenle köy iki mahalleye taksim edilmiş ve Deve Baba Zaviyesi’nin bulunduğu kısım, Deve Baba Zaviyesi Mahallesi adı ile ayrıca tahriri yapılmıştır. Adı geçen zaviyenin şeyhi dışında mahallenin 31 vergi nüfusu vardı. Bunlardan 13’ü mücerred idi. Geliri ise, 1218 akçe idi. Eshab-ı Kehf’in hizmetkarları olan cemaatlerde buraya kaydolunmuştu.

1563 yılında köyde bir müderris, bir zaviyedar bir şeyh-zâde ve bir muhassıl vardı. Bunlar Deve Baba Zaviyesi’nde görevli idiler. Köyün vergi nüfusu 294 kişiydi. Yıllık geliri 18552 akçe idi. Bu tarihte daha önceki tahrirlerde köyün üzerine kaydedilmiş olan 6 değirmen 9’a yükselmişti. Toplam gelirleri 360 akçe idi. Bunlardan biri Eshab-ı Kehf’in vakfıydı. Bunların dışında, köydeki boyahanenin 3855 akçe geliri vardı. Değirmenlerin ve boyahanenin geliri, köyün toplam vakıf gelirleri içine dahildi.[63]

Eshab-ı Kehf Merkezi: Tahrir kayıtlarında Eshab-ı Kehf Külliyesi’nin bulunduğu merkez, nefs-i Eshab-ı Kehf şeklinde tanımlanmış ve tahrirleri bağımsız olarak yapılmıştır. Bu nedenle Eshab-ı Kehf merkezini de ayrı olarak ve burada incelemeyi uygun gördük.

1525 yılında burada bir müderris, bir hatib, bir müezzin ve bir nâzır-ı vakıf bulunmaktaydı. Ayrıca 13 vergi hanesi ikamet etmekte idi. Ancak bunlardan bu tarihte vergi alınıp alınmadığı kaydedilmemiştir. Sadece 350 akçe, bac-ı bazar vergisi adı ile geliri vardı.

1527 yılında burada bulunan görevlilerin sayılarının arttığı görülmektedir. Bu tarihte, külliyede görevli olan bir şeyh, bir cüz-han, bir imam, bir ferraş, bir çerağdar, bir müezzin ve bir muhassıl burada ikamet ediyordu. Ayrıca üçü bekar dokuz vergi nüfusu vardı. Geliri 235 akçe idi. Bu tarihte burasının adına kaydedilmiş olan gelirlerde artma olmuştur.[64] Eshab-ı Kehf bazar vergisi (bac-ı bazar) ile birlikte kasaplar ve sebzecilerden 1600 akçe, boyahaneden 800 akçe, Elbistan’a tabi Hatun Mezrası’nda bulunan bir değirmenden 360 akçe, Elbistan’da bulunan Ali Bey Hamamı’ndan 120 akçe, ekmek, döğme ve tarhana yapımı için 500 kilelik tahıl, çırak[65] mahsulü olarak 1500 akçe, resm-i kil adı ile 1000 akçelik vergi geliri, Eshab-ı Kehf adına kaydedilmiştir. Bu gelirlerden yukarıda adı geçen görevlilerin maaşı ödenmekte ve külliyenin diğer ihtiyaçları karşılanmaktaydı. Ancak bunlar, ayrı bir kısımda incelendiğinden burada kaydedilmemiştir.

1563 yılında, burada üç müderris, bir hatib, üç muhassıl bir imam ikamet etmekteydi. Müderrislerin ve muhassılların artmasından vakfın büyüyerek işlerinin arttığı anlaşılmaktadır. Yukarıdaki görevliler ve onların çocukları dışında burada üçü mücerred 14 vergi nüfusu ve toplam 33 nefer vardı. Geliri 215 akçe idi.[66]

Kaya Pınar (Pınarbaşı) Köyü: Vakfiyelerde Pınarbaşı Köyü adı ile kaydedilmiştir. 1525 yılında altı hane vergi nüfusu ve 3200 akçe vakıf geliri vardı. Bu tarihte kendisine bağlı olan Naib Hasan, Arab Yurdu ve Ovacık Ardıç ekinlikleri daha sonra başka köylere bağlanmışlardır. Bu köyü Ali Bey Zaviyesi’nin içinde bulunduğu, Elbistan’a bağlı aynı adlı köyle karıştırmamak gerekir. Gerger köyünün yanında bulunan Pınarbaşı köyünün, 1527 yılında üçü mücerred, 15 vergi hanesi ve 4660 akçe geliri vardı. Armud Alanı mezrası da buraya bağlıydı. 1563 yılında ikisi mücerred 18 vergi hanesi vardı. Ancak tahrir esnasında Eshab-ı Kehf vakfı olduğu kaydedilmemiştir. Bu tarihte geliri 3172 akçe idi.[67] Kışlacık Köyü: Vakfiyelerde adı geçmemektedir. Sonradan kurulmuş bir köydür. 1525 yılında Sevin-i Kebir köyüne bağlı bir mezra idi. Dört vergi nüfusu vardı. Burada oturan Veli oğlu Resul köyün vakıf gelirlerini toplamakla görevli idi. Yukarıda kaydedilen vergi nüfusu, avarız-ı divaniye ve tekalif-i örfiyeden muaf tutulmuşlardı. Alauddevle ve Ali Bey’den aldıkları takarrür name’ler (berat) gereğince bu şekilde devam etmekte idiler. Köyün yıllık geliri ise, 740 akçe idi. 1527 yılında ikisi mücerred olmak üzere, toplam 8 vergi nüfusu ve 1629 akçe geliri vardı. 1563 yılında ise, yedi vergi nüfusu ve 550 akçe geliri vardı.[68]

Nişanid (Başüstü) Köyü: Vakfiyelerde ve tahrir defterlerinde Eshab-ı Kehf’in vakfı olarak kaydedilmiştir. Burada ikamet edenler, ödemeleri gereken çift vergisi karşılığında Eshab-ı Kehf Külliyesi’nin odun ihtiyacını karşılarlardı. Bununla birlikte külliyenin diğer hizmetlerini de yerine getirirlerdi. Kendilerinden yemiş öşrü adı ile bir vergi alınmaktaydı. Eshab-ı Kehf’e yaptıkları hizmetlere karşılık avarız-ı divaniye ve tekalif-i örfiye vergisi ödemezlerdi. 1527 tarihli tahrir kaydına göre, çift vergisi karşılığında, getirdikleri odunları Eshab-ı Kehf Zaviyesi’ne verirlerdi. Köyün gelirinin tamamı vakıftı.[69]

1525 yılında köyde bir imam, bir muhassıl bulunmaktaydı. Ayrıca 14’ü mücerred olmak üzere, 48 vergi nüfusu vardı. Yıllık geliri 5238 akçe idi. 1527 yılında 83 vergi nüfusu ve 12238 akçe geliri vardı. Bu gelir, kendisine bağlı olan Sarıkaya, Arab Yurdu ve Aşık Kilisesi mezralarının geliri ile birlikte toplam 13878 akçeye ulaşmaktaydı. Ancak daha sonra mezralar bu köyden ayrılmıştır. 1563 yılında 110 vergi nüfusu ve 5645 akçe geliri vardı. Bu devrede, nüfusu artmasına karşılık, geliri 1525 yılındaki seviyesine düşmüştür.[70]

Sevin-i Kebir (Büyük Sevin) Köyü: Vakfiyelerde ve tahrir kayıtlarında aynı adla geçmektedir. 1525 yılında 13’ü mücerred, toplam 35 vergi nüfusu, üç bekar muhassılı ve 2970 akçe geliri vardı. 1527 yılında burada bir imam ve 14’ü mücerred, toplam 56 vergi nüfusu ve 6172 akçe geliri vardı. Bu gelirin malikane hissesi ve diğer vergileri vakıftı. Divani hissesi ise, Hamza’nın tımarı idi. Bu tarihte, Naib Hasan, Çanakçı ve Ovacık Ardıç mezraları da bu köye bağlıydı. 1563 yılında köyün 86 vergi nüfusu 3111 akçe geliri vardı. Ancak bu gelirin Eshab-ı Kehf’in vakfı olduğu kaydedilmemiştir.[71]

C.A.B. Mezralar (Ekinlikler)

Ağcasu Mezrası: Vakfiyelerde ve ilk iki tahrirde kayıtlı değildir. 1563 yılı tahrir defterinde, Eshab- ı Kehf Buk’ası ve camiinin vakfı olarak kaydedilmiştir. Vakıf arazi üzerinde sonradan kurulmuş bir mezra olsa gerektir. Adı geçen tarihte Norşun Köyüne bağlıydı ve 1440 akçe geliri vardı.[72]

Arab Yurdu Mezrası: Vakfiyelerde adı geçmemektedir. 1525 yılında Kaya Pınar köyüne bağlı bir mezraydı. 160 akçe geliri vardı. Sevinli cemaatinin ekinliği idi. 1527 yılında Nişanid köyünün ekinliği idi. 360 akçe geliri vardı. 1563 yılında Kışlacık köyüne bağlıydı. Sevinli cemaatının ekinliği idi. Bu devrede, 160 akçe geliri vardı.[73]

Aşık Kilisesi Mezrası: Eshab-ı Kehf mezralarının hemen bütününde olduğu gibi, vakıf arazi üzerine sonradan kurulmuştu. 1525 yılında Efsus köyüne bağlıydı. 1985 akçe geliri vardı. 1527 yılında Nişanid köyüne bağlıydı. 1280 akçe geliri vardı. Bedir Kendi yanında bulunan mezra, hariçten gelen yörükler tarafından ekinlik olarak kullanılmaktaydı. 1563 yılında köy olarak kaydedilmişti. Üçü mücerred olmak üzere, 16 vergi nüfusu, 1426 akçe geliri vardı.[74]

Armud Alanı Mezrası: 1525 yılında yapılan tahrir esnasında deftere kaydedilmemiştir (haric-i ez defter). 1527 yılında Kaya Pınar köyüne bağlıydı. Eshab-ı Kehf’in yakınında bulunmaktaydı. Hariçten gelen Ali Kaya ve Emir Danyal tarafından ekilip biçilmekteydi. 272 akçe geliri vardı. Taht-ı Karlan yaylağı da buraya bağlıydı. 1563 yılında Kerevin köyüne bağlı ve tımar olarak kaydedilmiş olan aynı adlı bir mezraya rastlanmaktadır. Ancak 1527 yılında köy olarak kaydedilen Armud Alanı’na tekabül ettiğine dair bir işaret yoktur.[75]

Belviran Mezrası: Efsus’a bağlıydı ve aynı köyün ekinliğiydi. Sadece 1527 yılı tahrir kayıtlarında Eshab-ı Kehf’in vakfı olarak kaydedilmişti. O tarihte 280 akçe geliri vardı.[76]

Çanakçı Avşarı Mezrası: Alauddevle Bey vakfiyelerinde Çanakçı Avşarı Mezrası şeklinde, tahrirlerde ise, Çanakçı adı ile kaydedilmiştir. 1525 yılında Efsus’a bağlıydı. 400 akçe geliri vardı. 1527 yılında Sevin-i Kebir’e bağlıydı. Çağlayan halkının ekinliğiydi. 560 akçe geliri vardı. 1563 yılında Kışlacık köyüne bağlıydı. 518 akçe geliri vardı. Bu devrede Resul Hacılı yaylakları da mezranın adına kaydedilmişti.[77]

Kara Kaya Mezrası: Seyyid Hüseyin el-Hüseyni’nin ahfadının ekinliğidir. Onların izni dışında burasının ziraatına kimse karışamazdı. Yani onların tasarrufundaydı. 1525 yılında Sevin-i Kebir köyüne bağlıydı. Eshab-ı Kehf’in hizmetkarları da bu mezrada bulunmaktaydılar. Yıllık geliri ise, 120 akçe idi. Çoban Pınarı köyünün yanında bulunan mezra, 1527 yılında bu köye bağlıydı. Hariçten gelen kimseler tarafından ekilip biçilirdi. 280 akçe yıllık geliri vardı. Araziyi ekip biçenler, vakıf sahibine öşür verirlerdi. Aynı yıla ait tahrir kaydında mezranın vakıf durumunun İslam hukukuna uygun olup olmadığının ulemadan sorulması istenmiştir. 1563 yılında Kışlacık köyüne bağlı olup 332 akçe geliri vardı.[78]

Naib Hasan Mezrası: 1525 yılında Kaya Pınar köyüne bağlıydı. Sevinli cemaatinin ekinliğiydi. 390 akçe geliri vardı. 1527 yılında Büyük Sevin köyüne bağlıydı. Bu tahrir esnasında, eski tahrir kaydında gelirinin 1/3’nün Eshab-ı Kehf vakfı olarak kaydedilmiş olduğu belirtilmiştir. 1527 yılında, mezranın tamamen Eshab-ı Kehf vakfı olmasının uygun olacağı kaydedilmiştir. Bu devrede geliri 1280 akçeydi ve bu gelirin vakıf hissesi 420 akçe idi. 1563 yılında Peder köyüne kaydedilmişti. 1527’deki statüsü devam etmekteydi. Bu nedenle mezranın gelirinin 1/3’ü olan 242 akçenin Eshab-ı Kehf vakfı olarak kaydedildiği görülmektedir.[79]

Ovacık Ardıç Mezrası: 1525 yılında Kaya Pınar köyüne bağlıydı. Çağılğanlı cemaatinin ekinliğiydi. Yıllık 240 akçe geliri vardı. 1527 yılında Sevin-i Kebir köyüne bağlıydı. Aynı köyün ekinliği olarak kullanılmaktaydı. Yıllık geliri 950 akçeydi. 1563 yılında Kışlacık köyüne bağlı olan mezra yine Çağılğanlı cemaatinin ekinliği idi. Yıllık geliri 240 akçeydi. Bu devirde Eshab-ı Kehf hizmetkarları olan cemaatler de mezraya bağlıydılar.[80]

Sarı Kaya Mezrası: 1527 yılında Nişanid köyüne bağlı olup, ayını köyün ekinliği olarak kullanılmaktaydı. Diğer vakıf kayıtlarında adı geçmektedir.[81]

Sevin-i Sağir (Küçük Sevin) Mezrası: Alauddevle Bey’in vakfiyelerinde köy olarak kaydedilmiştir. 1525 yılında Efsus köyüne bağlıydı. Sevinli halkının ekinliğiydi. Yıllık geliri 462 akçeydi.[82] 1527 yılında köy olarak kaydedilmişti. Bu tarihte dördü bekar olmak üzere, toplam 12 vergi nüfusu vardı.

Yıllık geliri 1648 akçeydi. Gelirin 350 akçelik malikane hissesi vakıf, divani hissesi ve diğer vergileri tımar olarak kaydedilmişti. 1563 yılında Sevin-i Kebir köyüne bağlıydı. Daha önce olduğu gibi, tahıl gelirinin yarısı vakıf, diğer yarısı ile vergilerden elde edilen gelir de tımar olarak kaydedilmişti. Bu devir de yıllık gelirin 178 akçesi, Eshab-ı Kehf’in vakıf hissesine tekabül etmekteydi. Geri kalan 218 akçesi ve diğer vergileri tımar olarak kaydedilmişti.[83]

C. A.C. Yaylaklar

Resul Hacılı Yaylakları: Alauddevle Bey’in vakfiyelerinde, Eshab-ı Kehf Külliyesi’nin vakıf geliri olarak Resul Hacılı adlı bir köyün adı geçmektedir. Ancak tahrirler esnasında, böyle bir köyün adına rastlanmamakta, Resul Hacılı yaylaklarından bahsedilmektedir. Bu yaylaklar, vakfiyelerde köy olarak kaydedilmiş olan yaylaklardır. Ancak zamanla tenhalaşmış, köy olmaktan çıkmışlardır. 1525 yılında yaylaklardan vakıf geliri alınmadığı, ancak buraları ekenlerin Çukur Pınar sipahisine 40 akçe vergi verdikleri kaydedilmiştir.[84] Bu ifadeler göz önünde tutulacak olursa yeni teşkil edilen yaylakların bu devrede belli bir gelir seviyesine ulaştıkları anlaşılmaktadır.

Resul Hacılı yaylakları, 1525 yılında Sevin-i Kebir köyünün Kışlacık mezrasına bağlıydılar. 1527 yılında tutulan kayıtlarda kendileri ile ilgili bir kayda rastlayamadık. Ancak bu yaylaklardan Sarıca Eyne Beyi Çiftliği’nin, Çoban Pınarı köyüne kaydedildiği görülmektedir. 1563 yılında ise, yaylakların bütünü Kışlacık köyünün Çanakçı mezrasına kaydedilmişlerdir.[85]

1525 yılında yaylakların adına bir gelir kaydedilmemiş, sadece Sarıca Eyne Beyi Çiftliği’nin 200 akçe geliri olduğu zikredilmiştir. Aşık Kilisesi mezrasının yanında bulunan çiftliğin 1527 yılında 460 akçe geliri vardı. Hariçten gelenler tarafından ekilip biçilmekteydi.[86]

1563 yılında yaylaklar, Kışlacık köyünün Çanakçı mezrasına bağlıydı. Bu tarihte Çukur Pınar yaylağı kaydedilmemiştir. Onun haricinde, 1525 yılında mevcut olan Ağca Pınar, İnal Ağaç ve Urğacık yaylaklarından her birinin 50 akçe, Sarıca Eyne Beyi Çiftliği’nin 200 akçe geliri vardı.[87]

Taht-ı Karlan Yaylağı: 1527 yılında tutulan tahrir kaydında adı geçmektedir. Bu tarihte Kaya Pınar köyünün Armud Alanı mezrasına bağlıydı. Sarıca Eyne Beyi Çiftliği’nin yanında bulunan yaylağın, sade yağ imalinden elde edilen yıllık 100 akçe vergi geliri vardı.[88]

C.A.D. Eshab-ı Kehf Hizmetkarları (Cemaatler)

Eshab-ı Kehf Külliyesi’nin hizmetkarları olan cemaatler, adı geçen mahalde bedenen hizmet etmek veya külliyenin sair ihtiyaçlarını karşılamakla görevliydiler. Görevlerini ihmal ederlerse değiştirilirlerdi. Yaptıkları hizmetin karşılığında kendilerinden avarız-ı divaniye ve tekalif-i örfiye vergisi alınmazdı. Bu şekilde devam ettikleri müddetçe görevleri ile ilgili olarak kendilerine kimse karışamazdı. Eshab-ı Kehf’e hizmet etmekle yükümlü olan bu cemaatlerden Boynu Yoğunlu cemaatı dışında kalan Ağca Koyunlu, Cerid ve Sarı Baş cemaatleri yaptıkları hizmetler ve ödedikleri vergilerin dışında, her sene, sütlerinden faydalanılması için 40 keçiyi Eshab-ı Kehf Külliyesi’ne teslim ederler, süt mevsimi geçince geri alırlardı. Esasen bu üç cemaatten ikisi Cerid cemaatinin oymaklarındandı. 1525 yılına ait icmal defterinde bu üç cemaat, bir kabul edilerek Cerid adı ile kaydedilmiş, ancak bu cemaatin geliri belirtilmemiştir. Ancak daha sonra gelişerek ayrılmışlar ve ayrı bir cemaat olarak kaydedilmişlerdir. 1525 yılında Cerid cemaatine bağlı olan bu taifelerden 11 taife, toplam 42 kişilik hizmetkarlarıyla Eshab-ı Kehf’in bulunduğu mahalde hizmet etmekteydiler. Buna karşılık, kendilerinden salgun, bac, adet-i çeri, ağnam ve benzeri vergiler alınmazdı. Belirtilen cemaatlerin tamamı, Sevin-i Kebir köyünün Kara Kaya mezrasına bağlıydılar. Daha sonra, 1527 yılında Efsus’un Belviran mezrasına, 1563 yılında ise, Kışlacık köyünün Ovacık Ardıç mezrasına bağlanmışlardır.[89] Alauddevle Bey’in vakfiyelerinde, Eshab-ı Kehf’e hizmet etmekle görevli oldukları zikredilen cemaatler arasında, Ebu Leyli adını taşıyan bir cemaatin de kayıtlı olduğu görülmektedir.[90] Ancak tahrir kayıtları arasında, bu cemaatin adı geçmemektedir. Aşağıda Eshab-ı Kehf görevlileri olarak tarihi kayıtlarda adı geçen cemaatler hakkında bilgi verilmiştir.

Ağca Koyunlu Cemaati: 1525 yılında cemaatin dört farklı ailesi ya da oymağına mensup olan toplam 15 kişi, Eshab-ı Kehf Külliyesi’nde çeşitli hizmetleri yerine getirmekle görevliydiler. Bu tarihte bu cemaat Cerid cemaatine kaydedilmiş ve kendisine ayrıca bir vergi kaydedilmemiştir.[91]

1527 yılında cemaatin adı Ağca Koyunlu taifesinden Aymalar cemaati şeklinde kaydedilerek, 1525 yılında Ağca Koyunlu adı ile kaydedilmiş olan cemaatten hangi ailenin ya da oymağın Eshab-ı Kehf’e hizmet etmekle görevli olduğuna açıklık getirilmiştir. Bu tarihte, cemaate mensup, üçü mücerred, toplam 15 hane ve bir pir-i fani vardı. Cemaatin yıllık geliri 781 akçeydi. Bu gelir, 1563 yılında 269 akçeydi. Cemaate mensup yedisi mücerred, toplam 13 vergi hanesi mevcuttu.[92]

Boynu Yoğunlu Cemaati: Alauddevle Bey’in vakfiyelerinde Eshab-ı Kehf vakfı olarak kaydedilmiş olan iki cemaatten biridir.

1525 yılı tahriri esnasında tutulan kayda göre, cemaat Eshab-ı Kehf’e hizmet etmeleri karşılığında, örfi vergi ve avarız vergisi ödemezlerdi. Kendilerinden alınan diğer vergiler de bedel-i ayende (gelen giden misafirlere harcanmak üzere alınan) vergisi adıyla Eshab-ı Kehf vakfı olarak kaydedilmişti. Cemaate mensup olan Durali oğlu Hamid Bey’in elinde, bu durumun devamını sağlayacak şekilde Alauddevle Bey, Ali Bey ve Osmanlı sultanları tarafından verilmiş olan mukarrernameler vardı. Tahrir esnasında da aynı şekil üzere kaydedilmişti. 1525 yılında cemaate mensup olan altı vergi hanesi Eshab-ı Kehf’e hizmet etmekle görevli idiler. Bu devirde cemaatten her hangi bir vergi alınmamaktaydı. 1527 yılında geliri 222 akçeydi. Cemaatin ikisi mücerred, toplam dokuz vergi hanesi vardı. 1563 yılında ise, biri mücerred muhassıl ve dördü mücerred olmak üzere, toplam 21 vergi nüfusu ve 461 akçe geliri vardı.[93]

Cerid Cemaati: Yukarıda ifade edildiği üzere, aslında Ağca Koyunlu ve Sarıbaş cemaatleri de bu cemaate bağlıydı. Ancak daha sonra, bu cemaatler Cerid cemaatinden ayrılmışlardır. Bu halleriyle bazen hepsi bir cemaat gibi kabul edilmişler, bazen de hangi aileye ya da taifeye ait olduklarını göstermek üzere, ayrı ayrı kaydedilmişlerdir.

1525 tarihinde, Ağca Koyunlu ve Sarıbaş cemaatleri haricinde, Cerid cemaatine bağlı altı taifeden 22 vergi nüfusu Eshab-ı Kehf’e hizmet etmekle görevliydi. Bu tarihe ait icmal defterinde Ağca Koyunlu ve Sarıbaş cemaatleri, ayrıca kaydedilmeden, Cerid cemaatine bağlı olan 42 kişinin Eshab-ı Kehf’e hizmet ettikleri kaydedilmişlerdir. Buna göre, bu iki cemaate mensup olan 20 kişinin o tarihte Eshab-ı Kehf’e hizmet ettikleri anlaşılmaktadır.[94]

1527 yılındaki kayıtlara göre, Cerid taifesinin Kabaklar cemaati Eshab-ı Kehf’e hizmet etmekle görevliydi. Bu tarihte cemaate mensup 17’si mücerred 65 vergi nüfusu bulunuyordu, yıllık geliri 8925 akçeydi. 1563 yılında iki yerde cemaatin adı kaydedilmiştir. Bu ikisinin toplam vergi nüfusu, 25’i mücerred olmak üzere, 72 adetti. Gelirlerinin toplamı 1675 akçeydi.[95]

Sarıbaş Cemaati: Tahrir kayıtlarında Döngelenli taifesine bağlı olduğu bildirilmektedir. 1525 yılında cemaatin beş vergi nüfusu vardı. Biri imam, biri mücerred olmak üzere, toplam dokuz vergi nüfusu vardı. Yıllık geliri 735 akçeydi. Bu tahrir kaydında üç kişinin lakabının Sarıbaş şeklinde kaydedilmiş olması, cemaatin yeni bir cemaat olarak Cerid cemaatinden ayrıldığının bir işareti olabilir. Cemaatin 1563 yılında ikisi mücerred, 12 vergi nüfusu vardı. Yıllık geliri 292 akçeydi.[96]

C. B. XIX. Yüzyıl Vakıf Defterlerine Göre Vakıf Gelirleri

Önceki kısımda ifade edildiği üzere, XVI. yüzyıl boyunca üç tahrir esnasında Eshab-ı Kehf’in vakıf gelirleri hakkında geniş bilgi verilmiştir. Ancak bu devreden sonra, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda aynı yeterlilikte bilgiler kaydedilmemiş, genellikle Eshab-ı Kehf’in makamı çevresinde bulunan vakıf eserlerin, yani medrese zaviye ve camiin gelirleri, gelirlere yapılan müdahaleler ve vakıf görevlileri hakkında çok kısıtlı bilgilere yer verilmiştir. Bu kayıtlarda vakıf gelirlerinin nerelerden elde edildiği belirtilmemiştir.

XIX. yüzyılda da yukarıda izah edilen durumda fazla bir değişme olmamıştır. Bu arada her devirde olduğu gibi, bu devirde de vakıf gelirlerine haksız müdahaleler yapılmıştır. 1222/1807 tarihli bir buyrulduya göre o tarihte Elbistan Voyvodası, Eshab-ı Kehf vakfına müdahale etmekte olduğundan bu durumun önlenmesi istenmişti.[97] Buna benzer müdahaleler sonucunda da vakıf gelirleri zamanla bozularak ortadan kalkmıştır.

1266-1273/1850-1857 yılları arasında, Elbistan ve Eshab-ı Kehf vakıflarının gelir gider durumlarını gösteren vakıf defterine göre, 1270-1273/1854-1857 yılları arasında, Eshab-ı Kehf vakıfları, Haremeyn vakıfları idaresine bağlıydı. Vakfın dört yıllık toplam gelir ve gider miktarı 16299 kuruş 20 paraydı. Bu tarihler arasında vakfın gelirlerinden, 14277 kuruş mütevelli, müderris, zaviyedar gibi görevlilere; 1618 kuruşu ayrıca maaş olarak; 404 kuruş 20 parası ise, muhasebe harcı olarak harcanmıştı. Vakfın adeti ağnam gelirinden 1850-1860 yılları arasında toplam 2750 kuruşunun vakıf görevlilerine ödendiğini bildiren bir kayıt vesilesi ile Eshab-ı Kehf vakfının adı da kaydedilmiştir. Ancak daha sonra bu bilgilerde tutarsızlık olduğu belirtilerek Elbistan ve Eshab-ı Kehf vakıflarının durumu yeniden tespit edilmiştir. 1279/1863 yılında vakıfların tespiti yenilenmiştir. Ancak bu tespitte vakfın adı mevcut değildir. Evkaf Nezareti’nin 1327/1909 tarihli bütçesinin kayıtları arasında adı geçen vakfın, o tarihteki yıllık bedeli 4951 kuruştu. Bundan dört yıl sonra, 1331/1913 tarihli bir iradenin ekinde kayıtlı olan Maraş Sancağı’na ait vakıfların bulunduğu listede vakfın adı mevcut değildir.[98]

Yaşar BAŞ

Osmanlı Araştırmaları Vakfı / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 7 Sayfa: 286-300


Dipnotlar :
[1] Mehmed Ayıntabî, Tefsir-i Tıbyan, Dersaadet 1321, c. III, s. 42; Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 100, İstanbul 1982, c. V, s. 3224; Kamil Miras, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, Ankara 1984, c. IX, s. 200; Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerimin Türkçe Meal-i Alisi ve Tefsiri^ İstanbul, Tarihsiz, c. IV, s. 1936; Hüseyin Aşık, Ashab-ı Kehf, İstanbul 1981, s. 11.
[2] Yazır, Kur’an Dili, c. V, s. 3233.
[3] Kur’an XVIII/25.
[4] Yazır, Kur’an Dili, c. V, s. 3243 vd.
[5] Ayıntabî, Tıbyan, c. III, s. 51.
[6] Ahmed Mustafa, Tefsiru’l-Meraği, Beyrut 1974, c. V. s. 127; Yazır, Kur’an Dili, c. V, s. 3237; Luis Masignon, “Les Sept Dormants d’Ephese (Ahl al Kahf) en İslam et en Chretience” Revue des Etudes İslamiques, Paris 1953, s. 70, 71.
[7] Yazır, Kur’an Dili, c. V, s. 3237; Faruk Sümer, Eshabü’l-Kehf, İstanbul, Tarihsiz, s. 23-24.
[8] BA, TTD, nr. 402, s. 1187, 1188; BA, TTD, nr. 998, s. 480; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 638, 639.
[9] Vamık Şükrü, Tarih-i Evkaf-ı Ümem, c. I, s. 857.
[10] Haleb Vilayeti Salnamesi, 1285, s. 203, 231; 1302, s. 182; Adana Vilayeti Salnamesi, 1293, s. 140; 1308, s. 98; 1318, s. 90.
[11] Haleb Vilayeti Salnamesi, 1285, s. 203, 231.
[12] Konu hakkında bilgi veren bir kaç kaynak için bkz. Taberi, Tarih, c. II, s. 4-10; Zemahşeri, el-Keşşaf Fî Tefsiri’l-Kur’an, c. I, Kahire 1318, s. 205; Fahreddin Razi, Tefsiru’l-Kebir, Tahran Tarihsiz, c. XXI, s. 103; Kadı Beyzavi, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, İstanbul 1314, c. I, s. 7; Nesefi, Medariku’t-Tenzil ve Hakaiku’t-Tevil (Hazin Tefsirinin kenarında), Kahire 1328, c. III, s. 193; İbrahim Hazin Bağdadi, Lübab, c. III, s. 190; Yakutu’l-Hamevi, Mucemu’l-Buldan, Kahire 1324, c. VI, s. 84-86, 305; Ferruh İsmail Efendi, Tefsir-i Mevakıf, İstanbul 1321, c. III, s. 42-52; A. Mustafa Meraği, Tefsir, c. V, s. 118 vd.; Evliya Çelebi, Seyahatname, İstanbul 1935, cIX, s. 332; Yazır, Kur’an Dili, c. V, s. 3224 vd.
[13] Nüsretüddin Hasan Bey, Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan’ın emirlerinden Hüsameddin Hasan Bey’in torunudur. Kılıçarslan Maraş ve Elbistan çevresini önemine binaen güvendiği emirlerinden olan Hüsameddin Hasan Bey’i buraya emir olarak tayin etmişti. Hüsameddin Hasan Bey’den sonra yerine oğlu İbrahim geçti. Daha sonra da oğlu Nüsretüddin Hasan Bey Elbistan ve Maraş bölgesinin emiri oldu. (M. H. Yınanç, “Maraş Emirleri”, TTEM, XIV, (1330), c. VI, sy. 83, s. 347). Nüsretüddin Hasan Bey, Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında mevki ve itibar sahibi oldu. Bir süre önce elden çıkmış olan bu bölgenin sultan tarafından yeniden fethi üzerine valiliğe tayin olunmuştu (Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1993, s. 286). Maraş ve Elbistan bölgesi, Nüsretüddin Hasan Bey zamanında çok iyi idare ve imar olundu. 1211 yılında Gıyaseddin Keyhüsrev’in ölümü üzerine, Nüsretüddin Hasan Bey’in tavsiyesi ile İzzeddin Keykavus tahta oturdu. Nüsretüddin Hasan Bey, bu devrede nüfuzunu devam ettirdiği gibi Eshab-ı Kehf mağarası etrafında bulunan cami, kervansaray (medrese) ve ribat’ı (zaviye) inşa ettirmiştir. Burayı ziyaret eden İbnü’l- Adim, Nüsretüddin Hasan Bey’in Eshab-ı Kehf’de önemli eserler yaptırdığını ve bu eserlerin harap olmaması, buraya gelen ziyaretçilerin ihtiyaçlarının karşılanması ve görevlilerin maaşlarının ödenmesi için, aynı şahıs tartından Atlas Yazısı adı ile bilinen Afşin (Efsus) ovasındaki bir çok köyü vakfettiğini bildirmektedir. Nüsretüddin Hasan Bey Sultan I. İzzeddin Keykavus’un halefi I. Alaaddin Keykubad zamanında da uzun müddet valilik yapmış, ancak Sultan Alaadin Keykubad’ın siyasi nüfuzu olan emirleri öldürtme siyasetine binaen toplam 30 yıl kadar valilik yaptıktan sonra 631/1234 yılında öldürülmüştür. Cömertliği, asaleti ve ikramı ile kendisine karşı saygı duyulan bu zatın özellikle Eshab-ı Kehf çevresinde yaptırmış olduğu külliye geçirdiği bir çok tamiratlarla birlikte varlığını bu güne kadar sürdürmüştür. (M. H. Yınanç, “Maraş Emirleri”, TTEM, XV, (1341), c. VIII, sy. 85, s. 91-93).
[14] VA, VKD, nr. 590, s. 107; BA, TTD, nr. 402, s. 1180.
[15] Zülkadir (Dulkadir) adı üzerine yapılan bazı tartışmalarda bu adın esas olarak Dulkadir veya Zülkadir şeklinde yazılması gerektiğine dair görüşler ileri sürülmüştür. Burada bu konunun enine boyuna ayrıca incelenmesine imkan olmadığından kullanmış olduğumuz Osmanlı arşiv kaynakları ve Zülkadirli vakfiyelerine sadık kalınarak Zülkadir adının kullanılması tercih edilmiştir.
[16] VA, VKD, nr. 590, s. 107; BA, VKF, nr. 9/7.
[17] M. H. Yınanç, “Elbistan”, s, 226, 227; M. H. Yınanç, “Maraş Emirleri” TTEM, XV, c. VIII, sy. 85, s. 91, 92; Refet Yinanç, “Eshab-ı Kehf Vakıfları” VD, Ankara 1988, sy. XX, s. 312.
[18] Sümer, Eshabü’l-Kehf, s. 44. Bir heyetle birlikte 1947 yılında Eshab-ı Kehf külliyesinde yaptığı araştırmaları yayınlayan Tahsin Özgüç ve “Eshab-ı Kehf Vakıfları” adlı makalenin yazarı Refet Yinanç, camiin kapısı üzerindeki kitabenin camiye ait olduğu ve üzerindeki 630/1233 tarihinin, camiin yapılış tarihini gösterdiğini ileri sürmüşlerdir (Bkz. Tahsin Özgüç, “Elbistan Ovasındaki Tetkik Gezileri ve Karahöyük Kazısı” Belleten, Ankara 1948, c. XII, sy. 45, s. 229; Refet Yinanç, “Eshab-ı Kehf Vakıfları”, s. 312). Buna karşılık kitabenin cami duvarının 1320/1902 yılındaki tamiri esnasında duvarın içinde bulunduğunu zikreden ve kitabeyi yayınlayan M. H. Yınanç onun camiye ait olduğuna dair her hangi bir bilgi vermemiştir. Ayrıca kitabenin üzerindeki kayıtlar onun açıkça bir kervansaray’a (ribat) ait olduğunu göstermektedir. Kervansarayın ise, cami ile ortak bir özelliği yoktur (bkz. M. H. Yınanç, “Maraş Emirleri” TTEM, XV, (1341) c. VIII, sy. 85, s. 91-93). Bu durum ise, kitabenin kervansaraya ait olması ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
[19] Kitabenin tercümesi:
“1. Bu kubbe’yi (mescid) Süleyman oğlu, Adil Melik Alauddevle’nin idaresi zamanında hatunlar hatunu Rüstem kızı Şems Hatun yaptırdı.
2. Allah onun başarılarını artırsın. Ramazan 905/Mart 1499” (Kitabenin metni için bkz. Refet Yinanç, “Eshab-ı Kehf Vakıfları”, s. 312).
[20] Özgüç, “ Tetkik Gezileri“, s. 229.
[21] Sümer, Eshabü’l-Kehf, s. 46; Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, c. I-II, s. 176; Ahmet Firikçi, Afşinin Kuruluşu ve Gelişmesi, Ankara, 1994, s. 28, 29.
[22] BA, TTD, nr. 419, s. 327; Maraş İl Yıllığı 1973, s. 161, 162.
[23] BA, TTD, nr. 402, s. 1189; BA, TTD, nr. 419, s. 317, 327; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 632.
[24] M. H. Yinanç, “Elbistan” md, İA, c. IV, s. 226, 227; Refet Yinanç, “Eshab-ı Kehf Vakıfları” s. 314.
[25] VA, VKD, nr. 590, s. 107.
[26] Bkz. Refet Yinanç, “Eshab-ı Kehf Vakıfları” s. 313; Mahmud Akok-Tahsin Özgüç, “Afşin Yakınındaki Eshab-ı Kehf Heyeti” Yıllık Araştırmalar Dergisi, (1957), c. II, s. 76-79.
[27] VA, VKD, nr. 590, s. 107; BA, VKF, nr. 9/7; BA, İe. Ev, nr. 226, 1489, 7776; Refet Yinanç- Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 631-633; VA, Şahsiyet Kayıt Defteri, nr. 167, sıra nr. 1842; Refet Yinanç, “Eshab-ı Kehf Vakıfları”, s. 314-318.
[28] Kitabenin tercümesi:
“1. Bu ribatın inşası dinin ve dünyanı yücesi büyük sultan,
2. Müminlerin emirinin yardımcısı Keyhüsrev oğlu Keykubad’ın Beylerbeyi.
3. İbrahim oğlu Nüsretüddin Hasan-Allah onun başarılarını artırsın-‘ın emri üzerine 630/1233 yılında yapıldı “ (Kitabenin metni için bkz. M. H. Yınanç, “Maraş Emirleri” TTEM, XV, (1341), c. VIII, sy. 85, s. 93; Sümer, Eshabü’l-Kehf, s. 44).
[29] M. H. Yınanç, “Maraş Emirleri” TTEM, XV, (1341), c. VIII, sy. 85, s. 93; Turan, Selçuklular, s. 286; Aslanapa, Türk Sanatı, s. 282; VA, VKD, nr. 590, s. 107; M. Fatih Müderrisoğlu, “Afşin Eshab-ı Kehf Külliyesi Hanı”, İş Bankası Kültür ve Sanat Dergisi Kahramanmaraş Özel Sayısı, (Haziran 1991) sy. X, s. 15.
[30] Akok-Özgüç, Eshab-ı Kehf Heyeti, s. 76-79; Refet Yinanç, “ Eshab-ı Kehf Vakıfları”, s. 313; Turan, Selçuklular, s. 286.
[31] Özgüç, “Tetkik Gezileri “, s. 223; Akok-Özgüç, “Eshab-ı Kehf Heyeti”, s. 79; Sümer, Eshabü’l-Kehf, s. 48.
[32] Sümer, Eshabü’l-Kehf, s. 48, Aslanapa, Türk Sanatı, c. I-II, s. 281; Müderrisoğlu, “Eshab-ı Kehf”, s. 13-15.
[33] BA, TTD, nr. 402, s. 1189; BA, TTD, nr. 419, s. 316; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 630.
[34] Belgelerden anlaşıldığına göre, Ali Efendi ilim ve fazilet sahibi biri idi. Kendi ifadesine göre, hariç medreselerinden birine tayin edilmesini beklerken 7 Zilkade 1079/8 Nisan 1669 tarihli Ruus-ı Humayun emri ile Eshab-ı Kehf Medresesi müderrisliğine tayin olunmuştur. Ancak daha sonra müderrislik derecesi musıla-i sahn’a çıkarılarak Maraş müftülüğünü de birlikte yapmak üzere, Maraş’da bulunan Taş Medrese ve Şaziye Medreseleri”nin müderrisliğine tayin olunmuştur (bkz. BA, İbnü’l-Emin Tevcihat, nr. 357; BA, İe. Ev, nr. 226, 1083).
[35] Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 631, 632; Refet Yinanç, “Eshab-ı Kehf Vakıfları”, s. 315-318; VA, Şahsiyet Kayıt Defteri, nr. 167, sıra nr. 1842; BA, İe. Ev, nr. 1489; BA, İe. Ev, nr. 7776.
[36] VA, VKD, nr. 590, s. 107; Ayrıca bkz. Refet Yinanç, “Eshab-ı Kehf Vakıfları”, s. 314; BA, İe. Ev, nr. 226; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 631, 632; BA, İe. Ev, nr. 7776. V. Şükrü, Evkaf, c. III, s. 753.
[37] Kitabenin tercümesi:
“1. Rahman ve rahim olan Allah’ın adı ile. Allah’ın mescidlerini, sadece Allah’a, Ahiret gününe inanan ve namaz kılanlar yaparlar.
2. Bu Ribat’ın (Zaviye) yapılmasını, Galib Sultan Büyük Şehinşah, milletlerin sahibi, Arab ve Acem sultanlarının efendisi, dünyanın ve dinin kudreti,
3. Fatihler fatihi Keyhüsrev oğlu Keykavus zamanında Emiru’l-müminin bürhanı, büyük, bilgili, adil kumandanı-Allah’ın yardımına ve rahmetine muhtaç-Sultana tabi İbrahim Ebu Ali el-Hasan emretti,4. 612 Ramazan/Aralık 1215’de tamamlandı.”.
[38] M. H. Yınanç, “Maraş Emirleri” s. 92; M. H. Yınanç, “Elbistan”, s. 226, 227; Turan, Selçuklular, s. 286, 311; Georges Marçaıs, “Ribat”, İA, İstanbul 1993, c. IX, s. 734-738; Mehmed İbşirli, “Buk’a” DİA, İstanbul 1992, c. VI, s. 386, 387.
[39] VA, VKD, nr. 590, s. 107.
[40] İbşirli, “Buk’a”, s. 386, 387; Sümer, Eshabü’l-Kehf, s. 47; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 629-632. Yukarıda esas aldığımız bilgi ile beraber aynı tarihlerde Evkaf-ı Buk’a ma’a cami ve zaviye-i Eshabul-Kehf şeklinde kayıtlara da rastlanmaktadır. Kayıtlardan hareketle bu gün misafirhane olarak bilinen medresenin daha sonraki devirlerde buk’a adı ile de tanındığı anlaşılmaktadır. (bkz. Refet Yinanç, “Elbistan”, s. 317).
[41] Özgüç, “Tetkik Gezileri”, s. 229. 1967 tarihli Maraş Yıllığı’ndaki bir kayda göre zaviye, plan şeması ve çevre duvarları itibarıyla tipik bir Bizans kışlasıdır. Selçuklu Sultanı I. Gıyeseddin Keyhüsrev tarafından örtü sistemi yenilenmiş ve önüne bir taç kapı eklenmiştir (bkz, Maraş İl Yıllığı, s. 212). Ancak zaviyenin incelendiği bölümde görüldüğü üzere, tesisin o devirde yeniden inşa edildiği fikri daha yaygındır.
[42] Sümer, Eshabü’l-Kehf, s. 47, 48; M. H. Yınanç, “Elbistan”, s. 226, 227; Aslanapa, Türk Sanatı, s. 295, 296.
[43] M. H. Yınanç, “Elbistan” s. 227; BA, TTD, nr. 419, s. 327; BA, İe. Ev, nr. 775; BA, İe. Ev, nr. 1885; Refet Yinanç, “Elbistan”, s. 316-318.
[44] BA, TTD, nr. 419, s. 313; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 631-633; BOA. İe. Ev, nr. 226.
[45] M. H. Yınanç, ” Elbistan ” s. 227; Sümer, Eshabü’l-Kehf, s. 49; R. Yinanç “Elbistan”, s. 312. Çardak kısmı her ne kadar Osmanlılar tarafından yaptırılmış ise de Külliyenin değerlendirilmesi esnasında bütünlüğün bozulmaması için burada ele alımıştır.
[46] Sümer, Eshabü’l-Kehf, s. 67; Refet Yinanç, “Elbistan”, s. 312.
Kitabenin tercümesi:
“1-2-3 Bu yeni mescid altındaki üç odası ile birlikte, Şehsuvar Bey’in oğlu Ali Bey’in Kaba Naib olarak bilinen en önemli vezirlerinden merhum, mağfur Minnet Çelebi’nin ruhu için bina ve imar edilmiştir.
4-5-6 Bu bina, Osmanlı hanedanından Sultan Selim Han’ın oğlu Büyük Sultan, Sultan Süleyman zamanında yapılmaya başlanmış ve evahir-i Zilhicce 937/14 Haziran 1531’de tamamlanmıştır. ”.
[47] Sümer, Eshabü’l-Kehf, s. 67.
[48] VA, VKD, NR. 590 s. 107; Yinanç, “Elbistan”, s. 312; Maraş İl Yıllığı, 1973, s. 162.
[49] M. H. Yınanç” Elbistan”, s. 227; M. H. Yınanç, “Maraş Emirleri”, s. 93.
[50] Maraş Sancağı Evkaf Memuriyeti tarafından Eshab-ı Kehf Külliyesi’nin tamirat mutemedi Sıdkı Efendi’ye gönderilen 10 Teşrinievvel 1328 tarihli tezkire. (Belge özel kütüphanemizde bulunmaktadır).
[51] Özgüç, “Tetkik Gezileri”, s. 229; Maraş İl Yıllığı, 1967, s. 212; Maraş İl Yıllığı, 1973, s 162; Sümer, Eshabü’l-Kehf, s. 67.
[52] BA, TTD, nr. 402, s. 1180; Refet Yinanç, “Elbistan”, s. 316-318. Seyyid Hüseyin Tirmizi, Mevlana Celaleddin Rumi’nin hocası Seyyid Burhaneddin Tirmizi’nin neslinden olması muhtemeldir. Burhaneddin Tirmizi, Mevlana’ya dokuz yıl ders verdikten sonra Kayseri’ye gitmiş ve tahminen 1241 yılnda vefat etmiştir (bkz. Abdulbaki Gölpınarlı, Mevlana Celaleddin, İstanbul 1959, s. 45, 46). Buna göre, Burhaneddin Tirmizi’nin ölümünden sonra, evladından bir kısmının, zaviyedarlık ve mütevellilik görevlerini yürütmek üzere Eshab-ı Kehf’e yerleşmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir (bkz. Refet Yinanç, “Elbistan”, s. 314).
[53] BA, TTD, nr. 402, s. 1189; BA, TTD, nr. 998, s. 480.
[54] BA, TTD, nr. 419, s. 316, 327.
[55] Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 630.
[56] BA, Cevdet Evkaf, nr. 18198.
[57] BA, EV, nr. 15721, s. 55-a; BA, EV, nr. 17024; BA, EV, nr. 16762.
[58] M. H. Yınanç, “Maraş Emirleri”, TTEM, (1341), XV, c. VIII, sy. 85, s. 91-93.
[59] BA, TTD, nr. 402, s. 1180; BA, TTD, nr. 998, s. 479.
[60] VA, VKD, nr. 590, s. 107; BA, VKF, nr. 9/7; V. Şükrü, Evkaf, c. III, s. 747-754.
[61] BA, TTD, nr. 998, s. 480; BA, TTD, nr. 402, s. 1184, 1186; BA, TTD, nr. 419, s. 112.
[62] BA, TTD, nr. 402, s. 1180, 1188, 1186; BA, TTD, nr. 998, s. 479, 480; BA, TTD, nr. 419, s. 325; Yinaç-Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 635, 636.
[63] BA, TTD, nr. 402, s. 1182, 1183; BA, TTD, nr. 998, s. 480; BA, TTD, nr. 419, s. 1182-1184; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 631-633.
[64] BA, TTD, nr. 402, s. 1189; BA, TTD, nr. 998, s. 480; BA, TTD, nr. 419, s. 327.
[65] Çırak: Derileri sermek için iki kazık arasına uzatılan direk anlamına gelmektedir (bkz. Derleme Sözlüğü, Ankara 1968, c. III, s. 1185). Çırak mahsülü ise bu konu ile ilgili bir gelir türü olabilir.
[66] BA, TTD, nr. 419, s. 327; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 630, 631.
[67] VA, VKD, nr. 590, s. 107; BA, VKF, nr. 9/7; BA, TTD, nr. 402, s. 1189; BA, TTD, nr. 419, s. 326; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 634.
[68] BA, TTD, nr. 402, s. 1186; BA, TTD, nr. 998, s. 480; BA, TTD, nr. 419, s. 322; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 636.
[69] BA, TTD, nr. 419, s. 311.
[70] BA, TTD, nr. 402, s. 1181; BA, TTD, nr. 998, s. 480; BA, TTD, nr. 419, s. 312; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 631.
[71] BA, TTD, nr. 402, s. 1185; BA, TTD, nr. 998, s. 480; BA, TTD, nr. 419, s. 322, 324; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 634.
[72] Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 630.
[73] BA, TTD, nr. 402, s. 1189; BA, TTD, nr. 419, s. 313; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 637.
[74] BA, TTD, nr. 402, s. 1185; BA, TTD, nr. 419, s. 313; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 635.
[75] BA, TTD, nr. 419, s. 326; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 652.
[76] BA, TTD, nr. 419, s. 317.
[77] VA, VKD, nr. 590, s. 107; BA, VKF, nr. 9/7; BA, TTD, nr. 402, s. 1184; BA, TTD, nr. 998, s. 480; BA, TTD, nr. 419, s. 324; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 637.
[78] BA, TTD, nr. 402, s. 1187; BA, TTD, nr. 998, s. 480; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 636.
[79] BA, TTD, nr. 402, s. 1189; BA, TTD, nr. 419, s. 324; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 613.
[80] BA, TTD, nr. 402, s. 1189; BA, TTD, nr. 419, s. 324; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 637.
[81] BA, TTD, nr. 419, s. 312.
[82] BA, TTD, nr. 402, s. 1184. Bu mezra, genellikle Büyük Sevin köyünün yanında ikinci derecede kalmış ve köyün ekinliği olarak kullanılmıştır. Tahrirler esnasında bir defa köy, iki defa mezra olarak kaydedilmiştir. Bu sebeple mezralar bölümünde değerlendirmeyi tercih ettik.
[83] BA, TTD, nr. 419, s. 322; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 634.
[84] VA, VKD, nr. 590, s. 107; BA, VKF, nr. 9/7; BA, TTD, nr. 402, s. 1186; BA, TTD, nr. 998, s. 480.
[85] BA, TTD, nr. 402, s. 1186; BA, TTD, nr. 419, s. 325; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 637.
[86] BA, TTD, nr. 402, s. 1186; BA, TTD, nr. 419, s. 325.
[87] Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 637.
[88] BA, TTD, nr. 419, s. 326.
[89] BA, TTD, nr. 998, s. 480; BA, TTD, nr. 402, s. 1187, 1188; BA, TTD, nr. 419, s. 320-322; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 638.
[90] VA, VKD, nr. 590, s. 107; BA, VKF, nr. 9/7.
[91] BA, TTD, nr. 402, s. 1188; BA, TTD, nr. 998, s. 480.
[92] BA, TTD, nr. 419, s. 321; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, cII, s. 638.
[93] BA, TTD, nr. 402, s. 1187; BA, TTD, nr. 998, s. 480; BA, TTD, nr. 419, s. 322; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 639.
[94] BA, TTD, nr. 402, s. 1187, 1188; BA, TTD, nr. 998, s. 480.
[95] Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 637, 638.
[96] BA, TTD, nr. 402, s. 1188; BA, TTD, nr. 419, s. 321; Refet Yinanç-Mesut Elibüyük, Tahrir, c. II, s. 638.
[97] BA, Cevdet Evkaf, nr. 18198.
[98] BA, EV, nr. 15721, s. 55-a; BA, EV, nr. 16762; BA, EV, nr. 17024; V. Şükrü, Evkaf, c. III, s. 751; BA, İrade Evkaf, nr. 7.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.